ÖZYAŞAM//01
Fakir Baykurt, Literatür Yayınları'ndan Birinci Basım (2. Basım), Ocak 2018, İstanbul
Yazarın 8 kitaplık özyaşam serisinin ilk kitabı.
Bununla ilk 3'ünü okumuş oldum.
Diğer ikisiyle benzer...
Değişik dönemlere ilişkin ilginç tanıklıklar.
*
Kitaptan bazı notlar:
-""Koşun, Kürtler gelmiş! Kuyrukları var!" dediler./.../ Çocuk, kadın; köye on sekiz Kürt geldi.../ Çul çaput içinde, yorgun, bitkin bir kalabalık.../.../ Sonradan anladım... 1936 olacak... Dersim başkaldırısı./... bunlar Vanlı.../ Koca Oda'nın helası yok... Kerim Ağa üç kadının önünden yürür... Yüzü acıdan bir bulut gibidir. Onlar helaya girip çıkarken biz arkalarına düşer, "bellerine dolalı" kuyruklarını görmek isterdik.../ Kerim Ağanın 16 köyü varmış. Üç karısını birlikte getirmiş... Helanın kapısını kapatıyorlar diye öfkeden kudurur, tak tak, taş atardık. Söverdik: "Mına kodumun kuyruklu Kürtleri!" Onlar da bize söverdi: "Vara vara coddani!.."/... İdris'le... arkadaş olduk... evimize getirmeye başladım.../ Kürt çocuklarının başka evlere gittiğini anımsamıyorum... Sürgünlük hepsine yıkım getirmişti.../.../ Kerim Ağa... Ermiş gibi bir adam. Yada eski zamanda ülkesini, halkını yitirmiş bir bey. Böyle olduğunu, babamın ona gittikçe artan saygılı dikkatinden anlıyorum" 63, 64, 68
-"Köyümüzün küçük dünyasında dinin varlığı yokluğu birdi sanıyorum.../ Yalın yaşayan insanların anlayışı da yalın oluyor. Dinin açık, anlaşılır, hem de sevimli yanlarını seçip almışız" 72
-"Evet, badana yılda bir kez ev içlerini sıvadığımız ak toprakla yapılacak.../.../... Yer altından kazdığımız toprakla ev içlerini sıvadık mı baş ağrısı, hatta bayıltma yapar. Onun için dama serip bir hafta havalandırmak gerekir. Bu kez dış duvarlara süreceğiz, havalandırmaya gerek yok" 86, 87
-"Babamı İngilizler kaldırmış. "Bereket İngilizler geldi arkıdeş!" diye anlatırdı. "Araplar gelse, valla giderdi Kara Veli dayıcığınız! Onlar Allah Allah diye saldırır, biz 'Allah Allah' diye kaçardık. İngilizler kabuklu gavur olduğu halde, 'Teslim' dedin mi, tüfeğin namlusunu indirir..."..." 95
-"Savaşın kızıştığı zaman. Dediklerine bakılırsa Türkiye savaş dışı. Alman'ın ne yapacağı belli değil. Saldırmam diyor, saldırıyor. Konuşulanları dinliyorum, başımızdakiler Sovyetler'i de saldırıcı görüyor" 161
-"Yalnızca erkeklere yüklenmiş bir vergi olduğu halde, yol parasının tasasını anam da çekerdi.../.../ Yol parası yılda 6 lira.../ Beş çocuğu olmayanlardan yol parası yatırmayanları, çok uzaklara, jandarma gözetiminde yol yapımına götürür yada cezaevine atarlardı.../ Bir kez de ben gittim. Yaşım 12... Mahmutça... yerine beni yollayacak.../.../... güzel bir otomobil yolu yapacağız.../... Kaymakam gelip bakacak. Beğenmezse bir hafta daha çalışacağız.../ Onca insanla birlikte eşekler de toplandığından, Derbent boğazında anırtıdan geçilmiyor.../.../... II. Dünya Savaşının hızlı yılları içindeyiz. İşe yarar erkekler cepheye alındı.../.../ On iki gün tamam oldu... jandarma komutanı gelecekmiş.../.../... beğenmiş yaptığımızı. Ama şurası şöyle, burası böyle olsa daha iyi olacakmış! Bütün köyler, iki gün daha çalışacakmış./ Çaltılı Ese dayı "Çalışırız!" dedi. "Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Hükümettir bu! On iki gün dedi mi, tastamam on iki gün çalıştırır. Birkaç gün de fazla yükler. On beş, on altıyı buldurur, yakanı ondan sonra bırakır. Arpalar uçuyor, köy yanıyor desen dinlemez. Almayı bilir, vermeyi bilmez. Böyle gelir geçer, selam vermez!"/.../ İki gün daha çalışıp o yılki yol vergisini ödedik" 203-207
-"Özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında durumlarımız daha kötüydü. Hasadın sonunda emeğimizin yarısını beyler böler, kalanıyla devlet ortaklaşırdı. Onda birini parasız pulsuz alırdı: Ofis hakkı diye bir "hak"tı bu. Cumhuriyet kurulunca aşar denilen tahıl vergisi kalktı güya. Cephelerde saavaş var, asker aç diye devlet kimi zaman daha çok alıyor. Varsıl yoksul ayırmadığı gibi, az yoksul, çok yoksul da ayırmıyor, bizden de alıyor. Oysa neyimiz var alınacak?.../... Birkaç parça kıraç tarlayı ekip biçip biraz zahire kaldırıyoruz. Daha tınazları savururken muhtarı, bekçiyi yanına alıp devletin adamı geliyor.../... Bunların çoğu gözlüklüdür. "Dört gözlü nalet!" diye söylenir anam.../... Elinde... tahtadan bir damda olur. Ekinin yüzüne mühür gibi basar gider. Muhtar: "... bozmak yok devletin damgasını!" der.../... Görevli gelip devletin payını bölecek diye bekleriz./... Bir gün... "Bu damganın tıpkısını yapacağım!" dedim.../.../... denedim... düzgün oldu" 231-233
-"Ahır dolu sığırımız, ağıl dolusu koyunumuz var gibi, anam mal yazımı gelince titrer. Çok büyük paralar değildir istenen... ama bizde olmaz.../... Yazım her yıl yapılıyor. Kimse tam yazdırmıyor... Tarih kitapları... Cumhuriyetten övünçle söz ediyor. Cumhuriyet güzel ama görkemli hizmetleri nerede?/.../ Mal yazımı bitti mi, ilçenin bu işle görevli memurları, yanlarına jandarma alarak köyleri taramaya çıkar... dağı taşı ararlar.../ Sayımcıların gelişini önceden haber almaya bakar köylü. Dağa sürer... koğuklara sokar malını" 234, 235
-"Yaşıtım Aziz geldi, fısıldadı: "Çamrama'ya eşek götüreceğiz! Yürü!".../.../ Evinde delikanlı oğlu olanın ahırda kancık eşeği olmalıymış mutlaka... Baylamlarda sekizi, onu bir eşek bulup Çamrama'ya götürür. Çukura indirip sırayla geçerler.../.../... Mehmet Hoca.../.../ "Sen onlara uyma!... Dilsiz ağızsız mala eziyet günah! Biliyorsun Tanrı her insana iki melek görevlendirdi. Bunlara birer Eylem Defteri verdi. Günahları, sevapları cızt cızt yazıyor. Yarın öbür dünyada önüne koyup bir bir soracak sana!"..." 237, 238
-"Eniştemin anası, onun saz çalmasını günah sayardı. İçinde şeytan olduğuna ciddi inanırdı" 241
-"Senin gibi genç dulu rahat bırakmazlar. Köy yerinin insanlarını bilmez misin? Atmaca gibi atılırlar üstüne" 244
-"Osman Hafız... öğütledi: "Sakın çocuklar saza heveslenmesin! Sazın günahını, camız kağnısı çekemez!"/.../ Mehmet Hoca, "Saz çalmak ağır günah!" diye pekiştirir sözünü. Ardından ekler: "Ama keman sevap. Çünkü peygamberimiz düğünlerini kemanla yaptı..."/.../ "Çalgılar... Sesleri şeytan sesi. Dinleyeni baştan çıkarır! Kışkırtıcı!"..." 257, 258
-"Akçaköy'de dinin etkileri azdı gene de.../ İki dinsel bayram var.../ Oruç da tuttuk kaç kez.../ Hoşgörülü bir ortamda büyüyorduk.../ Akçaköy'de ilkokula yeniden başlayınca bende bir değişim oldu. Sale'nin Mehmet askerde derin hocaların yanında, yeni ağızlar öğrenmiş: "Başımızdakiler gizli din taşıyan gavurdur. Ölüp Giden gibi Yerine Geçen de gizli dinli... Zamanı gelince, millet top gibi patlayacak..."/.../ Türkiye'nin bütün günahını işlemiş gibi suçluluk içine düştük Mehmet Hoca gelmeye başlayalı./ Ban daha namaz kılmıyorum. Niçin kılmıyorum?.../.../ Gazi ağabeyim, "Bu adam nereden çıktı, içimize korku doldurdu?" diye patladı bir gün. Anamdan önce ben kızdım.../ Hoca.../ "... Tanrı baş eğmeli kullarına sonsuz cennetin kapısını açıyor; daha ne yapsın? İçinde sütten ırmaklar, baldan şerbetler, hem de ılıman göller var... Meleklerden güzel huri kızları; seç beğendiğini! Birini, ikisini, üçünü!... Gerçekte dördüne izin veriyor..."/.../ Çoğu cumalar yalnızca farzı kılıp, hutbeyi dinliyor, tövbeyi edip fırlıyorum. Öğretmenden çok korkuyorum" 262, 264-266
-"Müfettiş geleceğine yakın Kocayaka'dan Ahmet Bey iki çocuk salardı. Salim Bey camları sildirir.../ Müfettiş geldi mi okul temiz... Müfettiş keyifli keyifli güler:/ "Salim Bey, kutlarım kardeşim, okulun cennet! Merkeze varınca bir takdirname gönderteceğim..."/.../ Bu cennet okulda bütün eğitim dayaklı, öğretim tokatlıydı. Böyle olmasını ana babalarımız da isterdi... anam sevinir, "Dövme dövülmeyince aş olmaz! Hem de dayak cennetten çıkmadır. Hocanın vurduğu yerde gül biter!" derdi./.../... öğretmenimi eleştiriyorum. Öğretmenliğe aykırı adamdı./.../ Babalarımızdan birkaç kişi, bu arada askerden yeni gelmiş bir delikanlı, Salim Bey Kır Ali'nin kahvede otururken, "Göreviyle ilgilenmiyor, sürekli tavla oynuyor!" diye tutanak tuttu. Salim Beyin temeli sağlam; yandaşları askerden yeni geleni çektiler bir köşeye: "Ulan dulkarı doğurduğu! Anasının donu kırk yamalı! Sen öğretmene ne karışıyorsun... seni yersiz yurtsuz ederiz!" Yırttılar tutanağı. Ama Garip Hüseyin'e neler olmadı o yıl. Ormanda yakalatıp eşeğini sattırdılar! Körpecik bostanı da yolundu./.../ Kır Ali'nin kahveye biraz seyrek gitmeye, bize biraz fazla sopa çekmeye başladı. Gider o tutanak yazanla konuşuruz: "Ne olursa olsun, bir tutanak daha tut, götür hükümete, bu öğretmen bizi öldürecek!" Garip Hüseyin boyun büker: "Sağlam oturmuş yerine! Kıpratmak zor!" der. Ekler: "Kale gibi adam! Yalnız ben değil, kimse yıkamaz!"/ Salim Bey yıllarca kıpırdamadı köyden. Takdirname üstüne takdirname aldı... Ama ne zaman Köy Enstitüleri öğretmen yetiştirdi, öğrencileri başına başöğretmen atandı, o zaman kalkıp yola düştü. Gitme kal diyen dostlarını dinlemedi... gitti" 271-273, 275, 276
(Ama, halkımız, yine de, yazara göre, (de), çok iyi!)
-"Arap Yargıç derlerdi. Cumhuriyet'ten önce Libya'dan gelmiş. Böyle ünlü. Yıllardır bizim ilçede" 288
-"Okul tatiline yakın öğretmen, aşağıdaki Kayaköy'e nüfus göçü yapacağımızı söyledi, Kayaköy ağaların köyü. Altı ev. Köy sayılmaz ama mühürü var. Ağaların gücüyle "köy" olmuş. Bir yerde rakı içilirken sözüm geçmiş. Öğretmen İğdir'e nüfus göçü yaptırıp beni Gönen'e yollayacağını söylemiş. Necip Ağa: "Niye bizim köye yaptırmıyorsun? Bizim köye yaptır! Hem biraz kalabalık görünelim hem okuyup çıkınca öğretmenimiz olsun!" demiş... Biz göçersek yedi nüfus kazanacak... "Kayaköylü" olduk" 290
-"Gönen'e gideceğim ya... Ali.../ "... Babam beye söyleyecek. Belki izin verir... Gönen'e beni de yollatır..."/.../ Yola çıkmamıza bir gün kala Armut'a gittim.../ Ali... babası anlattı: "Elini koydum ayağını öptüm. Nuh dedi peygamber demedi. İzin vermedi. Olmaaz diyorum anlamıyor musun? Olmaz, ben çiftliğimde okumuş adam istemem! Üstüme gelme! Eğer gelir de kızdırırsan, seni köyden hastir ederim! Cascavlak kalırsın ortada! Ulan okumamışken söz dinlemiyorsunuz! Bir de okursanız sizinle baş mı olur? dedi, asla izin vermedi..."/ Beyli köyle beysiz köyün ayırdını o gün apaçık anladım" 301-304
*
15.4.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder