27 Nisan 2018 Cuma

İKİ ŞEHRİN HİKAYESİ

Charles Dickens (1812-1870), Çeviren: Aslıhan Kuzucan, 2. Baskı, Ocak 2018, İthaki Yayınları, İstanbul


Arka kapak yazısında şöyle deniyor:
"İki Şehrin Hikayesi, edebiyat dünyasının en kuvvetli yapıtlarından biri ve dünya tarihinin en önemli olaylarından Fransız Devrimi'nin gölgesinde vuku bulan bir trajedinin anlatısıdır. Doymak bilmez bir canavar olan giyotinin kızıla çaldığı topraklardaki var olma mücadelesinin hikayesi, yalnızca geçmişin değil şu anın ve geleceğin de izlerini taşır."
*
Chesterton'un ÖNSÖZ'ünde de şöyle deniyor:
-"Fransa'yla ilgili esas bilgisizliğinin, onunla ilgili gerçeği inanılmaz bir sezgiyle anlaması... dahi bir insanın en yalın imine sahiptir; yani anlamadığı şeyi anlayabilmektedir./... Carlyle, Fransız Devrimi konusunda epey okuma yapmıştı. Dickens ise Carlyle'ın yazıları dışında hiçbir şey okumamıştı... Dickens, Fransa'yla irtibatını kesmiş bir İngilizdi; Carlyle ise tarihsel olarak Fransa'yla bağı olan bir İskoçyalıydı... Dickens'ın Fransız Devrimi, muhtemelen Carlyle'ınkine nazaran gerçek Fransız Devrimi'ne daha yakındır... Cardinal Newman'ın... Devrim notlarından biri, ahmak insanların optimizm dediği, akıllıların ise yüksek moral dediği şeydi... Tüm kanı ve kara giyotinleriyle Fransız Devrimi'nin morali epey yüksekti... Carlyle, aslında Fransız Devrimi'ndeki bu kıvraklığı ve ciddiyetsizliği hiçbir zaman tespit edememişti... Dickens, Devrim'le alakalı daha az şey biliyordu ama daha fazla fikri vardı. Dickens suiistimallere saldırdığında, onları tam o türden bir neşeyle ve Fransız halkının Batille'i yıkarkenki tek taraflı memnuniyetle yıkmıştı. Dickens belli başlı şeylere kelimenin tam manasıyla masumca inanıyordu; bence onlar için kılıcını çekmişti. Carlyle belki de elli tane şeye yarım yamalak inanıyordu... Carlyle, şikayet eden hizmetli tiplemesinin mükemmel bir örneğiydi... Dickens, şikayet etmektense isyan edecek bir adamdı... "Zalimlik ve mutlak gücün suiistimali," demişti bir gün... "insan doğasının iki kötü tutkusudur." Carlyle bu coşkun sağduyunun yüksekliğine erişmekte epey yetersizdi.../... Carlyle, Fransız Devrimi'nin öyküsünü yazmış ve bunu mutlak bir trajediye dönüştürmüştü. Dickens ise... hiçbir şekilde trajikleştirmemiştir. Dickens, bir feveranın nadiren trajik olduğunu bilmektedir; hatta genellikle trajediden kaçıştır. Tüm gerçek trajediler sessizdir... Bu kitapta, tıpkı tarihte olduğu gibi musibet, giyotin değildir; o aksine musibetin çözümüdür" 12-15
*
Daha önce, İki Şehrin Hikayesi'nin özet bir metnini okumuştum.
*
Romanın bu okuduğum metni, çevirisi değilse de yazımı, bence, özensiz.
*
Özensiz metin de olsa, ben, bu eseri, arka kapak yazısında belirtilenden çok çok daha güzel buldum.
Tek kelimeyle çarpıldım!
Şimdiye kadar okuduklarım içinde en güzel bulduğum roman diyebilirim.
Bence, mesela, Dostoyevski'ninkilerden kıyas kabul etmeyecek kadar üstün bir eser!
Benim için, edebiyatın gücünü-etkisini somut olarak gösteren bir eser oldu.
O etki de, müthiş!
İnsanın anlayışını oluşturma-şekillendirme... konusunda çok önemli bir rolü olmalı!
*
Anlatım çok hoş!
Tipler çarpıcı!
Kurgu sürükleyici!
*
Romanın baş kahramanlarıyla ilgili değilse de, mesela;
-"Monsenyör" ile ilgili sayfa 151-178'deki,
-Sydney Carton ile ilgili sayfa 209-219, 420 ve 495'deki,
-Madam Defarge ile ilgili sayfa 240, 244, 245, 252, 360, 479 ve 480'deki,
-Bay Lorry ile ilgili sayfa 348, 351-355, 376 ve 414'deki,
-Kitleler ile ilgili sayfa 373 ve 374'deki,
anlatımlar, benim için, hoş ve çarpıcı!
*
Anlatımda ve tiplerde açıkça abartma-gerçeküstülük var; ama, sanki hiç öyle değil... sanki, anlatılan her şey gerçekten daha çok gerçek!
*
Tarihte çok önemli bir olayın olduğu dönemdeki yaşam konu ediliyor!
*
Beni çarpan en önemli husus da, sanırım, belki de, tam bu konuyla ilgiliydi!
Fransız devriminin, genelde, okumalarımda, hep, insanlık açısından olumlu-ileri bir adım olarak anlatıldığını görmüştüm.
Ancak, bir süredir, o dönemde çok ve anlamsız ve aşırı ve gereksiz bir şiddetin olduğunu düşünür olmuştum.
Mesela, kraliçe ve çocuklarının katli, "devrimciler"in birbirlerini katletmeleri, bana, çok çok aşırı ve gereksiz işler olarak görünür olmuştu!
Bu kitap da, bir yönüyle, tam da, bunu anlatıyor!
Hem de o kadar çarpıcı bir şekilde anlatıyor ki!
Ancak bu kadar olur!
*
Şiddeti şiddetli bir şekilde anlatmış, ancak şiddetin yine şiddetli bir şekilde anlattığı önceki dönemin zulmünün eseri olduğunu belirterek şiddete bir tür mazeret de bulmuş-göstermiş, yazar.
Bununla birçok soruya da kapı aralamış!
*
Şiddet konusunda, Sovyetler ve Cumhuriyet akla geldiğinde neler söylenebilir, ki?
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü... şimdiki dönemden pek de farklı sayılmazdı" 19
-"İngiltere'de ise ulusal böbürlenmeleri haklı çıkaracak bir düzen ve güven ortamından söz etmek pek mümkün değildi... gündüz Şehir tüccarı kılığında gezen biri, karanlık çökünce eşkıyaya dönüşüyordu.../ Pek kıymetli bin yedi yüz yetmiş beş yılında bu ve bunun gibi daha binlerce olaya şahitlik edilmişti" 21, 22
-"O zamanlarda yolcular, kısa süre içinde samimi olmaktan çekinirlerdi, çünkü yolda karşılaşılan biri soyguncu olabilir" 24
-"Her insanın bir başkası için gizli bir sır ve gizem oluşu, üzerinde düşünmek için harika bir gerçektir" 31
-"... hayli eskimiş Türk halısının üzerinde..." 42
-"Tıpkı birçok Fransız beyefendisinin ve ailesinin olduğu gibi, onun işleri de tamamen Tellson Bankası'nın güvencesindeydi" 45
-"... şarap fıçılarından biri... düştü.../... bazı kadınlar, başlarına bağladıkları şalları şaraba buladıktan sonra bebeklerinin ağızlarından içeri sıkıyorlardı" 53
-"... buz gibi bir soğuk, pislik, hastalık, cesaret ve yokluk, bu karanlığa eşlik eden soylulardı... yüzlerindeki kırışıklıklarda tek bir şey okunuyordu: Açlık. Her yerdeydi" 55
-"Suç ve ufunetin kol gezdiği dönemeçli ve daracık sokağa sinmişti" 56
-"... bu yalnızlığın içinde sesini kullandığı bile yoktu" 67
-""Bana adımı mı sordunuz?"/ "Evet."/ "Yüz Beş, Kuzey Kulesi."..." 70
-"... her çeşit suçun dörtte üçünün cezası ölümdü. Bunun suçu önlemeye bir faydası dokunmasa da... sorunlar ortadan kalkıyor ve geride hiçbir pürüz kalmıyordu. Tıpkı diğer şirketler gibi Tellson Bankası da o günlerde çok can almıştı" 87
-"İnsanlar, sanki Bedlam'da* sergilenen bir oyunmuş gibi Old Bailey'de olup bitenleri izlemek için de para veriyorlardı/ * Londra'da bulunan ve bir zamanlar insanların para vererek hastaları seyredebildiği bir akıl hastanesidir./.../... "Öncelikle onu asacaklar ve henüz can çekişirken darağacından indirilip diri diri parçalanacak; sonra bağırsakları deşilip yakılacak; başı kesildikten sonra dört parçaya ayrılacak. Ceza tam olarak böyle."..." 95, 96
-"Doktor Manette, kendi ülkenizde, mahkemeye çıkmadan ve hatta herhangi bir suçla itham edilmeden uzun süre hapis yattığınız doğru mu?" 111
-"Ayıklığınızla fazla böbürlenmeyin; başınıza neler geleceğini asla bilemezsiniz" 125
-"O zamanlar içkinin su gibi aktığı zamanlardı" 127
-"Fransızların en gerekli ve güzel özelliği olan azıcık malzemeyle çok şey yaratma yeteneğine doğuştan sahipti" 137
-"... bu sert kabuğunun altında yalnızca kadınlarda görülen fedakar bir ruhun yattığını da biliyordu; kadınlar... parlak umutların gönüllü kölelerine dönüşüyorlardı. Bay Lorry, sadık bir kalpten daha iyi hiçbir şeyin olmadığını bilecek kadar çok yaşamıştı" 140
-"Sarayın en güçlü lortlarından olan Monsenyör... bu sabahki sıcak çikolatanın, Aşçı'nın yanındaki dört güçlü adamın yardımı olmaksızın Monsenyör'ün boğazından geçmesine olanak yoktu./... biri sıcak çikolata kasesini Monsenyör'ün kutsal huzuruna çıkarır; ikincisi çikolatayı bu iş için taşıdığı küçük bir aletle öğütür ve köpürtür; üçüncüsü kokulu mendili takdim eder; dördüncüsü (iki altın saatli adam) ise sıcak çikolatayı servis ederdi... Çikolatası yalnızca üç adam tarafından servis edilecek olsa şerefi beş paralık olurdu; iki kişi tarafından servis edilecek olsa da ölürdü./... ülkeyi satan mutlu Stuart nedeniyle yaşanan keder dolu günlerde İngiltere'de de durum aynıydı./... Monsenyör'ün özel kamu meselelerine dair gerçekten asil olan diğer fikri, her şeyi kendi gücüne ve hazinesine bırakmaktı... asil bir fikri daha vardı; dünya onun zevkleri için yaratılmıştı" 151, 152
-"Mültezim, oldukça savurgan bir adamdı. Ahırlarında otuz atı, evinde yirmi dört erkek uşağı ve karısı için de altı bayan hizmetkarı vardı. Çalıp çırpmaktan başka bir şey bilmeyen mültezim.../... Askeri bilgisi olmayan askeri subaylar; gemiye dair hiçbir şey bilmeyen deniz subayları... dünyanın en kötü din adamları; hepsi yaptıkları iş için biçilmiş kaftan rolü yapıyordu ama gerçekler hiç de öyle değildi; her biri Monsenyör'ün düzeniyle uzaktan ya da yakından ilgiliydi... Hiçbir zaman var olmamış hayali hastalıklar için yazdıkları muhteşem ilaçlarla büyük servet kazanan doktorlar... Dünyaya baş belası bir yaratık getirmek dışında bu kadınların gerçekten de annelikten anladığı bir şey yoktu.../.../ Monsenyör'ün devasa otelindeki tek teselli, orada toplanmış herkesin müthiş giyinmiş olmasıydı. Eğer Mahşer Günü'nde önemli olan şey giysiler olsaydı, oradaki herkes kusursuz sayılırdı... Tanrı'nın bin yedi yüz seksenince senesinde... bir celladın parçası olduğu sistemin ömrünün kısa olacağından kim şüphelenirdi ki!"153-156
-"Kaldırımı olmayan bu dar sokaklarda atlarını hızla koşturan acımasız soyluların yarattığı tehlike.../... tekerleklerden biri... sarsıldı.../.../ "Pardon Mösyö Marquis!" dedi pejmürde görünümlü, uysal bir adam, "Bu bir çocuk."/.../ "Öldürdünüz onu!" diye bağırdı adam canhıraş bir halde.../.../ İnsanlar öylesine yılmışlar, böyle bir adamın yasalar dahilinde ya da dışında neler yapabileceğini öylesine uzun ve zor bir şekilde deneyimlemişlerdi ki, ne sesini çıkaran, ne elini kaldıran, ne de başını kaldırıp bakan oldu.../ Araba yoluna devam ederken... Baloya katılanların arabaları da parlak bir akıntıyla peşi sıra ilerledi. Sıçanlar, olan biteni görmek için deliklerinden dışarı çıktılar ve saatlerce öyle kaldılar... insanlar olan biteni görmenin bir yolunu buluyorlardı... Çeşmenin suyu akıyordu, nehrin suyu akıyordu, gün akıp geceye kavuşuyordu ve şehirdeki hayat kurallara göre akıp ölüme yaklaşıyordu" 158-161
-"Onların bu yoksulluğunun nedeni ortadaydı; bu ufak köyün resmi kuralları, köylünün elinde avucunda bir şey kalmayana dek devlete vergi ödemeyi, kiliseye vergi ödemeyi, lorda vergi ödemeyi, yerel vergileri ve genel vergileri ödemeyi şart koşuyordu" 163
-"Mösyö Marquis, önünde eğilen zavallı yüzlere baktı; kendisi de Saray'ın Monsenyörü'nün önünde tıpkı bu şekilde eğiliyordu -tek farkları, bu yüzlerin dalkavukluktan değil, acıdan eğilmesiydi-..." 164
-"Monsenyör, yoksulluktan ölen çok kişi var ve sayıları hızla artıyor.../.../... evlerin pencerelerinde ışıklar yanmaya başladı; evler yeniden karanlığa büründüğünde ve yıldızlar parıldamaya başladığında bu ışıklar, sönmek yerine gökyüzüne yükselmiş gibi görünüyordu" 167, 168
-"Mösyö Marquis... eski mızraklarla, kılıçlarla ve av çakılarıyla dolu acımasız bir koridordan geçti; kurtarıcıları olan Ölüme kavuşmadan önce birçok köylünün efendisi öfkelendiğinde ağırlığını hissettiği binici kamçıları, koridoru daha da acımasızlaştırıyordu" 169, 170
-""... sizi rahatsız eden bu iltimaslar artık yalnızca çıkar ve arsızlıkla elde edilebilir. Bu ayrıcalıkları herkes ister ama (nispeten) pek azı elde edebilir!... Fransa her konuda gittikçe kötüledi. Yakın sayılabilecek atalarımızın, bayağı insanların yaşam ve ölümünde söz hakkı vardı. Bu odadan alınıp darağacına götürülen çok köpek oldu... Birçok ayrıcalığımızdan olduk; artık yeni bir felsefeden söz ediliyor..."/ Marquis... hala içinde yaşadığı bir ülkenin teceddüdüne dair zarif bir mutsuzluk içindeydi./... yeğeni... "Fransa'da bizim adımız kadar nefret edilen başka bir ad daha yoktur."/ "Öyle olduğunu umalım," dedi amcası, "Üst sınıftan nefret etmek, alt sınıfın istemeden gösterdiği hürmettir."/.../ "Varlığını koruyan tek felsefe, baskıdır. Bakın dostum, korkunun ve köleliğin karanlık hürmeti," dedi Marquis... "bu evin çatısı altında olduğumuz sürece köpeklerin kırbaca itaat etmesini sağlar."/.../ "Dostum, ben içinde yaşadığım sistemi ebedileştirerek öleceğim."/.../ "Ya siz?" dedi amcası.../ "Ben, yaşamak için diğer yurttaşlarımın, soyluların bile bir gün yapmak zorunda kalacakları şeyi yapacağım... çalışacağım."/ "İngiltere'de mi mesela?"/ "Evet... ailemizin soyadı orada hiç zarar görmeyecek."/.../ "... İngiltere benim için bir Sığınak gibi."/ "Kibirli İngilizler, ülkelerinin birçok insanın Sığınağı olduğunu söylerler..."..." 173-178
-""Fransa'dan isteyerek sürgün edildim; eğlencesinden, baskı ve sefaletinden kaçtım"..." 188
-"Stryver... "... Tavırların o kadar sessiz, huysuz ve ürkekti ki, senden utandım Sydney!"/ "Baroda çalışan senin gibi bir adam için herhangi bir şeyden utanç duymak çok yararlı," diye karşılık verdi Sydney, "Bana borçlusun."..." 195
-""... dostunun oldukça güçlü biri olduğunu artık çok iyi biliyorsun. Evet, Sydney, böyle bir hayat sürmekten artık bıktım; bir erkeğin gitmek için sabırsızlandığı bir evi olmasının (gitmek istemediğinde de gitmeyebilir) çok hoş bir şey olduğunu düşünüyorum..."/ Varlıklı biriymiş gibi patronluk taslaması... daha itici kılıyordu /... devam etti Stryver, "... Sana bakacak birini bul..." 197
-""... İndirin onları aradan! Casuslar!..."/.../ İnsanlar ele geçirdikleri bu eşyaları büyük bir zevkle paramparça ederken... böyle zamanlarda korkunç bir canavardan farksız olan kalabalıkları durdurmanın hiçbir yolu yoktu.../.../ Ölü gömülmüştü ve artık kafile kendine başka bir eğlence bulmalıydı; bu sırada sivri akıllı biri... yoldan gelip geçenleri Old Bailey casusu olarak itham etmeyi ve onlardan intikam almayı önerdi. Harekete geçen kalabalık... kendi halindeki insanlara saldırıp sertçe hırpaladı. Bundan... yağmalamaya geçiş de hayli kolay olacaktı. Birkaç saatin sonunda saldırganlar, silahlanmak için kameriyeleri yerle bir etmiş, çitleri yıkmıştı" 216, 217
-""Ah, baba, büyüyünce ben de ceset hırsızı olmak istiyorum!"/ Bay Cruncher rahatlamış olsa da başını şüpheyle iki yana salladı. "Yeteneklerini geliştirirsen olabilirsin. Yeteneklerini geliştir ve kimseye söylemen gerekenden fazlasını söyleme; o zaman başarılı olabilirsin."..." 225
-"Kralların sarayından suçluların zindanına kadar, alçak ya da yüksek demeden her yerin içine bakan casuslar, şarap dükkanında..." 227
-""Jacques Bir, Jacques İki, Jacques Üç! Jacques Dört olarak bulduğum tanığı size getirdim..."..." 229
-"Defarge... "karım... tek bir heceyi dahi unutmaz! Listeyi kendi ilmeklerine ve simgelerine göre örüyor..."..." 236
-"... ablak suratlı Kral ile güzel yüzlü Kraliçe altın arabalarıyla çıkageldiler... yol işçisi, "Yaşasın Kral! Yaşasın Kraliçe..." diye bağırıverdi.../.../ "Sen aradığımız adamsın," dei Defarge yol işçisinin kulağına. "Bu aptalları her şeyin sonsuza dek süreceğine inandırdın. Onlar da gittikçe küstahlaştı ve böylece sonları yaklaştı."/... "doğru."/ "Bu aptalların bir şey bildiği yok. Sen ve senin gibi yüzlercesinin yaşamının onlar için hiçbir değeri yok; atlarından ya da köpeklerinden birinin yaşamına bile değişmezler; onlar sadece senin onlara söylediklerini biliyorlar. Onları biraz daha kandırmaya devam et; zaten çok sürmeyecek."..." 238, 239
-"Köyde yayılan dedikoduya göre -köylülerin kendisi gibi zayıf ve silik bir dedikoduydu bu-, Marquis'nin vücuduna bıçak saplanınca taş yüzlerindeki gurur ifadesi yerini öfke ve acıya bırakmıştı" 240
-""Zafere ulaşmaya katkı sağlamış olacağız," diye karşılık verdi madam... "yaptığımız hiçbir şey boşa gitmeyecek. Zafere... ulaşamazsak... elime geçirdiğim aristokratın ve tiranın boğazını..."/.../... bağırdı Defarge , karısı onu korkaklıkla itham etmiş gibi.../ "Doğru! Ama bazen yoluna devam etmek için kurbanını ve fırsatları görmeye duyduğun ihtiyaç, senin zayıf noktan..."..." 244, 245
-"Sözlerini bitirdikten sonra örgüsünü topladı ve başına koyduğu gülü çıkardı... bu süsün ortadan kalkması... insanlar bundan kısa süre sonra... içeri girdiler ve şarap dükkanı her zamanki görüntüsüne yeniden kavuştu./ Bütün kadınlar örgü örüyordu. Ördükleri beş para etmeyecek türdendi ama sürdürdükleri bu mekanik çalışma yemenin ve içmenin yerini tutuyordu; çeneler ve sindirim sistemi yerine eller çalışıyordu" 252
-"Temmuz... yıllardan bin yedi yüz seksen dokuzdu.../ "Artık," dedi Bay Lorry... "geceyi Tellson'da geçireceğimi düşünmeye başlamıştım... Paris'te öyle bir huzursuzluk hakim ki, resmen bize karşı bir güven patlaması söz konusu! Herkes parasını bizim bankamıza göndermek için yarışıyor. Bazıları parasını İngiltere'ye göndermeye kararlı."..." 288
-"O sabah Saint Antoine bir oraya bir buraya kaçışan korkulukların akınına uğramıştı; dalga dalga yükselen başların üstündeki çelik bıçakların ve süngülerin üstüne güneş ışığı vuruyordu.../ Kimse onlara bu silahları kimin verdiğini ya da buraya nereden geldiklerini bilmiyordu... herkesin elinde tüfekler, fişekler, barut, mermiler, demir ve tahta çubuklar, bıçaklar, baltalar, mızraklar ve öfke içinde silaha çevirebilecekleri türlü aletler vardı. Saldıracak bir şey bulamayanlar, kanlı elleriyle yaşadıkları yerlerin duvarlarındaki taşları ve tuğlaları sökmüştü... Oradaki hiçbir canlının hayatının bir önemi yoktu ve çıldırmış kalabalık tutkulu bir azimle canını feda etmeye hazırdı./... öfkeli kalabalığın buluşma noktası da Defarge'ın şarap dükkanı olmuştu; kazanın içindeki her insan damlası, baruta ve tere bulanmış Defarge'ın emir ve silah dağıttığı girdabın içine çekilmişti.../ "Jacques Üç, yanımdan ayrılma," diye bağırdı Defarge, "Jacques Bir ve Jacques İki, siz de ayrılın ve yurtseverlerin başına geçmeye çalışın. Karım nerede?"/ "Buradayım ya!" dedi madam... bugün örgü örmüyordu... elinde... bu kez balta vardı.../.../... Defarge, yankılanan bir sesle, "Yurtseverler... Bastille'e!"/ Kalabalıktan yükselen gürültüye bakılacak olursa, sanki bütün Fransa Bastille diye bağırmıştı... Saldırı başlamıştı./ Derin hendekler, çift asma köprüler... Defarge... iki saat boyunca yiğit bir asker gibi savaştı./... "... Jacques Yirmi Beş Bin... çalışın!"... Defarge iyice ısınan topunun başından ayrılmıyordu./ "Kadınlar etrafımda toplansın!" diye bağırdı Madam, "Bastille'i ele geçirdikten sonra biz de erkekler gibi öldürebiliriz!" Bütün kadınlar tiz çığlıklar atarak onu takip etti... intikam ateşleri aynıydı" 290, 291
-"... ihtiyar valiyi saran, coşku ve hırsla uluyan güruhun ortasındaki tek sakin kişi bir kadındı... valinin yanında duruyor, başından hiç ayrılmıyordu; Defarge ve insan seli, adamı sokaklar boyunca sürüklerken kadın yine adamın yanındaydı... sopa yağmuruna tutulduğunda yine adamın yanındaydı... cansız bedeni yere yığıldığında aniden harekete geçti... bıçağıyla boğazını kesiverdi./ Saint Antoine'ın gücünü göstermek için lamba yerine insanları asacağı o korkunç an artık gelmişti... gözüne kan bürümüştü; zorbalığın ve demir elin hükümdarlığının kanı... Madam Defarge'ın... ayağının dibine akıyordu. "Şuradaki lambaya asalım!" diye bağırdı... insanlar, öldürecek yeni birini bulmak için etrafına bakınırken... Valinin askerlerinden birini asan öfkeli deniz, akmaya devam etti./ Siyah ve tehditkar suların, yıkıcı ve kabaran dalgaların derinliği ve gücü henüz bilinmiyordu. Çalkantılı bir şekilde sallanan bedenlerin ve intikam seslerinin amansız denizinde, acının ocağında sertleşmiş yüzlerde merhamete dair hiçbir iz kalmamıştı./ Acımasız ve öfkeli ifadelerin capcanlı olduğu yüz okyanusunun içinde yedi kişilik iki grup yüz vardı... bu iki grubun yüzündeki acı, hiçbir şeye benzemiyordu... yedi tutsak vardı; her biri, sanki Dünyanın Sonu gelmiş gibi korkmuş... Diğer yedi ölü yüzün göz kapakları kapanıyor, Kıyameti aralı gözlerinin ardında bekliyorlardı.../ Serbest kalan yedi tutsak, mızrakların ucundaki yedi kanlı kelle... Paris sokaklarına doluşmuştu... bu ayak sesleri bir kez kırmızıya bulandıktan sonra bir daha kolayca temizlenemez" 296, 297
-"Bitap düşen Saint Antoine halkı, bir hafta boyunca zafer sarhoşluğuyla birbirlerine sarılıp tebrikleşerek çektikleri acıları dindirdi.../... insan kümeleri vardı; sefil ve mutsuz görünüyorlardı ama şimdi bu mutsuzluklarının yerini gözle görülür bir güç almıştı... en hırpani adamın bile, "Ben para kazanmanın ne kadar zorlaştığını biliyorum ama sen, seni öldürmemin ne kadar kolaylaştığını biliyor musun?" der gibi bir hali vardı. Daha önce işsiz güçsüz dolaşan her baldırı çıplağın artık bir işi vardı.../... Açlık sınırındaki bir bakkalın karısı olan kısa boylu... kadın, Madam Defarge'ın teğmeni gibiydi ve "İntikam" lakabını çoktan hak etmişti" 298, 299
-"... vahşi çığlıklar eşliğinde hem kendilerini hem de birbirlerini kışkırtıyorlardı. Hain Foulon yakalanmış... Aç insanlara ot yemelerini söyleyen Foulon!".../.../ Halk... Sorgu Odasına akın edip... sokakları istila etti.../... "İhtiyar caniyi iplerle bağlamışlar...".../.../... halkı adamın üstüne çullandı!/.../ Adam önce yerlerde sürüklendi, sonra ayağa kalktı, sonra da binanın merdivenlerinden kafa üstü yuvarlandı... itilip kakılıyor, dövülüyor, yüzlerce elin suratına fırlattığı ot ve saman yığınlarının arasında boğuluyordu... her yeri kanıyordu; herkesten merhamet dileniyordu... bacakların oluşturduğu ormanın arasından adamın üstüne bir kütük fırlatıldı... Madam Defarge, adamla tıpkı kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu... erkekler ise adamın ağzına ot tıkılarak öldürülmesini... haykırıyorlardı... ip... adamın kellesi bir kazığa geçirildi ve ağzına... halkını dans ettirmeye yetecek miktarda ot tıkıştırıldı./... kalabalık... Foulon'un damadının beş yüz süvarinin koruması eşliğinde Paris'e geldiğini duyunca yeniden galeyana geldi... kısa süre içinde ele geçirdiler; kellesini ve kalbini kazığa geçirerek... sokaklarda gezdirdiler./ Erkekler ve kadınlar... aç çocuklarına ancak gece karanlık çöktükten sonra kavuşabildi... bayat ekmek alabilmek için sefil fırınların önünde sabırla kuyruğa girdiler.../... cılız çocuklarıyla nazikçe oyunlar oynadılar; etraflarını çevreleyen böyle bir dünyaya rağmen tüm sevgililer geleceğe aşk ve umutla bakıyorlardı" 300-304
-"Fransa'nın köylerini gezen, hiçbir engelin durduramadığı benzer adamlar gördüğünü düşündü" 309
-"Şato, alevler içindeki kaderine terk edilmişti... Burnunda iki çukur olan yüz... dumanın içinden sıyrılıverdi; kazığa bağlanarak ateşe verilen ve can çekişen Marquis'ye benziyordu" 311
-"... o gece ve diğer geceler, güneş doğarken, görevlilerin bedenleri doğup büyüdükleri huzurlu sokaklarda sallanırken bulundu... sokak lambalarında sallanan halkın cansız bedenleri olmuştu. Ama dört vahşi adam kararlı bir şekilde doğuya, batıya, kuzeye ve güneye doğru yol almaya devam ediyordu. Ne zaman biri asılsa, ardından yangın çıkıyordu" 312, 313
-"Üç yıl boyunca ateş ve deniz durmadan yükselmişti... fırtına nihayet dinmişti.../... ayak sesleri kırmızı bir bayrağın altında çalkalanıp duran, ülkelerinin tehlikede olduğu açıklanınca... vahşi hayvanlara dönüşen bir halka aitti./.../ Kraliyet Mahkemesi'nin gösterişli Mensupları da ortadan kaybolmuştu... Şeytanın kibrine, S... şatafatına ve bir köstebeğin körlüğüne sahip bu sınıfa zaten hiçbir zaman iyi gözle bakılmamıştı; şimdi ise hepsi kaçıp gitmişti... Kraliyet ortada yoktu.../ Bin yedi yüz doksan iki senesinin ağustos ayıydı.../ Monsenyör'ün Londra'daki merkezi ve büyük toplanma yeri Tellson Bankası idi... soylular... tüm mal varlıklarını İngiltere'deki Tellson'a aktarmışlardı" 314, 315
-"Bay Lorry... "... Fransa'daki kayıtlarımız... ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya. Belgeleri ele geçirir ya da yok ederlerse müşterilerimizin başına neler geleceğini ancak Tanrı bilir; Paris'in bugün ateşe verilmeyeceğini ya da yarın yağmalanmayacağını kim söyleyebilir!... o belgeler arasında adil bir seçim yapıp hiç zarar vermeden ortadan kaldırmak evvela bana düşer..."..." 317
-"Sığınmacı konumuna düşen Monsenyörler ve yerli tutucu İngilizler, bu korkunç Devrim ortada hiçbir şey yokken bir anda kendi kendine oluvermiş gibi konuşup duruyorlardı; sanki Fransa'daki milyonlarca yoksulun çektiği acıyı kimse bilmiyormuş.../... Kraliyet Barosu'ndan Stryver... Monsenyör'e, Fransa'daki köylüleri havaya uçurup yeryüzünden silerek yola onlarsız devam etme planını anlatıyordu; tüm bu insanları, neslinin tükenmesi için kuyruklarına tuz dökülen kartallar gibi yok edecekti" 318, 319
-"Her şehir kapısında ve köylerin vergi dairelerinde konuşlanmış olan yurtseverler ateş almaya dünden hazır ulusal tüfekleriyle bekliyor, geleni gideni durdurup sorguya alıyor... her şey, sloganı "Cumhuriyet Tektir ve Bölünemez: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ya da Ölüm." sloganıyla kurulan yeni cumhuriyet için en iyisinin ne olduğunu söyleyen içgüdülerine bağlıydı./ Charles Darnay, Fransa topraklarına henüz yeni girmişti ki, Paris'te iyi bir yurttaş olarak ilan edilmediği sürece geri dönebilmesi için hiç umut olmadığını fark etmeye başladı... Ülke genelinde öylesine kuş uçurtulmuyordu ki.../ Alınan umumi tedbirler onu yolda yirmi dakikada bir durdurmakla kalmıyor... geciktiriyordu.../... küçük kasaba... bir handa uyandırıldığında.../ Onu utangaç bir yerel görevliyle yatağın üstünde oturan silahlı üç yurtsever uyandırmıştı.../.../... utangaç görevli. "sen bir aristokrat olduğun için refakatçi olmaksızın hiçbir yere gidemezsin; bunun bedelini de bize ödemen gerek."/.../ Darnay kendisine söyleneni yaptı... muhafız kulübesine götürüldü... yüklü miktarda para ödediği refakatçilerle... sabahın üçünde ıslak yollara düştü./.../ Akşam... sayısız insan, "Göçmenin işini bitirin!" diye bağırıyordu./.../ "... Lanetli hayatı artık kendisine değil, Fransa halkına ait!"/ Darnay kalabalığın gözündeki nefreti gördüğünde okların kendi üstüne çevrileceğini anladı.../.../ "Göçmenlerin mülklerini satmak için bir yasa çıktı."/.../ "Herkes bunun yalnızca başlangıç olduğunu... söylüyor; göçmenlerin ülkeye girmesini yasaklayıp girdikleri takdirde onları idam edecekler..."/ "Ama henüz o kadar çok yasa çıkmadı, değil mi?"/ "Bilmiyorum ki... Çıkmış da olabilir, çıkmamış da. Ne fark edecek ki?"/.../... Paris'in surlarına vardıklarında... Sınır kapalıydı ve önünde muhafızlar bekliyordu./.../... içeri girmeye çalışan sayısız kadın ve erkek vardı ama kimlik kontrolü o kadar zaman alıyordu ki, sınırdan içeri çok yavaş girilebiliyordu.../.../... uyku ile uyanıklık, sarhoşluk ile ayıklık arasında duran ya da uzanan asker ve yurtseverlerin bulunduğu muhafız kulübesine girdi.../.../ "... artık yeni yasalarımız ve yeni suçlarımız oldu...".../.../ "Göçmenlerin hiçbir şeye hakkı yok..."/.../ "Haksız bir şekilde götürüleceğim hapishanede dış dünyayla özgürce iletişim kurabilecek miyim?"/.../ "Göreceksiniz. Hem ne olmuş ki? Daha önce bir çok mahkum benzer şekilde hapsi boyladı."/.../ "Sizin için," dedi Defarge... "kılımı bile kıpırdatmam. Benim yalnızca ülkeme ve halkıma karşı sorumluluklarım var..."/... insanların yoldan geçip giden mahkumlara ne kadar alışkın olduğu gözünden kaçmamıştı... iyi giyimli birinin hapse girmesi, işçi giysileri içindeki bir işçinin işe gitmesinden artık farksızdı... bir konuşmacı... kraliyet ailesinin halka karşı işlediği suçlarla ilgili nutuk çekiyordu.../... Birkaç saat sonra başlayıp günler ve geceler boyu sürecek olan korkunç katliam, kutsal hasat zamanını kana bulayacaktı... her şeyden habersizdi. "Yeni doğan ve Giyotin adını taşıyan keskin kadın" onun için... henüz bir muammaydı. Kısa süre sonra yaşanacak korkunç olaylar, bu olaylara imza atacak kişilerin muhtemelen aklının ucundan bile geçmiyordu. Nazik insanlar böyle şeyleri nasıl akıllarına getirebilirlerdi ki?/.../ La Force Hapishanesi kasvetli, karanlık ve pis bir hapishaneydi; üstelik her yere yayılmış korkunç bir uyku kokusu vardı. İlgilenilmeyen yerlere mahkum kalmış uykunun mide bulandırıcı kokusunun bu kadar hızla sinmesi şaşılacak bir şeydi doğrusu!/.../... bir odaya ulaştılar; içerisi hem kadın hem erkek mahkumlarla doluydu.../... yaşadığı en gerçek dışı olay, mahkumların onu karşılamak için bütün nezaketleriyle ayağa kalkmaları olacaktı./... etrafını ölülerin çevrelediğini düşündü.../.../... "Maalesef gizli getirilenlerden."/.../ "... Şimdilik yemek dışında hiçbir şey alamazsın."/... "Ölü gibi bir başıma kaldım," diye geçirdi içinden" 331-344
-"... varlıklı soylu... kaçmak için aşçısının kılığına girmiş ve sınırları bu şekilde aşmıştı... bu adam... Monsenyör'den başkası değildi./... yıllarca onun emrinde çalışmış üç güçlü hizmetkarı... yeni... Cumhuriyet adına onu bulup boğazını kesmek istiyorlardı.../ Eğer Londra'daki Tellson Bankası, Paris'teki Tellson Bankası gibi olsaydı Müdür çoktan aklını kaçırmış olur... Sorumluluk sahibi saygın İngilizler... Fransa'da bulunan Tellson... bir şekilde başa çıkabiliyordu; olaylar çığırından çıkmadığı sürece kimse bankadaki parasını çekecek kadar çok endişeye kapılmadı./... Tellson'un bu dünyada asla dengelenmeyecek kaç hesabı öteki dünyaya kalacaktı.../... Bay Lorry... yalnızca işini düşünüyordu.../.../ "Tanrı'ya şükürler olsun," dedi... "... sevdiğim kimse bu gece bu korkunç şehirde değil..."..." 346-348
-""... Fransa'da Bastille'de yattığımı bilip beni el üstünde gururla tutmayacak tek bir kişi bile yoktur..."/.../... hepsi içeri hücum edip bileği taşında çalışmaya koyuldular.../.../... yüzler, en büyük vahşilerin yüzlerinden bile daha korkunç, daha zalimdi... Keskinleşen taşın başına birer birer geçen adamlar yarı bellerine kadar çıplaktı, kolları ve bedenleri kan içindeydi... Bilenmek için getirilen küçük baltalar, bıçaklar, süngüler ve kılıçlar da kana bulanmıştı... sokaklara akın ettiğinde, kırmızının aynı tonu bu defa çılgın gözlerindeydi; bunu gören medeni bir insan, o gözlerin sahibini öldürmek için hayatının yirmi yılını verebilirdi./.../ "Onlar," diye fısıldadı Bay Lorry... "mahkumları öldürüyorlar..."/.../... yine insanlar akın etti ve bileği taşı yeniden çatırdayarak dönüp durdu... "Susun! Askerlerin kılıçları orada bileniyor." dedi Bay Lorry... "Burası artık halka ait ve bir tür cephanelik olarak kullanılıyor..."..." 350-353
-"Bay Lorry'nin işkolik zihninde canlanan düşüncelerden ilki, mahkum edilmiş bir göçmenin karısını Tellson Bankası'nın çatısı altında barındırarak bankayı tehlikeye atmaya hakkı olmadığıydı... yaşamını bile Lucie... için... tehlikeye atabilirdi ama tek sorumlusu kendisinin olmadığı banka söz konusu olduğunda ciddi bir iş adamı olduğunu unutamazdı" 355
-"Bayan Pross... Bütün İngilizliğiyle Madam Defarge'ın üzerine öksürdü ama ikisi de... karşılık vermedi./.../ Madam Defarge.../ "Şu çocuk kadar küçük... olduğumuz zamanlardan bu yana görmeye alışık olduğumuz... annelerin suçu neydi o halde? Onların kocaları... hapse atıldı... üzüldüler; yoksulluktan, çaresizlikten, açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, sefaletten, eziyetten ve her türlü ihmalden acı çektiler."/ "Bundan başka bir şey görmedik ki," diye karşılık verdi İntikam" 358-360
-"... her yaştan kadın ve erkek bin yüz savunmasız mahkumun halk tarafından öldürüldüğünü, bu dehşetin dört gün dört gece sürdüğünü ve etrafını saran havanın bu katliamın kokusuyla ağırlaştığını... mahkumlara karşı bir saldırı düzenlendiği, siyasi suçluların tehlike altında olduğu ve bazılarının kalabalık tarafından dışarı sürüklenerek öldürüldüğü.../... hapishaneye vardığında kendinden menkul bir Mahkemenin kendisini bekliyor olduğunu görmüştü; mahkumlar... hızla katledilmelerine ya da serbest bırakılmalarına... hükmediliyordu.../ Doktor Manette... bazılarının uykuda, bazılarının uyanık; bazılarının kan içinde, bazılarının temiz; bazılarının ayık, bazılarının sarhoş olduğu Mahkeme heyetine damadının... serbest bırakılması için yalvarmıştı... tezahüratla karşılanan Doktor Manette'e... Mahkeme başkanı... onun hatırı için can güvenliğinin sağlanacağını söylemişti... vahşi kalabalığa teslim edilmediğinden emin olmak için izin isteyince tehlike geçene kadar bu Kana susamış Mahkeme Salonunda beklemişti./... gördükleri inanılır gibi değildi. Kurtulan mahkumlar için duyulan çılgınca sevinç, onu en az paramparça edilenlere karşı beslenen delicesine gaddarlık kadar şaşırtmıştı" 362-364
-"Doktor... halk arasında yaygın olan fikirlerle savaşamazdı. Yeni bir çağ başlamıştı; kral yargılanmış... kellesi uçurulmuştu... cumhuriyet... öldürmeye hazırdı; simsiyah bir bayrak Notre Dame... dalgalanıyordu; Fransa'nın dört bir yanından üç yüz bin erkek zorbalığa karşı ayaklanmıştı... Devrimin Birinci Yılı boyunca yükselen tufana karşı kim tek başına durabilirdi?.../ Şiddet durulmuyor... Gece ve gündüz eskiden olduğu gibi birbirini kovalasa da kimsenin geçen günleri saydığı yoktu. Zaman, tıpkı bir hastanın ateşinde kaybolduğu gibi bir ulusun öfkeli ateşinde yitip gitmişti... cellat, kralın kellesini insanlara gösterdi... karısının kellesi de öfkeli kalabalığa sergilendi; güzel kraliçe, kocasının ölümünün ardından sekiz ayını sefalet içinde hapiste geçirdiği için saçları beyazlamıştı./... ateş her yeri hızla sarıyordu. başkentte bir devrim mahkemesi ve ülke çapında kırk ya da elli bin kadar devrimci komite kurulmuş, çıkarılan Şüpheliler yasasıyla özgürlük ve can güvenliği ortadan kaldırılarak masumlar kötü ve suçlu insanların eline teslim edilmişti; hapishaneler hiçbir suçu olmayan ve kendini savunma hakkı verilmeyen insanlarla doluydu; tüm bunlar... kanıksanmıştı. Daha da kötüsü, herkesin varlığına dünyanın oluşumu kadar eskiymiş gibi alıştığı keskin bir kadın söz konusuydu artık: Giyotin./ İnsanlar bu konuda şakalaşır olmuştu; baş ağrısına iyi geldiği... Bu, insan ırkının yenilenmesinin işaretiydi. Haçın yerini almıştı.../ Giyotin öyle çok kelle almıştı ki, hem kendisi hem de yerler çürük kanın kırmızısına boyanmıştı.../... Devrim iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştı; güneydeki nehirler geceleri vahşice boğulmuş insanların cesetleriyle doluydu" 366-368
-"Bıçkıcı... üstünde "Küçük Azize Giyotin" yazan testeresini... arkasına koymuştu.../... En az beş yüz kişi... popüler olan Devrim şarkısı eşliğinde dans ediyorlar, hep birlikte diş gıcırtısı gibi bir ses çıkarıyorlardı... Hiçbir savaş, bu dansın yarısı kadar bile korkunç olamazdı; eski masumiyetini kaybederek şeytanlaşmıştı. sağlıklı bir eğlence, insanları öfkelendiren, hissizleştiren ve zalimleştiren bir dansa dönüşmüştü.../ Bu, Carmagnole dansıydı" 373, 374
-"Bay Lorry, mülk sahiplerinin sahip olduğu malları elinden geldiği kadar korumaya çalışmıştı" 376
-"Listede yirmi üç isim vardı ama çağrılan mahkumlardan biri hapishanede ölüp unutulduğu, diğer ikisi de çoktan giyotinle idam edilip unutulduğu için sadece yirmisi ismine karşılık verebilmişti... Darnay'in hapishanede sevdiği herkes giyotinle öldürülmüştü./.../... önce on beş mahkum mahkemeye çıkarıldı ve hepsi idama mahkum edildi.../... her şeyin ters düz olduğunu ve zalimlerin dürüst adamları yargıladığını düşünmüş olmalıydı. Alçak, zalim ve berbat insanlarla dolu bir şehrin en alçak, en zalim ve en berbat insanları duruşma salonunun ruhunu yönetiyordu; gürültü içinde yorum yapıyor, alkışlıyor, itiraz ediyor, tahmin yürütüyor ve sonuca ulaşıyordu.../ Savcı, Charles Evremonde'u, namıdiğer Darnay'ı göçmenlikle suçluyordu ve göçmenleri Ölüm cezasına çarptıran yasa uyarınca Cumhuriyetin bedelini hayatıyla ödemek zorundaydı.../.../ Kalabalığın içinde öyle kaypak insanlar vardı ki, az önce Darnay'i sokaklarda sürükleyerek öldürmek için can atanlar şimdi onun için tezahürat eder olmuştu" 377-380
-"Başkan onun özgür bırakılmasına hükmetti./... insanların... merhametli olma dürtülerini ttamin ettiği muhteşem bir gösteri başladı... gözyaşları, tıpkı kısa süre önce dökülen kan gibi sel olup aktı... kardeşçe duygularla boynuna sarıldılar.../... Sıra, devrim için herhangi bir söylemde ya da eylemde bulunmadığı için Cumhuriyet düşmanı olmakla suçlanan beş mahkumdaydı. Mahkeme, Darnay'ı idam edememiş olmanın acısını çıkarmak için bu beş kişinin yirmi dört saat içinde idam edilmesine büyük bir hızla hükmetti" 382, 383
-"... masumları kanıtsız şüpheler ya da yalnızca nefretle ölüme göndermekten çekinmiyorlardı" 386
-"... her evin kapısına... o evde yaşayan herkesin ismi... yazılmak zorundaydı.../ Zamanın üstüne çöken evrensel korku ve güvensizlik ortamında, günlük yaşamın zararsızlığı da ortadan kalkmıştı... günlük tüketim ürünleri... cüzi miktarda küçük dükkanlardan satın alınıyordu" 387
-"Tek bildikleri Gece Yarısı Cinayetleri ve Şeytanlık" 388
-"Seni Cumhuriyet adına yeniden tutukluyoruz" 391
-"Cumhuriyet sizden fedakarlık yapmanızı bekliyorsa, siz de iyi bir yurtsever olarak bunu hiç sorgulamadan yapmalısınız. Cumhuriyet her şeyden önce gelir. Halk her şeyden önemlidir.../.../... onu Bay ve Bayan Defarge ihbar etti. Biri daha var" 392
-"Antik Çağın Örnek Cumhuriyetçisi Brutus'un işaretinin olduğu bir dükkan.." 393
-"Fikir uyuşmazlığı yüzünden birini öldürmek oldukça olağan bir şeydi" 394
-""...Keşke Bay Barsad bir Hapishane Kuzusu olmasaydı."/ Bu kelime, o zamanlar gardiyanlar arasında casuslar için kullanılan argo bir kelimeydi" 398
-"çaresiz bahisler için çaresiz oyunların oynandığı çaresiz bir zamanda yaşıyoruz... Kimsenin hayatının bir önemi yok. Bugün omuzlarda eve taşınan biri yarın idama mahkum edilebilir..." 401
-"Hapishane Kuzusu, Cumhuriyetçi komitelerin casusu, kah gardiyan kah mahkum, her zaman casus ve gizli bir muhbir, Fransızlardan daha az şüphe uyandırdığı için İngiliz olmak daha değerliyken o bir İngiliz ve kendini patronlarına sahte bir isimle tanıtıyor. Bu kartlar epey güçlü. Bay Barsad, Fransa'nın ve özgürlüğün düşmanı olan aristokrat İngiliz hükümetinin emrindeyken şu anda cumhuriyetçi Fransız hükümeti için çalışıyor. Bu, muhteşem bir kart. Bu şüphe ortamı içinde, Bay Barsad'ın hala aristokrat İngiliz hükümetinin adamı olduğu, Pitt'in casusluğunu yaptığı, cumhuriyetin göğsüne çöken kalleş bir düşman olduğu, sürekli bahsedilse de bulunması hayli güç olan İngiliz bir vatan haini ve her türlü pisliğin temsilcisi olduğu gün gibi ortada" 402
-"Bay Barsad'ın elinde, Sydney Carton'un haberinin olmadığı berbat kartlar vardı. Orada istenmediği için değil (İngilizlerin sır tutma ve casuslukta ustalığı modern zamanların başarısıdır) ama başarısız işler çıkardığı için İngiltere'deki onurlu mesleğinden atılmıştı; daha sonra Manş'ı geçerek Fransa'daki işine başlamıştı" 403
-"hiddet içinde köpüren ve havada şüpheden başka bir şey olmayan Paris'te... bir başka aristokrat casusla iletişimde olduğunuz halde yapılan ihbardan yakanızı sıyırmanız imkansız!.../... Pes... tek yolu, sahte bir cenaze merasimi düzenlemekti" 407
-"Şu an doktorlar ceplerini Ginelerle doldururken dürüst bir tüccar meteliğe kurşun atıyor" 410
-"Bu korkunç zamanda insanların kelleleri ardı arkasına uçuruluyor ve bu nedenle hayatını getir götür işleri yaparak idame ettirenlerin kazancı düşüyor; insanın etrafında böyle korkunç olaylar yaşanırken kendi fikirlerinin oluşmaması imkansız" 411
-"Yetmiş sekiz yaşındayım/... iş adamıyım.../ Yalnız ve bekar bir ihtiyarım... benim için ağlayacak kimse yok" 414
-"Sona yaklaştıkça sanki bir dairenin içinde yolculuk ediyormuşum gibi yeniden başa dönüyorum. Bu, kendimizi ölüme alıştırmanın ve içimizi yatıştırmanın en yumuşak yolu. uzun süredir uykuda olan anılar birer birer canlanıyor gönlümde; genç ve güzel annemin... gençliğinin anıları; Dünyanın gözüme o kadar haşin görünmediği ve hatalarımın farkında olmadığım günlerin anıları" 415
-"Bugün altmış üç kişi idam edildi. Kısa süre içinde bu sayı yüze çıkar" 416
-"... insanlar yıllar içinde rahip geçinen hırsızların, sahtekarların ve günahkarların neden olduğu yozlaşma nedeniyle dinden de iğrendikleri için artık dua okunmayan kiliselerin kulelerine baktı.../ Arabaya binenlere şüpheci gözlerle bakıldığı için sokaklarda çok az araba vardı... Her şeye rağmen tiyatrolar doluydu" 419
-"... gece, ayı ve yıldızlarıyla birlikte gittikçe solarak yok oldu; kısa bir süreliğine de olsa sanki Yaratılış, Ölümün saltanatını yerle bir etmiş gibiydi./... Elini siper ederek baktığı güneşle arasında adeta bir ışık köprüsü oluşmuştu.../ Hızlı, derin ve kendinden emin nehrin güçlü akıntısı, sabah sessizliğinde cana yakın bir arkadaştan farksızdı" 420
-"O adaletsiz Mahkemede sanıklara kendini savunma hakkı tanıyan neredeyse hiçbir makul usul yoktu. Eğer bütün yasalar, formaliteler ve törenler en başta bu kadar canavarca bir şekilde kötüye kullanılmış olmasaydı Devrim de olmaz, Devrimin korkutucu intikamı tüm bunları yerle bir etmezdi./... Jüri üyeleri, bir geyiği yargılamak için bir araya gelmiş aç köpeklerden farksızdı./... Sanki zalim, uzlaşmasız, ölümcül bir iş havası vardı" 421
-"... insanların köpeklerden daha saldırgan olduklarını zaten görmüştüm" 427
-"Doktor, bu Soylular çok gururludur ama biz pespaye köpekler de bazen gururluyuzdur" 431
-"... biraz et bulabildiğimizde insanların görüp elimizden almasından korkar, kapıları ve kepenkleri kapatarak yerdik" 432
-"... bir köylüyle kılıç tokuşturmuş olmasını gururlarına yediremediklerini..." 437
-"Ölüme mahkum edilen Darnay... Halkın en coşkulu arzularından biri eskilerin mantıksız değer yargılarını taklit ederek insanları ulu orta kurban etmekti... salonda, yurtsever hezeyanlarla dolu büyük bir heyecan fırtınası koptu; kimsede vicdandan eser kalmamıştı" 441
-"Boşa harcanmış bir hayatın değeri yok. Oysa hayat çabalamaya değer" 446
-"Carton ise bir Jakoben* gazetesi alıp.../* Jakobenler veya Jakoben Kulübü, Fransız Devrimi ertesinde Fransa'yaa yaklaşık bir yıl süreyle egemen olan ve devrimden çok daha fazla kanın döküldüğü Terör Dönemi'ne sebep olmuş Fransız siyasi partisidir" 450
-""Ama," dedi Defarge, "bir yerde durmamız gerek... soru, nerede durmamız gerektiği."/ "Hepsi yok olduktan sonra," dedi Madam Defarge./ "Harika!" diye bağırdı Jacques Üç" 451
-"Yüzünü gördüm ve ifadesinden gerçek bir Cumhuriyet dostu olmadığını okudum" 452
-"Giyotin kurbanlarının yasını tutup onlara acımak büyük suç" 458
-"O gün... İdam mahkumlarının sayısı, bir yılın haftalarının sayısıyla eşitti" 460
-"... sayısız masum insanın aynı şekilde can verdiği ve her gün cesurca yüzleştiği düşüncesi ona kendini daha güçlü hissettirmişti" 461
-""Ben ölmekten korkmuyorum... ama ben masumum. Eğer benim gibi yoksullara yardım edecek olan Cumhuriyet ölümümle güçlenecekse, ölümden korkmuyorum ama... buna inanmak mümkün değil..."/.../ "Onun için mi ölüyorsunuz?" diye fısıldadı kız./ "Kızı ve çocuğu için de..."..." 470, 471
-"... idam edilen insanlardan yemeklerden bahseden bir gurme edasıyla konuşuyordu.../.../ "Çocuk da sarı saçlı mavi gözlü," dedi Jacques Üç... "... Bunu izlemek eğlenceli olacak!/ "Kısacası," dedi Madam Defarge... "bu konuda kocama güvenemem..."/ "Asla kaçmamalılar," dedi Jacques... "... Yeterince idam mahkumu yok. Her gün giyotine yüz yirmi kişi gönderilmeli."/.../ "Küçük yurttaş..." dedi Madam Defarge... "... şahitlik edecek misin?"/ "Elbette..." diye bağırdı bıçkıcı" 476, 477
-"... çocukluğu da ona adaletsiz olmayı ve üst sınıfa kin duymayı öğretmişti... vicdansız biri yapmıştı.../ Masum bir adamın atalarının işlediği günahlar yüzünden idam edilecek olması içini hiç acıtmıyordu... bu insanlar onun düşmanları ve avı olduğu, dahası, yaşamaya hakları da olmadığı için bu ceza onlar için azdı bile. Vicdanı olmadığı için ona yalvarmak yersizdi... kendine bile acımazdı.../ İşte Madam Defarge'ın pespaye kılığı altında taşıdığı kalp böyle bir kalpti. Özen göstermeden giydiği elbisesi tuhaf bir şekilde ona bir hava katıyordu... zengin gösteriyordu. Göğüs cebine gizlediği dolu bir tabancası vardı. Belinde ise keskin bir hançeri vardı" 479, 480
-"Cruncher... "Dualar hakkındaki fikirlerimin değiştiğini söylemek istiyorum... Bütün kalbimle Bayan Cruncher'ın şu anda dua ediyor olmasını umuyorum" 482
-"Bayan Pross... "... beni alt edemezsin. Ben bir İngiliz kadınıyım."..." 484
-"Bayan Pross onu, her zaman nefreti yenmeyi bilen sevginin gücüyle tutuyordu" 487
-"Toprağı zengin, iklimi eşsiz Fransa'da bile devrimden daha belirgin şekilde büyüyen tek bir ot... bile yoktu. İnsanlık bu çekiçlerle aynı şekilde bir kez daha dövülecek olursa, aynı işkence görmüş şekline bir kez daha bürünecekti.../... Güçlü bir büyücü olan Zaman... Tanrı'nın değil hırsızların evi olan kiliseler..." 490
-"O gece şehirde herkes, daha önce idam edilen kimsenin yüzünün onunki kadar huzur dolu olmadığını konuşuyordu" 495
*
30.4.2018  

1 yorum:

  1. İlişkimi kurtardığı için Dr Ajayi'ye teşekkür etmek için buradayım. dört yıldır çıkıyoruz, 39 yaşında ve 32 yaşındayım. Erkek arkadaşım her zaman çok sevecen ve sevecen olmuştur, birkaç ay önce nişanlandıktan sonra beni nişanlısı olarak tüm aile üyeleri ve arkadaşlarıyla tanıştırdı. Rüyalarım bir anda kabusa dönene kadar düğün tarihimizi çoktan belirlemiştik. Düğünümüze sadece birkaç hafta kala nişanlım değişti, sırf benden bıktığı için artık ilişkiyle ilgilenmediğini söyledi ve bunun eski kız arkadaşının ona yalvarması yüzünden olduğunu biliyordu. Bunca zaman geri gel ama onun tuzağına düşmeyeceğini söyledi, ama bittiğini ve sebebinin o olduğunu bildiğinde. Bütün gece ve gündüz kalbimi ağlayarak nişanlıma geri dönmesi için yalvardım çünkü düğünümüzü çoktan ayarlamıştık ama o, büyü yapan Dr Ajayi'yi duyana kadar reddetti, onunla temasa geçtim ve bana ne yapacağımı söyledi, bazılarını atacağını söyledi. büyüler ve nişanlım büyüden 3 gün sonra geri gelecek. Büyüden birkaç gün sonra, Dr Ajayi'nin söz verdiği gibi nişanlım evimdeydi, üzgün olduğunu ve başına ne geldiğini bilmediğini söyleyerek onu affetmem için dizlerinin üzerinde bana yalvarıyordu. Dr Ajayi'ye ilişkimi kurtardığı için teşekkürler, artık evliyiz. Herhangi bir büyü çalışması için bir büyü tekerine ihtiyacınız varsa, güçlü manevi adam Dr Ajayi ile Viber / Whatsapp: +2347084887094 veya E-posta: drajayi1990@gmail.com ile iletişime geçin.

    YanıtlaSil