SİZ ONLARI DEĞİL; ONLAR SİZİ SEÇTİ
Soner Yalçın, Birinci Basım: Aralık 2017, Kırmızı Kedi Yayınları, İstanbul
Girişte şöyle deniyor:
"Altı yıl önceydi.../ Bir haber gazetelerde ve onlarca haber sitesinde yer aldı:/ "Ankara Hıfzıssıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd. Gönül Özdeğer ve iki asistanı solitin adlı kimyasal ile ilgili çalışmaları ve yayınları dolayısı ile ölüm tehditleri aldıklarını açıkladılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular."/ Allah! Allah! Neydi bu "solitin"?/ Haberde şu bilgi vardı: Kimyasal bir maddeydi. Süt... raf ömrünü uzatıyordu... insanları zehirliyorlardı!/ Böbrek rahatsızlıklarının... sebebi işte bu "solitin" idi./ Bu bilgiyi kamuoyuyla paylaşan kişi, Ankara Üniversitesi Hacettepe Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümü'nden Yrd. Dç. Dr. Gülden Semavi adlı akademisyendi./.../ İnanılacak gibi değildi.../ Ama... Bu haber tümüyle yalandı!/ -"Ankara Hıfzıssıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd. Gönül Özdeğer" diye biri yoktu. Zaten öyle bir kurum da bulunmuyordu. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkez Başkanlığı Gıda Güvenliği ve Beslenme Araştırma Müdürlüğü vardı./ -"Ankara Üniversitesi Hacettepe Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümü'nde Yrd. Doç. Dr. Gülden Semavi" diye de biri yoktu./ -"Solitin" diye bir kimyasal madde henüz keşfedilmemişti!/ Hepsi hayal ürünüydü./ Bu bir kara propaganda idi./ Peki... Haber yapılan, sosyal medyada binlerce kez paylaşılan makaleyi kim hangi amaçla yazdı?/ Bu soru, bu kitabın yazılmasına neden oldu!/ Evet.../ Okuduğunuz makale baştan aşağı yalandı. İyi de... Yoğurt, süt, peynir, ayran gibi yiyecek-içeceklere raf ömrünün uzatılması, tatlandırılması vs amaçla çeşitli kimyasallar eklendiği; ve fiziksel-endüstriyel işlemlere tabi tutulduğu da bir o kadar gerçek değil mi?/ Kuşkusuz... Süt ve süt içeren ürünlere ne olduğu belli olmayan "solitin" koyup satmıyor gıda şirketleri. Bu yalan haber hakikatin üzerini kapatmak için mi medyaya sızdırıldı?" s. 9, 10
*
Çok çarpıcı bir giriş değil mi?
*
Çok bilgi var!
Gazete yazısı kıvamında!
*
Yine de okuyup bitirmedim kitabı.
*
30.3.2018
30 Mart 2018 Cuma
28 Mart 2018 Çarşamba
KÖY ENSTİTÜLÜ DELİKANLI
ÖZYAŞAM// 02
Fakir Baykurt, Literatür Yayınları'ndan Birinci Basım (2. Basım), Şubat 2018, İstanbul
Arka kapaktaki tanıtım yazısında şöyle deniliyor: "Bir yaşam bu, özyaşam.../ 1943-1948 arası; köy enstitüsünde geçen delikanlılık yıllarım. Köylere öğretmen yetiştirmek için açılan o kurumlarda 17.000 köy çocuğu okuma olanağı buldu. Onlardan biriyim. Açtıklarına pişman olmuş gibi on yıl içinde her şeyi ters türs ettiler. Bu yüzden oradaki öğrenciliğimin yarısı cennet, yarısı cehennemdir. O yıllar Türkiye'nin çok partili demokrasiye geçtiği kırağılı yıllardı. Yaşadıklarımı öykü öykü yazdım. Tıpkı öbür yıl salkımlarım gibi bol biberli bir romana benzedi./ Fakir Baykurt/ Duisburg/ 2.2.1995"
*
1990'lı yıllarda yazılmış...
Anı, ama, kurgu...
Çok gerilimli bir roman gibi...
Dili çok sade, çok kolay okunuyor!
Dolu dolu bir içerik.
Bir solukta okudum.
*
Öğretiyor.
*
İbretlik!
*
Ne çok yalanımız varmış, var!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Bir gün müdürümüz Ömer Uzgil bayrak töreninden sonra güzel bir konuşma yaptı:/ "Yüzyıllar süren padişahlık yönetimi köylerimizi kuruttu. Asker, aşar, ne bulduysa aldı. Buna karşılık hizmet götürmedi. Eğitim, sağlık, yol, su yok çoğunda... Cumhuriyet... cahilliğin üstüne yürüyoruz. Eğitmenler bu savaşın öncü askerleri. Bunlar küçük köylerde çocuklara ders verirken, köy halkına yeni yöntemleri öğretecekler. Eğitmenlik bizim buluşumuzdur. Bundan önceki Bakanımız Saffet Arıkan ile Genel Müdürümüz Hakkı Tonguç, askerde çavuş olanların köylerde, kimse buyurmadan okuma yazma öğrettiğini gördüler. Bu gözlemden esinlenip Eğitmen Kurslarını açtık. Eğitmen Kursları şimdi enstitülerle birlikte çalışıyor..."..." 75, 76
-"Bütçeden ayrılan ödenek az. Ekmeğimizin hamuruna patates katıyoruz./.../ Nazım... Atatürk'ün sağlığında komünistlik suçundan içeri atılmış. Atatürk, "Nazım iyi şair, ama komünist. Onu asmalı; darağacının dibine oturup ağlamalı!" demiş" 89
-"Ali... Divan Yazınını anlatıyor.../.../ "Divan Yazını denilen ne idüğü belirsiz sanatın son temsilcisi sayılır Yahya Kemal. Soyadı önce Şehsuvar'dı. Beyatlı yaptı. Dilimizi özleştirme politikasına uyum. İyi şairdir. Kuyumcu gibi işler şiirini. Ama oturdu Park Otel'in rakıları buzlu sofrasına. Çankaya'dan milletvekili atandı hiç gitmediği Urfa'ya. Bolluk içinde sürdürdü şiirini. Bana sorarsanız, tek milim yakınlığı olmadı halka!"..." 85, 96
-"... köylüler.../.../... soruyor: "Sizce Alman yenilecek mi?"/ "Yenilmek üzere!" diyoruz./ "Bediüzzaman Hazretleri, Alman kralı Hitler saklı Müslüman oldu, Rus'u yenip bitirdikten sonra açıklayacak. Alman asla yenilmeyecek diyor, duymadınız mı?"/ "Kim Bediüzzaman?"/ "Büyük adam; Borlu'da sürgün! Yani okumuş."/.../... "Bu sizin Gönen için biraz değişik söylüyorlar, doğru mu?"/ "Nasıl değişik?"/ "Kızlarla filan bir arada, öğretmenlerin önünde, diyorlar."..." 105
-"Halkın çok iyi yanları var. Büyük şair olup anlatmalı özelliklerini, güzelliklerini. Anlatabilmek için de iyi tanımalı. Gorki'nin yaptığı gibi... dolaşmalı" 107
(Bir önceki alıntıdaki diyalogdan sonra bu değerlendirme! Şaka gibi değil mi? Ne popülizm ama!)
-"... söyledik Gönen'de okuduğumuzu./ "Köy enüsdosu yani?"/.../ Isparta'da gülyağı tüccarıymış.../.../ İçeri girip bir gazete getirdi:/ "Bakın burada ne yazıyor? Al mendili saçakladım/ Anasının yanında kızını kucakladım./ Gazeteyi serdi önümüze. "Millet Meclisi'nde bütçe görüşmeleri yapılırken Eskişehir Milletvekili Emin Sazak Enstitülerde ananelerimize aykırı müzik eğitimi yapıldığını öne sürdü..." Sordu gülyağı tüccarı: "Bilmiyor musunuz bu türküyü?"/ "Hayır bilmiyoruz."/ Gerçekten duymamıştık. Hep böyle kondurmalar üretiliyor. Öğretmenlerin önünde kız erkek birleşerek, anasının yanında kızını kucaklayarak. Bunları Meclis'te söyleyip gazeteye yazdıranlarda hiç utanma yok" 112, 113
-"Ben sanırdım bir bizim köy yoksul. Bir bizim köy bakımsız. Ötekileri çoktan cennete çevirdi Cumhuriyet. Yazılanlar, söylenenler yalan olamaz. Kitaplar yalan olamaz. Bir de çevremizdeki köyler yoksuldu belki... Atatürk, "Az zamanda çok ve büyük işler başardık!" diyor. Çok işler yapıldığına göre, çoktan cennet oldu öbür illerin köyleri sanırdım./ Köy okulunun son, enstitünün ilk sınıfında düşüncelerim ciddi olarak böyleydi. Ama.../.../... iki köy... Büyükçe köyler hem de. Adlarından belli, ta Selçuklulardan, hatta Romalılardan sürüp gelen köyler. Her yanları ören... Çoğu ayakta. Uzun Osmanlı döneminde korunmuş. Epey uzun tarihli büyük köyler. Findos'taki yaşamı gördüm, altüst oldum. Gerilik, yoksulluk anlaşılır gibi değil. Bizim o yan köylerinden daha korkunç yoksulluk. Yamasız, yırtıksız insan yok. Çoğunun avurdu çökük, dişleri dökük. Evler kerpiç, avlular çamur. Yollar köprüsüz, çitler çürük... Jandarmalar gelirken adamlar tütün tabakalarını saklıyor. Adamlar "Beş lira salmayı nereden buluruz, tahsildarı nasıl savarız?" diye düşünüyor. Kadınlar bazlamanın arasına katık bulamıyor.../... padişahlık yalnız sömürmüş, savsaklamış. Cumhuriyet ise bir iş başaramamış henüz... Ortada bir büyük yalan var.../ Başka başka köyleri gördükten sonra bu kanım güçlendi" 115, 116
-"Böyle yararlı kitapları neden yasaklıyorlar?" 117
-"Ne diyor atasözü: "Yavaş yavaş acele et!"..." 121
-"Ne büyük mutlulukmuş birazcık uzayan açlıktan sonra doymak?" 137
-"Eleştirmenin ciddi iş olduğunu savunuyor. Belinski'nin Gogol dönemine, sonrasına etkisini anlatıyor" 139
-"Yazboyu Gönenliler, "Viriy! Gövertilerimiz yandı, kendimiz de kuruduk!" diye gelip suyu kesti" 143
-"... bizim bu enstitü öğretmenleri arasında tutucular çokmuş da haberimiz yokmuş" 152
-"Ambarda un bitmek üzere. İçine patates karıştırılmış ekmek veriliyor. Köyde bile zor durum... Bulan mısır koçanı yiyor./ Bütçenin yarısı savunmaya gidiyor. Karaborsa ile vurgun yurdu kasıp kavuruyor" 160
-"Güldüm: "Kumpir dirler. Enstitüde patates diyoruz."/ "Ben Artvin'de askerlik yaptım, onlar kartofel der."/.../..."... Çobanım ben...".../.../ "Kızlar öğretmen olacak mı gerçekten?"/.../ "Evlenecek misiniz? Yoksa düzüp düzüp bırakacak mısınız?"/ Neye uğradığımı bilemedim birden.../ "Doğru mu yaani söylenenler? Sen kaçını düzdün?" Çoban efendiyi iyilikle yanıtlamayı düşündüm önce:/ "Enstitü bu kadar yakında; niçin gelip gezmiyorsun?"/ "Köyde konuşuyorlar. Ondan soruyorum yaani."/ "Sizin Manastır Alevi köyü değil mi?".../.../ "Siz de cemlerde kafaları çekip çekip yaani, horozları uçurup uçurup, mumları söndürüp söndürüp yaani, dalıyorsunuz birbirinizin karısına kızına, öyle değil mi?..."/ Sapsarı kesildi" 163, 164
-"Hüsnü Bey, Şekip'in kardeşi. Konakta, çiftlikte onun da payı var.../.../... ders soruları bitti. "Peki komünistlikten ne okuyorsunuz?" dedi bu kez./.../ "Çok söyleniyor, öyle dersler okuduğunuz! Yaani ilerde köyleri komünist yapmak için?"/ "Bizim öyle bir dersimiz yok!" dedim telaşsız.../... gülüyor bıyık altından: "Hep böyle yetimlerden, yoksullardan mı seçer öğrencilerini enstitü?"/.../ "Halk Partisinin okulları bunlar. Ama iyi okuyorsunuz!"/.../ Beylerle, bey çocuklarıyla aramız açıldı giderek.../ Beylerden bizi beğenen yoktu. Örneğin Şekip, "Hasan Ali'nin piçleri! Bunlardan öğretmen mi olur?" diye sövüyor, "komünist öncüler" olarak yetiştiğimizi söylüyor. "Ama yağma yok, bu yurdu biz onlara kaptırmayız!"/ Biz de... Kurtuluş Savaşından sonra iç düşmanın olduğu gibi kaldığını söylüyoruz Fırsat buldukça "Beyler köylünün kanını emiyor, Toprak Reformu zorunludur! diyoruz./... Hüsnü Bey... "... Bey çiftlikleri olmasa Türkiye'nin üretimi sıfıra düşer... Atatürk'ün yok mu çiftlikleri?... Ankara'da, Yalova'da, Mersin'de. Atatürk gittiği her yerden kendine çiftlik aldı. Sonra bunları Hazineye verdi; çünkü zürriyeti yoktu" 170, 172-174
-"Adamlığını giymiş... "Adamlık"... İzmir yanlarında, şehre giderken giyilen düzgün giysiye böyle denirmiş" 175
(Beylerden yokmuş da, köylülerden çok mu beğenen varmış, acaba?)
-"Oysa komünizmin ne olduğunu bilmiyorum... "Rusya'nın rejimi! O rejimde karı kız ortak! İnsanlar bacısıyla yatar!" diyorlar" 178
-"Gönen'de... zaman buldukça kitap okuyorum. Enstitü de bizi böyle yönlendiriyor. Sabahları özgür okuma saatlerimiz var... çok okuyanlar seviliyor./ Bu güzel hava 1946'da değişti. Çok okuyanlara "komünist" demeye başladılar.../ Ankara'da enstitülerin yönetimi el değiştirdi. Halk Partisi... seçimleri kazanabilmek için habire ödün veriyor... Amerika'nın dümen suyuna girdi. Polis, jandarma yurtta "komünist" avlıyor. Özellikle yazın alanında sıkı denetim var. Ufacık başımla ben de izleniyorum... haberlerim de yansıyor köye./ Bilen bilmeyen anama sesleniyor:/ "Elifçeee! Oğlun komünist olmuuuuş!"/.../ "... Komünist demek... Kız kardeşiyle evlenmek demek! Senin karı, benim karı yok demeeek!"..." 187, 188
-"Anam.../... resmi işlerden oldu bitti çekinir. Bir ucu döner dolanır, karakola bağlanır. Ya da bir angarya, bir ceza, biraz daha fazla vergi gelir" 190
-"Küçük de olsa bir köyün sandık başkanıyım Çok iyi yapmalıyım görevimi. Ne demek iyi yapmak? Köylüleri etkileyip özgürlüğe oy verdirmeliyim, öyle düşünüyorum" 191
-""Çiftlik" dendi mi genel olarak yeşil tarlalar, bahçeler, ahırlar gelir akla değil mi? Bizde "bey köyleri" anlaşılır. Doğu'nun, Güneydoğu'nun adı çıkmış. Armut... Karamanlı, Tefenni yanları, Manca, Çine ovası baştan başa "çiftlik"tir, yani toprak beylerindir.../ Armut'un evleri... ilkel yapılar... Pencereli bir tek evi yok. Yalnız beyin konağında pencere var... iki katlı bir konak... Bizim köyün öğretmeni, önde delenleri gidip rakı içerler./ Şekip'in büyük oğlu Mehmet tıpta, küçük oğlu Polat lisede okuyor... Beyler şehirdedir.../ Demokrat Parti... içi bey dolu!... Nasıl beyli partiye oyunuzu verin derim? Halk Partisi adaylarının ise köylüyle ilgisi yok: Biri emekli general, biri vali, biri Ankara'da doktor. Burdur'un yolunu bilmezler... Nasıl derim CHP'ye oyunuzu verin?/.../... Bu mülkler beylere güya padişahlar zamanında verilmiş. Kimin toprağını vermiş padişahlar?.../ "Yarın seçim var!" diyorum gene de./.../ Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyorlar: "Milletvekillerini hükümet seçmiyor mu?"/ Yanıt veriyorum: "Şimdi siz seçeceksiniz."/.../... muhtarın ekin biçtiği... buldum tarlasını. Ama baktım onun da haberi yok: "Vay canına! Demek seçim var? Tam da orağın kızışkan zamanı! Yahu bu zamanda seçim olur mu? Bizim köyünkini harman kalkınca yapsan olmaz mı?..."/.../ "Çok da yorgunuz, nereden çıktı bu seçim?"/ "Seçim bir fırsat! Devirin beyleri!"/ Korkuyla... baktı.../.../... Beyin oğullarından mühürleri istemem gerek. Şekip Bey almıştı.../.../ Çözümü buldum düşüne düşüne... Bağımsızlara verin oyları!.../ Muhtarın büyük derdi akşam benim karnımı doyurmak.../ "Dert etme... yediğinizden yerim... Bu seçimi İsmet İnönü yaptırıyor. İnönü kendisi halktan yana ama partisi bozulmuş. Halka özgürlük tanımıyor. Oyunuzu Bağımsızlara verin!"/.../... Demokrat Parti'ye güvenilemeyeceğini, içinde beyler, ağalar olduğunu, Halk Partisini yıllardır denediklerini, en iyisi bağımsızları seçmek olduğunu anlattım.../.../ "Bu bize anlattıklarını beylerin oğulları yanında anlatma!"/.../ "Biraz daha zıt giderlerse Gönen'den attırırlar."..." 192-196
-"Akçaköy'ün öğretmenine teslim ediyorum... soruyor./.../ Bağımsızların çoğunluğu aldığını söylüyorum./ Kaşlarını çalıyor: "Dengelemeye çalışsan iyi olurdu. Sorulursa nasıl açıklayacağız?" diyor./.../... Nasıl duymuşsa, anam başlıyor söylenmeye: "Senden başka doğrucu kalmadı mı?..."/ "Yasa ne diyorsa öyle yaptım, korkma!" diyorum./ "Öz babanın yasası mı? Nasıl güveniyorsun?"/.../ O seçimlerde bağımsızlar için düşündüklerim tutmadı... Nazım'ın cezaevine tıkılması için büyük etkinlik gösteren Fevzi Çakmak... sürekli enstitüleri karalayan Emin Soysal bağımsız olarak seçildiler. Burdur, iki CHP'liye karşı bir DP'li çıkardı. Beyler seçilemedi.../ Beyler... acısını... sonra fazlasıyla çıkardı" 199, 200
-"Tek parti dönemi bitti, ama Halk Partisi hala yönetimde. O da açık seçik ikiye ayrıldı: Enstitüleri tutanlar, enstitüleri tutmayanlar... Tutandan çok tutmayan var./.../ Eskişehir'in ağası Emin Sazak kaç dönemdir milletvekili. O da, "Efendiler, köylü okursa yarın benim toprakları kim sürecek? Koyunu, davarı kim güdecek?" diye bağırdı./ Van'ın ağası Kinyas Kartal'ın... Menderes'le buluşup konuştuğu, 1950 seçimleri için şimdiden pazarlık ettiği söyleniyor. Kinyas Ağa Van'ın bütün oylarını DP'ye verdirecek, seçimi kazanınca Aydın'ın ağası Menderes enstitüleri kapatacak./.../... Toprak ağalarıyla onların yeni politikacıları, minder dışında güreşen pehlivanlar gibi, daha çok Meclis'in dışında kurdu oyunlarını. Yurdu günde olmazsa günaşırı yeni bir dedikodu sarıyor:/.../ "Düziçi'nde ayyıldızlı bayrağı şarampola atmışlar!"/.../ Düziçi olaylarını Meclis'e getirip ciddi ciddi tartıştılar... Birtakım yolsuzluğu görüldüğü için görevden uzaklaştırılan Kızılçullu Müdürü Emin Soysal, enstitüleri kuran Hakkı Tonguç'a kinli. Soysal, Maraş'tan milletvekili seçildi. Yeni bakanla akşamdan anlaşıp sabah Meclis'te soru önergesini dayıyor. Hem Yücel'in hem de Tonguç'un karşıtı Reşat Şemsettin Sirer bunları keyfine göre yanıtlıyor. Tonguç'la Sirer arasındaki zıtlık ta Almanya'daki öğrencilik yıllarına dayanıyor deniyor.../.../ Derken Meclis'te Emin Soysal'ın yeni soruları okundu: "Hasanoğlan... kız öğrencilerle içki alemleri düzenlendiği... doğru mudur?"/ Bakan güya ılımlı bir yanıt verip iniyor, ardından Emin Soysal çıkıp akıl almaz açıklamalar yapıyor. Meclis'te görüşme tekniğinin böyle olduğunu sonraki yıllarda daha iyi öğreneceğim" 201-203, 205
-"Müdürümüz Ömer Uzgil.../.../ Gülmüş: "Her şey İnönü'nün bilgisi içinde. Başta o var. DP muhalefeti kaç para; CHP'nin içindekiler enstitülere daha düşman... budayacaklar enstitüleri... Cumhuriyeti budamaya kadar varır bu iş."..." 207
-"Yeni Müdür... "Komünizmin en büyük panzehiri" Türk milliyetçiliğinden söz ediyor.../.../... Bakıyor kimler kimler bitli?/.../... "Sizler... dört ayaklı! yaratıklarsınız! Sizler asla! insan değilsiniz! Türk! temiz olur; sizler Türk! değilsiniz!"/.../ Ama durmadan bit çıkıyor. Yoksa Türk değil miyiz?/... göreve Nisan 1946'da başladı... "Beni yeni Bakan özel olarak seçip gönderdi... Türk milliyetçisiyim..." demiş" 215-218
-"Müdür... "... Türk milliyetçiliğini! benimsemeyen kanıbozukların! hık! aramızda yeri yoktur"..." 226
-"Çifteler'de her öğrenci bir defter tutar, buna okuduğu kitapların adını, yazarını, özetini, kitabın güzel yanlarını, eleştirilerini yazarmış.../.../ "Rauf İnan... Bize bir İngiliz gezginin kitabını anlattı... gezgin Basra'dan yola çıktı ilerliyor, hem de gördüklerini anlatıyor. Irak, Suriye yanlarında halk yere uzanır uyur ya da laklak eder. Türkiye'de duvarların dibine oturmuştur, toprağı eşer, karıştırır. Bulgaristan'da ayağa kalkmıştır. Yugoslavya'da yürür. Avusturya'da hızlanır, Almanya'da koşar..."/.../ Rauf İnan Viyana'da yetişmiş bir eğitbilimci" 234
-"Anam.../.../ "... Köyü kötü haberler sardı... Saklı saklı gavur kitapları okurmuşun... İsmet Paşa'nın buyruğu varmış: "Acımayın, asın!..."..."/.../ "İçinizde gavura bilgi veren yok değil mi?"/.../ "Domuzlar bu yalanları niçin söylüyorlar madem?"..." 244, 245
-"Fizikçi.../.../... "Seni çağırmamın nedeni... Görgü! Tabii o da bir öğretmenin..."/.../ "Kes ilişkini onunla... Sen onun komünist Romanya'dan buraya ajan olarak seçilip gönderildiğini nereden bileceksin? Güya Gagavuz Türklerinden diye Hamdullah Suphi getirdi onları. Ama Görgü'nün Türklükle ilgisi yok. Kıpkızıl bir Bolşevik!..."/... "... Ayrıca önemli yerlerden kulağıma gelenler var, büyük temizlik yapılacak..."/.../... Görgü öğretmenin.../ Gagavuz Türklerinden olduğunu, Atatürk'ün elçilerinden Hamdullah Suphi'nin öncülüğüyle Romanya'dan göçmen geldiğini duymuştum.../ Bir insanın göçmen gelmesi ayıp mı?/ Komünistliğe gelince? Bütün değerli insanlara böyle diyorlar.../.../... Eski Bakan Yücel, DP İstanbul başkanı Kenan Öner tarafından komünistleri korumakla suçlandı. Yücel onu mahkemeye verdi. Davacı olduğu halde, sanık sandalyesinde yargılanıyor duruma düştü... Duruşma haberlerini CHP organı Ulus bile Yücel'i zor durumda bırakacak biçimde veriyor" 262-265
-"Radyo'dan... "... Milli Eğitim Bakanlığı yapısının bir sabotaj sonucu yandığının belirtileri ortaya çıktı. Isparta Gönen Köy Enstitüsü Resim öğretmeni Görgü Karamuz'un dün geceki yangın haberini dinleyince: Yaşasın bizimkiler! Sonunda başardılar! dediği saptandı..."..." 274, 275
-""Deli Coğrafyacı"... Bir gün Müdüre: "Görgü'nün başını yedin, benimkini yiyemezsin!" demiş" 277
-""Görüşeceğiz."/ Gardiyan uslu, biraz da sinsi: "Kiminle?"/ "Görgü adı..."/... "Onunla görüşmeniz olanaksız!"/.../ "O dediğiniz kimse menli!".../.../ "... Ayrı hücrede kalıyor."..." 294, 295
-"Coğrafyacı.../.../..."... Görgü... Bir suçu olduğunu sanmıyorum. Altın gibi insan... Bence bu yel Ankara'dan esti... Kurban istiyor... öğrenci başı isterse, sırada Baykurt var...".../.../... Coğrafyacı sözünü sürdürdü: "Bence bu yel Ankara'dan değil, Amerika'dan esiyor... San Francisco Konferansına niçin katıldı bizimkiler? Stalin yaptı büyük yanlışı... Durduğu yerde Boğazlardan yeni hakla istedi! Kars'ı, Ardahan'ı istedi doğruysa!... İsmet Paşa enayi mi? O da gitti, Amerika'nın koluna sokuldu... Görgü de denge uzmanı derdi... komünizme karşı siyaset oluyor bunun adı.../.../... "... hizmet edenleri karalıyor kavallar. Milli Eğitim doğru dürüst bir bakan görmüştü."..." 296-299
-"Yazman Nusret.../.../ "Nihal Atsız'ın şiirlerini sever misin?"/.../ "Okumak istersen getirebilirim, bende var."/.../ "Nazım Hikmet komünizmin etkisinde kaldı. Yahudi papazı Karl Marx ile Rus Yahudisi Lenin'in etkisiyle kendini zehirledi..."..." 305, 306
-"İki yaprak, küçük boy bir gazete. Bu iki yaprağın da yarısı resmi ilan. Bizim o zaman 18-20 bin nüfuslu Burdur'umuzda başka gazete yok" 321
-"Meğer Behçet Kemal Çağlar'ı anıştırmak istermiş; iktidardaki CHP'nin ünlü şairini. Bizim Behçet'in hiç kitabı yok daha" 325
-"Haberleri izliyorum az çok. Hem Demokratlar hem kendi partisi Hasan Ali Yücel'i hırpalıyor. Mareşal Fevzi Çakmak da saldırıyor ona. "Bakanlığı zamanında komünistleri korudu!"..." 328
-"Hey gidi kitaplık... Altın Zincir'i... ararken Tarih'i gördüm. Elimin altında dünya hazineleri varmış. İnsan bildiği kadar görüyor. Bilmiyorsan hazineler yok" 331
-"... anam.../.../ "Kitapları yaktık."/.../ "Söylenti üstüne söylenti çıktı... Hükümet komünist öğretmenleri, öğrencileri dama kalmış!... Savcılık buraya da gelir Elifçe!... Oğulcuğunu... asar hükümet! Hükümetin südü mermeri deler Elifçeee?... Bir ana bunları duyunca ne yapar?..."/.../ "... Kaç kez karakola gittimse, kaç kadı, kaymakam gördümse beyleri etekliyor..."/ "Sen kötü korkmuşsun."/ "Benim korkum senin için... Hakkı Tonguç'u aldılar, dönebildi mi? Kötüler bir olup Hasan Ali Yücel'i uzaklaştırdı. Yerine gelen sanki başka bir dinin insanı... Bir tek iyiliğini konuşan kalmadı. Enstitünün hali yoksul hali. Senin için o yüzden korkuyorum..."..." 341, 343
-"... köylülerim... Karakoldan korkmuş görünerek ver Allah aleyhime konuşmaları bir tür özkorunma" 349
-"Salim Bey öğretmenlerin okumayan türünden. Okumadan okutuyor./.../ "... Halk diyorsun örneğin. Güldürme insanı. Senin halk dediğin horul horul uyuyor!"/ "Çünkü uyutuluyor..."..." 352, 355
-"Bakanlık Müfettişi.../.../... Fethi Usta.../.../ "... Adam sofu! Sanırım İslamlığın Alevi kolundan kendisi... Şimdi yurtta, Hazreti Ali'nin camide hançerlenip öldürülmesinden sonra oynanan Yezit oyunlarından beter oyunlar oynanıyor ona göre... Ankara'da Yezit oyunları, en başta enstitüler üstüne oynanıyor... İslam tarihinin en hakkı yenen insanıdır Ali... dünyanın büyük mağdurluk öyküsüdür... asla kötü rapor yazmayacak... söylemedi. Söyler mi? Aylık alıyor devletten. Hem de Alevi. Ağzı sıkı adam. Sözü bırak, sözcük sızdırmadı. Öyleyse nasıl bildim?... aptallara belli olur..."/.../"... Sezmek bilmenin anasıdır... Görgü'yü harcayan Muaviye torunlarına kızıyor. Dindar, özü doğru bir adam. Bunu sezdim..."/.../ Cafer... Isparta... İl gazetesinde... resmi basıldı. Tepeye, "Köy Enstitülerinde okuyan milliyetçi çocuklar, Türkiye'nin yarınki güvenceleri," diye başlık atmışlar.../ Halis'in elinde sık sık Büyük Doğu dergisi. Müdürümüz solculuğu önlemiş, sağcılığa önveriyor artık" 371, 372, 374, 375
-"Müfettiş.../.../ "... Nazım'ı okuyor musun?"/ "... bulamıyorum..."/ "Güçlü bir şair. Herkesi etkiliyor. Ama sapık. Besbelli seni de etkilemiş..."..." 381, 383
-"Hakkı Tonguç Talim Terbiye Kurulu üyeliğinden, bir lisenin mi, ortaokulun mu resim öğretmenliğine atandı. Hasan Ali Yücel, partisince yalnız bırakıldı, Ulus gazetesi yazılarına yer vermez oldu" 394
-"Mustafa ağabey.../.../ "... /.../... Koca Nazım Hikmet... Attılar bir geminin ambarına, açıldılar denize, tıs yok. Denizde yargıladılar: Ne tanık, ne gözlemci, ne gazeteci! Verdiler 28 yıl. Yatar hala.../.../... Bu CHP iktidarı gibi solcu düşmanı iktidar yoktur. Solcunun da aydınına düşman. Sendikacıları ise hiç sevmez... Köylü solcuyu tehlikeli bulur... Üç kodamanın Hasanoğlan'a gittiğini. Yüksek Köy Enstitüsünü denetimden geçirdiğini biliyor musunuz? Sordukları ilk nokta: Öğrenciler ne okuyor, ne düşünüyor? Gazeteler birazını açık, birazını kapalı yazdı..."/ "Kimmiş o üç kodaman?"/ "Üç kodaman: Şemsettin Günaltay, Feridun Fikri Düşünsel, bir de Meclis Başkanı Kazım Karabekir... Öğretmenliği hepimize zehir edecekler..." 398-400
-"Anam... kahırlı. "Bir bitsin şu enüsdos, adak üleştireceğim..."..." 407
-"Türk Ceza Yasası'nın 141, 142'nci maddelerini yeniden şenelttiler. Toprak Yasası'nın 17'nci maddesini yeniden gevşettiler. Beylere, ağalara kalacak toprak genişliğini 7.000 dönüme çıkardılar. Böylece reform sadece bir düş oldu. Otuz beş bin dönümü olan ağa, üç oğluna, iki kızına yedişer bin dönüm ayırıp reformu kendisi yapıyor. Elinden yarım dönüm alınamıyor./ Radyo bir gün... ilk düzenleme olarak, kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrılarak ikiş enstitüde toplandığını açıkladı" 409
*
28.3.2018
Fakir Baykurt, Literatür Yayınları'ndan Birinci Basım (2. Basım), Şubat 2018, İstanbul
Arka kapaktaki tanıtım yazısında şöyle deniliyor: "Bir yaşam bu, özyaşam.../ 1943-1948 arası; köy enstitüsünde geçen delikanlılık yıllarım. Köylere öğretmen yetiştirmek için açılan o kurumlarda 17.000 köy çocuğu okuma olanağı buldu. Onlardan biriyim. Açtıklarına pişman olmuş gibi on yıl içinde her şeyi ters türs ettiler. Bu yüzden oradaki öğrenciliğimin yarısı cennet, yarısı cehennemdir. O yıllar Türkiye'nin çok partili demokrasiye geçtiği kırağılı yıllardı. Yaşadıklarımı öykü öykü yazdım. Tıpkı öbür yıl salkımlarım gibi bol biberli bir romana benzedi./ Fakir Baykurt/ Duisburg/ 2.2.1995"
*
1990'lı yıllarda yazılmış...
Anı, ama, kurgu...
Çok gerilimli bir roman gibi...
Dili çok sade, çok kolay okunuyor!
Dolu dolu bir içerik.
Bir solukta okudum.
*
Öğretiyor.
*
İbretlik!
*
Ne çok yalanımız varmış, var!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Bir gün müdürümüz Ömer Uzgil bayrak töreninden sonra güzel bir konuşma yaptı:/ "Yüzyıllar süren padişahlık yönetimi köylerimizi kuruttu. Asker, aşar, ne bulduysa aldı. Buna karşılık hizmet götürmedi. Eğitim, sağlık, yol, su yok çoğunda... Cumhuriyet... cahilliğin üstüne yürüyoruz. Eğitmenler bu savaşın öncü askerleri. Bunlar küçük köylerde çocuklara ders verirken, köy halkına yeni yöntemleri öğretecekler. Eğitmenlik bizim buluşumuzdur. Bundan önceki Bakanımız Saffet Arıkan ile Genel Müdürümüz Hakkı Tonguç, askerde çavuş olanların köylerde, kimse buyurmadan okuma yazma öğrettiğini gördüler. Bu gözlemden esinlenip Eğitmen Kurslarını açtık. Eğitmen Kursları şimdi enstitülerle birlikte çalışıyor..."..." 75, 76
-"Bütçeden ayrılan ödenek az. Ekmeğimizin hamuruna patates katıyoruz./.../ Nazım... Atatürk'ün sağlığında komünistlik suçundan içeri atılmış. Atatürk, "Nazım iyi şair, ama komünist. Onu asmalı; darağacının dibine oturup ağlamalı!" demiş" 89
-"Ali... Divan Yazınını anlatıyor.../.../ "Divan Yazını denilen ne idüğü belirsiz sanatın son temsilcisi sayılır Yahya Kemal. Soyadı önce Şehsuvar'dı. Beyatlı yaptı. Dilimizi özleştirme politikasına uyum. İyi şairdir. Kuyumcu gibi işler şiirini. Ama oturdu Park Otel'in rakıları buzlu sofrasına. Çankaya'dan milletvekili atandı hiç gitmediği Urfa'ya. Bolluk içinde sürdürdü şiirini. Bana sorarsanız, tek milim yakınlığı olmadı halka!"..." 85, 96
-"... köylüler.../.../... soruyor: "Sizce Alman yenilecek mi?"/ "Yenilmek üzere!" diyoruz./ "Bediüzzaman Hazretleri, Alman kralı Hitler saklı Müslüman oldu, Rus'u yenip bitirdikten sonra açıklayacak. Alman asla yenilmeyecek diyor, duymadınız mı?"/ "Kim Bediüzzaman?"/ "Büyük adam; Borlu'da sürgün! Yani okumuş."/.../... "Bu sizin Gönen için biraz değişik söylüyorlar, doğru mu?"/ "Nasıl değişik?"/ "Kızlarla filan bir arada, öğretmenlerin önünde, diyorlar."..." 105
-"Halkın çok iyi yanları var. Büyük şair olup anlatmalı özelliklerini, güzelliklerini. Anlatabilmek için de iyi tanımalı. Gorki'nin yaptığı gibi... dolaşmalı" 107
(Bir önceki alıntıdaki diyalogdan sonra bu değerlendirme! Şaka gibi değil mi? Ne popülizm ama!)
-"... söyledik Gönen'de okuduğumuzu./ "Köy enüsdosu yani?"/.../ Isparta'da gülyağı tüccarıymış.../.../ İçeri girip bir gazete getirdi:/ "Bakın burada ne yazıyor? Al mendili saçakladım/ Anasının yanında kızını kucakladım./ Gazeteyi serdi önümüze. "Millet Meclisi'nde bütçe görüşmeleri yapılırken Eskişehir Milletvekili Emin Sazak Enstitülerde ananelerimize aykırı müzik eğitimi yapıldığını öne sürdü..." Sordu gülyağı tüccarı: "Bilmiyor musunuz bu türküyü?"/ "Hayır bilmiyoruz."/ Gerçekten duymamıştık. Hep böyle kondurmalar üretiliyor. Öğretmenlerin önünde kız erkek birleşerek, anasının yanında kızını kucaklayarak. Bunları Meclis'te söyleyip gazeteye yazdıranlarda hiç utanma yok" 112, 113
-"Ben sanırdım bir bizim köy yoksul. Bir bizim köy bakımsız. Ötekileri çoktan cennete çevirdi Cumhuriyet. Yazılanlar, söylenenler yalan olamaz. Kitaplar yalan olamaz. Bir de çevremizdeki köyler yoksuldu belki... Atatürk, "Az zamanda çok ve büyük işler başardık!" diyor. Çok işler yapıldığına göre, çoktan cennet oldu öbür illerin köyleri sanırdım./ Köy okulunun son, enstitünün ilk sınıfında düşüncelerim ciddi olarak böyleydi. Ama.../.../... iki köy... Büyükçe köyler hem de. Adlarından belli, ta Selçuklulardan, hatta Romalılardan sürüp gelen köyler. Her yanları ören... Çoğu ayakta. Uzun Osmanlı döneminde korunmuş. Epey uzun tarihli büyük köyler. Findos'taki yaşamı gördüm, altüst oldum. Gerilik, yoksulluk anlaşılır gibi değil. Bizim o yan köylerinden daha korkunç yoksulluk. Yamasız, yırtıksız insan yok. Çoğunun avurdu çökük, dişleri dökük. Evler kerpiç, avlular çamur. Yollar köprüsüz, çitler çürük... Jandarmalar gelirken adamlar tütün tabakalarını saklıyor. Adamlar "Beş lira salmayı nereden buluruz, tahsildarı nasıl savarız?" diye düşünüyor. Kadınlar bazlamanın arasına katık bulamıyor.../... padişahlık yalnız sömürmüş, savsaklamış. Cumhuriyet ise bir iş başaramamış henüz... Ortada bir büyük yalan var.../ Başka başka köyleri gördükten sonra bu kanım güçlendi" 115, 116
-"Böyle yararlı kitapları neden yasaklıyorlar?" 117
-"Ne diyor atasözü: "Yavaş yavaş acele et!"..." 121
-"Ne büyük mutlulukmuş birazcık uzayan açlıktan sonra doymak?" 137
-"Eleştirmenin ciddi iş olduğunu savunuyor. Belinski'nin Gogol dönemine, sonrasına etkisini anlatıyor" 139
-"Yazboyu Gönenliler, "Viriy! Gövertilerimiz yandı, kendimiz de kuruduk!" diye gelip suyu kesti" 143
-"... bizim bu enstitü öğretmenleri arasında tutucular çokmuş da haberimiz yokmuş" 152
-"Ambarda un bitmek üzere. İçine patates karıştırılmış ekmek veriliyor. Köyde bile zor durum... Bulan mısır koçanı yiyor./ Bütçenin yarısı savunmaya gidiyor. Karaborsa ile vurgun yurdu kasıp kavuruyor" 160
-"Güldüm: "Kumpir dirler. Enstitüde patates diyoruz."/ "Ben Artvin'de askerlik yaptım, onlar kartofel der."/.../..."... Çobanım ben...".../.../ "Kızlar öğretmen olacak mı gerçekten?"/.../ "Evlenecek misiniz? Yoksa düzüp düzüp bırakacak mısınız?"/ Neye uğradığımı bilemedim birden.../ "Doğru mu yaani söylenenler? Sen kaçını düzdün?" Çoban efendiyi iyilikle yanıtlamayı düşündüm önce:/ "Enstitü bu kadar yakında; niçin gelip gezmiyorsun?"/ "Köyde konuşuyorlar. Ondan soruyorum yaani."/ "Sizin Manastır Alevi köyü değil mi?".../.../ "Siz de cemlerde kafaları çekip çekip yaani, horozları uçurup uçurup, mumları söndürüp söndürüp yaani, dalıyorsunuz birbirinizin karısına kızına, öyle değil mi?..."/ Sapsarı kesildi" 163, 164
-"Hüsnü Bey, Şekip'in kardeşi. Konakta, çiftlikte onun da payı var.../.../... ders soruları bitti. "Peki komünistlikten ne okuyorsunuz?" dedi bu kez./.../ "Çok söyleniyor, öyle dersler okuduğunuz! Yaani ilerde köyleri komünist yapmak için?"/ "Bizim öyle bir dersimiz yok!" dedim telaşsız.../... gülüyor bıyık altından: "Hep böyle yetimlerden, yoksullardan mı seçer öğrencilerini enstitü?"/.../ "Halk Partisinin okulları bunlar. Ama iyi okuyorsunuz!"/.../ Beylerle, bey çocuklarıyla aramız açıldı giderek.../ Beylerden bizi beğenen yoktu. Örneğin Şekip, "Hasan Ali'nin piçleri! Bunlardan öğretmen mi olur?" diye sövüyor, "komünist öncüler" olarak yetiştiğimizi söylüyor. "Ama yağma yok, bu yurdu biz onlara kaptırmayız!"/ Biz de... Kurtuluş Savaşından sonra iç düşmanın olduğu gibi kaldığını söylüyoruz Fırsat buldukça "Beyler köylünün kanını emiyor, Toprak Reformu zorunludur! diyoruz./... Hüsnü Bey... "... Bey çiftlikleri olmasa Türkiye'nin üretimi sıfıra düşer... Atatürk'ün yok mu çiftlikleri?... Ankara'da, Yalova'da, Mersin'de. Atatürk gittiği her yerden kendine çiftlik aldı. Sonra bunları Hazineye verdi; çünkü zürriyeti yoktu" 170, 172-174
-"Adamlığını giymiş... "Adamlık"... İzmir yanlarında, şehre giderken giyilen düzgün giysiye böyle denirmiş" 175
(Beylerden yokmuş da, köylülerden çok mu beğenen varmış, acaba?)
-"Oysa komünizmin ne olduğunu bilmiyorum... "Rusya'nın rejimi! O rejimde karı kız ortak! İnsanlar bacısıyla yatar!" diyorlar" 178
-"Gönen'de... zaman buldukça kitap okuyorum. Enstitü de bizi böyle yönlendiriyor. Sabahları özgür okuma saatlerimiz var... çok okuyanlar seviliyor./ Bu güzel hava 1946'da değişti. Çok okuyanlara "komünist" demeye başladılar.../ Ankara'da enstitülerin yönetimi el değiştirdi. Halk Partisi... seçimleri kazanabilmek için habire ödün veriyor... Amerika'nın dümen suyuna girdi. Polis, jandarma yurtta "komünist" avlıyor. Özellikle yazın alanında sıkı denetim var. Ufacık başımla ben de izleniyorum... haberlerim de yansıyor köye./ Bilen bilmeyen anama sesleniyor:/ "Elifçeee! Oğlun komünist olmuuuuş!"/.../ "... Komünist demek... Kız kardeşiyle evlenmek demek! Senin karı, benim karı yok demeeek!"..." 187, 188
-"Anam.../... resmi işlerden oldu bitti çekinir. Bir ucu döner dolanır, karakola bağlanır. Ya da bir angarya, bir ceza, biraz daha fazla vergi gelir" 190
-"Küçük de olsa bir köyün sandık başkanıyım Çok iyi yapmalıyım görevimi. Ne demek iyi yapmak? Köylüleri etkileyip özgürlüğe oy verdirmeliyim, öyle düşünüyorum" 191
-""Çiftlik" dendi mi genel olarak yeşil tarlalar, bahçeler, ahırlar gelir akla değil mi? Bizde "bey köyleri" anlaşılır. Doğu'nun, Güneydoğu'nun adı çıkmış. Armut... Karamanlı, Tefenni yanları, Manca, Çine ovası baştan başa "çiftlik"tir, yani toprak beylerindir.../ Armut'un evleri... ilkel yapılar... Pencereli bir tek evi yok. Yalnız beyin konağında pencere var... iki katlı bir konak... Bizim köyün öğretmeni, önde delenleri gidip rakı içerler./ Şekip'in büyük oğlu Mehmet tıpta, küçük oğlu Polat lisede okuyor... Beyler şehirdedir.../ Demokrat Parti... içi bey dolu!... Nasıl beyli partiye oyunuzu verin derim? Halk Partisi adaylarının ise köylüyle ilgisi yok: Biri emekli general, biri vali, biri Ankara'da doktor. Burdur'un yolunu bilmezler... Nasıl derim CHP'ye oyunuzu verin?/.../... Bu mülkler beylere güya padişahlar zamanında verilmiş. Kimin toprağını vermiş padişahlar?.../ "Yarın seçim var!" diyorum gene de./.../ Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyorlar: "Milletvekillerini hükümet seçmiyor mu?"/ Yanıt veriyorum: "Şimdi siz seçeceksiniz."/.../... muhtarın ekin biçtiği... buldum tarlasını. Ama baktım onun da haberi yok: "Vay canına! Demek seçim var? Tam da orağın kızışkan zamanı! Yahu bu zamanda seçim olur mu? Bizim köyünkini harman kalkınca yapsan olmaz mı?..."/.../ "Çok da yorgunuz, nereden çıktı bu seçim?"/ "Seçim bir fırsat! Devirin beyleri!"/ Korkuyla... baktı.../.../... Beyin oğullarından mühürleri istemem gerek. Şekip Bey almıştı.../.../ Çözümü buldum düşüne düşüne... Bağımsızlara verin oyları!.../ Muhtarın büyük derdi akşam benim karnımı doyurmak.../ "Dert etme... yediğinizden yerim... Bu seçimi İsmet İnönü yaptırıyor. İnönü kendisi halktan yana ama partisi bozulmuş. Halka özgürlük tanımıyor. Oyunuzu Bağımsızlara verin!"/.../... Demokrat Parti'ye güvenilemeyeceğini, içinde beyler, ağalar olduğunu, Halk Partisini yıllardır denediklerini, en iyisi bağımsızları seçmek olduğunu anlattım.../.../ "Bu bize anlattıklarını beylerin oğulları yanında anlatma!"/.../ "Biraz daha zıt giderlerse Gönen'den attırırlar."..." 192-196
-"Akçaköy'ün öğretmenine teslim ediyorum... soruyor./.../ Bağımsızların çoğunluğu aldığını söylüyorum./ Kaşlarını çalıyor: "Dengelemeye çalışsan iyi olurdu. Sorulursa nasıl açıklayacağız?" diyor./.../... Nasıl duymuşsa, anam başlıyor söylenmeye: "Senden başka doğrucu kalmadı mı?..."/ "Yasa ne diyorsa öyle yaptım, korkma!" diyorum./ "Öz babanın yasası mı? Nasıl güveniyorsun?"/.../ O seçimlerde bağımsızlar için düşündüklerim tutmadı... Nazım'ın cezaevine tıkılması için büyük etkinlik gösteren Fevzi Çakmak... sürekli enstitüleri karalayan Emin Soysal bağımsız olarak seçildiler. Burdur, iki CHP'liye karşı bir DP'li çıkardı. Beyler seçilemedi.../ Beyler... acısını... sonra fazlasıyla çıkardı" 199, 200
-"Tek parti dönemi bitti, ama Halk Partisi hala yönetimde. O da açık seçik ikiye ayrıldı: Enstitüleri tutanlar, enstitüleri tutmayanlar... Tutandan çok tutmayan var./.../ Eskişehir'in ağası Emin Sazak kaç dönemdir milletvekili. O da, "Efendiler, köylü okursa yarın benim toprakları kim sürecek? Koyunu, davarı kim güdecek?" diye bağırdı./ Van'ın ağası Kinyas Kartal'ın... Menderes'le buluşup konuştuğu, 1950 seçimleri için şimdiden pazarlık ettiği söyleniyor. Kinyas Ağa Van'ın bütün oylarını DP'ye verdirecek, seçimi kazanınca Aydın'ın ağası Menderes enstitüleri kapatacak./.../... Toprak ağalarıyla onların yeni politikacıları, minder dışında güreşen pehlivanlar gibi, daha çok Meclis'in dışında kurdu oyunlarını. Yurdu günde olmazsa günaşırı yeni bir dedikodu sarıyor:/.../ "Düziçi'nde ayyıldızlı bayrağı şarampola atmışlar!"/.../ Düziçi olaylarını Meclis'e getirip ciddi ciddi tartıştılar... Birtakım yolsuzluğu görüldüğü için görevden uzaklaştırılan Kızılçullu Müdürü Emin Soysal, enstitüleri kuran Hakkı Tonguç'a kinli. Soysal, Maraş'tan milletvekili seçildi. Yeni bakanla akşamdan anlaşıp sabah Meclis'te soru önergesini dayıyor. Hem Yücel'in hem de Tonguç'un karşıtı Reşat Şemsettin Sirer bunları keyfine göre yanıtlıyor. Tonguç'la Sirer arasındaki zıtlık ta Almanya'daki öğrencilik yıllarına dayanıyor deniyor.../.../ Derken Meclis'te Emin Soysal'ın yeni soruları okundu: "Hasanoğlan... kız öğrencilerle içki alemleri düzenlendiği... doğru mudur?"/ Bakan güya ılımlı bir yanıt verip iniyor, ardından Emin Soysal çıkıp akıl almaz açıklamalar yapıyor. Meclis'te görüşme tekniğinin böyle olduğunu sonraki yıllarda daha iyi öğreneceğim" 201-203, 205
-"Müdürümüz Ömer Uzgil.../.../ Gülmüş: "Her şey İnönü'nün bilgisi içinde. Başta o var. DP muhalefeti kaç para; CHP'nin içindekiler enstitülere daha düşman... budayacaklar enstitüleri... Cumhuriyeti budamaya kadar varır bu iş."..." 207
-"Yeni Müdür... "Komünizmin en büyük panzehiri" Türk milliyetçiliğinden söz ediyor.../.../... Bakıyor kimler kimler bitli?/.../... "Sizler... dört ayaklı! yaratıklarsınız! Sizler asla! insan değilsiniz! Türk! temiz olur; sizler Türk! değilsiniz!"/.../ Ama durmadan bit çıkıyor. Yoksa Türk değil miyiz?/... göreve Nisan 1946'da başladı... "Beni yeni Bakan özel olarak seçip gönderdi... Türk milliyetçisiyim..." demiş" 215-218
-"Müdür... "... Türk milliyetçiliğini! benimsemeyen kanıbozukların! hık! aramızda yeri yoktur"..." 226
-"Çifteler'de her öğrenci bir defter tutar, buna okuduğu kitapların adını, yazarını, özetini, kitabın güzel yanlarını, eleştirilerini yazarmış.../.../ "Rauf İnan... Bize bir İngiliz gezginin kitabını anlattı... gezgin Basra'dan yola çıktı ilerliyor, hem de gördüklerini anlatıyor. Irak, Suriye yanlarında halk yere uzanır uyur ya da laklak eder. Türkiye'de duvarların dibine oturmuştur, toprağı eşer, karıştırır. Bulgaristan'da ayağa kalkmıştır. Yugoslavya'da yürür. Avusturya'da hızlanır, Almanya'da koşar..."/.../ Rauf İnan Viyana'da yetişmiş bir eğitbilimci" 234
-"Anam.../.../ "... Köyü kötü haberler sardı... Saklı saklı gavur kitapları okurmuşun... İsmet Paşa'nın buyruğu varmış: "Acımayın, asın!..."..."/.../ "İçinizde gavura bilgi veren yok değil mi?"/.../ "Domuzlar bu yalanları niçin söylüyorlar madem?"..." 244, 245
-"Fizikçi.../.../... "Seni çağırmamın nedeni... Görgü! Tabii o da bir öğretmenin..."/.../ "Kes ilişkini onunla... Sen onun komünist Romanya'dan buraya ajan olarak seçilip gönderildiğini nereden bileceksin? Güya Gagavuz Türklerinden diye Hamdullah Suphi getirdi onları. Ama Görgü'nün Türklükle ilgisi yok. Kıpkızıl bir Bolşevik!..."/... "... Ayrıca önemli yerlerden kulağıma gelenler var, büyük temizlik yapılacak..."/.../... Görgü öğretmenin.../ Gagavuz Türklerinden olduğunu, Atatürk'ün elçilerinden Hamdullah Suphi'nin öncülüğüyle Romanya'dan göçmen geldiğini duymuştum.../ Bir insanın göçmen gelmesi ayıp mı?/ Komünistliğe gelince? Bütün değerli insanlara böyle diyorlar.../.../... Eski Bakan Yücel, DP İstanbul başkanı Kenan Öner tarafından komünistleri korumakla suçlandı. Yücel onu mahkemeye verdi. Davacı olduğu halde, sanık sandalyesinde yargılanıyor duruma düştü... Duruşma haberlerini CHP organı Ulus bile Yücel'i zor durumda bırakacak biçimde veriyor" 262-265
-"Radyo'dan... "... Milli Eğitim Bakanlığı yapısının bir sabotaj sonucu yandığının belirtileri ortaya çıktı. Isparta Gönen Köy Enstitüsü Resim öğretmeni Görgü Karamuz'un dün geceki yangın haberini dinleyince: Yaşasın bizimkiler! Sonunda başardılar! dediği saptandı..."..." 274, 275
-""Deli Coğrafyacı"... Bir gün Müdüre: "Görgü'nün başını yedin, benimkini yiyemezsin!" demiş" 277
-""Görüşeceğiz."/ Gardiyan uslu, biraz da sinsi: "Kiminle?"/ "Görgü adı..."/... "Onunla görüşmeniz olanaksız!"/.../ "O dediğiniz kimse menli!".../.../ "... Ayrı hücrede kalıyor."..." 294, 295
-"Coğrafyacı.../.../..."... Görgü... Bir suçu olduğunu sanmıyorum. Altın gibi insan... Bence bu yel Ankara'dan esti... Kurban istiyor... öğrenci başı isterse, sırada Baykurt var...".../.../... Coğrafyacı sözünü sürdürdü: "Bence bu yel Ankara'dan değil, Amerika'dan esiyor... San Francisco Konferansına niçin katıldı bizimkiler? Stalin yaptı büyük yanlışı... Durduğu yerde Boğazlardan yeni hakla istedi! Kars'ı, Ardahan'ı istedi doğruysa!... İsmet Paşa enayi mi? O da gitti, Amerika'nın koluna sokuldu... Görgü de denge uzmanı derdi... komünizme karşı siyaset oluyor bunun adı.../.../... "... hizmet edenleri karalıyor kavallar. Milli Eğitim doğru dürüst bir bakan görmüştü."..." 296-299
-"Yazman Nusret.../.../ "Nihal Atsız'ın şiirlerini sever misin?"/.../ "Okumak istersen getirebilirim, bende var."/.../ "Nazım Hikmet komünizmin etkisinde kaldı. Yahudi papazı Karl Marx ile Rus Yahudisi Lenin'in etkisiyle kendini zehirledi..."..." 305, 306
-"İki yaprak, küçük boy bir gazete. Bu iki yaprağın da yarısı resmi ilan. Bizim o zaman 18-20 bin nüfuslu Burdur'umuzda başka gazete yok" 321
-"Meğer Behçet Kemal Çağlar'ı anıştırmak istermiş; iktidardaki CHP'nin ünlü şairini. Bizim Behçet'in hiç kitabı yok daha" 325
-"Haberleri izliyorum az çok. Hem Demokratlar hem kendi partisi Hasan Ali Yücel'i hırpalıyor. Mareşal Fevzi Çakmak da saldırıyor ona. "Bakanlığı zamanında komünistleri korudu!"..." 328
-"Hey gidi kitaplık... Altın Zincir'i... ararken Tarih'i gördüm. Elimin altında dünya hazineleri varmış. İnsan bildiği kadar görüyor. Bilmiyorsan hazineler yok" 331
-"... anam.../.../ "Kitapları yaktık."/.../ "Söylenti üstüne söylenti çıktı... Hükümet komünist öğretmenleri, öğrencileri dama kalmış!... Savcılık buraya da gelir Elifçe!... Oğulcuğunu... asar hükümet! Hükümetin südü mermeri deler Elifçeee?... Bir ana bunları duyunca ne yapar?..."/.../ "... Kaç kez karakola gittimse, kaç kadı, kaymakam gördümse beyleri etekliyor..."/ "Sen kötü korkmuşsun."/ "Benim korkum senin için... Hakkı Tonguç'u aldılar, dönebildi mi? Kötüler bir olup Hasan Ali Yücel'i uzaklaştırdı. Yerine gelen sanki başka bir dinin insanı... Bir tek iyiliğini konuşan kalmadı. Enstitünün hali yoksul hali. Senin için o yüzden korkuyorum..."..." 341, 343
-"... köylülerim... Karakoldan korkmuş görünerek ver Allah aleyhime konuşmaları bir tür özkorunma" 349
-"Salim Bey öğretmenlerin okumayan türünden. Okumadan okutuyor./.../ "... Halk diyorsun örneğin. Güldürme insanı. Senin halk dediğin horul horul uyuyor!"/ "Çünkü uyutuluyor..."..." 352, 355
-"Bakanlık Müfettişi.../.../... Fethi Usta.../.../ "... Adam sofu! Sanırım İslamlığın Alevi kolundan kendisi... Şimdi yurtta, Hazreti Ali'nin camide hançerlenip öldürülmesinden sonra oynanan Yezit oyunlarından beter oyunlar oynanıyor ona göre... Ankara'da Yezit oyunları, en başta enstitüler üstüne oynanıyor... İslam tarihinin en hakkı yenen insanıdır Ali... dünyanın büyük mağdurluk öyküsüdür... asla kötü rapor yazmayacak... söylemedi. Söyler mi? Aylık alıyor devletten. Hem de Alevi. Ağzı sıkı adam. Sözü bırak, sözcük sızdırmadı. Öyleyse nasıl bildim?... aptallara belli olur..."/.../"... Sezmek bilmenin anasıdır... Görgü'yü harcayan Muaviye torunlarına kızıyor. Dindar, özü doğru bir adam. Bunu sezdim..."/.../ Cafer... Isparta... İl gazetesinde... resmi basıldı. Tepeye, "Köy Enstitülerinde okuyan milliyetçi çocuklar, Türkiye'nin yarınki güvenceleri," diye başlık atmışlar.../ Halis'in elinde sık sık Büyük Doğu dergisi. Müdürümüz solculuğu önlemiş, sağcılığa önveriyor artık" 371, 372, 374, 375
-"Müfettiş.../.../ "... Nazım'ı okuyor musun?"/ "... bulamıyorum..."/ "Güçlü bir şair. Herkesi etkiliyor. Ama sapık. Besbelli seni de etkilemiş..."..." 381, 383
-"Hakkı Tonguç Talim Terbiye Kurulu üyeliğinden, bir lisenin mi, ortaokulun mu resim öğretmenliğine atandı. Hasan Ali Yücel, partisince yalnız bırakıldı, Ulus gazetesi yazılarına yer vermez oldu" 394
-"Mustafa ağabey.../.../ "... /.../... Koca Nazım Hikmet... Attılar bir geminin ambarına, açıldılar denize, tıs yok. Denizde yargıladılar: Ne tanık, ne gözlemci, ne gazeteci! Verdiler 28 yıl. Yatar hala.../.../... Bu CHP iktidarı gibi solcu düşmanı iktidar yoktur. Solcunun da aydınına düşman. Sendikacıları ise hiç sevmez... Köylü solcuyu tehlikeli bulur... Üç kodamanın Hasanoğlan'a gittiğini. Yüksek Köy Enstitüsünü denetimden geçirdiğini biliyor musunuz? Sordukları ilk nokta: Öğrenciler ne okuyor, ne düşünüyor? Gazeteler birazını açık, birazını kapalı yazdı..."/ "Kimmiş o üç kodaman?"/ "Üç kodaman: Şemsettin Günaltay, Feridun Fikri Düşünsel, bir de Meclis Başkanı Kazım Karabekir... Öğretmenliği hepimize zehir edecekler..." 398-400
-"Anam... kahırlı. "Bir bitsin şu enüsdos, adak üleştireceğim..."..." 407
-"Türk Ceza Yasası'nın 141, 142'nci maddelerini yeniden şenelttiler. Toprak Yasası'nın 17'nci maddesini yeniden gevşettiler. Beylere, ağalara kalacak toprak genişliğini 7.000 dönüme çıkardılar. Böylece reform sadece bir düş oldu. Otuz beş bin dönümü olan ağa, üç oğluna, iki kızına yedişer bin dönüm ayırıp reformu kendisi yapıyor. Elinden yarım dönüm alınamıyor./ Radyo bir gün... ilk düzenleme olarak, kız öğrencilerin erkek öğrencilerden ayrılarak ikiş enstitüde toplandığını açıkladı" 409
*
28.3.2018
24 Mart 2018 Cumartesi
KURTULUŞ SAVAŞINDA ÇERKESLERİN ROLÜ
Muhittin Ünal, 1. Basım: Ekim 1996, Cem Yayınevi, İstanbul
Genelde, çoğunlukla, 1919-1920 yıllarına ilişkin mevcut bilgilerden bir derleme yapılmış.
Emek verilmiş.
Kolay okunuyor!
Bilgilendiriyor!
*
Bazı konuların ise, açıklığa kavuşmasının sağlanmasından daha çok soru haline gelmesine neden olunmuş, gibi geldi, bana!
Mesele, Atatürk'ün tavrı... Rauf Bey'in tavrı... konularında olduğu gibi!
Ve, şu hususlarda da, öyle gibi:
-"İngiliz ve Yunanlılarca sun'i olarak tezgahlanan ve İzmir'de mevzii iştirakle 24 Ekim 1921'de toplanmış olan "Şarkı Karib Çerkesleri Temini Hukuku Cemiyeti"nin kongresinin genel kabul görmemiş olması.../... Çerkeslerin Türkiye'den bağımsızlık ve toprak isteme gibi bir hesapları ve amaçları yoktur. Dış güçlerin hesabında da bu tür istem yoktur. Olamaz da..." 241
-"Çerkesler Osmanlı topraklarına geldikten sonra, 100 yıl gerilla harbi vermiş böyle bir ulusun gençleri ve çocukları iyi eğitilirse, o tarihler itibariyle Osmanlı'nın en zayıf olduğu gerilla harblerinde başarı mümkün olabilir mantığı ile Askeri Okullara ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya anormal sayıda Çerkes gençleri alınır. İttihat ve Terakki'de ve daha sonra Kurtuluş Savaşı'nda fazla sayıda Çerkes insanının yer almasının nedenlerinden biri budur" 242
-"Anadolu İsyanlarına benzememekle beraber bu isyanlardan sonraki bir gelişme olması bakımından İzmir'de 24 Eki 1921 tarihinde kurulup, kongresi yapılan; "Şark-ı Karib Çerkesleri Temini Hukuk Cemiyeti (Yakın Doğu Çerkeslerinin Hukunu Sağlama Derneği) nden de kısaca bahsetmek gerekmektedir./ Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra memlekette, hüküm sürmekte olan başıbozuk ortamında Çule İbrahim önce İzmit'te kendi kendine bir yönetim kurar. Yönetimin başında kendisi olmak üzere dilediği yerlere kendi adamlarını yerleştirerek idareyi ele alır. 24. Tümen'in çekilmesinden sonra meydana gelen boşluktan bilistifade Adapazarı'nı da yönetimine katar. Ancak Haziran 1921'den sonra yönetimi kaybedince de adamlarıyla beraber işgal bölgesine geçerler. Birkaç bin kişiden oluşan taraftarları ile daha sonra Yunanistan'a çekilir ve 1938 affına kadar Atina yakınlarında kurdukları üç Çerkes köyünde yaşarlar. Daha sonra da Arap ülkelerine gidip yerleşirler./ İzmir'de yapılan kongreyi, Çule İbrahim, Maan Ali, Maan Şirin, Maan Mustafa Namık, Çuv Kazım ve onlar gibi işgal mıntıkasına geçen diğer Çerkesler yapmışlardır. Konuyu inceleyen Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal ve Cemal Şener'in de ifade ettikleri gibi dernek ve kongre İngilizler ve Yunanlıların bir tezgahıdır. Yayınlanan Beyannamede yer alan Çerkeslerin kimler olduğu medeniyetleri ve gelenekleri ile ilgili bölümler tamamen doğru olmakla beraber Yunan hegemonyası'nda bir devlet görüşü yanlıştır. Bu itibarla Türkiye Çerkeslerinin tümünü değil ancak birkaç bin kişilik bir azınlığın işgal altındaki bir yerde yayınladıkları bir duyurudan öteye anlam taşımamıştır" 245
*
Çerkeslerin sürüleceğine dair söylentiler olmuşmuş, o zamanlar, hiç bilmiyordum, şu ifadelerden öğreniyorum:
-"k- Ermeni tehcirine benzer tarzda Çerkeslerin de yerleştikleri yerlerden sürüleceğine, bu maksatla Biga Yöresi'ndeki Çerkes Köylerinin yerle bir edildiği, sıranın öbür Çerkes Köylerine geldiğine dair gazete yayımlarının etkisi,/ l-Düzce Kaymakamı Abidin Bey'in alenen söylediği gibi tüm Çerkeslerin erkeklerini öldürüp karı ve kızlarını da kendimize cariye yapacağız şeklindeki konuşmaların etkisi/ Anadolu İsyanlarının genel nedenleri..." 239
-"Anzavur'un Milliciler aleyhine Padişah'tan ferman getirdiğini söylemesi, Şeyhülislam'ın Millicilerin kafir olduğuna dair fetvası ve nihayet İttihatçılar kazanırsa Çerkeslerin tıpkı Ermeniler gibi köylerinden sürüleceğini belirtmesi bile ancak sınırlı bir katılıma neden olmuştur. O insanlar yeni köylerini ve topraklarını kaybetmek istememişlerdir./.../ Düzce Kaymakamı Abidin Bey'in ve O'nun gibi düşünenlerin ulu orta: "Bütün Abaza ve Çerkesleri yok ederek köklerini kazıyacağız. Kızlarını ve karılarını da kendimize cariye yapacağız..." diye konuşmaları karşısında namus ve haysiyetleri derdine düşmüş olan bu insanların tepkisi..." 242, 243
-"Çerkeslerin isyanlara katılmasındaki faktörler farklıdır. Bunlar;/ * Tıpkı Ermeniler gibi tüm Çerkeslerin sürüleceğine dair yaygınlaşan iddialar,/.../ * İstanbul'da neşredilen Serbesti gazetesinde Yozgat İsyanlarından hemen önce yayınlanan, "Biga'nın 18 köyü top atışları sonucu yerle bir edildi. Şimdi sıra öbür Çerkes Köylerindedir..." şeklindeki bir yazının korkunç etkisi, isyanlara katılmayı kolaylaştıran sebeplerdir" 244
-"Çerkesler... Osmanlı'nın meşru yönetimine sadıktırlar ve istedikleri tek şey, yeni bir sürgün hadisesi yaşamamaktır. Düzce İsyanlarının birincisinde 51 kişi idam edilmesine rağmen çok geçmeden ikinci isyan başgösterdiğinde... Ankara yönetiminden istedikleri tek şey vardır. O da yazılı olarak "Köylerinden sürülmeyeceklerine dair teminat"tır. Nitekim Ankara bu teminatı verince kendiliklerinden dağılmışlar, hatta bir kısmı Kuvay-ı Milliye'ye katılmışlardır" 244, 245
*
Şu da benim için yeni bir bilgi oldu:
-"Bozkır ve Ilgın (Çiğil) İsyanlarının bastırılmasında da Kolordu Komutanı Fahrettin Altay ve Süvari Alayı Komutanı Miralay Nazım Bey ile iyi bir diyalogu olan Beyşehir Teşkilatı Başkanı Süleyman Koydemir önderliğindeki Beyşehir Çeçenlerinin önemli oranda katkıları olmuştur" 244
*
23.3.2018
Genelde, çoğunlukla, 1919-1920 yıllarına ilişkin mevcut bilgilerden bir derleme yapılmış.
Emek verilmiş.
Kolay okunuyor!
Bilgilendiriyor!
*
Bazı konuların ise, açıklığa kavuşmasının sağlanmasından daha çok soru haline gelmesine neden olunmuş, gibi geldi, bana!
Mesele, Atatürk'ün tavrı... Rauf Bey'in tavrı... konularında olduğu gibi!
Ve, şu hususlarda da, öyle gibi:
-"İngiliz ve Yunanlılarca sun'i olarak tezgahlanan ve İzmir'de mevzii iştirakle 24 Ekim 1921'de toplanmış olan "Şarkı Karib Çerkesleri Temini Hukuku Cemiyeti"nin kongresinin genel kabul görmemiş olması.../... Çerkeslerin Türkiye'den bağımsızlık ve toprak isteme gibi bir hesapları ve amaçları yoktur. Dış güçlerin hesabında da bu tür istem yoktur. Olamaz da..." 241
-"Çerkesler Osmanlı topraklarına geldikten sonra, 100 yıl gerilla harbi vermiş böyle bir ulusun gençleri ve çocukları iyi eğitilirse, o tarihler itibariyle Osmanlı'nın en zayıf olduğu gerilla harblerinde başarı mümkün olabilir mantığı ile Askeri Okullara ve Teşkilat-ı Mahsusa'ya anormal sayıda Çerkes gençleri alınır. İttihat ve Terakki'de ve daha sonra Kurtuluş Savaşı'nda fazla sayıda Çerkes insanının yer almasının nedenlerinden biri budur" 242
-"Anadolu İsyanlarına benzememekle beraber bu isyanlardan sonraki bir gelişme olması bakımından İzmir'de 24 Eki 1921 tarihinde kurulup, kongresi yapılan; "Şark-ı Karib Çerkesleri Temini Hukuk Cemiyeti (Yakın Doğu Çerkeslerinin Hukunu Sağlama Derneği) nden de kısaca bahsetmek gerekmektedir./ Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra memlekette, hüküm sürmekte olan başıbozuk ortamında Çule İbrahim önce İzmit'te kendi kendine bir yönetim kurar. Yönetimin başında kendisi olmak üzere dilediği yerlere kendi adamlarını yerleştirerek idareyi ele alır. 24. Tümen'in çekilmesinden sonra meydana gelen boşluktan bilistifade Adapazarı'nı da yönetimine katar. Ancak Haziran 1921'den sonra yönetimi kaybedince de adamlarıyla beraber işgal bölgesine geçerler. Birkaç bin kişiden oluşan taraftarları ile daha sonra Yunanistan'a çekilir ve 1938 affına kadar Atina yakınlarında kurdukları üç Çerkes köyünde yaşarlar. Daha sonra da Arap ülkelerine gidip yerleşirler./ İzmir'de yapılan kongreyi, Çule İbrahim, Maan Ali, Maan Şirin, Maan Mustafa Namık, Çuv Kazım ve onlar gibi işgal mıntıkasına geçen diğer Çerkesler yapmışlardır. Konuyu inceleyen Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal ve Cemal Şener'in de ifade ettikleri gibi dernek ve kongre İngilizler ve Yunanlıların bir tezgahıdır. Yayınlanan Beyannamede yer alan Çerkeslerin kimler olduğu medeniyetleri ve gelenekleri ile ilgili bölümler tamamen doğru olmakla beraber Yunan hegemonyası'nda bir devlet görüşü yanlıştır. Bu itibarla Türkiye Çerkeslerinin tümünü değil ancak birkaç bin kişilik bir azınlığın işgal altındaki bir yerde yayınladıkları bir duyurudan öteye anlam taşımamıştır" 245
*
Çerkeslerin sürüleceğine dair söylentiler olmuşmuş, o zamanlar, hiç bilmiyordum, şu ifadelerden öğreniyorum:
-"k- Ermeni tehcirine benzer tarzda Çerkeslerin de yerleştikleri yerlerden sürüleceğine, bu maksatla Biga Yöresi'ndeki Çerkes Köylerinin yerle bir edildiği, sıranın öbür Çerkes Köylerine geldiğine dair gazete yayımlarının etkisi,/ l-Düzce Kaymakamı Abidin Bey'in alenen söylediği gibi tüm Çerkeslerin erkeklerini öldürüp karı ve kızlarını da kendimize cariye yapacağız şeklindeki konuşmaların etkisi/ Anadolu İsyanlarının genel nedenleri..." 239
-"Anzavur'un Milliciler aleyhine Padişah'tan ferman getirdiğini söylemesi, Şeyhülislam'ın Millicilerin kafir olduğuna dair fetvası ve nihayet İttihatçılar kazanırsa Çerkeslerin tıpkı Ermeniler gibi köylerinden sürüleceğini belirtmesi bile ancak sınırlı bir katılıma neden olmuştur. O insanlar yeni köylerini ve topraklarını kaybetmek istememişlerdir./.../ Düzce Kaymakamı Abidin Bey'in ve O'nun gibi düşünenlerin ulu orta: "Bütün Abaza ve Çerkesleri yok ederek köklerini kazıyacağız. Kızlarını ve karılarını da kendimize cariye yapacağız..." diye konuşmaları karşısında namus ve haysiyetleri derdine düşmüş olan bu insanların tepkisi..." 242, 243
-"Çerkeslerin isyanlara katılmasındaki faktörler farklıdır. Bunlar;/ * Tıpkı Ermeniler gibi tüm Çerkeslerin sürüleceğine dair yaygınlaşan iddialar,/.../ * İstanbul'da neşredilen Serbesti gazetesinde Yozgat İsyanlarından hemen önce yayınlanan, "Biga'nın 18 köyü top atışları sonucu yerle bir edildi. Şimdi sıra öbür Çerkes Köylerindedir..." şeklindeki bir yazının korkunç etkisi, isyanlara katılmayı kolaylaştıran sebeplerdir" 244
-"Çerkesler... Osmanlı'nın meşru yönetimine sadıktırlar ve istedikleri tek şey, yeni bir sürgün hadisesi yaşamamaktır. Düzce İsyanlarının birincisinde 51 kişi idam edilmesine rağmen çok geçmeden ikinci isyan başgösterdiğinde... Ankara yönetiminden istedikleri tek şey vardır. O da yazılı olarak "Köylerinden sürülmeyeceklerine dair teminat"tır. Nitekim Ankara bu teminatı verince kendiliklerinden dağılmışlar, hatta bir kısmı Kuvay-ı Milliye'ye katılmışlardır" 244, 245
*
Şu da benim için yeni bir bilgi oldu:
-"Bozkır ve Ilgın (Çiğil) İsyanlarının bastırılmasında da Kolordu Komutanı Fahrettin Altay ve Süvari Alayı Komutanı Miralay Nazım Bey ile iyi bir diyalogu olan Beyşehir Teşkilatı Başkanı Süleyman Koydemir önderliğindeki Beyşehir Çeçenlerinin önemli oranda katkıları olmuştur" 244
*
23.3.2018
17 Mart 2018 Cumartesi
BATI FELSEFESİ TARİHİ
1. CİLT
İLK ÇAĞ FELSEFESİ
Bertrand Russell, Çeviren: ?-(Ahmet Fethi, mi?), 4. Basım: Temmuz 2017, Alfa Yayın, İstanbul
Hoş.
Sevdim.
Öğrendim.
*
S alıp vermişti, çok güzel bir seçim yapmış, teşekkürler.
Diğer ciltlerini de okumak isterim!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Filozoflar hem sonuç hem de nedendir.../... Hiçkimse biraz Helenistik çağ bilgisi olmadan Stoacıları... ya da beşinci yüzyıldan on üçüncü yüzyıla kadar Kilisenin gelişimine ilişkin ortalama bir bilgiye sahip olmadan skolastikleri anlayamaz" 8, 9
-""Felsefi" dediğimiz dünya... iki faktörün ürünüdür... dinsel ve etik kavrayışlar... "bilimsel" denebilecek soruşturma türü... felsefeyi ayırt eden, her ikisinin bir ölçüde varlığıdır./.../ Felsefe... teoloji ile bilim arasında bir şeydir. Teoloji gibi... spekülasyonlardan oluşur; ama bilim gibi... daha çok insan aklına başvurur... her kesin bilgi bilime aittir... tüm dogmalar teolojiye aittir. Ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir Tarafsız Bölge vardır; bu Tarafsız bölge felsefedir. Spekülatif... soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. Dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür... Soylu ve adi olan yaşam tarzları var mı... Bilge diye bir şey var mıdır... Bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. Teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir... Bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir./.../... teoloji... evrene yönelik bir tür münasebetsiz arsızlık üretir... Kesinlik olmadan ve tereddüt tarafından felce uğratılmadan yaşamayı öğretmek, çağımızda belki de felsefe inceleyenlere felsefenin yapabileceği başlıca iştir./ Teolojiden ayrı olarak felsefe, MÖ altıncı yüzyılda Yunanistan'da başladı... Hıristiyanlık yükselince ve Roma düşünce, yine teolojinin altında kaldı. Felsefenin ikinci büyük dönemine, on birinci yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar, İmparator II. Frederick (1195-1250) gibi birkaç büyük asi hariç, Katolik Kilisesi egemen oldu... On yedinci yüzyıldan bugüne kadar gelen üçüncü döneme, önceki dönemlerden çok daha fazla bilim egemendir" 10-13
-"Toplumsal bağlaşma ve bireysel özgürlük, din ve bilim gibi... çatışma ya da sıkıntılı bir uzlaşma halindedir. Yunanistan'da toplumsal bağlılık Kent-Devlet'e sadakatle sağlandı... Bireyin Kente karşı görevinin özgürlüğünü kısıtlama derecesi büyük farklılık göstermekteydi. Sparta'da... az özgürlüğü vardı; Atina'da... olağanüstü bir özgürlüğü vardı. Aristoteles'e kadar... Kente dini ve yurtseverce bağlılık egemendir... Yunanlar... bağımlı olunca, bağımsızlık günlerine uygun kavrayışlar artık uygulanabilir olmaktan çıktı. Bu durum... daha fazla bireysel... etik üretti. Stoacılar erdemli yaşamı, yurttaşın devletle bir ilişkisi olarak değil, daha çok ruhun Tanrı'yla bir ilişkisi olarak düşündüler. Böylece Hıristiyanlığın yolunu hazırladılar; Stoacılık gibi Hıristiyanlık da başlangıçta siyasal değildi... İskender'den Constantinus'a kadar... toplumsal bağlılık... zorla... sağlandı. Roma... güçlü bir merkezi devleti önce yarattı, sonra korudu... Roma felsefesi yoktu./ Bu uzun dönemde, özgürlük çağından miras alınan Yunan düşünceleri... bir dönüşüm sürecinden geçti... dini sayabileceğimiz düşünceler, görece önem kazandı... daha rasyonalist olanlar... bir tarafa atıldı. Bu şekilde sonraki paganlar Yunan geleneğini, Hıristiyan öğretiyle bütünleştirilmeye uygun duruma gelene kadar tıraşladı./ Hıristiyanlık, Stoacıların öğretisinde zaten örtük olarak var olan, ama ilkçağın genel ruhuna yabancı... bir düşünceyi popülerleştirdi, yani bir insanın Tanrı'ya karşı görevinin Devlete karşı görevinden daha mecburi olduğu düşüncesi. Bu düşünce -Sokrates'in ve Havarilerin dediği gibi, "İnsana değil Tanrı'ya itaat etmeliyiz"- Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra da varlığını sürdürdü... İmparatorlar ortodoklaşınca, bu da hükümsüz oldu. Bizans... ve... Rus İmparatorluğunda örtük olarak kaldı, ama Katolik imparatorların yerini neredeyse anında heretik barbar fatihlerin aldığı Gallia'nın bir bölümü hariç Batıda, dini bağlılığın siyasal bağlılığa üstünlüğü varlığını sürdürdü ve bir ölçüde hala sürdürüyor./ Barbar istilası, Batı Avrupa uygarlığına altı yüzyıllığına son verdi. Danimarkalılar dokuzuncu yüzyılda onu yıkana kadar İrlanda'da varlığını sürdürdü; orada... Scotus Erigena'yı çıkardı. Doğu İmparatorluğunda Yunan uygarlığı, 1453'te İstanbul düşene kadar... bir müzede gibi varlığını sürdürdü; sanatsal bir gelenek ve... Roma Hukuku Derlemesi dışında, İstanbul'dan dünya için önemli bir şey çıkmadı./ Karanlık dönem süresince, beşinci yüzyıldan on birinci yüzyılın ortalarına kadar, Batı roma dünyası çok ilginç değişiklikler yaşadı... kral ile Kilise arasında olan bir çatışma biçimini aldı. Papanın dini yetki alanı... uzandı... VII. Gregorius'un zamanından itibaren (geç on birinci yüzyıl), bu durum gerçek ve etkili olmaya başladı... din adamları... iktidar peşinde koşan ve... 1300 yılı sonrasına kadar genellikle galip gelen tek bir örgütlenme kurdular... aynı zamanda Akdeniz dünyası ile kuzeyli barbarlar arasındaki çatışmanın bir tekrarıydı. Kilisenin birliği Roma İmparatorluğunun birliğini yansıttı; ayinleri Latinceydi ve egemen kişilerin çok büyük bölümü İtalyan, İspanyol ya da Güney Fransalıydı... hukuk ve hükümet kavrayışlarını... daha çok Marcus Aurelius anlayabilirdi. Kilise aynı anda hem geçmişle sürekliliği hem şimdiki zamanda en uygar olanı temsil etti./ Laik iktidar ise Töton soyundan baronların ve kralların elindeydi; Almanya ormanlarından getirdikleri kurumlardan koruyabildiklerini korumaya çalışıyorlardı. Mutlak iktidar o kurumlara yabancıydı... Kral iktidarını feodal aristokrasiyle paylaşmak zorundaydı; ama herkes, arada bir savaş, cinayet, yağma ya da tecavüz biçiminde tutku patlamalarına izin verilmesini beklerdi. Hükümdarlar pişmanlık duyabilirlerdi; çünkü içtenlikle dindardılar ve her şeyden önce, pişmanlığın kendisi bir tutku biçimiydi. Fakat Kilise, modern bir işverenin çalışanlarından istediği ve genellikle aldığı düzenli iyi davranışı onlarda asla yaratamadı. Ruh bedenden ayrılırken içmedikten, öldürmedikten ve sevmedikten sonra dünyayı fethetmek neye yarardı?... Din onay vermemesine rağmen, düelloyu ve dövüşerek hesaplaşmayı korudular... bir öfke nöbeti sırasında, ileri gelen kilise adamlarını bile öldüreceklerdi./ Bütün silahlı kuvvetler kralların tarafındaydı; yine de Kilise galip geldi... esas olarak egemenler ve halk cennetin anahtarlarının Kilisenin elinde olduğuna inandığı için Kilise kazandı... Kilise anarşi yerine düzeni temsil etmekteydi ve bu yüzden, yükselen merkantil sınıfın desteğini kazandı.../ Kiliseden en azından kısmi bir bağımsızlığı korumaya yönelik Tötonik girişim... savaşta da kendini dışa vurdu. Entelektüel dünyada çok az dışa vurdu; çünkü eğitim neredeyse... din adamlarıyla sınırlıydı. Ortaçağın açık felsefesi... bir tarafın... aynasıdır. Bununla birlikte, din adamları arasında -özellikle Fransisken keşişler arasında-... Papayla anlaşmazlık içinde... kişiler vardı. Dahası, İtalya'da kültür, Alpler'in kuzeyinden birkaç yüzyıl erken din dışı kesime yayıldı. Yeni bir inanç kurmaya çalışan II. Frederick papalık karşıtı kültürün aşırı ucunu temsil eder; II. Frederick'in hakim olduğu Napoli krallığında doğan Thomas Aquinas, günümüzde de papalık felsefesinin klasik savunucusudur. Elli yıl kadar sonra Dante bir senteze ulaştı ve eksiksiz ortaçağ düşünce dünyasının tek dengeli açıklamasını verdi./ Dante'den sonra... ortaçağın felsefi sentezi çöktü... Büyük Bölünme, konsil hareketi ve Rönesans papalığı, Papayı merkeze alan skolastik hükümet teorisini ve Hıristiyan birliğini yıkan Reformasyona yol açtı... Rönesans sanatta hala düzenden yana olmasına rağmen, düşüncede geniş ve verimli bir düzensizliği tercih eder. Bu bakımdan Montaigne, çağın en tipik simgesidir./ Sanat dışında her şeyde olduğu gibi siyaset teorisinde de bir düzen çöküşü vardı... düşünce alanında ortaçağa bir yasallık tutkusu... egemendi. Her iktidar eninde sonunda Tanrı'dan gelir; kutsal işlerde iktidarı Papaya, laik konularda İmparatora havale etmiştir; ama hem Papa hem İmparator on beşinci yüzyıl boyunca önemini yitirdi. Papa, İtalyan iktidar siyasetinin inanılmaz karışık ve ilkesiz oyunlarıyla uğraşan İtalyan prenslerinden biri haline geldi. Fransa, İspanya ve İngiltere'de yeni ulusal monarşilerin, kendi topraklarında... iktidarı vardı. Varlığını büyük ölçüde baruta borçlu olan ulusal Devletler... nüfuz kazandı ve bu nüfuz, uygarlığın birliğine ilişkin Roma inancından kalanları da yok etti./ Bu siyasal düzensizlik, Machiavelli'nin Prens'inde ifade buldu... ilke olmayınca, siyaset çıplak bir iktidar mücadelesi haline gelir; Prens... kurnazca tavsiyelerde bulunur. Büyük Yunanistan çağında olanlar, Rönesans İtalya'sında yeniden gerçekleşti: Geleneksel ahlaki kısıtlamalar, hurafeyle bütünleşmiş görüldükleri için, ortadan kalktı; prangalardan kurtuluş bireyleri enerjik ve yaratıcı yapıp, ender bir deha çiçeklenmesine neden oldu; ama ahlakın bozulmasından kaçınılmaz olarak kaynaklanan anarşi ve ihanet İtalyanları toplu olarak güçsüzleştirdi ve Yunanlılar gibi, kendilerinden daha az uygar... ulusların egemenliği altına girdiler./ Buna rağmen sonuç, Yunanistan'ınkinden daha az korkunç oldu; çünkü İspanya hariç, yeni güçlü uluslar, İtalyanlar kadar büyük başarıya yetenekli olduklarını gösterdiler./ On altıncı yüzyıldan itibaren Avrupa düşüncesinin tarihine Reformasyon egemen oldu... Esas olarak; kuzeyli ulusların Roma'nın yenilenen egemenliğine karşı bir ayaklanmaydı. Din, Kuzey'e boyun eğdiren kuvvetti; ama İtalya'da din çürümeye uğramıştı: Papalık bir kurum olarak kaldı, Almanya'dan ve İngiltere'den yüklü miktarda haraç almaktaydı; ama hala dindar olan bu uluslar... nakit karşılığında ruhları araftan kurtardıklarını iddia eden Borgia ve Medici ailelerine saygı duyamazdı. Ulusal güdüler, ekonomik güdüler ve ahlaki güdüler birleşip, Roma'ya karşı ayaklanmayı güçlendirdi... Prensler, kendi topraklarında Kilisenin salt ulusal olması durumunda Kiliseye egemen olabileceklerini... daha güçlü olacaklarını kısa sürede algıladı... Luther'in teolojik yenilikleri, Kuzey Avrupa'nın her tarafında... iyi karşılandı./ Katolik Kilisesi üç kaynaktan türedi. Kutsal tarihi Yahudiydi, teolojisi Yunandı, yönetimi ve hukuku... Romalıydı. Reformasyon Roma'ya ait öğeleri reddetti, Yunan öğeleri yumuşattı ve Yahudi öğeleri büyük ölçüde güçlendirdi. Bu nedenle... milliyetçi güçlerle işbirliği yaptı. Katolik öğretide ilahi vahiy kutsal kitaplarla bitmedi, Kilisenin aracılığıyla çağdan çağa devam etti; bu nedenle özel düşüncelerini Kiliseye sunmak bireyin göreviydi. Protestanlar, aksine, vahyin taşıtı olarak Kiliseyi reddetti; hakikat, her kişinin kendisi için yorumladığı Kutsal Kitap'ta aranmalıydı... yorumları farklı olduğunda, anlaşmazlığa karar verecek ve ilahi olarak atanmış bir otorite yoktu. Pratikte Devlet, daha önce Kiliseye ait olan hakkı istedi; ama bu, bir gasptı. Protestan teoride ruh ile tanrı arasında dünyevi bir aracı olmamalıydı./ Bu değişimin etkileri çok önemliydi. Hakikat... iç tefekkürle doğrulanacaktı. Siyasette anarşizme ve dinde Katolik ortodoksluğun çerçevesine uymakta her zaman zorluk çeken mistisizme doğru... bir eğilim vardı. Yalnızca tek Protestanlık değil, çok sayıda tarikat olacaktı... filozof sayısı kadar felsefe olacaktı... tek İmparator değil, çok sayıda heretik kral olacaktı. Sonuç, edebiyatta olduğu gibi düşüncede de, sürekli derinleşen... kişisel yalıtılmışlığa doğru durmadan ilerleyen bir öznelcilik oldu./ Modern felsefe Descartes'la başlar; Descartes'ta kesin olan, kendisinin ve düşüncelerinin varlığıdır, dış dünya ondan çıkarsanır. Bu, Berkeley ve Kant üzerinden, her şeyi yalnızca egonun ürünü sayan Fichte'ye uzanan bir gelişmede ilk evreydi. Bu delilikti ve felsefe o zamandan beri bu aşırı uçtan gündelik sağduyu dünyasına kaçmaya çalışmaktadır./ Siyasette anarşizm felsefede öznelcilikle el ele gider. Daha Luther sağken, istenmeyen... çömezler... Anabaptizm öğretisini geliştirdi. Anabaptistler... Kutsal Ruhun insana her an yol göstereceğini savundukları için, hiçbir yasa tanımadılar. Bu öncülden yola çıkıp komünizme ve cinsel serbestliğe ulaştılar; bu yüzden... imha edildiler, ama öğretileri yumuşatılmış biçimlerde Hollanda'ya, İngiltere'ye ve Amerika'ya yayıldı; tarihsel olarak Quaker'lerin kaynağıdır. On dokuzuncu yüzyılda, artık dinle bağlantısı olmayan daha sert bir anarşizm doğdu. Rusya'da, İspanya'da ve... İtalya'da epeyce başarılı oldu ve bugüne de Amerikalı göçmen yetkililerinin bir öcüsü olarak kaldı. Bu modern biçim, din karşıtı olmasına rağmen, erken Protestanlık ruhundan çok şey barındırır; esas farkı, Luther'in papalara yönelttiği düşmanlığı laik hükümetlere yöneltmesidir./ Öznellik, bir kez serbest kaldıktan sonra, olacağına varana kadar sınırların içine hapsedilemez. Ahlakta, bireysel vicdana Protestan vurgu özünde anarşikti. Alışkanlık ve görenek o kadar güçlüydü ki... etikteki bireycilik havarileri, geleneksel açıdan erdemli bir biçimde davranmaya devam ettiler, ama bu, sallantılı bir denge durumuydu. On sekizinci yüzyıl "duyarlılık" kültü, dengeyi bozmaya başladı: Bir harekete... ona ilham veren heyecandan ötürü hayranlık duyuldu. Carlyle ve Nietzsche'nin ifade ettiği şekliyle kahramanlık kültü ve... şiddetli tutkunun Byronculuk kültü, bu tutumdan çıkıp gelişti./... romantik hareket, insanları... tefekkürün estetik açıdan hoş nesneleri olarak yargılamanın bu öznel tarzıyla ilişkilidir. Kaplanlar koyunlardan daha güzeldir; ama biz, kaplanları parmaklıkların arkasında tercih ederiz. Tipik romantik, parmaklıkları kaldırır ve kaplanın koyunu imha ederken gerçekleştirdiği muhteşem sıçrayışın keyfini çıkarır. İnsanları kendilerini kaplan gibi hayal etmeye teşvik eder ve bunu başardığında da sonuçlar hiç hoş olmaz./ Modern zamanda öznelciliğin daha çılgın biçimlerine karşı çeşitli tepkiler oldu. Önce, bir ortada uzlaşma felsefesi, bireyin ve yönetimin alanlarını kararlaştırmaya kalkışan liberalizm öğretisi... bu... kör itaate karşı olduğu kadar -Anabaptislerin bireyciliği- "coşkunluk"a da karşı olan Locke'la başlar. Daha esaslı bir ayaklanma Devlete tapınma öğretisine... yol açar. Hobbes, Rousseau ve Hegel bu teorinin farklı evrelerini temsil eder ve öğretileri, pratik olarak Cromwell'de, Napolyon'da ve modern Almanya'da cisimleşir. Komünizm, teoride, bu tür felsefelerden çok uzaktır; ama pratikte, Devlete tapmaktan kaynaklanan çok benzer bir topluluk tipine doğru sürüklenir./ İÖ 600'den bugüne kadar... filozoflar toplumsal bağları sıkılaştırmak isteyenler ve gevşetmek isteyenler olarak bölündü... Disiplinciler ya eski ya da yeni bir dogma sistemini savundu ve... bilime düşman olmaya mecbur oldular... mutluluğun iyi olmadığını, "asalet"in ya da "kahramanlığın" tercih edilmesi gerektiğini öğrettiler. İnsan doğasının irrasyonel taraflarına sempatileri vardı; çünkü aklın, toplumsal bağlılığa düşman olduğunu hissediyorlardı. Diğer yanda özgürlükçüler, aşırı anarşistler hariç, bilimsel, yararcı, rasyonalist, şiddetli tutkuya ve dinin daha köklü biçimlerine düşman olma eğiliminde oldular.../ Bu anlaşmazlığın her iki tarafının kısmen haklı, kısmen haksız olduğu açıktır. Toplumsal bağlılık bir zorunluktur ve insanoğlu, yalnızca rasyonel savlarla bağlılığı sağlamayı henüz başaramamıştır. Her topluluk iki karşıt tehlikeyle karşı karşıyadır: Bir yanda, gereğinden fazla disiplin... kemikleşme; diğer yanda, işbirliğini olanaksızlaştıran kişisel bağımsızlık ve bireyciliğin araması nedeniyle dağılma ve yabancı fethine boyun eğme. Genel olarak önemli uygarlıklar katı ve hurafe bir sistemle başlar; sistem aşamalı olarak gevşer ve belli bir evrede parlak bir deha dönemine yol açar... kötülük açığa çıkınca, anarşiye ve oradan kaçınılmaz olarak yeni bir zorbalığa yol açıp, yeni bir dogma sistemiyle sağlanan yeni bir sentez üretir. Liberalizm öğretisi bu sonsuz salınımdan kurtulma girişimidir. Liberalizmin özü, irrasyonel dogmaya dayanmayan bir toplumsal düzen kurma ve topluluğun korunması için gerekli olandan fazla kısıtlama olmadan istikrarı sağlama girişimidir"" 14-28
-"Bütün tarihte, Yunanistan'da uygarlığın ani yükselişini açıklamak kadar zor... bir şey yoktur. Uygarlığı oluşturan şeylerin çoğu Mısır'da ve Mezopotamya'da binlerce yıldır zaten vardı... ama Yunanlar tamamlayana kadar belli öğeleri eksik kalmıştı... Matematiği, bilimi ve felsefeyi icat ettiler; ilk kez... tarih yazdılar... dünyanın doğasına ve yaşamın sonuna ilişkin özgürce spekülasyon yaptılar.../ Felsefe Thales'le başlar... Felsefe ve bilim... İÖ altıncı yüzyılın başında birlikte doğdular.../ Yazı yazma sanatı İÖ 4000... Mısır'da ve... Mezopotamya'da icat edildi... nesnelerin resimleriyle başladı... gelişip, alfabe yazısına dönüştü./ Mısır'da ve Mezopotamya'da uygarlığın erken gelişimi... Nil'e, Dicle'ye ve Fırat'a borçluydu... ilahi bir kral... Mısır'da bütün ülkenin sahibiydi. Kralın özel bir yakın ilişki içinde olduğu üstün bir Tanrıyla birlikte, çoktanrılı bir din vardı.../... Mısırlılar... Ruhun sonunda bedene geri döneceğini sandılar; bu, mumyalamaya ve şahane mezarların inşa edilmesine yol açtı... İÖ 1800 civarında Sami kökenli Hyksoslar Mısır'ı fethetti... iz bırakmadılar; ama varlıkları, Mısır uygarlığının Suriye'ye ve Filistin'e yaramış olmalı./ Babil Mısır'dan daha savaşçı... egemen ırk... kökenleri bilinmeyen "Sümerler"di. Çivi yazısını onlar icat etti... Birbirileriyle savaşan bağımsız kentlerin bulunduğu bir dönem vardı; ama sonunda Babil üstün geldi ve imparatorluk kurdu... Babil Tanrısı Marduk, daha sonra Yunan panteonundaki Zeus'a benzer bir konum kazandı. Aynı tür şeyler Mısır'da da olmuştu.../ Mısır ve Babil dinleri... başlangıçta bereket kültleriydi. Toprak dişiydi, güneş erkekti... boğa-tanrılar yaygındı. Babil'de toprak-tanrıça İştar dişi ilahlar arasında üstündü. Bütün batı Asya'da Büyük Ana'ya çeşitli adlar altında tapılırdı. Yunan koloniciler Küçük Asya'da Büyük Ana tapınakları bulunca, ona Artemis adını verip, var olan kültü devraldılar. "Efeslilerin Diana'sı"nın kökeni budur. Hıristiyanlık onu bakire Meryem'e dönüştürdü ve Efes'teki bir Konsil, "Tanrının Annesi" unvanını meşrulaştırdı./... siyasal güdüler dinin ilksel özelliklerini dönüştürmek için çok şey yaptı. Bir Tanrı ya da Tanrıça Devletle birleşti.../ Tanrılar yönetimle bütünleşince, ahlakla da bütünleştiler. Yasa koyanlar kurallarını bir tanrıdan aldı; bu yüzden yasanın ihlali günah haline geldi. Bilinen en eski yasalar, yaklaşık olarak İS (Ö değil mi?-benim notum) 2100'e tekabül eden, Babil kralı Hammurabi'nindir; kral, bu yasaların Marduk tarafından kendisine verildiğini iddia etti.../ Babil dini, Mısır dininin aksine... bu dünyada refahla ilgilendi. Büyü, kehanet ve astroloji... gelişti... Bilime ait olan bazı şeyler Babil'den gelir. Günün yirmi dört saate ve dairenin 360 dereceye bölünmesi... Thales Babillilerin bilgisini edindi./ Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları tarımsaldı; civar uluslarınki ise, ilk başta, çoban uygarlığıydı... neredeyse yalnızca deniz yoluyla yapılan ticaretin gelişmesiyle yeni bir unsur ortaya çıktı. İÖ 1000 yılına kadar silahlar tunçtan yapılırdı... Ticarette, Girit adası öncülük etmiş gibi görünüyor. İÖ 2500'den İÖ 1400'e kadar... Girit'te Minos denilen... ileri bir kültür vardı... kalanlar Mısır... kasvetinden çok farklı bir neşe ve neredeyse yoz bir lüks izlenimi verir./... Girit... ticaret, İÖ 1500 civarında en yüksek noktasına ulaştı... Girit uygarlığının merkezi, Knossos'ta... "Minos Sarayı"ydı... İÖ on dördüncü yüzyılın sonunda muhtemelen Yunanistan'dan gelen istilacılar tarafından yıkıldılar.../ Girit... En kesin Tanrıça... "Hayvanların Hanımefendisi"ydi... öbür dünya inancının kanıtları vardır. Ama... Giritlilerin neşeli insanlar oldukları... anlaşılıyor. Boğa güreşlerinden hoşlanırlardı.../ Giritlilerin... alfabeleri vardı.../ Minos uygarlığı... İÖ 1600 civarında Yunanistan anakarasına yayıldı... İÖ 900 civarına kadar varlığını sürdürdü. Bu anakara uygarlığına Mykenai denilir... Homeros'ta tasvir edilen uygarlıktır./... Yunanlar peş peşe üç dalga halinde Yunanistan'a geldi; önce İonyalılar, sonra Akhalar ve sonunda Dorlar. İonyalılar... Girit uygarlığını... benimsemiş görünüyorlar; daha sonra Romalıların Yunanistan uygarlığını benimsemesi gibi... İonya ve Akha savaşlarıyla zayıflayan Mykenai uygarlığı, son Yunan istilacılar, Dorlar tarafından yıkıldı... Dorlar atalarının özgün Hint-Avrupa dinine bağlı kaldılar. Bununla birlikte Mykenai zamanının dini özellikle aşağı sınıflarda varlığını sürdürdü ve klasik Yunanistan'ın dini, ikisinin harmanlanmasıydı.../... Mykenai... Uygarlıklarının... sona erdiği sırada tuncun yerini demirin aldığını ve deniz üstünlüğünün bir süre Fenikelilere geçtiğini biliyoruz./ Mykenai çağı... bazı istilacılar... tarımcı oldu; bazıları... adalara ve Küçük Asya'ya... Sicilya'ya ve güney İtalya'ya... deniz ticaretiyle geçinen kentler kurdu. Yunanlar ilk önce bu kıyı kentlerinde uygarlığa nitelik olarak yeni katkılarda bulundular; Atinalıların üstünlüğü daha sonra geldi ve eşit ölçüde deniz gücüyle bağlantılıydı./ Yunanistan anakarası dağlıktır ve büyük ölçüde verimsizdir... denize kolayca ulaşılan, dağların kolay kara iletişimini engellediği çok sayıda bereketli vadi vardır. Bu vadilerde... ayrı ayrı küçük topluluklar ortaya çıktı. Bu koşullarda, bir topluluğun nüfusu iç kaynaklara fazla gelecek kadar artar artmaz, karada geçinemeyenlerin denizciliğin yolunu tutmaları doğaldı. Anakaranın kentleri... koloniler kurdular.../ Yunanistan'ın farklı bölgelerinde çok farklı toplumsal sistemler vardı. Sparta'da küçük bir aristokrasi... ticaretin ve sanayinin geliştiği yerlerde özgür yurttaşlar köle istihdam ederek... zenginleşti. Bu köleler... kural olarak, önce savaşta esir alındılar. Artan zenginlikle birlikte saygın kadınların yalıtılmışlığı da arttı./ Önce monarşiden aristokrasiye, ardından tiranlık ve demokrasiye çok genel bir gelişim vardı. Krallar, Mısır ve Babil kralları gibi, mutlak değildi... "Tiranlık" mutlaka kötü yönetim anlamına gelmezdi; yalnızca yetki hakkın ı miras yoluyla elde etmemiş bir kişinin yönetimi demekti. "Demokrasi,"... yurttaşların yönetimi demekti... Zenginlikleri... altın ve gümüş madenleriydi... Lydia krallığından gelen yeni para kurumu, bu madenleri daha karlı hale getirdi. Para, İÖ 700'den kısa süre önce icat edilmiş gibi görünüyor./ Yunanlar için ticaretin ya da korsanlığın -başlangıçta ikisi pek ayrı değildi- en önemli sonuçlarından biri, yazma sanatının edinilmesiydi... Yunanların alfabe yazısını edindiği tarih belli değildir. Bu sanatı... Fenikelilerden öğrendiler. On dördüncü yüzyılda Akhenaten'e (Mısırın heretik kralı) yazan Suriyeliler hala Babil çiviyazısını kullanıyorlardı; ama Sur krali Hiram, olasılıkla Mısır yazısından geliştirilen Fenike alfabesini kullanmaktaydı. Mısırlılar başlangıçta salt resim yazı kullandı; resimler giderek... heceleri... ve sonunda da... harfleri temsil eder oldu... Fenikelilerin attığı bu son adım, bütün avantajlarıyla alfabeyi kazandırdı. Yunanlar... alfabeyi değiştirip kendi dillerine uyarladılar ve yalnızca sessiz harflerden oluşan alfabeye sesli harfler de ekleyerek büyük bir yenilik gerçekleştirdiler. Bu kullanışlı yazı yazma yöntemini edinmenin Yunan uygarlığının yükselişini büyük ölçüde hızlandırdığından kuşku duyulamaz./ Helen uygarlığının ilk dikkate değer ürünü Homeros'tu... bir şair dizisi olduğuna ilişkin yaygın bir görüş vardır. Bu görüşü savunanlara göre, İlyada ve Odysseia'nın tamamlanması yaklaşık iki yüz yıl, İÖ 750'den 550'ye kadar sürdü... Homeros şiirlerini, İÖ 560'tan 527'e kadar hüküm süren... Peisistratos Atina'ya getirdi... Atinalı gençler Homeros'u ezberledi ve bu, eğitimlerinin en önemli bölümüydü.../ Homeros şiirleri... çeşitli hurafeleri küçümseyen, uygar bir aristokrasinin bakış açısını temsil eder. Çok daha sonra, bu hurafelerin çoğu tekrar gün ışığına çıktı. Arkeolojinin yol gösterdiği birçok modern yazar şu sonuca ulaştı: Homeros, ilkel olmaktan çok uzak bir arıtıcıydı; üst sınıfın görgülü aydınlanma idealini savunan, eski mitleri rasyonelleştiren bir tür on sekizinci yüzyıl adamıydı. Homeros'ta dini temsil eden Olympos Tanrıları... Yunanların tek tapınma unsurları değildi... daha vahşi başka unsurlar da vardı. Çöküş zamanında Homeros'un bir tarafa attığı inançların, klasik dönem boyunca yarı gömülü olarak varlığını sürdürdüğü anlaşıldı. Bu olgu... şaşırtıcı görünen birçok şeyi açıklar./ İlkel din, her yerde kişisel olmaktan çok kabileseldi... bireyler... kendilerini bütün kabileyle bir hissederdi. Bütün dünyada dini evrimin belli bir evresinde kutsal hayvanlar ve insanlar kurban edildi ve yenildi. Farklı bölgelerde bu evre çok farklı tarihlerde gerçekleşti. İnsan kurban etmek, insan kurban eti yemekten genellikle daha uzun sürdü; Yunanistan'da tarihsel zamanın başlangıcında henüz ortadan kalkmamıştı... yaygındı.../ Homeros'ta dinin çok dinsel olmadığını kabul etmek gerekir. Tanrılar tamamen insandır; yalnızca ölümsüz ve insanüstü güçlere sahip olmalarıyla farklıdırlar... Geç olduğu sanılan bazı pasajlarda Voltaire'ci saygısızlıkla ele alınırlar. Homeros... sahici dini duygu... Zeus'un bile tabi olduğu Kader... gibi gölge varlıklarla ilgilidir. Kader Yunan düşüncesini büyük ölçüde etkiledi ve belki de, bilimin doğa yasasına inancı türettiği kaynaklardan biriydi./ Homeros Tanrıları... bereket... değil, fetihçi bir aristokrasinin Tanrılarıydı... Murray'ın dediği gibi:/ "Pek çok ulusun Tanrıları dünyayı yarattığını iddia eder. Olympos'lular böyle bir iddiada bulunmaz. Yaptıkları, en fazla dünyayı fethetmekti... Hernaggi dürüst bir işi neden yapmak zorunda olsunlar?... Onlar fetih yapan kabile reisleridir, oyun oynarlar, müzik yaparlar; çok içerler... kükrerler. Kendi kralları dışında kimseden korkmazlar. Aşk ve savaş dışında, asla yalan söylemezler."/ Homeros'un insan kahramanları da aynı derecede çok uslu değildir. Önde gelen aile Pelops Sarayı'dır, ama mutlu bir aile modeli kurmayı başaramadı./ "Hanedanın Asyalı kurucusu Tantalos, doğrudan Tanrılara karşı bir suç işleyerek kariyerine başladı; bazılarının dediğine göre, Tanrıları kandırıp insan eti, kendi oğlu Pelops'un etini yedirtmeye çalıştı... Pelops da... suç işledi... ödüllendirme sözü verdiği suç ortağını denize atarak, ondan kurtuldu. Lanet, Yunanların ate dediği şey... suç işleme dürtüsü biçiminde oğulları Atreus ve Thyestes'e geçti. Thyestes kardeşinin karısını kötü yola düşürdü... Atreus da kardeşini... çağırıp, ona kendi çocuklarının etiyle ziyafet çekti. Lanet, şimdi de Atreus'un oğlu Agamemnon'a geçti; o da kutsal bir geyiği öldürerek Artemis'i incitti. Tanrıçayı yatıştırmak... için kendi kızı Iphigenia'yı kurban etti.../ Bitmiş bir başarı olarak Homeros İonya'nın, yani Helen Küçük Asya'nın bir parçası ile komşu adaların bir ürünüydü. En azından altıncı yüzyılda bir ara Homeros şiirleri şimdiki biçimiyle sabitlendi. Yunan bilimi, felsefesi ve matematiği de bu yüzyılda başladı... Konfçyüs, Budha ve Zerdüşt, eğer var oldularsa, olasılıkla aynı yüzyıla aittirler. Yüzyılın ortasında Kuroş, Pers İmparatorluğunu kurdu; yüzyılın sonuna doğru, Perslerin sınırlı bir özerklik verdiği İonya'nın Yunan kentleri, Darius'un bastırdığı sonuçsuz bir ayaklanma gerçekleştirdi ve en iyi adamları sürgün edildi. Bu dönemin birçok filozofu... kentten kente dolaşıp... İonya'yla sınırlı kalan uygarlığı yayan mültecilerdi. Dolaştıkları yerlerde iyi karşılandılar.../ Yunanistan çok sayıda küçük bağımsız devlete bölündü; bu devletlerin her biri, etrafında bir miktar arazisi bulunan bir kentten ibaretti... yalnızca az sayıda kent toplam Helen başarısına katkıda bulundu... Sparta, askeri anlamda önemliydi... Korinthos zengin ve müreffehti.../... Arkadia gibi... barbar... kırsal topluluklar vardı./... Bereketin simgesi keçiydi... Olasılıkla insan kurban etmekle ve yamyamlıkla bağlantılı, varsayımsal bir kurt-adamlar kılanı vardı. Kurban edilmiş bir insanın etini tadan herkesin bir kurt-adam haline geldiği düşünülürdü.../.../... Antik Yunanistan'da... din olduğunu hissedebildiğimiz çok şey vardı... Hıristiyan teolojinin şekillenmesinde rol oynayan köklü bir mistizmi ortaya çıkaran yol dikkat çekicidir.../ Dionysos ya da Bakkhos... bir Trakya Tanrısıydı... Bütün ilkel tarımcılar gibi... bereketi teşvik eden bir Tanrıları vardı. Adı Bakkhos'tu... Bira yapmayı keşfedince, sarhoşluğun ilahi olduğunu düşündüler... sonra, şarabı tanıyınca ve şarap içmeyi öğrenince, onunla ilgili görüşlerini değiştirdiler.../... Bakkhos kültü... Vahşi hayvanları parçalara ayırıp çiğ yeme gibi birçok barbarca unsur barındırmaktaydı. Tuhaf bir feminizm unsuru vardı.../... Hızlı uygarlaşan bütün topluluklar gibi Yunanlar da... bir ilkel sevgisi ve güncel ahlak ilkelerinin onayladığından daha içgüdüsel ve tutkulu yaşam tarzına bir özlem geliştirdi... daha çok davranış bakımından uygar olan erkek ve kadın için rasyonellik sıkıcıdır ve erdem, bir yük ve kölelik olarak hissedilir.../ Uygar kişi vahşiden esas olarak basiretle... ön-görüyle ayırt edilir. Uygar kişi, gelecekteki hazlar... uğruna şimdiki acılara katlanmak ister. Tarımın yükselişiyle birlikte bu alışkanlık önemli olmaya başladı... Gerçek öngörü, hiçbir dürtünün itmediği bir şeyi, ileride yararlı olacağını aklı ona söylediği için yapınca ortaya çıkar. Avcılık zevkli olduğu için, öngörü gerektirmez; ama toprağı sürmek emektir ve kendiliğinden dürtüyle yapılmaz./ Uygarlık dürtüyü yalnızca öngörüyle değil, hukuk, görenek ve dinle de kontrol eder... Belli hareketler suç olarak etiketlenir... kötü sayılır... Özel mülkiyetin kurumlaşması, kadınların bağımlılaştırılmasını ve genellikle bir köle sınıfının yaratılmasını birlikte getirir. Bir yanda topluluğun aamaçları bireye kabul ettirilir; diğer yanda... daha fazla şimdisini geleceğe feda eder./... Dionysos'a tapan kişi basirete karşı çıkar... mest halindeyken... duygu yoğunluğunu geri getirir; dünyayı zevk ve güzellikle dolu olarak görür... Bakkha ritüeli, etimolojik olarak tanrıyla bir olduğuna inanan müminin içine tanrının girmesi anlamına gelen ve "şevk" denilen şeyi üretir. En büyük insan başarısının çoğu, mest olma öğesini, tutkunun basireti bir tarafa itmesini gerektirir. Bakkha öğretisi olmasa, yaşam ilginç olmaz; olunca, yaşam tehlikeli olur. Tutkuya karşı basiret.../ Düşünce alanında aklı başında uygarlık kabaca bilimle eşanlamlıdır, ama katışıksız bilim doyurucu değildir; insanların tutkuya, sanata ve dine ihtiyacı vardır... Yunan filozoflar arasında... bilimsel olanlar ve dinsel olanlar vardı; dini olanlar... Bakkhos dinine çok şey borçluydu. Bu durum özellikle Platon ve onun üzerinden, daha sonra sonunda Hıristiyan teolojide cisimleşen gelişmeler için de geçerlidir./... Dionysos ibadeti, vahşiceydi ve birçok bakımdan itiiciydi. Filozofları etkileyen bu biçimi değil, Orpheus'a atfedilen, çileci, fiziksel sarhoşluğun yerine zihinsel sarhoşluğu geçiren, tinselleştirilmiş biçimiydi./ Orpheus bulanık, ama ilginç bir figürdür... Geleneğe göre, Bakkhos gibi Orpheus da Trakya'dan geldi... Girit'ten gelmiş olması olası görünüyor... ilk kaynağı Mısır'mış gibi... Mısır, esas olarak Girit üzerinden Yunanistan'ı etkiledi. Orpheus'un... bir reformcu olduğu söylenir... bir rahip ve bir filozoftu./... Orpheusçular... Ruh göçüne inanırlardı... öbür dünya... belli kirlenme türlerinden uzak durarak "saf" olmayı amaçlıyorlardı... hayvansal gıdalardan uzak duruyorlardı... Sonunda bir kişi Bakkhos'la bir olabilir ve ona "Bakkhos" denilir. Ayrıntılı bir teoloji vardı; buna göre Bakkhos iki kez doğuyordu, bir kez annesi Semele'den, bir kez de babası Zeus'un baldırından./ Dionysos mitinin birçok biçimi vardır.../.../ Orpheusçular çileci bir tarikattı; onlar için şarap, daha sonra Hıristiyan ayininde olduğu gibi, yalnızca bir simgeydi. Ulaşmaya çalıştıkları sarhoşluk, "şevk" sarhoşluğu, Tanrı'yla bir olma sarhoşluğuydu. Bu şekilde, olağan yollarla elde edilemeyen mistik bilgiyi edineceklerine inanıyorlardı. Bu mistik öğe, Pythagoras'la birlikte Yunan felsefesine girdi; Orpheus'un Dionysos dininin reformcusu olması gibi, Pythagoras da Orpheusçuluğun reformcusuydu. Orpheusçu öğeler, Pythagoras'tan Platon'un felsefesine ve Platon'dan da, bir ölçüde dini olan en son felsefeye girdi./ Orpheusçuluğun etkili olduğu her yerde... Bakkhosçu bazı öğeler varlığını sürdürdü. Bu öğelerden biri, Pythagoras'ta epeyce bulunan ve Platon'da kadınlara tam siyasal eşitlik isteyecek kadar ileri giden feminizmdi... Bakkhosçu bir öğe de, şiddetli heyecana saygıydı. Yunan tragedyası Dionysos ayinlerinden türedi. Euripides... iyi huylu aşırı ahlakçı kişiye saygısı yoktur./.../... Orpheusçu için bu dünyada yaşam acı ve bitkinliktir.../.../ Bütün Yunanlar değil, ama büyük bir bölümü tutkuluydu, mutsuzdu... cehennemi yaratan inatçı benlik davasını ve cenneti tasavvur etme imgelemine sahipti. "Gereğinden fazla hiçbir şey" diye bir özdeyişleri vardı, ama aslında her şeyde... aşırıydılar. Büyük değilken onları büyük yapan, tutku ile anlığın birleşmesiydi... Mitolojideki ilk örnekleri Olympos'la Zeus değil, cennetten ateşi getiren ve öncesiz-sonrasız işkenceyle ödüllendirilen Prometheus'tu./... Aslında Yunanistan'da iki eğilim vardı: Biri tutkulu, dini, mistik, uhrevi; diğeri neşeli, empirik, rasyonalist ve çeşitli olguların bilgisini edinmeyle ilgili. Herodotos... Aristoteles ikinci eğilimi temsil eder.../... Orpheusçu öğreti... dar bir çevreyle sınırlı kaldı. Tam bin yıl geçtikten sonra, bu düşünceler -doğrusu oldukça farklı bir teolojik giysi içinde- Yunan dünyasında zafere ulaştı./.../ Burnet... Orpheusçu inançlar ile aşağı yukarı aynı zamanda Hindistan'da yaygın olan inançlar arasında çarpıcı bir benzerlik olduğunu ifade eder... Orpheusçular... "kilise" diyebileceğimiz şeyi... herkesin erginleşmeyle kabul edilebildiği dini topluluklar kurdular ve bu toplulukların etkisinden, bir yaşam tarzı olarak felsefe kavrayışı doğdu" 31-64
-"Miletos Okulu/.../ Thales... Miletos'un yerlisiydi; Miletos'ta... sert bir sınıf mücadelesi vardı.../... İÖ yedinci ve altıncı yüzyıllarda... gelişmeler yaşandı... aristokrasi... tüccarlar plütokrasisi... demokratik partinin desteğiyle iktidarı eline geçiren, (her zamanki gibi) bir tiran aldı. Lydia... Ninova düşene kadar, (İÖ 606) bu kentlerle dost kaldı... Ninova'nın düşüşü Lydia'nın dikkatini Batıya çevirmesine olanak verdi... Mısır kralı Yunan paralı askerlere bağımlıydı... Mısır'da... Yunan yerleşmesi... en önemlisi, İÖ 610-560 arası dönemde, Daphnai'ydi. Yeremya ve diğer Yahudiler Nebukadnezar'dan kaçıp buraya sığındı... ama Mısır, Yunanları... etkilediği halde, Yahudileri etkilemedi, Yeremya'nın kuşkulu İonyalılara karşı korkudan başka bir şey hissettiği varsayılamaz./... Miletos, Lydia'nın müttefikiydi.../ Thales... geometri... O, denizde bir geminin uzaklığını... bir pramitin yüksekliğini, gölgesinin uzunluğundan hareketle kestirmeyi keşfetmiş gibi görünüyor.../.../ Miletos okulunun ikinci filozofu Anaksimandros, Thales'ten daha ilginçtir... İÖ 546... Bütün şeylerin bir tek ilk tözden geldiğini... savundu. Bu töz sınırsız, sonsuz ve yaşlanmayandır.../.../ Miletos okulu başardıklarından ötürü değil, kalkıştıklarından ötürü önemlidir. Yunan zihninin Babil ve Mısır'la ilişkiye girmesiyle var oldu... Sordukları sorular iyi sorulardı.../ Yunan felsefesinde... bir sonraki evre daha dinidir ve özellikle daha fazla Orpheusçudur... başarı açısından hayranlık vericidir, ama ruh olarak Miletoslulardan daha az bilimseldir" 65-69, 72, 73
-"Pythagoras/... İspatlayıcı... matematik onunla başladı.../... Samos adasının yerlisiydi ve İÖ 532 civarında yıldızı parladı.../ Samos, Miletos'un ticari rakibiydi... Samos tiranı.../ Ploykrates bir sanat hamisiydi... ama Pythagoras onun yönetiminden hoşnut değildi ve Samos'u terk etti... güney İtalya'da Kroton'a yerleştiği kesindir./ Güney İtalya'nın Yunan kentleri... zengin ve müreffehti; dahası Pers tehlikesine açık değillerdi... birbirleriyle kıran kırana savaşırlardı.../ Kroton'da Pythagoras... bir cemaat kurdu... sonunda yurttaşlar... aleyhine döndü... göçtü.../ Pythagoras, tarihteki en ilginç ve kafa karıştırıcı kişilerden biridir... yanlış ile doğrunun... karışımı... çok tuhaf bir psikoloji... baklagiller yemeyi günah sayan bir din kurdu... ama günahkarlar baklagillerin özlemini çekti ve isyan etti./.../ Cornford... Pythagorasçılık, diyor, Orpheusçulukta bir reform hareketiydi; Orpheusçuluk, Dionysos inancında bir reform hareketiydi. Rasyonel ile mistik arasında bütün tarih boyunca devam eden karşıtlık, ilk önce Yunanlarda Olymposlu Tanrılar ile... ilkel inançlara daha yakın ve daha az uygar diğer Tanrılar arasındaki karşıtlık olarak ortaya çıkar. Bu ayrımda Pythagoras mistisizmin safındaydı; ama onun mistisizmi, kendine özgü entelektüel türden bir mistisizmdi. Kendine yarı-ilahi bir nitelik atfetti.../.../ Kurduğu cemaatte... mülkiyet ortaktı.../.../... matematiğin arada bir verdiği aniden anlamanın sarhoş edici zevkini yaşayanlara.../.../ Pythagoras'ın dini peygamber olarak ve soyut matematikçi olan iki yanı... Her iki bakımdan da inanılmaz etkili oldu.../ Pek çok bilim, başlangıcında, onlara itibari bir değer kazandıran yanlış bir inanç biçimiyle bağlantılı olmuştur. Astronomi astrolojiyle, kimya simyayla bağlantılıydı. Matematik, daha ince bir yanlışlık tipiyle bağlantılıydı... kesin... gibi görünüyordu; dahası, gözleme ihtiyaç olmadan salt düşünmeyle elde edilmekteydi. Dolayısıyla gündelik empirik bilginin ulaşamadığı bir ideali sunduğu düşünüldü. Matematiğe dayanılarak düşüncenin duyudan, sezginin gözlemden üstün olduğu varsayıldı. Duyu dünyası matematiğe uymazsa bu, duyu dünyası için çok kötü olur. Çeşitli yollarla matematikçinin idealine daha fazla yaklaşmanın yöntemleri arandı ve bunun sonucunda ortaya çıkan öneriler, metafizikte ve bilgi teorisinde yanlış olan birçok şeyin kaynağıydı. Bu felsefe biçimi Pythagoras'la başladı./... Pythagoras "bütün şeyler sayıdır" demiştir... Müzikte sayıların önemini keşfetti.../... en büyük keşfi dik açılı üçgenlerle ilgili önermeydi, yani dik açıya komşu kenarların karesi hipotenüsün karesine eşittir.../ Pythagoras'ın şanssızlığına, teoremi, bütün felsefesini çürütecek gibi görünen ölçülemezlerin keşfine yol açtı.../ Bu argüman şunu kanıtladı: Hangi uzunluk birimi benimsenirse benimsensin, birimle tam ölçülebilen sayısal ilişkisi bulunmayan uzunluklar vardır... Bu durum, Yunan matematikçileri geometrinin aritmetikten bağımsız kurulması gerektiğine inandırdı... Bu, Eukleides'te kusursuzlaşır... birçok şeyi geometrik olarak kanıtlar. Ölçülemezlerle ilgili zorluktan ötürü, bu yolu gerekli gördü... Descartes koordinat geometrisini tanıtıp geometriyi yeniden üstün hale getirdi.../ Geometrinin felsefe ve bilimsel yöntem üzerindeki etkisi köklü olmuştur. Yunanların kurduğu şekliyle geometri aşikar olan... aksiyomlarla başlar... akıl yürütmeyle... aşikar olmaktan çok uzak bir teoreme ulaşır... Bu yüzden... tümdengelimi kullanarak, fiili dünyayla ilgili şeyler keşfetmek mümkün gibi göründü. Bu görüş Platon'u, Kant'ı ve aradaki pek çok filozofu etkiledi. Bağımsızlık Bildirgesi "bu hakikatleri aşikar kabul ediyoruz" dediğinde, Eukleides'i model alıyor. On sekizinci yüzyıl doğal haklar öğretisi, siyasette Eukleidesçi aksiyomlar arayışıdır. Newton'ın Principia'sının biçimine... Eukleides egemendir. Tam skolastik biçimleriyle teoloji, üslubunu aynı kaynaktan alır. Kişisel din esrimeden, teoloji matematikten türer ve Pythagoras'ta ikisi de bulunur./ Bana göre matematik, duyuüstü anlaşılır bir dünyaya inancın yanı sıra, öncesiz-sonrasız ve tam hakikate inancın da baş kaynağıdır. Geometri tam daireleri ele alır; ama duyulur hiçbir nesne tam olarak daire değildir... mistik öğretiler de soyut matematikten güç aldı; çünkü matematiksel nesneler, örneğin sayılar, gerçekler, öncesiz-sonrasızdırlar ve zamana bağlı değildir. Bu tür öncesiz-sonrasız nesneler, Tanrı'nın düşünceleri olarak tasavvur edilebilir. Platon'un Tanrı'yı bir geometrici kabul eden öğretisi ve Sir James Jeans'ın Tanrıyı aritmetiğe düşkün gören inancı buradan kaynaklanır... vahiy dinine karşıt olarak rasyonalist dine... matematik... egemen olmuştur./ Pythagoras ile başlayan matematik ile teolojinin birleşimi... din felsefesini karakterize etti... dinin ve akıl yürütmenin, ahlaki arzunun zamansız olana mantıksal hayranlıkla harmanlanması söz konusudur; bu harmanlanma Pythagoras'tan gelir... Pythagoras'ın nerede yanıldığını açıkça söylemek ancak çok yakın zamanda olanaklı oldu. Düşünce alanında onun kadar etkili olmuş başka birini tanımıyorum... çünkü Platonculuk olarak görünen şey çözümlendiğinde, özünde Pythagorasçılık olduğu görülür. Duyulara değil zihne açılan öncesiz-sonrasız bir dünya kavrayışı, ondan türemiştir. O olmasaydı Hıristiyanlar İsa'yı Söz olarak düşünemezdi; o olmasaydı teologlar Tanrı'nın ve ölümsüzlüğün mantıksal kanıtlarını aramazdı, ama bütün bunlar onda henüz örtüktür" 65-88
-"Herakleitos/ Bugün Yunanlara yönelik iki karşıt tutum yaygındır... bir tutum Yunanlara, neredeyse hurafeye varan bir saygıyla bakıp, onları bütün iyi şeylerin mucidi... insanüstü deha... olarak görür... diğer tutum, eskilerin otoritesini ağır bir yük sayar... Bu uç görüşlerden... her biri kısmen doğrudur, kısmen yanlıştır.../... metafizikte ilerleme... hipotezlerin... yeniden formüle edilmesine dayanmıştır. Evreni bu sistemlerin her birine göre kavramayı öğrenmek imgesel bir zevktir ve dogmatizmin panzehiridir. Dahası, hipotezlerden hiçbiri kanıtlanamasa bile her birini... tutarlı hale getirmenin gerektirdiği şeylerin keşfinde sahici bir bilgi vardır. Şimdi modern felsefeye egemen olan hipotezlerin neredeyse tümü ilk önce Yunanlar tarafından düşünüldü; soyut konularda imgesel yaratıcılıkları ne kadar övülse azdır... onları... teorileri doğuran kişiler olarak görüyorum./... Yunanlar soyut düşünceye, kalıcı değeri daha fazla olduğu anlaşılan başka bir şey kattı: Matematiği ve tümdengelimli muhakeme sanatını keşfettiler. Özellikle geometri bir Yunan buluşudur; o olmasaydı modern bilim olanaksız olurdu, ama matematik konusunda Yunan dehasının tek yanlılığı ortaya çıkar: Gözlemlenenden tümevarımlı bir biçimde değil, aşikar görünenden tümdengelimli bir biçimde akıl yürüttü. Bu yöntemi kullanmadaki şaşırtıcı başarıları... modern dünyanın büyük bölümünü de yanılttı. Tikel olgulara ilişkin gözlemlerden tümevarımlı bir biçimde ilkelere ulaşmaya çalışan bilimsel yöntemin, filozofun zihninden çıkan parıltılı aksiyomlardan tümdengelime Helen inancının yerini alması çok yavaş olmuştur... Aralarında birkaçı sezmiş olmasına rağmen bilimsel yöntem bir bütün olarak onların kafa yapısına yabancıdır... onları yüceltme girişiminin, modern düşünce üzerinde engelleyici bir etkisi vardır./... hiçbir kişinin herhangi bir konuda eksiksiz ve nihai hakikate ulaşmış olması olası değildir.../... Herakleitos ile Pythagoras arasında, daha az önemli bir filozof vardır: Ksenophanes... İonya doğumluydu... Bütün şeylerin toprak ve sudan oluştuğuna inandı... insandan farklı olan, "bütün şeylere zihin gücüyle zahmetsiz hükmeden" tek Tanrı'ya inandı. Pythagorasçı ruh göçü öğretisiyle dalga geçti.../.../ Pythagoras... okulunun etkisi, diğer filozofların etkisinden sonra olmuştur. O filozoflardan hala etkili bir teori icat eden ilki, İÖ 500 civarında yetişen Herakleitos'tu... her şeyin akış halinde olduğunu öne süren öğretisiyle ünlüydü; ama bu... metafiziğin yalnızca bir yanıydı./ Herakleitos... Bir mistikti... Ateşi temel töz olarak görüyordu; her şey, bir ateşteki alev gibi, başka bir şeyin ölümüyle doğar.../... Küçümsemeye çok düşkündü ve bir demokratın tersiydi... önceki ünlüler hakkında kötü konuşur... Tek istisna... Teutamos'tu... nedenini araştırdığımızda, Teutamos'un "pek çok insan kötüdür" dediğini buluyoruz./.../... Herakleitos savaşa inanır. "Savaş," diyor, "her şeyin babasıdır ve her şeyin kralıdır; bazılarını Tanrı, bazılarını insan yaptı, bazılarını bağımlı ve bazılarını özgür kıldı."... "... çatışma adalettir; bütün şeyler çatışmayla var olur ve yok olur."/ Onun etiği bir tür gururlu çileciliktir. Nietzsche'ninkine çok benzer. Ruhu, ateşin ve suyun karışı olarak görür; ateş soylu, su bayağıdır.../... kendi dini vardır.../.../... ateşin ilk öğe olduğuna, her şeyin ondan doğduğuna inanıyordu... Thales... su... Anaksimenes hava... Herakleitos ateşi tercih etti. Sonunda Empedokles dört elemente, toprak, hava, ateş ve suya izin vererek devlet adamlarına yakışır bir uzlaşma önerdi. İlkçağ kimyası bu noktada çakılıp kaldı. Müslüman simyacılar felsefe taşını, yaşam iksirini ve adi metalleri altına dönüştürme yöntemini bulma arayışına başlayana kadar, bu bilimde hiçbir ilerleme kaydedilmedi./.../ Kalıcı bir şey arayışı, insanları felsefeye götüren en derin içgüdülerden biridir. Kuşkusuz yuva sevgisinden ve tehlikelere karşı bir sığınak arzusundan kaynaklanır... Din iki biçimde kalıcılığı arar: Tanrı ve ölümsüzlük... moder liberal teoloji, Tanrı katında ilerleme ve Tanrı kafasında evrim olduğuna inanır.../.../ Felsefe gibi bilim de... sürekli akış öğretisinden kurtulmaya çalıştı. Kimya bu arzuyu yerine getirecek gibi göründü... ateşin, yalnızca hal değiştirdiği anlaşıldı: Elementler yeniden birleşir... varlığını sürdürür... fiziksel dünyadaki her değişimin yalnızca kalıcı elementlerin yeniden düzenlenmesinden ibaret olduğu varsayıldı. Bu görüş radyoaktıvıte kaşfedilene, atomların dağılabildiği anlaşılana kadar geçerli kaldı./... Kalıcı olan şey olarak, maddenin yerini enerji almak zorundaydı; ama enerji, maddeden farklı olarak, genel "şey" fikrinin gelişmiş hali değildir; yalnızca fiziksel süreçlerin bir karakteristiğidir. Hayali bir biçimde Herakleitos'un Ateşiyle özdeşleştirilebilir; ama bu, yakan değil, yanandır. "Yakan" modern fizikten silinmiştir./... astronomi gök cisimlerini baki saymamıza artık izin vermiyor... Güneş... eninde sonunda... patlayıp bütün gezegenleri yok edecektir" 89-105
-"Yunanlar... ılımlılığa düşkün değildi. Herakleitos her şey değişir diye savundu; Parmenides, hiçbir şey değişmez diye karşılık verdi./... Parmenides'i tarihsel olarak önemli kılan şey... bir metafizik argüman bicini bulmuş olmasıdır.../... Duyuları aldatıcı saydı... Tek gerçek... "Bir"dir.../.../ Argümanı şöyle ifade edebiliriz: Dil anlamsız değilse, sözcükler... var olan bir şeyi ifade etmelidir.../.../... Parmenides'in savının yanılgısını gösterir./ Sözcüklerin anlamındaki bu sürekli değişim... perdelenir.../.../ Modern zamana kadar sonraki felsefe Parmenides'ten... tözün yok edilemezliğini alıp kabul etti" 106-113
-"Empedokles/ Pytagoras'ta bulduğumuz filozof, peygamber, bilim insanı ve şarlatan karışımının eksiksiz örneği, İÖ 440... Empedokles'ti. Sicilya... Akragas'ın bir yurttaşıydı... Tanrı olduğunu iddia eden demokrat bir politikacıydı... sürüldü... siyaset ile bilimi birleştirdi... sürgünken, bir peygamber oldu./... bir Tanrı olduğunu kanıtlamak için Etna yanardağının kraterine atlayarak öldü.../.../ Bilime en önemli katkısı, havanın ayrı bir töz olduğunu keşfetmesiydi.../.../ Bitkilerde cinsiyet olduğunu biliyordu; bir evrim ve doğal seçilim teorisi vardı.../.../... toprak, hava, ateş ve suyu dört öğe olarak saptayan oydu... Bunlar... farklı oranlarda karıştırılabilir... Bunları Sevgi birleştirmekte, Çatışma ayırmaktaydı... Sevginin tamamen galip geldiği bir altın çağ olmuştu. O çağda insanlar yalnızca Kıbrıslı Aphrodit'e tapardı. Dünyadaki değişimleri herhangi bir amaç değil, Şans ve Zorunluluk yönetir" 115-118
-"Atina'nın büyüklüğü iki Pers savaşı sırasında başlar (İÖ 490 ve İÖ 480-79)... Atina'nın... Darius'a karşı (490) ve... Kserkes'e karşı (480) zaferi, Atina'ya büyük itibar kazandırdı... İonyalılar Perslere başkaldırmıştı... Bu savaşta... Spartalılar yer almadı... Atina, Perslere karşı ittifakta en etkili ortak haline geldi... bir Atina imparatorluğuna dönüştürdü... İÖ 430... Perikles'in bilgece yönetimi altında... refaha kavuştu./.../ Kserkes Atina'yı ele geçirmiş ve Akropolis'teki tapınaklar yakılıp yok edilmişti. Perikles... inşasına adadı... Panthenon... yapıldı.../ Tarihin babası Heredotos... Halikarnasos'un... yerlisiydi; ama Atina'da yaşadı... Per savaşları... Atina'nın bakış açısıyla yazdı./ Atina'nın Perikles zamanındaki başarıları, herhalde, bütün tarihin en şaşırtıcı işidir... En fazla oldukları zamanda, İÖ 430 civarında, Atinalıların sayısının yaklaşık 230.000 olduğu (köleler dahil) tahmin edilmektedir... hiçbir bölge bu kadar mükemmel eser üretme yeteneği sergilememiştir./ Felsefe alanına... iki büyük isimle katkıda bulunur: Sokrates ve Platon.../... Platon Atinalı aristokrat bir aileye mensuptu... Platon2un çalışmak zorunda olmayan gençleri... felsefe peşinde.../ Fakat bu altın çağı üreten kuvvetler dengesi sallantılıydı... tehdit altındaydı; içeriden demokrasinin, dışarıdan Sparta'nın.../... başlangıcında... Atian büyük değildi, ama... kalifiye zanaatkarlar ve ustalar nüfusu barındırmaktaydı... bağ ve zeytin yetiştirmek, tahılı esas olarak Karadeniz kıyısından ithal etmek daha karlı bulundu... küçük çiftçiler borca girdi... kral, siyasi yetkisi olmayan salt dini bir memur haline geldi. Yönetim... aristokrasinin eline geçti... Atina demokrasisinin liderler siyasal iktidardan daha fazla pay istemeye başladılar... Atina'nın ekonomik refahının bağlı olduğu emperyalist politikası Sparta'yla daha fazla sürtüşmeye neden oldu ve sonunda, Atina'nın tamamen yenildiği Peloponessos Savaşı'na (431-4) yol açtı./ Siyasal çöküşe rağmen Atina'nın itibarı devam etti ve neredeyse bin yıl boyunca felsefenin merkezi oldu. İskenderiye matematikte ve bilimde Atina'yı gölgede bıraktı; ama Platon ve Aristoteles Atina'yı felsefi olarak üstün hale getirdi. Platon'un ders verdiği Akademi... İÖ (İS, değil mi?-Benim notum) 529'da, Iustinianus'un dini bağnazlığı yüzünden kapatıldı ve Karanlık Çağ Avrupa'nın üzerine çöktü" 124-129
-"Anaksagorsas... İonyalıydı... bilimsel, rasyonalist geleneğini sürdürdü. Atinalılara felsefeyi ilk o tanıttı ve zihni, fiziksel değişimin temel nedeni olarak öneren ilk kişi oydu./... İÖ 500... Klazomenai'de (Urla) doğdu... otuz yılını... Atina'da geçirdi. Hemşerilerini uygarlaştırmak isteyen Perikles'in teşvikiyle Atina'ya gelmiş olabilir.../.../... Perikles yaşlanınca, muhalifleri, Perikles'in dostlarına saldırarak ona karşı bir kampanya başlattı... Anaksagoras hakkında dava açıldı... Atina'dan ayrılmak zorunda kaldı. Perikles'in onu hapishaneden çıkarıp uzaklaşmasını sağlamış olması olası görünüyor.../... her şeyin sonsuz derecede bölünebilir olduğunu ve maddenin en küçük parçasının bile her öğeden bir miktar içerdiğini savundu.../... öncekilerden farkı, zihni (nous) canlı şeylerin bileşimine giren ve onları ölü maddeden ayıran bir töz olarak görmesiydi. Her şeyde, diyor, zihin dışında her şeyden bir parça vardır... Karın, siyah (kısmen) olduğunu savundu./ Zihin tüm devinimin kaynağıdır.../... bir ateistti.../ Bilimde büyük bir meziyeti vardı.../... Birinci sınıf değildir; aama Atina'ya felsefeyi getiren ilk kişi ve Sokrates'in oluşmasına yardımcı olan etkilerden biri olarak önemlidir" 130-133
-"Atomculuğu iki kişi kurdu: Leukippos ve Demokritos.../ İÖ 440 civarı... Leukippos, Miletosluydu ve bu kentle bütünleşen bilimsel rasyonalist felsefeyi sürdürdü.../ Demokritos... Trakya'da Abdera'nın yerlisiydi.../.../... Leukippos, Permenides'in temsil ettiği monizm ile Empedokles'in temsil ettiği plüralizm arasını bulmaya çalışırken atomculuğa ulaştı... modern bilimin bakış açısına benzemekteydi... Her şeyin... fiziksel olarak bölünmez olan atomlardan oluştuğuna... inanıyorlardı.../ Atomlar sürekli devinim halindeydi.../.../... her şeyin doğa yasalarına uygun gerçekleştiğine inanan katı deterministtiler... dünyanın başlangıçta... tesadüfe bağlanmış olabilir; ama dünya var olduktan sonra... mekanik ilkelerce sabitlenmiştir.../ Atomcular... dünyayı açıklamaya çalıştılar... bir olayla ilgili "neden" sorusu... iki şeyden birini kastedebiliriz. "Bu olay hangi amaca hizmet eder?"... ya da "bu olaya daha önceki hangi koşullar neden oldu?"... İlk sorunun yanıtı teolojik... ya da nihai nedenlerle açıklamadır... ikinci sorunun yanıtı, mekanikçi bir açıklamadır... Atomcular... mekanikçi bir yanıt verdiler. Onlardan sonrakiler, Rönesansa kadar, daha çok teolojik soruyla ilgilendiler ve bu yüzden bilimi çıkmaz yola soktular.../... bütün nedensel açıklamaların keyfi bir başlangıcı olmalıdır.../... Modern zamanda atom teorisi kimyanın olgularını açıklamak için canlandırıldı; ama bu olguları Yunanlar bilmiyordu... Atomcular biraz şansla, iki bin yıldan fazla bir süre sonra bazı kanıtları bulunan bir hipotez kazara buldular.../.../ Demokritos kusursuz bir materyalistti; ona göre... ruh atomlardan oluşmaktaydı ve düşünce fiziksel bir süreçti. Evrende hiçbir amaç yoktu; yalnızca mekanik yasaların yönettiği atomlar vardı.../ Demokritos... belli bir kusurdan muaf olan son Yunan filozoftur... bütün filozoflar... dünyayı anlama çabasına giriştiler. Anlamanın olduğundan daha kolay olduğunu sandılar; ama bu iyimserlikleri olmasaydı, bir başlangıç yapma cesareti bulamazlardı.../ Bu noktadan itibaren... bozulmanın... ilk tohumları atılır. Demokritos'tan sonraki en iyi felsefede bile yanlış, evrenle karşılaştırıldığında insana yapılan yersiz vurgudur. Önce Sofistlerle... taze bilgi... yerine nasıl bildiğimizi incelemeye yol açan kuşkuculuk gelir. Sonra, Sokrates'le birlikte etiğe vurgu; Platon'la birlikte, saf düşüncenin kendi kendini yaratan dünyası lehine duyular dünyasının reddi; Aristoteles'le birlikte, bilimde temel kavram olarak amaca inanç ortaya çıkar. Platon'un ve Aristoteles'in dehasına rağmen, düşüncelerinde sonsuz derecede zararlı oldukları kanıtlanan kötülükler vardır. Onlardan sonra zindelikte bir bozulma oldu ve popüler hurafe yeniden nüksetti. Katolik ortodoksluğun zaferinin bir sonucu olarak kısmen yeni bir bakış açısı doğdu; ama felsefe, Sokrates'in öncüllerini ayırt eden zindeliği ve bağımsızlığı Rönesans'a kadar tekrar kazanamadı" 134-141, 148, 149
-"Protagoras/... beşinci yüzyılın ikinci yarısında kuşkucu bir hareket... en önemli şahsiyeti Sofistlerin başı olan Protagoras'tı. "Sofist" sözcüğünün başlangıçta... bizim "profesör" dediğimiz şeye yakın bir anlamı vardı... Atina'da... demokrasi siyasal olarak galip gelmişti; ama eski aristokrat aileler... zenginliğini azaltacak bir şey yapılmamıştı. Bize Helenik kültür gibi görünen şeyi cisimleştirenler esas olarak zenginlerdi: eğitimleri ve boş zamanları vardı, seyahat etme geleneksel önyargılarını törpülemişti ve tartışmalarda harcadıkları zaman, zekalarını keskinleştirmişti. Demokrasi... kölelik kurumuna dokunmadı./... yoksul yurttaşların zenginlere yönelik ikili bir düşmanlığı vardı: kıskançlık ve gelenekçilik. Zenginlerin... günahkar ve ahlaksız oldukları varsayılıyordu eski inançları yıkıyorlardı, belki de demokrasiyi yok etmeye çalışıyorlardı. Öyle oldu ki, siyasal demokrasi kültürel muhafazakarlıkla bütünleşirken, kültürel yenilikçi olanlar siyasal gerici olma eğilimine girdi... Katolik bir örgütlenme olan Tammany'nin aydınlanmanın saldırılarına karşı, geleneksel teolojik ve etik dogmaları savunmakla uğraştığı modern Amerika'da bir bakıma benzer bir durum vardır... Amerika'da... plütokrasiyi savunmakla ilgilenen... şirket avukatları sınıfı vardır. Bazı bakımlardan işlevleri, Sofistlerin Atina'da yerine getirdiği işlevlere benzer./ Atina... sınırlılığı olmasına rağmen... demokratikti. Yargıçlar ve pek çok üst düzey memur kurayla seçilir ve kısa süreliğine görev yapardı... ortalama yurttaştılar.../... Perikles dönemi, İngiltere tarihindeki Victoria dönemine benzer. Atina zengin ve güçlüydü... Perikles'e demokratik bir muhalefet giderek güç topladı ve dostlarına birer birer saldırdı. Peloponnesos Savaşı İÖ 431'de çıktı; Atina... vebanın yıkımına uğradı... Perikles'in kendisi İÖ 430'da görevden alındı.../ Böyle bir toplulukta, demokratik politikacıların hışmına uğramaları olası kişilerin hitabet becerisi kazanmak istemesi doğaldı; çünkü Atina, kovuşturmaya çok tutkun olmasına rağmen, bir bakımdan modern Amerika'dan daha liberaldi; dinsizlikle ve gençleri yoldan çıkarmakla suçlananların kendi savunmalarını yapmalarına izin verilirdi./ Sofistlerin... bir sınıf tarafından sevilmelerinin nedenini açıklar... birçoğunun sahiden felsefeyle ilgilendiği açıktır. Platon kendini onları karikatürleştirmeye ve kötülemeye adadı.../.../ Protagoras İÖ 500 civarı... Abdera'da doğdu.../.../ Pragmatizmin üç kurucusundan biri, F.C. S. Schiller, kendisine sürekli Protagoras'ın öğrencisi derdi.../ Nesnel hakikatlere inançsızlık... pratik nedenlerle çoğunluğu hakem haline getirir. Protagoras buradan, yasanın, itibarın ve geleneksel ahlakın savunmasına gitti. Gördüğümüz gibi, Tanrıların var olup olmadıklarını bilmediği halde, Tanrılara tapılması gerektiğinden emindi.../ Protagoras... ücret karşılığı ders verdi... Platon, Sofistlerin ücret karşılığı ders verme pratiğine itiraz eder... Platon'un yeterince özel serveti vardı... Maaş almayı reddetmek için hiçbir neden görmeyen modern profesörlerin, Platon'un eleştirilerini bu kadar sıkça tekrarlamaları tuhaftır./... sofistler hariç... okullarda az çok ortak bir yaşam vardı... genellikle halka açıklanmayan batıni bir öğreti vardı... Sofistlerde bunların hiçbir yoktu. Öğretmeleri gereken şeyler, onların zihninde, dinle ya da erdemle bağlantılı değildi. Tartışma sanatını ve bu sanatta yardımcı olacak kadar bilgi öğretiyorlardı. Genel olarak, modern avukatlar gibi... kendi vardıkları sonuçları savunmakla ilgilenmiyorlardı. Felsefeyi dinle yakından bağlantılı bir yaşam tarzı gibi görenler, bu durum karşısında hayret ettiler; Sofistler onlara ahlaksız ve uçarı göründü./ Sofistlerin... uyandırdıkları nefret, bir ölçüde... entelektüel meziyetlerinden kaynaklanmaktaydı... Sofistler, bir argümanın götüreceği yere gitmeye razıydı. Çoğu kez onları kuşkuculuğa götürdü. Onlardan biri, Gorgias, hiçbir şeyin var olmadığını savundu... Platon her zaman, insanları aklında olan erdemli hale getirecek görüşleri savunma derdindedir; entelektüel açıdan pek dürüst değildir; çünkü öğretileri toplumsal sonuçlarına göre yargılamakta bir sakınca görmez. Bu konuda bile dürüst değildir; aslında tartışmayı... büktüğü halde, argümanı izlediğini... iddia eder. Bu kötülüğü felsefeye o soktu ve o günden beri varlığını sürdürmektedir. Diyaloglarına bu özelliği veren, herhalde, Sofistlere duyduğu düşmanlıktı.../ Öyle görünüyor ki, geç beşinci yüzyıl Atina'sında... ahlaksız gibi görünen siyasal öğretiler savunan kişiler vardı... Thrasymakhos şunları savunur: Güçlünün çıkarı dışında adalet yoktur; hükümetler yasaları kendi yararlarına göre yaparlar ve iktidar mücadelesinde başvurulacak gayri şahsi hiçbir standart yoktur. Platon'a göre... Kallikles de benzer bir öğreti savundu. Doğanın yasası, diyordu, güçlünün yasasıdır.../... Atina'da... Püriten yalınlıktan, dağılmakta olan gelenekselliğin kalın kafalı ve oldukça acımasız bir savunusuyla çatışma içinde, hazırcevap ve eşit ölçüde acımasız bir sinizme dönüşüm söz konusuydu. Yüzyılın başlangıcında, Perslere karşı İonya kentlerine Atina'nın öncülüğü ve İÖ 490'da Marathon zaferi gelir. Yüzyılın sonunda Atina'nın İÖ 404'te Sparta'ya yenilmesi ve İÖ 399'da Sokrates'in idamı gelir. Ondan sonra Atina siyasal önemini yitirdi, ama Hıristiyanlığın zaferine kadar koruduğu kuşku götürmez kültürel üstünlüğü kazandı./ Platon'u ve sonra... anlamak bakımından, beşinci yüzyıl Atina tarihi çok önemlidir. Birinci Pers savaşında... şöhreti Atinalılar kazandı. On yıl sonra ikinci savaşta, Yunanlar arasında deniz üstünlüğü hala Atinalılardaydı; ama karadaki zafer, Helen dünyasının kabul edilen lideri Spartalılar sayesinde kazanıldı. Ne var ki, Spartalılar dar görüşlüydü ve Persler Avrupa Yunanistan'ından atılınca, onlara karşı koymayı bıraktılar. Asyalı Yunanların öncülüğünü... başarıyla Atina üstlendi. Atina önde gelen deniz gücü haline geldi ve İonya adaları üzerinde emperyalist bir denetim kurdu. Ilımlı bir demokrat ve ılımlı bir emperyalist olan Perikles'in liderliğinde Atina zenginleşti... zenginliğin kaynağı dış ticaret olduğunda hep görüldüğü gibi, geleneksel ahlak ve geleneksel inançlar bozuldu./ O sarada Atina'da olağanüstü sayıda dahi vardı.../ Bu dönemde Atina'nın üstünlüğü entelektüel değil, daha çok sanatsaldı. Sokrates hariç, beşinci yüzyılın büyük... filozoflarından hiçbiri Atinalı değildi; Sokrates de yazar değil, yalnızca sözlü tartışmayla yetinen bir kişiydi./ İÖ 431'de Peloponnesos Savaşının çıkması ve İÖ 429'da Perikles'in ölümü, Atina tarihinde karanlık bir dönem başlattı... Spartalıların karada üstünlüğü vardı... İÖ 414'te Atinalılar, Sparta'nın müttefiki olan Siracusa'yı ele geçirmek umuduyla Sicilya'ya büyük bir sefer düzenledi; ama başarısızlıkla sonuçlandı. Savaş Atinalıları acımasızlaştırdı ve zalimleştirdi. İÖ 416'da Melos adasını ele geçirdiler, askerlik çağındaki bütün erkekleri öldürdüler... Sparta oligarşinin, Atina demokrasinin savunucusuydu. Atinalıların, İÖ 405'teki Aegospotami deniz savaşındaki son yenilgide rol oynadıkları düşünülen kendi aristokratlarının ihanetinden kuşkulanmakta haklıydılar./ Savaşın sonunda Spartalılar Atina'da Otuz Tiran olarak bilinen oligarşik bir yönetim kurdu. Başkanları Kritias da... Otuzlardan bazıları vaktiyle Sokrates'in öğrencisiydi. Hak ettikleri üzere sevilmediler ve bir yıl içinde devrildiler. Sparta'nın rızasıyla demokrasi geri getirildi; ama bu, bir genel afla iç düşmanlarından doğrudan intikam alması önlenen, ama onları kovuşturmak için af kapsamına girmeyen her bahaneden memnuniyet duyan hırçın bir demokrasiydi. Sokrates'in yargılanması ve ölümü bu atmosferde gerçekleşti (İÖ 399)" 150-153, 155-162
-"Sokrates/... İÖ 399'da yaklaşık yetmiş yaşında idam edildiği kesindir... İki öğrencisi, Ksenophon ve Platon, onun hakkında bolca yazdı, ama farklı şeyler söylediler.../ Kafası fazla çalışmayan... bir asker olan Ksenophon... Sokrates'in dinsizlikle suçlanmasına üzülür... Sokrates'in son derece dindar olduğunu... savunur.../... Sokrates'in iktidar konumlarına, yetkin kişileri getirme sorunuyla nasıl sürekli uğraştığını anlatır (Platon'un da anlattığı gibi)... Otuz Tiranla çatışma içine girince... onu iyi tanıyan tiranların şefi Kritias, gençlere ders vermesini yasakladı... Atina çoğu zaman demokratikti; öyle ki, generaller bile kurayla seçilirdi.../ Platon'un Sokrates anlatımıyla ilgili zorluğu, Ksenophon'dakinden oldukça farklıdır; yani platon2un ne ölçüde tarihsel Sokrates'i tasvir etmeyi amaçladığına ve ne ölçüde, "Sokrates" denilen kişiyi diyaloglarında kendi düşüncelerinin yalnızca sözcüsü yapmaya niyet ettiğine karar vermek çok zordur. Platon... bir deha ve... yaratıcı bir yazardır.../... Sokrates'in Savunması.../... Ona düşmanlığın gerçek gerekçesi, neredeyse kesin bir biçimde, aristokrat partiyle bağlantılı olduğunun sanılmasıydı; pek çok öğrencisi aristokrat hizbin mensubuydu... ama bu gerekçe, genel af nedeniyle açık edilemedi. Çoğunluk tarafından suçlu bulundu... hafif bir ceza önerme hakkı vardı... ölüm cezasından kurtulmak istemediği açıktır./ Davacılar demokrat bir politikacı olan Anytos... trajik bir şair olan Meletos ve tanınmamış bir retorikçi olan Lykon'du.../.../ Sokrates'in Savunması, belli tipte bir adamın berrak bir resmini verir... son nokta hariç, Hristiyan bir şehidi ya da bir Püriteni andırır.../ Tarihsel Sokrates'in bir kahin ya da daimon tarafından yönlendirildiğini iddia ettiğinden kuşku yok gibi görünüyor... Jeanne da'Arc, deliliğin genel bir belirtisi olan seslerden esinlendi. Sokrates kataleptik translara eğilimliydi.../.../ Sokrates'in çok çirkin olduğu konusunda herkes hemfikirdir.../.../ Bedensel tutkular üzerindeki egemenliği sürekli vurgulanır.../ Platon'un Sokrates'i hem Stoacıları hem Kynikleri önceler.../ Sokrates'in meşguliyetlerinin bilimselden ziyade etik olduğu oldukça kesin gibi görünüyor.../ Bilgi ile erdem arasındaki yakın bağlantı, Sokrates'in ve Platon'ın ayırt edici özelliğidir. Hıristiyanlığa karşıt olarak bütün Yunan düşüncesinde bir ölçüde vardır. Hıristiyan etikte, temiz kalp özseldir ve bilgililerde olduğu kadar bilgisizlerde de olması olasıdır. Hıristiyan etiği ile Yunan etiği arasındaki bu fark, bugüne kadar varlığını sürdürmüştür./ Diyalektiği, yani soru ve yanıtla bilgi arama yöntemi... İlk kez... Zenon tarafından sistematik olarak uygulanmış görünüyor... Sokrates'in yöntemi... geliştirdiğini varsaymak için her türlü neden vardır... Atina'daki bütün palavracılar ona karşı birleşikti./ Diyalektik yöntem bazı sorulara uygundur, bazılarına değildir.../.../... Diyalektik yöntem... mantıksal tutarlılığı geliştirme eğilimindedir ve bu bakımdan yararlıdır; ama amaç yeni olgular keşfetmek olunca, yararsızdır" 165-170, 177-184
-"Sparta'nın Yunan düşüncesi üzerinde ikili bir etkisi oldu: Gerçeklik üzerinden ve mit üzerinden... Gerçeklik... savaşta Atinalıları yenmesini olanaklı kıldı mit... sayısız yazarın siyasal teorisini etkiledi. Tam gelişmiş haliyle öit, Plutarkhos'un Lykurgos'un Hayatı'nda bulunur; savunduğu düşünceler Rousseau'nun, Nietzsche'nin ve Nasyonal Sosyalizmin öğretilerinin biçimlenmesinde büyük bir rol oynadı. Tarihsel olarak mit gerçeklikten daha önemlidir... mitin kaynağı gerçeklikti./ Başkenti Sparta... Yönetici ırk olan Spartalılar... Dor istilası sırasında... ahaliyi serf durumuna düşürmüşlerdi. Bu serflere, heilot denildi... bütün toprak Spartalılara aitti... alınıp satılamazdı... babadan oğula geçerdi... Heilotlar... Olanak buldukça, ayaklandılar.../.../ Spartalı bir yurttaşın tek işi savaştı... Hastalıklı çocuklar... terk edilirdi... tek amaç devlete tamamen sadık iyi asker yetiştirmekti./ Yirmi yaşında fiili askerlik hizmeti başlardı... otuz yaşına kadar bir erkek "erkekler evinde" yaşamak... zorundaydı... Her yurttaş bir askeri yemekhaneye mensuptu... Hiçbir Spartalı yurttaşın muhtaç ve hiç kimsenin zengin olmaması devlet teorisiydi... Sparta'nın sadeliği dillere destan oldu./... kızlar ve oğlanlar hepsi çıplak birlikte jimnastik yapardı.../.../... Çocuk yasayla teşvik edilirdi.../ Sparta anayasası karışıktı. İki farklı aileye mensup iki kral vardı... Krallar, otuz kişiden... oluşan İhtiyar Heyeti'nin üyesiydi; Heyetin diğer yirmi sekiz üyesi... bütün yurttaşlar tarafından, ama aristokrat ailelerden ömür boyu seçilirdi... (meclis) bütün yurttaşlardan oluşurdu... Meclisin onayı olmadan hiçbir yasa yürürlüğe girmezdi.../... dördüncü bir yönetim organı... beş ephoros'tu... yurttaşlar arasından, Aristoteles'in "çok çocukça" ve Bury'nin adeta kurayla dediği bir yöntemle seçilirdi... anlaşılan kralları dengelemeyi amaçlayan "demokratik" öğeydi... Ephoros'lar yüksek hukuk mahkemesiydi.../ İlkçağın sonlarında Sparta anayasasının, yasalarını İÖ 885'te yürülüğe koyduğu söylenen Lykurgos adlı bir yasa koyucudan kaynaklandığı varsayılmaktaydı. Aslında... aşamalı olarak gelişti ve Lykurgos, başlangıçta Tanrı olan efsanevi bir kişiydi. Adı "kurt kaçıran" anlamına geliyordu ve Arkadia kökenliydi./ Sparta, diğer Yunanlar arasında bize şaşırtıcı görünen bir hayranlık uyandırdı... İÖ yedinci yüzyıl civarında... anayasası... kristalleşip... her şey savaşta başarıya feda edildi... Sparta... bize, Nazi... devletin minyatür modeli gibi görünür.../.../... hayranlığın bir nedeni, istikrarlı olmasıydı.../... ana amaçlarında... bir dönem başarılı oldukları inkar edilemez. Thermopylai savaşı (İÖ 480)... zindeliklerinin en iyi örneğidir... dar bir geçitti; Pers ordusunun burada tutulabileceği umuldu... üç yüz Spartalı... saldırıları püskürttü; ama sonunda Persler tepelerin arasından başka bir yol keşfetti... bütün Spartalılar öldürüldü.../.../ Spartalılar uzun bir süre karada yenilmez olduklarını kanıtladı... Thebai'lilere yenildikleri İÖ 371 yılına kadar bu üstünlüklerini sürdürdüler. Bu savaş, askeri üstünlüklerinin sonu oldu./ Savaş dışında, Sparta'nın gerçekliği teoriyle aynı değildir... Herodotos şaşırtıcı bir biçimde hiçbir Spartalının rüşvete direnemediğini söyler... Sparta'nın politikası hep küçük ve dar bölgeci oldu.../ Sparta'nın düşüşünden sonra yaşayan Aristoteles, Sparta anayasasının çok düşmanca bir anlatımını verir.../... Spartalıları açgözlülükle suçlar ve bunu, eşitsiz mal dağılımına bağlar.../.../... ama Aristoteles'in Sparta'sı değil, Plutarkhos'un efsanevi Sparta'sı ve Platon'un Devlet'inde felsefi olarak idealleştirilen Sparta insanların imgeleminde varlığını sürdürdü... Bunun sonucunda idealizm ile iktidar aşkının birliği insanları defalarca kötü yola sürükledi ve... devam ediyor./ Ortaçağ... Sparta mitini, esas olarak Plutarkhos belirledi... Yunanistan doğrudan siyasal gücüyle değil, insanların imgelemi, idealleri ve umutları üzerindeki etkisiyle dünyayı etkilemiştir. Roma... önemli kılan Roma ordularıydı. Yunanlar... askeri öfkelerini esas olarak birbirlerine harcadıkları için çok az fetih yaptılar. Helenizmi bütün Yakın Doğu'ya yaymak... yarı barbar İskender'e kaldı. Yunanlar... siyasal birlikten yoksun oldukları için bu işi asla başaramazlardı. Helenizmin siyasal taşıyıcıları, her zaman Helen olmayanlar oldu; ama Yunan dehası... ilham verdi./ Dünya tarihçisi için önemli olan... insanlığın aklında kalan anılardır... Bunlardan Platon erken Hıristiyanlıkta, Aristoteles ortaçağ Kilisesinde en önemli doruktu; ama Rönesanstan sonra insanlar... Plutarkhos'a yöneldiler. On sekizinci yüzyıl İngiliz ve Fransız liberallerini, Amerika... kurucularını köklü bir biçimde etkiledi, Alman... düşüncesini bugüne kadar etkilemeye devam etti. Etkisi bazı bakımlardan iyi, bazı bakımlardan kötü oldu... Lykurgos'la ilgili söyledikleri önemlidir... tekrar pahasına da olsa, kısa bir anlatımını vereceğim./ Lykurgos, diyor Plutarkhos, Sparta'ya yasa... için geniş bir alanı dolaştı. Girit... İonya... Mısır... seyahatlerinden dönünce, "bu uygulamayı Sparta'ya getirdi... asil bir uluslar topluluğu kurdu."... toprağı bütün Sparta yurttaşları arasına eşit bölüştürdü.... "bütün gereksiz ve yararsız bilimleri" yasakladı... bütün yurttaşların birlikte ve aynı yemeği yemelerini emretti./... doğum oranının sürekli artmasını istedi... "Başka bir erkeğin karısına aşık olan namuslu bir erkeğin... o kadının kocasına karısıyla yatmasına ve o şehvetli toprağı ekip, güzel çocukların tohumlarını atmasına katlanmasını istemesi meşruydu." Aptalca bir kıskançlık olmazdı; çünkü "Lykurgos çocukların... kamunun ortak çocukları olmasını istedi..."/ Bir çocuk doğunca... Sağlıklı... değilse, derin bir su çukuruna atılırdı... Hırsızlık öğretilirdi ve yakalanınca da cezalandırılırlardı; hırsızlıktan ötürü değil, aptallıktan ötürü./ Kadın değil de, erkekler arasındaki eşcinsel aşk, Sparta'da kabul gören bir gelenekti.../.../ Plutarkhos Spartalıların istedikleri zaman heilotları öldürmelerine izin veren yasayı anlatır; ama bu kadar iğrenç bir şeyin Lykurgos'tan kaynaklanmış olabileceğine inanmaz" 185-201
-"Platon ve Aristoteles... bütün filozofların en etkili olanlarıydı... Aristoteles'in Platon'un bir ürünüdür; ikincisi Hıristiyan teoloji ve felsefe, en azından on üçüncü yüzyıla kadar Aristoteles olmaktan çok Platoncuydu..../ Platon'un felsefesinde en önemli konular... Birincisi... ütopyası; ikincisi... idealar teorisi; üçüncüsü, ölümsüzlük lehine argümanları; dördüncüsü, kozmogonisi; beşincisi... bilgi kavrayışı.../ Platon İÖ 428-427'de, Peleponnesos Savaşının ilk yıllarında doğdu... aristokrattı, Otuzlar Tiranlığı... değişik kişilerin akrabasıydı. Atina yenildiğinde genç bir adamdı ve yenilgiyi, olasılıkla... nefret ettiği demokrasiye bağlayabilirdi. Büyük saygı ve sevgi duyduğu Sokrates'in öğrencisiydi ve Sokrates'i ölüme, demokrasi mahkum etmişti. Bu nedenle ideal devletinin bir taslağı için Sparta'ya yönelmesi şaşırtıcı değildir. Platon'un, teklif ettiklerinin farkında olmadan Devlet'e hayran olan gelecek çağları aldatacak şekilde bağnaz önerileri allayıp pullama sanatı vardı. Hep Platon'u anlamak değil, övmek doğru olmuştur... Benim amacım tam tersidir.../.../ Platon, felsefesindeki Orpheusçu öğeleri Pythagoras'tan aldı... dini eğilim... matematiğe duyduğu saygı ve zihinle mistisizmi iç içe geçirmesi./ Permenides'ten gerçekliğin öncesiz-sonrasız ve zamansız... olması gerektiği inancını aldı./ Herakleitos'tan, duyulur dünyada hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair olumsuz öğretiyi aldı. Bu... bilginin duyulardan elde edilemeyeceği, ancak zihinle ulaşılacağı sonucuna götürdü.../ Sokrates'ten herhalde etik sorunlarla uğraşmayı ve dünyanın mekanik açıklamalarını değil daha çok teolojik açıklamalarını arama eğilimini öğrendi. "İyi" Sokrates öncesi filozoflardan çok daha fazla onun düşüncesine egemendi ve bu olguyu, Sokrates'in etkisine atfetmemek zordur./Bütün bunlar siyasette otoriterlikle nasıl ilişkilenir?/ İlk önce: İyilik ve Hakikat zamansız olunca, en iyi devlet, göksel modeli en yakından kopya eden, minimum bir değişime ve maksimum bir durağan kusursuzluğa sahip olan, öncesiz-sonrasız "İyi"yi en iyi anlayanların yönetici olduğu devlet olur./ İkincisi: Platon'un inançlarında, bütün mistikler gibi, esasında yaşam tarzı dışında iletilemeyen kesinliğin özü vardı. Pythagorasçılar bir topluluğa kabul kuralı koymaya çalışmıştı ve Platon'in istediği de budur. Bir kişi iyi bir devlet adamı olacaksa, İyi'yi bilmelidir; bu da ancak entelektüel ve ahlaki disiplin birleştirilerek yapılabilir.../ Üçüncüsü: Platon'un ilkelerine uygun iyi bir yönetici yetiştirmek için çok fazla eğitime gerek vardır... Matematiksiz gerçek bir bilgeliğin olanaklı olmadığını düşünecek kadar Pythagorasçıydı. Bu görüş bir oligarşiyi ima eder./ Dördüncüsü: Platon... bilgelik için boş zamanın çok önemli olduğu, bu nedenle geçinmek için çalışanlarda bulunamayacağı... görüşünü benimsedi. Bu bakış açısı, özünde aristokratiktir./ Platon'u modern düşüncelerle karşılaştırınca iki genel soru... Birincisi: "Bilgelik" diye bir şey var mıdır? İkincisi... siyasal iktidarı bilgeliğe verecek bir anayasa tasarlanabilir mi?/.../... şu soru... uygun eğitim nedir?" 203-208
-"Platon'un en önemli diyaloğu Devlet, kabaca üç bölümden oluşur. Birinci bölüm... ideal bir devletin inşasıyla ilgilidir; bu en eski ütopyadır./ Varılan sonuçlardan biri şudur: Yöneticiler filozof olmalı... "filozof" sözcüğünü tanımlamak... ikinci bölümü oluşturur./ Üçüncü bölüm... çeşitli anayasa türlerine... ilişkin bir tartışmadan oluşur./ Devlet'in yazılı amacı, "adaleti" tanımlamaktır.../.../ Platon yurttaşların üç sınıfa bölünmesi gerektiğine karar vererek başlar: Sıradan halk, askerler ve koruyucular. Yalnızca koruyucuların siyasal yetkisi olacaktır.../... ana sorun, yasa koyucunun niyetlerini koruyucuların yerine getirmesini güvenceye almaktır. Bu amaçla, eğitsel, ekonomik, biyolojik ve dini önerileri vardır... esas olarak Platon, eski Paraguay'daki Cizvitler, 1870'e kadar Papalık Devletindeki din adamları ve bugün SSCB'deki Komünist Parti gibi ayrı bir sınıf olması gereken koruyucularla ilgilenir./ Düşünülebilecek ilk şey eğitimdir. Eğitim iki bölüme ayrılır: Müzik ve jimnastik.../ Kültür, büyük ölçüde Platon sayesinde İngiltere'de bilinen anlamda, erkekleri "beyefendi" yapmaya yöneliktir. Onun zamanının Atina'sı, bir bakımdan, on dokuzuncu yüzyıldaki İngiltere'ye benzer: İkisinde de servet ve toplumsal itibar sahibi olan, ama siyasal iktidar tekeline sahip olmayan bir aristokrasi vardı; ikisinde de aristokrasi, etkileyici davranış yoluyla olabildiğince çok güç elde etmek zorundaydı, ama Platon'un ütopyasında aristokrasi denetimsiz yönetir./Ciddiyet, edep ve cesaret... esas nitelikler... katı bir sansür vardır. Anneler... yalnızca izin verilmiş öyküler anlatmalıdır... Homeros ve Hesiodos yasaklıdır. Birinci neden, Tanrıları bazen kötü davranırken gösterirler ve bu durum eğitici değildir; çocuklara Tanrılardan asla kötülük gelmeyeceği öğretilmelidir... İkincisi Homeros ve Hesiodos'ta okuyanın ölümden korkmasına neden olan şeyler vardır; oysa eğitimde, gençlerin savaşta ölmeyi istemelerini sağlayacak her şey yapılmalıdır. Erkek çocuklarımıza köleliğin ölümden daha kötü olduğu öğretilmelidir... Üçüncüsü, edep yüksek sesle gülmemeyi gerektirir; ama Homeros, "kutsal Tanrılar arasında bastırılamaz kahkahalar"dan söz eder... Dördüncüsü, Homeros'ta zengin şölenleri öven ve Tanrıların şehvetini tasvir eden pasajlar vardır; bu tür pasajlar ölçülülüğe engel olur... Sonra kötünün mutlu ve iyinin mutsuz olduğu öyküler olmamalıdır... ozanlar mahkum edilecektir./ Platon, tiyatroyla ilgili tuhaf bir argümana geçer. İyi adam, diyor, kötü bir adamı taklit etmek istememelidir.../.../ Sonra müzik... sansürüne geliyoruz. Lydia ve İonya ezgileri yasaklanmalıdır; ilki hüzün ifade ettiği için, ikincisi gevşek olduğu için. Yalnızca Dor (cesaretten ötürü) ve Phyrigia (ölçülülükten ötürü) müziğine izin verilmelidir.../ Beden eğitimi çok sert olmalıdır. Kimse kızartma dışında başka şekilde pişirilmiş et ya da balık yememelidir; sos ve şekerleme olmamalıdır. Bu yemek rejimi... doktorlara ihtiyaç duymaz./.../... Platon koruyucular ve... (sanırım) askerler için tam bir komünizm önerir... bir askeri kamptaymış gibi yaşamak... kentin amacı, bir sınıfın mutluluğu değil, bütünün iyiyliğidir. Hem zenginlik hem de yoksulluk zararlıdır... Savaşla ilgili tuhaf bir argümanı vardır; Kentimiz savaş ganimetinden pay istemeyeceği için, müttefik satın almak kolay olacaktır./ Yalandan isteksiz gibi davranan Platon'un Sokrates'i, komünizmi aileye uygulamaya geçer. Çocuklar ve kadınlar da dahil, arkadaşların her şeyi ortak olmalıdır... Kadınlar her bakımdan erkeklerle tam eşit olmalıdır.../.../... gelin ve damatlar kurayla seçildiklerini sanacaklardı, ama aslında kentin yöneticileri, kura çekimini soy ıslahı ilkelerine göre ayarlayacaktı... Bütün çocuklar doğum sırasında ebeveynlerinden alınacak... tanımaması için büyük özen gösterilecek.../.../... Platon açıkça şunu söylüyor: Yalan söylemek... hükümetin bir ayrıcalığı olacaktır.../ Platon'a göre yöneticileri aldatma ihtimali olan... "asil bir yalan" olacaktır. Bu... Yalanın en önemli parçası, Tanrı'nın üç tür insan yarattığına, en iyileri altından, ikinci en iyileri gümüşten, sıradan sürüyü pirinç ve demirden yarattığına ilişkin dogmadır. Altından yapılanlar koruyuculuğa uygundur.../ Platon, iki kuşak geçince bu mite inanılacağını düşünürken haklıdır. Japonlara 1868'den beri Mikado'nun güneş-Tanrıçadan geldiği ve Japonya'nın dünyanın geri kalan kısmından önce yaratıldığı öğretilmektedir.../ Bütün tartışmanın ana hedefi olan "adalet" tanımına Kitap IV'te ulaşılır... adalet, herkesin kendi işini yapmasına ve işgüzar olmamasına dayanır.../.../ felsefe başlamadan önce Yunanların evrenle ilgili... bir teorileri ya da hisleri vardı... kader ya da zorunluluk düşüncesiyle bağlantılıdır. Gök cisimlerine özellikle uygulanır... bu görüş felsefeye geçti... Platon'un adalet kavrayışının temelinde bu yatar./ Hukukta hala kullanıldığı şekliyle "adalet"... Platon'un kavrayışına yakındır... adaleti eşitlikle bütünleştirme noktasına geldik; oysa Platon için adaletin böyle bir içerimi yoktur. "Yasa"yla neredeyse eşanlamlı olması... anlamında "adalet" esas olarak eşitlikle bir ilgisi olmayan mülkiyet haklarıyla ilgilidir... ilk "adalet" tanımı, borçların ödenmesine dayanır. Bu tanım yetersiz diye hemen terk edilir; ama sonuna kadar ondan bir şeyler kalır" 209-220
-"Platon, "İyi"nin var olduğuna ve doğasının saptanabildiğine inanır" 225
-"Platon'un Devleti... birçok koşulu Sparta'da fiilen gerçekleşti... Yasaları hazırlarken bir bilgeyi çalıştırmak kentlerde yaygın bir pratikti; Solon Atina için... bunu yapmıştı. O günlerde koloniler, ana kentlerin denetiminden tamamen bağımsızdı... şans Platon'u Syrakousai'a, Kartaca'yla dehşetli savaşlara tutuşmuş büyük bir ticaret kentine götürdü; böyle bir atmosferde hiçbir filozof başarılı olamazdı. Bir sonraki kuşakta, Makedonya'nın yükselişi bütün küçük devletleri köhneleştirmiş ve ufak çapta bütün siyasal deneyleri beyhudeleştirmişti" 227
-"Devlet... ortası... saf felsefe.../.../... Parmenides'in mantığı ile Pythagoras'ın ve Orpheusçuların öte-dünyacılığının birleşmesi, hem zihin hem dini heyecanlar için doyurucu olduğu hissedilen bir öğreti üretti; sonuç Hegel'e kadar(Hegel dahil), çeşitli değişikliklerle pek çok filozofu etkileyen güçlü bir sentez oldu.../... Platon'un idealar teorisi.../ Sorumuz şudur: Filozof nedir? İlk yanıt... bilgeliği sevendir... düzeltilir: Filozof, "hakikat görüsünü" seven kişidir. Peki bu görü nedir?/ Güzel şeyleri seven... filozof değildir... filozof başlı başına güzelliği sever... İlkinin yalnızca sanısı vardır; ikincisinin bilgisi vardır./... bilgi yanılmazdır... ama sanı yanılabilir.../... Tikel şeyler, her zaman karşıt nitelikleri barındırır: Güzel olan bazı bakımlardan çirkindir de.../ Böylece şu sonuca ulaşırız: Sanı, duyulara sunulan dünyaya ilişkindir; bilgi ise, duyuüstü, öncesiz-sonrasız bir dünyaya ilişkindir... sanı tikel güzel şeylerle ilgilidir, ama bilgi kendi başına güzellikle ilgilidir.../... Platon'un öğretisinde... önemli bir şey... "idealar" ya da "formlar" teorisidir. Bu teori kısmen mantıksal, kısmen metafiziktir. Mantıksal kısım genel sözcüklerin anlamıyla ilgilidir... "bu bir kedidir" diyebileceğimiz çok sayıda bireysel hayvan vardır... ama "kedi" sözcüğü... şu ya da bu kedi olmayan, bir tür evrensel kedilik olan bir şeyi ifade eder. Bu şey, tikel bir kedi doğduğunda doğmaz, öldüğünde ölmez. Aslında uzayda ya da zamanda bir konumu yoktur; "öncesiz-sonrasız"dır. Öğretinin mantıksal kısmı budur.../ Öğretinin metafizik kısmına göre "kedi" sözcüğü belli bir ideal kediyi, Tanrının yarattığı ve benzersiz "belirli kedi"yi ifade eder. Tikel kediler belirli kedinin doğasını paylaşır; ama az çok kusurlu bir biçimde paylaşır; ancak bu kusur sayesinde, çok sayıda tikel kedi olabilir. Belirli kedi gerçektir; tikel kediler yalnızca görünür olandır./.../... şunu söyler: Çok sayıda bireyin ortak bir adı varsa, ortak bir "idea"sı ya da "formu" da vardır. Örneğin çok sayıda yatak olmasına rağmen, bir yatağın yalnızca tek "idea"sı ya da "formu" vardır. Nasıl ki bir yatağın aynadaki yansıması "gerçek" değil yalnızca görüntüyse, değişik tikel yataklar da gerçekdışıdır; tek gerçek yatak olan ve Tanrı tarafından yapılan "idea"nın yalnızca kopyasıdır. Tanrı tarafından yapılan bu tek yatağın bilgisi olabilir; ama marangozların yaptığı çok sayıda yatağa ilişkin yalnızca sanı olabilir. Filozof yalnızca tek ideal yatakla ilgilenecek, duyulur dünyada bulunan çok sayıda yatakla değil. Sıradan dünyevi işlere aldırmayacak" 228-233
-"... doğuştan prens biri filozof olabilir ve "bir tane yeter... ideal devleti var edebilir." Platon, Syrakousai tiranı genç Dionysos'ta böyle bir prensi bulduğunu umdu, ama umudu boşa çıktı" 234
-"... iyiye inanç belli bir evrede astronomide yararlıydı; ama daha sonraki her evrede zararlı oldu. Platon'un ve daha da fazlası Aristoteles'in etik ve estetik önyargıları Yunan bilimini öldürmek için çok şey yaptı" 248, 249
-"Phaidon adı verilen diyalog... ilginçtir. Sokrates'i... tasvir eder gibi görünmektedir. Platon'un hem bilge hem... iyi olan ve ölümden hiç korkmayan ideal insanını sunar... İsa'nın Çilesine ve Çarmıha Gerilmesine ilişkin İncil anlatımı Hıristiyanlar için neyse, Phaidon da pagan ya da özgür düşünceli filozoflar için oydu... Phaidon, yalnızca bir şehidin ölümünü değil, sonradan Hıristiyan olan birçok öğretiyi de ortaya koyduğu için önemlidir. St. Paulus'un ve babaların teolojisi... büyük ölçüde ondan türetildi.../... kaçırmak için bir plan... Sokrates bunu kabul etmedi... bize İsa'nın Dağdaki Vaazını hatırlatan bir ilkeyi ilan etti: "... kötülüğe kötülükle karşılık vermemeliyiz.".../.../... kalıp çlüm cezasına katlanmanın görevi olduğuna karar verir./.../... İnsanın Tanrı'yla ilişkisini, sığırların sahipleriyle ilişkisine benzetir.../ Ölüm, diyor Sokrates, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Burada Platon'un düalizmi alanına giriyoruz: Gerçeklik ve görünüş, idealar ve duyulur nesneler, akıl ve duyu-algısı, ruh ve beden. Bu çiftler birbiriyle bağlantılıdır; her çiftte birincisi... ikincisinden üstündür. Bu düalizmin doğal sonucu, çileci bir ahlaktı. Hıristiyanlık bu öğretiyi bütünüyle değil, kısmen benimsedi.../... zihin ile madde ayrımının dini bir kökeni vardır... Orpheusçu..." 250-254
-"Platon'un... Sokrates'e atfettiği.../.../... Mutlak adalet, mutlak güzellik ve mutlak iyi vardır... göze görünmezler... yalnızca zihinsel görüyle görülürler.../ Bu bakış açısı... bilimsel gözlemi ve deneyi dışlar... önerdiği yöntemle izlenebilen iki zihinsel faaliyet türü vardır. Matematik ve mistik içgörü.../... beden... Platon için... kötüdür./.../ Sokrates... ölümden sonraki kaderini tasvir eder: İyiler cennete, kötüler cehenneme, aradakiler arafa gider./.../ Platon'un Sokrates'i, yüzyıllarca filozoflar için bir model oldu... doğru olduğuna inandığı şeye aldırış eder... çok ağır kusurları da vardır... dürüst değil, sofisttir... zihni, tarafsız bilgi arayışı için değil, daha çok kendisi için kabul edilebilir olan sonuçları kanıtlamak için kullanır. İnsana kötü din adamı tipini hatırlatan, bencil ve kaypak bir yanı vardır... bilimsel değildi ve kendi etik standartları için kabul edilebilir olan evreni kanıtlamaya kararlıydı. Bu, hakikate ihanettir ve en kötü felsefi günahtır" 256-258, 266, 267
-"Platon'un kozmogonisi Timaios'ta ortaya konulur... etkili olmuştur; bu tuhaf... çünkü... daha ahmakça şeyler içerir. Felsefe olarak önemsizdir, ama tarihsel olarak o kadar etkili oldu ki, biraz ayrıntılı ele almak gerekir./... bir Pythagorasçı... dünyayı sayılarla açıklayan görüş... esas olarak kabul edilir... Atlantis miti anlatılır... dünya tarihini anlatmaya geçer.../... Duyulur olan dünya öncesiz-sonrasız olamaz; Tanrı tarafından yaratılmış olmalıdır. Tanrı iyi olduğu için... uygun yaptı... (Öyle görünüyor ki, Platon'un Tanrısı, Yahudi ve Hıristiyan Tanrı'dan farklı olarak, dünyayı hiçten yaratmadı, daha önce var olan malzemeyi yeniden düzenledi.) Ruha zekayı, bedene ruhu koydu... dünya, bütün diğer hayvanları kendi içinde barındıran tek görünür hayvandır. Bir küredir; çünkü benzer, benzemezden daha güzeldir ve yalnızca küre, her yerde benzerdir. Dünya döner.../ Her biri görünürde bir sayıyla temsil edilen dört öğe, ateş, hava, su ve toprak, devamlı orantılıdır... Tanrı dünyayı yaratırken bütün öğeleri kullandı; bu nedenle kusursuzdur... Orantıyla uyumludur.../ Tanrı önce ruhu, sonra bedeni yarattı.../.../ Ondan önce gece ya da gündüz yoktu.../... gündüzler ve geceler olmasaydı, sayıları düşünmezdik... bize zaman kavrayışını verdi ve felsefe buradan çıktı.../.../... Korkak ya da hakkaniyetli olmayan öbür dünyada kadın olacak.../.../ Timaios'ta neyi ciddiye almak ve neyi hayal oyunu saymak gerektiğini bilmek zordur... zorunluluk ile amacın karışımı... Yunanların ortak inancıdır... Platon bunu kabul etti ve bu şekilde, Hıristiyan teolojinin başını ağrıtan kötülük sorunundan kaçındı" 268-271, 276, 277
-"Platon'da... tek gerçek bilgi kavramlarla ilişkilidir" 279
-"Platon, Pythagorasçıların etkisi altında, öteki bilgiyi matematiğe çok fazla uydurdu. Bu yanlışı birçok büyük filozofla paylaştı, ama bu, yine de bir yanlıştı" 295
-"Aristoteles'i... iki bakımdan incelemek gerekir: kendisinden öncekilere ve ardından gelenlere bakarak. İlk konuda... meziyetleri muazzamdır; ikinci konuda da kusurları eşit ölçüde muazzamdır... kusurlarından ondan daha çok ardılları sorumludur. Yunan düşüncesinde yaratıcı dönemin sonunda ortaya çıktı ve ölümünden iki bin yıl sonra... otoritesi, neredeyse Kiliseninki kadar tartışılamaz olmuş ve felsefede olduğu gibi bilimde de ilerlemenin önünde ciddi bir engel haline gelmişti. On yedinci yüzyılın başından itibaren, neredeyse her ciddi entelektüel ilerleme, Aristotelesçi bir öğretiye saldırıyla başlamak zorundaydı; mantıkta, bu durum bugün de geçerlidir.../... muhtemelen İÖ 384'te Trakya'da... doğdu... Platon'un öğrencisi oldu... İÖ 343'te... İskender'in öğretmeni oldu... "... Kibirli, ayyaş, zalim, kindar ve batıl inançlı..."/... İskender üzerindeki... etkisinin sıfır olduğunu sanıyorum... İskender'in Yunan uygarlığına züppece bir saygı duyduğu doğrudur; ama bu, barbar olmadığını kanıtlamak isteyen bütün hanedanın ortak özelliğiydi. On dokuzuncu yüzyıl Rus aristokratların Paris'e olan duygusuna benziyordu. Dolayısıyla bu Aristoteles'in etkisine atfedilemez.../ İskender'in Aristoteles'i bu kadar az etkilemiş olması daha fazla şaşırtıcıdır; Aristoteles'in siyasetle ilgili spekülasyonları, kent devletleri çağının yerini imparatorluklar çağına bıraktığından biraz habersiz gibidir... bu iki büyük adamın ilişkileri, adeta farklı dünyalarda yaşamışlar gibi verimsiz görünüyor./ İö 335'ten İÖ 323'e kadar... Aristoteles Atina'da yaşadı... İskender ölünce Atinalılar başkaldırdı ve... onun dostlarına saldırdı. Aristoteles dinsizlikle suçlandı... kaçtı. Ertesi yıl (322) öldü./ Bir filozof olarak... önceki bütün filozoflardan... çok farklıdır. Bir profesör gibi yazan ilk kişidir: Yazdıkları sistematiktir... ilhamlı bir peygamber değil, profesyonel bir öğretmendir. Eserleri eleştireldir, dikkatlidir, yavandır... Platon'daki Orpheusçu öğeler Aristoteles'te sulanıp, yüksek dozda sağduyuyla birbirine karışır... Dini anlamda tutkulu değildir. Kendisinden öncekilerin yanlışları, olanaksıza kalkışan gençlerin şanlı yanlışlarıydı; onun yanlışları, alışkanlık haline gelmiş önyargılardan kurtulamayan çağın yanlışlarıdır. Eleştiride değil, ayrıntıda iyidir... büyük yapıları beceremez./... metafiziği... en iyi yer, idealar teorisine yönelttiği eleştiri ve alternatif olarak sunduğu tümeller öğretisidir. İdealar teorisine karşı, çok iyi argümanlar öne sürer... En güçlü argüman, "üçüncü adam" argümanıdır: Bir insan ideal insana benzediği için bir insansa, hem sıradan bir insanın hem ideal insanın benzediği bir ideal insan daha olmalıdır... Aristoteles, çok sayıda birey bir yüklemi paylaştığında, bu paylaşımın kendileriyle aynı türden bir şeyle değil, daha ideal bir şeyle ilişki nedeniyle olabileceğini açıklar... kendi öğretisi berrak olmaktan uzaktır.../ Aristoteles'in metafiziği, kabaca söylemek gerekirse, sağduyuyla seyreltilmiş Platon olarak tarif edilebilir.../ Tümeller teorisi belli bir noktaya kadar oldukça basittir. Dilde özel adlar ve sıfatlar vardır.../ "İnsan" ya da "adam" gibi bir grup adıyla ya da sıfatla gösterilen şeye "tümel" denirken, bir özel ad "tözü" gösterir. Bir töz, bir "bu"dur; bir tümel ise, bir "bu gibi"dir... bir tümel kendi başına var olamaz, yalnızca tikel şeylerde vardır./... şu sonuca ulaşırız: Bir sıfatla anlatılmak istenen şeyin varlığı bir özel adla anlatılmak istenen şeye bağımlıdır... öğretisi, ukalaca ifade edilmiş bir sağduyu önyargısıdır./.../... tümeller teorisi... kesinlikle idealar teorisinde bir ilerlemedir ve kesinlikle, sahici ve çok önemli bir sorunla ilgilenir./ Aristoteles'te... bir terim daha vardır: "öz" terimi... bana kesinlikten uzak, ahmakça bir kavram gibi göründüğünü belirtmekle yetineceğim./ Aristoteles'in metafiziğinde bir sonraki nokta, "form" ve "madde" ayrımıdır.../.../... maddenin form sayesinde belirli bir şey olduğunu söyler ve şeyin tözü budur.../... ruh bedenin formudur.../ Anlaşılan, "form" maddenin bir kısmına birlik kazandıran şeydir ve bu birlik... genellikle teolojiktir.../.../ Tanrı... salt düşünce, mutluluk olarak vardır... Platon matematikseldi, Aristoteles biyolojikti; dinlerindeki farklılığın nedeni budur./... yunanların durağan mükemmellik sevgisi ve eylem yerine tefekkür tercihi onda da vardır.../... ölümsüzlüğü... Öğretmediğini savunan İbn Sina'nın Hıristiyan ülkelerde... Dante'nin cehennemde bulduğu taraftarları vardı. Aslında Aristoteles'in öğretisi karmaşıktır... Ruh Üzerine adlı kitabında ruhu bedene bağlı sayar.../... "ruh" ile "zihni" ayırt edip, zihni ruhtan daha yüksek ve bedene daha az bağlı hale getirir.../.../... İrrasyonel olan bizi ayırır, rasyonel olan birleştirir... Anlaşılan Aristoteles... kişisel ölümsüzlüğe inanmıyordu. İnsanlar rasyonel oldukları ölçüde, ölümsüz olan ilahiye iştirak ettiğine inanıyordu. İnsanın kendi doğasındaki ilahi öğeyi çoğaltması kendi elindedir ve bunu yapmak en yüce erdemdir" 296-306, 312-314, 317
-"Aristoteles... etik üzerine.../... eğitimli ve deneyimli insanların egemen düşüncelerini temsil eder. Platon'un görüşleri gibi, mistik dinle aşılı değildir.../.../... iki tür erdem... Entelektüel erdemler öğretimden, karakter erdemleri alışkanlıktan.../.../... ünlü altın orta öğretisi... Her erdem, her biri bir kötülük olan iki aşırı ucun ortasıdır. Bu, çeşitli erdemler incelenerek kanıtlanır. Cesaret; korkaklık ile atılganlığın ortasıdır.../... ahlaki sorunlarla ilgili düşünceleri, kendi zamanında geleneksel olan düşüncelerdir.../.../ Aristoteles'in kavradığı şekliyle en iyi birey, Hıristiyan azizden çok farklı bir kişidir. Uygun gururlu olmalı ve kendi meziyetlerini küçümsememelidir. Hor görülmeyi hak eden herkesi hor görmelidir. Gururlu ya da yücegönüllü insan tasviri, pagan etik ile Hıristiyan etik arasındaki farkı ve Hıristiyanlığı bir köle-ahlakı olarak gösteren Nietzsche'ye hak veren anlamı gösterdiği için çok ilginçtir.../.../... Hıristiyan etik, Aristoteles'in erdem saydığı gururu onaylamaz ve... kötülük saydığı tevazuu över.../.../... insan deneyiminde dinin ilgilendiği alanı tamamen dışarıda bırakır. Söyledikleri, zayıf tutkulu rahat kişiler için yararlıdır" 318-322, 326, 338
-"Aristoteles'in Politika'sı... ortaçağın sonuna kadar etkili kalan birçok ilkenin kaynağı olarak önemlidir... Helen olmayan... çok fazla farkındalık yoktur... İskender'den... bahsedilmez. Bütün tartışma kent devletlerle ilgilidir ve eskidiklerine ilişkin hiçbir öngörü yoktur. Yunanistan bağımsız kentlere bölündüğü için, bir siyasal deney laboratuvarıydı; ama Aristoteles'in zamanından ortaçağda İtalyan kentlerinin yükselişine kadar, bu deneylerle alakalı hiçbir şey yoktu... kitap yazıldıktan sonra bin beş yüz yıl boyunca var olan herhangi bir dünyadan çok, görece modern dünyayla alakalıdır./... Doğru evlenme yaşı erkeklerde otuz yedi, kadınlarda on sekizdir./.../ Kitap, devletin önemini belirterek başlar... Devlet... bireyden üstündür... bütün, parçadan önce gelir... yasasız insan en kötü hayvandır ve yasanın varoluşu devlete bağlıdır.../... ilkçağda köleler, her zaman ailenin bir parçası sayılırdı. Kölelik yararlı ve doğrudur... Bazıları doğuştan boyun eğmek için, bazıları yönetmek için belirlenmiştir... Köleler Yunan olmamalı... her savaşta galipler haklı.../... Zenginleşmenin doğal yolu, evi ve toprağı beceriyle yönetmektir... Ticaretten kaynaklanan zenginlikten haklı olarak nefret edilir; çünkü doğal değildir.../... Çoğu kez toprak sahipleri borçlu, ticaretle uğraşanlar alacaklı olmuştur. Filozofların görüşü... sınıflarının parasal çıkarlarıyla örtüşmüştür. Yunan filozoflar toprak sahibi sınıfa mensuptu... bu yüzden faize karşıydılar. Ortaçağ filozofları kilise adamıydı ve Kilisenin mülkiyeti esasında toprak mülkiyetiydi; bu nedenle Aristoteles'in düşüncesini düzeltmeyi gerekli görmediler. Tefeciliğe itirazları, Yahudi düşmanlığıyla desteklendi; çünkü en akışkan sermaye Yahudi sermayesiydi.../ Reformasyonla birlikte durum değişti. En ağırbaşlı Protestanların çoğu işadamıydı; faizle borç vermek onlar için çok önemliydi... Gelirleri üniversitelerin yatırımlarına bağlı olan filozoflar... faizden yana oldular./ Platon'un ütopyası, Aristoteles tarafından çeşitli gerekçelerle eleştirilir.../ Platon'un komünizmi Aristoteles'in canını sıkar... Herkesin kendi işine bakması daha iyidir. Mülkiyet özel olmalıdır.../... eşitliğe inanmaz.../... Üç iyi yönetim türü vardır: Monarşi, aristokrasi ve anayasal yönetim... üç tane de kötü yönetim vardır: Tiranlık, oligarşi ve demokrasi... Aristokrasi erdemli kişilerin yönetimidir, oligarşi zenginlerin yönetimidir... Altın orta öğretisine uygun olarak, ılımlı bir uzlaşmanın erdemle bağlantılı olmasının en fazla olası olduğunu düşünür.../.../... Aristoteles, Machiavelci bir tonla, bir tiranın iktidarda kalmak için yapması gerekenleri açıklar... Kavga tohumları ekmeli ve tebaasını yoksullaştırmalıdır... tebaasını sürekli büyük işlerle meşgul etmelidir. Kadınlara ve kölelere yetki vermeli, onları muhbir yapmalıdır... savaş çıkarmalıdır.../... Bununla birlikte, diyor, tiranlığı korumanın bir yöntemi daha vardır: Ölçülü olmakla ve dindar görünmekle.../.../... büyük kentler asla iyi yönetilemez.../... kuzeyli ırklar cesaretli, güneyli ırklar zekidir... Yalnızca Yunanlar hem cesaretli hem zekidir.../.../... hiçbir özgür kişi sarhoş olmadıkça... şarkı söylemez... eğitimin amacı yararlılık değil, "erdem"dir.../... Rönesanstan itibaren, Yunanların kültürlü beyefendilerin yönetimi kavrayışı giderek ağırlık kazandı ve on sekizinci yüzyılda doruğuna ulaştı" 339-347, 351-356
-"Aristoteles'in... çok etkili olan nüfuzu, hepsinden çok mantık alanında oldu.../... en önemli mantık çalışması kıyas öğretisidir.../.../... Matematiğin kıyaslı olmadığını kavrayan Kant, matematiğin mantık-dışında ilkeler kullandığı sonucunu çıkardı... Aristoteles'e saygı onu yanılttı" 357, 358, 363, 364
-"Aristoteles... Fizik ve Gökyüzü Üzerine... İkisi de son derece etkiliydi ve Galileo zamanına kadar bilime egemen oldu.../.../... Her Yunanlı filozofa... çocukluğunda güneşin ve ayın Tanrı olduğu öğretilmişti.../.../... "Phusis"... bir şeyin "doğası," diyor... uğruna var olduğu amacıdır... teleolojik bir içerimi vardır.../.../ Bu "doğa" kavrayışı... bilimin ilerlemesi önünde büyük bir engel ve etikte kötü olan birçok şeyin kaynağı haline geldi.../.../... Zaman, diyor... sayılamaya olanak veren devinimdir.../... Platon dışında herkes, zamanın yaratılmadığını kabul eder... Kutsal Kitap evrenin bir başlangıcının olduğunu söyler./.../... beşinci bir öğe vardır ve gök cisimleri ondan oluşur. Yeryüzündeki öğelerin hareketi doğrusaldır; beşinci öğenin hareketi daireseldir. Gökyüzü kusursuzca küreseldir... (Bütün bunlar, Dante'nin Cennet'inde şiirsel biçimde ortaya çıkar.)/ Yeryüzüne ait dört öğe öncesiz-sonrasız değildir.../ Bu teori sonraki çağların karşısına birçok güçlük çıkardı... Copernicus, Kepler ve Galileo... Kutsal Kitabın yanı sıra Aristoteles'le de savaşmak zorunda kaldı./.../... Aristotelesçi karşı inanç... aslında güneşe, aya ve gezegenlere tapmanın bir ürünüdür" 370, 372-378
-"Yunanların üstünlüğü... matematik ve astronomide göze çarpar... Matematiksel kanıtlama sanatı, neredeyse tamamen Yunan kaynaklıydı" 379
-"Eukleides'in Elementler'... en büyük kitaplardan biri ve Yunan zekasının en kusursuz anıtlarından biridir" 384
-"Pythagoras, çok büyük olasılıkla dünyayı küresel düşünen ilk kişiydi" 387
-"Yunan astronomisi dinamik değil, geometrikti" 393
-"İki büyük insan, Arkhimedes ve Apollonios İÖ üçüncü yüzyılda birinci sınıf Yunan matematikçileri listesini tamamladı. Arkhimedes, Syrakousai...İÖ 212'de Romalılar tarafından ele geçirilince öldürüldü. Apollonios... İskenderiye'de yaşadı.../ Bu iki kişiden sonra... büyük çağ sona erdi. Roma egemenliği altında Yunanlar siyasal özgürlükle bağlantılı olan özgüvenlerini yitirdi ve bunu kaybedince, atalarına felç edici bir saygı kazandılar" 394
-"İlkçağda Yunanca konuşan dünyanın tarihi üç döneme ayrılabilir... kent devletleri dönemi... Makedonya egemenliği dönemi... Roma İmparatorluğu dönemi... ilkini özgürlük ve düzensizlik, ikincisini bağımlılık ve düzensizlik, üçüncüsünü bağımlılık ve düzen niteledi./ Bu dönemlerden ikincisi Helenistik çağ olarak bilinir. Bu dönemde bilimde ve matematikte yapılan çalışmalar... kuşkuculuk.../...İskender gittiği her yerde... Yunan kentleri kurdu.../... Makedonyalı komutanlar... ona karşı... görüşlerini dile getirip eleştiride bulundular... Doğulular, dini önyargılarına saygı gösterilmesi koşuluyla, daha uyumluydu.../.../ Yunan uygarlığı özünde kent uygarlığıdır... zengin ticaret kentleri... Bu tip uygarlığı Yunanlar değil, Fenikeliler başlattı.../.../ İskender ölünce... çıkan iç savaşta... imparatorluğu üç general ailesi arasında bölüştürdü.../... iki yüzyıl süren hanedan savaşları, ancak Roma fethiyle son buldu.../.../... Mezopotamya'da da Yunanca, edebiyat ve kültür dili haline geldi ve İslam fethine kadar öyle kaldı./ Suriye (Yehuda hariç), dil ve edebiyat söz konusu olduğu ölçüde kentlerde tamamen Helenleşti... kırsal nüfus... dinleri ve dilleri korudu. Küçük Asya'da Yunan kıyı kentleri, barbar komşularını yüzyıllarca etkiledi. Makedonyalıların fethi bu etkiyi yoğunlaştırdı. Helenizmin Yahudilerle ilk çatışması, Makabilerin Kitapları'nda anlatılır... Yunan etkisi, başka yerlerde böylesine inatçı bir muhalefetle karşılaşmadı./... Matematiğe İskenderiye damga vurdu ve Roma yıkılana kadar öyle kaldı.../ Uzmanlaşma... çağa ayırt edici özelliğini kazandırdı... yetenekli bir kişinin her şeye yetenekli olduğu varsayılırdı... Üçüncü yüzyılda bunların hepsi değişti... eğitimsiz askerler, uzman olarak Yunanları çalıştırdı... aynı anda hepsi olan biri yoktu./... İnsan ilişkilerinin düzeninde hiçbir şey rasyonel görünmüyordu.../.../... Yunan zekası, yeni siyasal sorunlarla karşılaşınca yetersizliğini gösterdi. Romalılar, Yunanlarla karşılaştırıldığında kuşkusuz aptal ve kabaydı; ama en azından bir düzen yarattılar... yetersiz yöneticilerin tebaaya dayattığı Makedonyalı düzensizliği hiç katlanılır gibi değildi.../.../... Yahudilerin, Perslerin ve Budistlerin yaygın Yunan çoktanrıcılığından kesinlikle çok üstün olan dinleri vardı... Yunanların imgeleminde en çok iz bırakanlar Babilliler ve Keldaniler oldu... Sahici bir bilgelik vardı... alınanlar ise esas olarak astroloji ve büyüydü.../.../... İÖ üçüncü yüzyıl... yaşamın amacı, olumlu bir iyiye ulaşmaktan çok talihsizlikten kaçmak oldu" 397-408, 411-413
-"Bazı dönemler dünyadan umutlarını kestiler... Bu ruh hali... derin bir çaresizliğe kolayca dönüşür./... erken on dokuzuncu yüzyılı düşünelim. Goethe rahattır, Bentham reformcudur, Shelley devrimcidir ve Leopardi kötümserdir, aama pek çok dönemde büyük yazarlar arasında egeemen bir tavır olmuştur. İngiltere'de Elizabeth döneminde ve on sekizinci yüzyılda rahattılar; Fransa'da 1750 civarında devrimcileştiler; Almanya'da 1913'ten itibaren milliyetçi oldular./ Dini egemenlik döneminde, beşinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar, teorik olarak inanılan ile fiilen hissedilen arasında belli bir çatışma vardı. Teorik olarak dünya bir dert dünyasıydı... pratik olarak, neredeyse hepsi din adamı olan kitap yazarları, kilisenin gücüne sevinmeden de edemiyorlardı... yönetici bir sınıfın zihniyetine sahiptiler. Bu, ortaçağ boyunca süren ve Kilise öbür dünya inançlarına dayanmasına rağmen bu dünyanın en önemli kurumu olmasından kaynaklanan tuhaf düalizmin bir parçasıdır./ Hıristiyanlığın öteki dünyasına psikolojik hazırlık Helenistik dönemde başlar ve kent devletinin kaybolmaya yüz tutmasıyla bağlantılıdır. Aristoteles'e kadar Yunan filozoflar... çaresiz değillerdi... güçsüz hissetmiyorlardı. Bazen yenilen tarafta olabiliyorlardı, ama... şans eseriydi... görünüşler dünyasını kınayıp mistisizme kaçmaya çalışanların bile yönetici sınıfları azizlere ve bilgelere dönüştürme pratik planları vardı. Siyasal iktidar Makedonyalıların eline geçince, Yunan filozoflar doğal olarak siyasetten uzaklaşıp, kendilerini daha çok bireysel erdem ya da kurtuluş sorununa dadılar. Artık şu soruyu sormadılar: İnsanlar iyi bir devleti nasıl yaratabilir? Onun yerine şunu sordular: Kötü bir dünyada nasıl erdemli olunur ya da bir ıstırap dünyasında nasıl mutlu olunur? Değişikliğin yalnızca derece değişimi olduğu doğrudur... ve daha sonra Stoacılar bir süre siyasetle ilgilendi; Yunanistan'ın değil Roma'nın siyasetiyle, ama yine de değişim gerçekti. Roma döneminde... Stoacılık hariç... bakış... bireycileşti; ta ki sonunda Hıristiyanlık misyoner gayrete esin kaynağı olan ve Kiliseyi yaratan bir bireysel kurtuluş müjdesi geliştirene kadar. Kilise yaratılana kadar filozofun içtenlikle bağlanabileceği bir kurum ve dolayısıyla meşru iktidar sevgisi için yeterli bir çıkış yolu yoktu. Bu nedenle, Helenistik dönemin filozofları... daha çok sınırlandırılmıştır. Düşünmeden edemedikleri için düşünürler; ama... meyve vereceğini pek ummazlar./ İskender zamanında dört felsefe okulu... bu bölümde kyniklerle ve kuşkucularla ilgileneceğiz./ Kynikler okulu, kurucus Diogenes üzerinden, Sokrates'in bir öğrencisi... Antisthenes'ten kaynaklanır. Antisthenes... bazı bakımlardan Tolstoy'a benzer. Sokrates'in ölümünden sonrasına kadar... aristokrat çevrede yaşadı... ama bir şey... eskiden değer verdiği şeyleri küçümsemesine neden oldu. Yalın iyilik dışında hiçbir şey olmayacaktı. İşçilerle birlikte oldu... Ona göre rafine felsefe değersizdi... "Doğaya dönüş"e inandı... Hükümet, özel mülkiyet, evlilik, yerleşik din olmayacaktı... izleyicileri köleliği kınadı... her türlü yapay duyu hazları peşinde koşmayı küçümsedi.../ Öğrencisi Diogenes'in ünü, Antisthenes'inkini geçti... Diogenes "Sinoplu bir gençti... Antisthenes delikanlıyı kovdu, ama o aldırmadı... 'Bilgelik' istiyordu..."/ Bir köpek gibi yaşamaya karar verdi... ona "köpek" anlamına gelen "kynik" denildi. Bütün gelenekleri... reddetti. Bir fıçıda yaşadığı söylenir... dilenerek yaşadı.../... ateşli bir "erdem" tutkusu vardı... Arzudan kurtuluşta erdem ve ahlaki özgürlük arıyordu. Şansın bahşettiği iyilere aldırmazsan, korkudan kurtulursun... öğretisi... Stoacılar tarafından benimsendi; ama uygarlığın nimetlerini reddetme konusunda onu izleyemediler... sanatları insana getirdiği için Prometheus'un cezalandırılmayı hak ettiğini düşündü: Bu bakımdan Taocuları, Rousseau ve Tolstoy'u andırıyordu; ama onlardan daha tutarlıydı./... Aristoteles yüzünü neşeyle dünyaya dönen son filozoftur; ondan sonrakilerin hepsinin... bir geri çekilme felsefesi vardır. Dünya kötüdür; ondan bağımsız olmayı öğrenelim... Diogenes kişisel olarak enerji dolu bir kişiydi; ama öğretisi... bitkin kişilere seslenen bir öğretiydi.../... İÖ üçüncü yüzyıl... özellikle İskenderiye'de modaydı.../ Popüler Kynizm bu dünyanın iyi şeylerinden uzak durmayı değil, yalnızca bunlara belli bir kayıtsızlığı öğretti.../ Kynik öğretide en iyi olan şeyler, daha eksiksiz ve kapsamlı bir felsefe olan stoacılığa geçti./... kuşkuculuk ilk kez, İskender'in ordusunda... Pyrron tarafından ilan edildi.../... Kuşkuculuk tembel insanın tesellisiydi... endişenin panzehiri olarak kendini önermekteydi. Geleceği dert etmenin alemi ne? Tamamen belirsizdir.../.../... Timon... hiçbir şey kanıtlanamaz. Bu argüman, ortaçağa egemen olan Aristotelesçi felsefeyi kökünden keser./.../ Timon... İÖ 235'te... öldü... biraz değiştirilen öğretileri... Platoncu geleneği temsil eden Akademi tarafından kabul edildi./... Platoncu diyalektik... kuşkuculuğu savunmaya uygun olurdu.../.../... Akademi... Karneades, Atina'nın İÖ 156'da diplomatik bir görevle Roma'ya gönderdiği üç filozoftan biriydi... bir dizi konferans vereceğini duyurdu... ikincisi birinci konferansta söylediklerini çürütmekle ilgiliydi, amaç... varılan sonucun dayanaksız olduğunu göstermekti.../ Memnun olmayan biri vardı ve bu, Roma'nın Kartaca'yı yenmesini sağlayan sert, katı, aptalca ve acımasız ahlak kuralını temsil eden yaşlı Cato'ydu... yalın yaşamıştı... Devlete karşı çok dürüsttü her türlü rüşvet ve yağmadan kaçınırdı.../.../ Cato ile Carneades arasındaki karşıtlık eksizsizdi: biri çok katı ve geleneksel bir ahlak yüzünden acımasız; diğeri çok gevşek ve Helenist dünyanın toplumsal çözülüşüne çok fazla bulaşmış bir ahlak yüzünden cibilliyetsiz./.../ Cato'ya göre... Roma gençliği bağnaz, emperyalist, gaddar ve aptal kalmalıydı. Ancak başarılı olamadı; daha sonra Romalılar, onun kötülüklerinin birçoğunu korurken, Carneades'in kötülüklerini de benimsedi" 414-429
-"Helenistik dönemin iki büyük yeni okulu, Stoacılar ve Epikurosçular... Kurucuları Zenon ve Epikuros" 433
-"Olympos Tanrıları bile İÖ yedinci ya da altıncı yüzyıla kadar arada bir insan eti kurban edilmesini istemişti... Epikuros'un zamanında barbar dünyanın tamamında insan kurban edilmesi hala uygulanmaktaydı.../... Bazen, Cehennemin Hıristiyan bir icat olduğu sanılır, ama bu bir yanılgıdır. Bu konuda Hıristiyanlığın yaptığı tek şey, daha önceki popüler inançları sistematikleştirmek oldu... ölümden sonra cezalandırılma korkusu beşinci yüzyıl Atina'sında yaygındı" 448, 449
-"Stoacı... Zenon bir materyalistti... ama Platonculuğun bir karışımıyla birlikte, Stoacılar giderek materyalizmden uzaklaştı.../ Stoacılık... daha az Yunandır. Erken dönem Stoacıları büyük ölçüde Suriyeliydi, sonrakiler Romalı... Stoacılık... coşkusal açıdan dardır... fanatiktir... dini öğeler de içerir.../ Zenon İÖ dördüncü yüzyıl... Kıbrıs'ta... doğan bir Fenikeliydi... Stoacıların baş azizi Sokrates'ti... Stoacılar, Platon'un... ölümsüzlük argümanını reddetti.../ Zenon'un metafizik inceliklere tahammülü yoktu. Onun için önemli olan erdemdi.../.../... bağlı kaldığı ana öğretiler kozmik determinizm ve insan özgürlüğüyle ilgilidir" 452-455
-"Stoacıların esas önemi etik olmasına rağmen, öğretileri iki bakımdan başka alanlarda ürün verdi. Bunlardan biri bilgi teorisidir, diğeri doğal hukuk ve doğal haklar öğretisidir./ Bilgi teorisinde Platon'a rağmen algıyı kabul ettiler.../.../ Doğal hak öğretisi... Stoacı bir öğretinin canlanmasıdır... Doğal hukuk, her genel bilginin altında yattığı savunulan ilk ilkelerden türedi. Stoacılara göre bütün insanlar doğası gereği eşittir... Hıristiyanlık, Stoacı öğretinin geri kalan büyük kısmıyla birlikte bu bölümünü de aldı... on yedinci yüzyılda... Stoacı doğal hukuk ve doğal eşitlik öğretileri, Hıristiyan kılıkları içinde, ilkçağda bir imparatorun bile veremediği pratik bir güç kazandı" 481-483
-"Birinci ve ikinci Pön Savaşında (264-241 ve 218-201) Roma, Syrakousai'ı Karyaca'yı önemsizleştirdi... Makedonya... Mısır... (İÖ 30)... İspanya, Hannibal'la savaşta bir kaza olarak fethedildi; Fransa İÖ birinci yüzyılın ortasında Caesar tarafından fethedildi ve yüz yıl kadar sonra İngiltere fethedildi.../... Roma... Augustus'un tahta çıkışından (İÖ 30)... iki yüz yıldan fazla bir süre genel olarak istikrarlı ve huzurlu oldu./... Başlangıçta Roma... küçük bir kent devletiydi. Kralların yerini... aristokrat bir cumhuriyet almıştı... demokratik öğeler eklendi... Ancak fetih hassas dengeyi altüst etti; senatörler sınıfına ve... "şövalyelere" muazzam bir zenginlik getirdi... Sonunda Senato... sınırsız bir fiili güce sahip oldu./ İÖ ikinci yüzyılın ikinci yarısında... demokratik bir hareket... bir "tiranlığın" kurulmasına yol açtı... Caesar'ın manevi oğlu ve varisi, İÖ 30'dan İS 14'e kadar hüküm süren Augustus iç karışıklığa ve... dış fetih savaşlarına son verdi. Yunan uygarlığının başlangıcından beri ilk kez ilkçağ dünyası barış ve güvenliği tattı./ Yunan siyasal sistemini iki şey mahvetmişti... her kentin mutlak egemenlik talebi... zenginlerle yoksullar arasında... çatışmalar... Roma... ikinci nedene aynen devam etti... sonunda Augustus öyle bir zafer kazandı ki, kendisine meydan okuyacak rakip kalmadı./.../ Augustus dönemi... mutluluk dönemiydi... Augustus, ölümünden sonra resmi olarak Tanrılaştırılmadan önce de, çeşitli taşra kentlerinde kendiliğinden Tanrı olarak kabul edildi.../ Fakat... güvenlik maceraya tercih edildiği için, yaşamın tadı biraz kaçmıştı. Eskiden her özgür Yunanın maceraya atılma olanağı vardı; Philippos ve İskender bu duruma son verdi ve Helenistik dünyada yalnızca Makedonyalı hanedanlar anarşik özgürlüğe sahip oldu. Yunan dünyası gençliğini yitirdi ve ya kynikleşti ya dindarlaştı... insanlar şevkini yitirdi.../ Roma'da benzer bir gelişme daha geç ve daha az acılı biçimde geldi. Roma, Yunanistan gibi fethedilmedi; aksine başarılı bir emperyalizm dürtüsüne sahipti... Yunanların ve Romalıların Augustus'a boyun eğmesi barış ve düzen getirdi.../ Romalıların ruh hali, on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sında, amatörce maceracı bir yaşamdan sonra oturupbir mantık evliliği yapan bir jeune homme range'nın ruh hali gibiydi. Bu ruh hali, memnun olunsa da, yaratıcı değildir... Augustus istikrar adına... eski dindarlığı geri getirmeye çalıştı; bu nedenle zorunlu olarak özgür soruşturmaya düşman oldu. Roma dünyası tek tipleşmeye başladı.../ Augustus'un yakın ardılları... tüyler ürpertici gaddarlıklara girişti.../... Üçüncü yüzyıl... bir felaket dönemiydi. Ordu gücünün farkına vardı... tahta imparator çıkardı... indirdi; dolayısyla etkili bir savaş gücü olmaktan çıktı. Kuzeyden ve doğudan gelen barbarlar Roma topraklarını istila edip yağmaladı.../ İki enerjik adam, Diocletianus (İS 286-305) ve tartışmasız hükümdarlığı İS 312'den 337'e kadar devam eden Constantinus, çöküşü engelledi. İmparatorluğu doğu ve batı olarak, aşağı yukarı Yunanca ve Latince arasındaki bölünmeye karşılık gelecek şekilde ikiye böldüler. Constantinus doğu bölümünün başkentini Byzantion'da kurdu ve Konstantinopolis adını verdi. Diocletianus, ordu... dizginledi... savaşçı kuvvetler... barbarlardan, özellikle de Germenlerden oluştu. Bu, açıkça tehlikeli bir çareydi ve beşinci yüzyıl... Barbarlar, Romalı bir efendi için savaşmaktansa kendileri için savaşmanın daha karlı olduğuna karar verdiler... Diocletianus'un yönetim reformları da, eşit ölçüde bir süre başarılı oldu ve uzun vadede eşit ölçüde felaketle sonuçlandı. Roma sistemi kentlere yerel özyönetim tanımak ve vergilerin toplanmasını bu yönetimlerin memurlarına bırakmaktı; merkezi yetkililer... vergi miktarını belirlerdi. Bu sistem refah döneminde iyi işlemişti; ama imparatorluk bitkin düşünce, istenen gelir aşırı sıkıntıya girmeden verilebilecek olandan fazla oldu.../ Constantinus'un en önemli yeniliği, anlaşılan askerlerin büyük bir bölümü, Hıristiyan olduğu için, Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesiydi. Bunun sonucunda, beşinci yüzyılın sonunda, Germenler Batı İmparatorluğunu yıkınca, imparatorluğun itibarı Hıristiyan dinini kabul etmelerine, böylece Kilisenin özümsediği şekliyle ilkçağ uygarlıklarının çoğunu batı Avrupa'da korumalarına neden oldu./... Doğu İmparatorluğu, sürekli küçülmesine rağmen... 1453'de İstanbul Türkler tarafından fethedilene kadar varlığını sürdürdü; ama doğuda eski Roma eyaletlerinin çoğu... Müslüman oldu. Germenlerden farklı olarak Araplar, fethettikleri yerlerin dinini reddettiler, ama uygarlığını benimsediler. Doğu İmparatorluğunun uygarlığı Latin değil, Yunandı; bu nedenle, yedinci yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar... Yunan uygarlığından kalanları... Doğu İmparatorluğu ile Araplar korudu. On birinci yüzyıldan itibaren, başlangıçta Mağrip etkisiyle batı, Yunan mirasından kaybettiklerini geri almaya başladı./.../... Yunanların Romalılara yönelik doğal tutumu, korkuyla karışık küçümseme tavrıydı; Yunan kendini daha uygar, ama siyasal olarak daha az güçlü hissederdi... İÖ ikinci yüzyılda ortalama Yunan hazzı seven, zeki, ticarette akıllı ve her şeyde ilkesiz biriydi. Bununla birlikte felsefi kapasiteye sahip insanlar da vardı... birkaç kişi, Roma'nın büyüklüğünün Yunanlarda olmayan belli meziyetlerden kaynaklandığını anladı./ İÖ 200... Polybios... Pön savaşlarının tarihini yazdı./.../... Roma, İmparatorluğun Yunanca konuşan bölümü üzerinde bozucu bir rol oynadı. Sanat ve düşünce geriledi... İmparatorluğun Latin ve Yunan bölümleri giderek birbirinden uzaklaştı; Yunanca bilgisi batıda enderleşti; doğuda Latince... hukukta ve orduda varlığını sürdürdü./.../ Romalılar Yunanlarla ilk karşılaştıklarında, kendilerinin görece barbar ve görgüsüz olduklarını fark ettiler... Romalıların Yunanlarla ilişkisi, 1814 ve 1815'te Prusyalıların Fransızlarla olan ilişkisine benziyordu; ama Prusyalılarınki geçici olduğu halde, Romalıların çok uzun sürdü. Pön Savaşlarından sonra genç Romalılarda Yunan hayranlığı başladı. Yunan dilini öğrendiler... Roma Tanrıları Yunan Tanrılarıyla özdeşleştirildi... Romalıların Truva kökeni icat edildi... Sonuna kadar Roma, Yunanistan üzerinde kültürel bir asalak oldu... İyi yollar, sistematik yasalar yaptılar, etkili ordular oluşturdular; bunlar dışında her şey için Yunanistan'a baktılar./... Pön Savaşlarına kadar Romalılar çiftçi bir halktı, çiftçi erdemlerine ve kötülüklerine sahipti: Sert, çalışkan, kaba, inatçı ve aptal... Ani servet akışıyla birlikte bütün bunlar değişti. Küçük çiftlikler kayboldu... köle emeği kullanılan büyük yurtluklar aldı. Büyük bir tüccarlar sınıfı büyüdü ve bir yığın kişi, on sekizinci yüzyıl İngiltere'sindeki zenginler gibi, yağmayla zenginleşti... kadınlar özgürleşti... boşanma yaygınlaştı; zenginler çocuk sahibi olmayı bıraktı.../ Yunanistan'ın Batı Roma... üzerindeki kültürel etkisi, İS üçüncü yüzyıldan itibaren... hızla azaldı... Batı Roma... son zamanlarında... askeri bir tiranlıktı... ordu... sınırlardaki yarı-barbarlardan oluşmaktaydı. Bu kaba askerlerin kültüre ihtiyacı yoktu... devlet, eğitimi gereksiz görüyordu.../ Helenik olmayan din ve hurafe ise, aksine, zaman geçtikçe Batı'da daha fazla etkili oldu... Roma fetihleri de Batı dünyasını bu öğretilerle, Yahudilerin ve Hıristiyanların öğretileriyle tanıştırdı... şimdilik olabildiğince pagan hurafelerle sınırlı kalacağım./ Roma'da her mezhep ve her peygamber temsil edilirdi.../ Ordunun tercihiyle yükselene kadar Suriyeli bir güneş rahibi olan İmparator Elegabalus... (İS 218-222)... Doğu'nun dini pratiklerini Roma'ya büyük bir gayretle sokmaya girişti; adı, başrahip olduğu Humus'ta tapılan güneş-Tanrısının adıydı.../ Pers kökenli olan Mitra dini... üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Hıristiyanlığın rakibi oldu... imparatorlar, dinin, çok ihtiyaç duyulan istikrarı getireceğini hissetti... Mitra kültü Roma'ya getirildi.../... Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmesi siyasal açıdan başarılıydı... Yunanistan'ın ve Roma'nın geleneksel dinleri bu dünyayla ilgilenen, yeryüzünde mutluluk umudu taşıyan insanlara uygundu. Daha uzun bir çaresizlik deneyimi olan Asya, öteki dünya umutları biçiminde daha başarılı panzehirler geliştirmişti; bunların içinde en etkili teselliyi sağlayan Hıristiyanlıktı. Ancak Hıristiyanlık, devlet dini olduğu sırada, Yunanistan'dan çok şey almış ve bunu, Musevi öğeyle birlikte, Batıda sonraki çağlara aktarmıştı./... Yunanistan'ın... yok olmamasını önce İskender'e, sonra Roma'ya borçluyuz... fethettiklerini yok etmediler.../... Stoacılar insanın kardeşliğine inanıyorlardı ve sempatilerini Yunanlarla sınırlamadılar. Roma'nın uzun egemenliği insanları, tek bir yönetim altında tek bir uygarlık düşüncesine alıştırdı... Romalılara göre, İmparatorluk dışında, zahmete değdiğinde fethedilecek az çok barbar kabileler dışında bir şey yoktu. Romalıların kafasında imparatorluk... dünya çapındaydı. Bu kavrayış... "Katolik" olan Kiliseye de geçti... daha sonraki Stoacıların öğretisini somutlaştırır... Ortaçağ boyunca, Charlemange döneminden sonra, Kilise ve Kutsal Roma İmparatorluğu, aslında öyle olmadığını herkes bilmesine rağmen, düşüncede dünya çapındaydı. Tek insanlık ailesi, tek Katolik din, tek evrensel kültür ve tek dünya devleti.../ Uygarlık alanını genişletmede Roma'nın oynadığı rol son derece önemliydi. Kuzey İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya'nın batısı, Roma lejyonlarının zorla işgalinin bir sonucu olarak uygarlaştı.../... On birinci yüzyılda Peygamber'in talebeleri... İspanya'yı fethettiler. Zaferleri kolaydı ve savaşlar önemsizdi... bağnaz değillerdi; Hıristiyanlar ve Yahudiler haraçlarını ödedikleri sürece rahatsız edilmediler. Araplar çok kısa bir sürede Doğu Roma... uygarlığını elde etti; ama gerilemenin yorgunluğuyla değil, yükselen bir devletin iyimserliğiyle. Eğitimli insanları Yunan yazarlardan... okuyup yorum yazdılar. Aristoteles'in ünü, esas olarak onlar sayesindedir.../... Cebir, İskenderiyeli Yunanlar tarafından icat edilmişti; ama Müslümanlar tarafından daha ileri götürüldü.../ Etimolojik yöntem, Yunan felsefene ilişkin bilgi konusunda Araplara borçlu olduklarımızı gizler... Müslümanlarla temas, Batıya Aristoteles'i, Arap sayılarını, cebiri ve kimyayı tanıttı. On birinci yüzyılda öğrenmeye ilgi bu temasla canlandı ve Skolastik felsefeye yol açtı" 485-505
-"Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinos (İS 204-270), ilkçağın son büyük filozofudur... ordu... imparator seçme... imparator öldürme pratiğini benimsemişti. Bu meşguliyet... kuzeyden Germenlerin, doğudan Perslerin şiddetli akınlarına olanak verdi.../ Plotinos'un eserlerinde bunların hiçbirinden söz edilemez. O, fiili dünyadaki yıkım ve sefalet görüntüsünden yüz çevirip, öncesiz-sonrasız bir iyilik ve güzellik dünyasını tefekkür etmeye yöneldi... İster Hıristiyan olsun ister pagan... yalnızca Öbür Dünya bağlanmaya değer görünmekteydi... Hıristiyan teologlar bu görüşleri birleştirip, Plotinos'un felsefesinin çoğunu dahil etti... Başrahip Inge, Hıristiyanlığın Plotinos'a borçlu olduğu şeyleri haklı olarak vurgular.../.../... Mısır'da doğduğunu ifade etmiş.../.../ Plotinos'un metafiziği bir Kutsal Üçlemeyle başlar: Bir, Tin ve Ruh. Bu üçü, Hıristiyan Üçlemenin kişileri gibi eşit değildir; Bir üstündür, Tin sonra gelir, en sonunda da Ruh./.../ "Esrime" (kendi bedninin dışında durma) deneyimi, Plotinos'un başına sıkça gelmiş/.../ Bu bizi Ruh'a, Üçlemenin üçüncü ve en alt üyesine getirir... görünür dünyanın kötü olduğunu söyleyen Gnostik görüş.../.../... Plotinos, gök cisimlerinin insandan sonsuz derecede üstün, Tanrı-benzeri varlıkların bedenleri olduğu kanısındadır.../ Plotinos'un mistisizminde somurtuk ya da güzelliğe düşman bir şey yoktur... Giderek güzelliğin ve güzellikle bağlantılı bütün hazların Şeytandan geldiği düşünüldü; Hıristiyanların yanı sıra paganlar da çirkinliği ve kiri yüceltir oldu. Dönme Julianus... gür sakalıyla övünüyordu.../... Her Ruh'un kendi saati vardır; o saat geldiğinde, aşağı iner ve uygun bedene girer. Güdüsü akıl değil, cinsel arzuya benzer bir şeydir.../.../... Plotinos'un idealler ve umutlar için güvenli bir sığınak... inşası vardır. Üçüncü yüzyılda... batı uygarlığı toptan yıkımın eşiğine geldi. Bereket versin, teoloji neredeyse hayatta kalan tek zihinsel faaliyetken, kabul edilen sistem salt hurafe değildi; Yunan anlığının eserlerinde cisimleşen öğretileri, Stoacıların ve yeni-Platoncuların ahlaki adanmışlığını, bazen derine gömülü de olsa korudu.../... Plotinos'un... dışarıya bakmak yerine daha çok içeriye bakmaya teşvik etme kusuru vardır: İçeriye baktığımızda, ilahi olan nous'u görürüz; dışarıya baktığımız zaman, duyulur dünyanın kusurlarını görürüz... Ne var ki, öznelcilik giderek insanların öğretilerinin yanı sıra duygularını da istila etti. Ondan sonra bilim artık geliştirilemedi ve yalnızca erdemin önemli olduğu düşünüldü... Hıristiyan itikadı yaymanın önemine inanç... pratik bir hedef sundu./ Plotinos hem bir son hem bir başlangıçtır; Yunanlarla ilgili olarak bir son, Hıristiyanlıkla ilgili olarak bir başlangıç... yorgun düşen... ilkçağ dünyası için onun öğretisi kabul edilebilirdi, ama dürtükleyici olmazdı. Aşırı bol enerjiyi uyarmaya değil, daha çok dizginlemeye ihtiyaç duyan kaba barbar dünya için, Plotinos'un öğretisine sinebilen şeyler yararlıydı; çünkü savaşılması gereken kötülük gevşeklik değil, acımasızlıktı. Onun felsefesinden kalanları aktarma işini, Roma'nın son çağının Hıristiyan filozofları yerine getirdi" 506, 507, 511, 513-520, 526-528
*
17.3.2018
İLK ÇAĞ FELSEFESİ
Bertrand Russell, Çeviren: ?-(Ahmet Fethi, mi?), 4. Basım: Temmuz 2017, Alfa Yayın, İstanbul
Hoş.
Sevdim.
Öğrendim.
*
S alıp vermişti, çok güzel bir seçim yapmış, teşekkürler.
Diğer ciltlerini de okumak isterim!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Filozoflar hem sonuç hem de nedendir.../... Hiçkimse biraz Helenistik çağ bilgisi olmadan Stoacıları... ya da beşinci yüzyıldan on üçüncü yüzyıla kadar Kilisenin gelişimine ilişkin ortalama bir bilgiye sahip olmadan skolastikleri anlayamaz" 8, 9
-""Felsefi" dediğimiz dünya... iki faktörün ürünüdür... dinsel ve etik kavrayışlar... "bilimsel" denebilecek soruşturma türü... felsefeyi ayırt eden, her ikisinin bir ölçüde varlığıdır./.../ Felsefe... teoloji ile bilim arasında bir şeydir. Teoloji gibi... spekülasyonlardan oluşur; ama bilim gibi... daha çok insan aklına başvurur... her kesin bilgi bilime aittir... tüm dogmalar teolojiye aittir. Ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir Tarafsız Bölge vardır; bu Tarafsız bölge felsefedir. Spekülatif... soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. Dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür... Soylu ve adi olan yaşam tarzları var mı... Bilge diye bir şey var mıdır... Bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. Teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir... Bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir./.../... teoloji... evrene yönelik bir tür münasebetsiz arsızlık üretir... Kesinlik olmadan ve tereddüt tarafından felce uğratılmadan yaşamayı öğretmek, çağımızda belki de felsefe inceleyenlere felsefenin yapabileceği başlıca iştir./ Teolojiden ayrı olarak felsefe, MÖ altıncı yüzyılda Yunanistan'da başladı... Hıristiyanlık yükselince ve Roma düşünce, yine teolojinin altında kaldı. Felsefenin ikinci büyük dönemine, on birinci yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar, İmparator II. Frederick (1195-1250) gibi birkaç büyük asi hariç, Katolik Kilisesi egemen oldu... On yedinci yüzyıldan bugüne kadar gelen üçüncü döneme, önceki dönemlerden çok daha fazla bilim egemendir" 10-13
-"Toplumsal bağlaşma ve bireysel özgürlük, din ve bilim gibi... çatışma ya da sıkıntılı bir uzlaşma halindedir. Yunanistan'da toplumsal bağlılık Kent-Devlet'e sadakatle sağlandı... Bireyin Kente karşı görevinin özgürlüğünü kısıtlama derecesi büyük farklılık göstermekteydi. Sparta'da... az özgürlüğü vardı; Atina'da... olağanüstü bir özgürlüğü vardı. Aristoteles'e kadar... Kente dini ve yurtseverce bağlılık egemendir... Yunanlar... bağımlı olunca, bağımsızlık günlerine uygun kavrayışlar artık uygulanabilir olmaktan çıktı. Bu durum... daha fazla bireysel... etik üretti. Stoacılar erdemli yaşamı, yurttaşın devletle bir ilişkisi olarak değil, daha çok ruhun Tanrı'yla bir ilişkisi olarak düşündüler. Böylece Hıristiyanlığın yolunu hazırladılar; Stoacılık gibi Hıristiyanlık da başlangıçta siyasal değildi... İskender'den Constantinus'a kadar... toplumsal bağlılık... zorla... sağlandı. Roma... güçlü bir merkezi devleti önce yarattı, sonra korudu... Roma felsefesi yoktu./ Bu uzun dönemde, özgürlük çağından miras alınan Yunan düşünceleri... bir dönüşüm sürecinden geçti... dini sayabileceğimiz düşünceler, görece önem kazandı... daha rasyonalist olanlar... bir tarafa atıldı. Bu şekilde sonraki paganlar Yunan geleneğini, Hıristiyan öğretiyle bütünleştirilmeye uygun duruma gelene kadar tıraşladı./ Hıristiyanlık, Stoacıların öğretisinde zaten örtük olarak var olan, ama ilkçağın genel ruhuna yabancı... bir düşünceyi popülerleştirdi, yani bir insanın Tanrı'ya karşı görevinin Devlete karşı görevinden daha mecburi olduğu düşüncesi. Bu düşünce -Sokrates'in ve Havarilerin dediği gibi, "İnsana değil Tanrı'ya itaat etmeliyiz"- Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra da varlığını sürdürdü... İmparatorlar ortodoklaşınca, bu da hükümsüz oldu. Bizans... ve... Rus İmparatorluğunda örtük olarak kaldı, ama Katolik imparatorların yerini neredeyse anında heretik barbar fatihlerin aldığı Gallia'nın bir bölümü hariç Batıda, dini bağlılığın siyasal bağlılığa üstünlüğü varlığını sürdürdü ve bir ölçüde hala sürdürüyor./ Barbar istilası, Batı Avrupa uygarlığına altı yüzyıllığına son verdi. Danimarkalılar dokuzuncu yüzyılda onu yıkana kadar İrlanda'da varlığını sürdürdü; orada... Scotus Erigena'yı çıkardı. Doğu İmparatorluğunda Yunan uygarlığı, 1453'te İstanbul düşene kadar... bir müzede gibi varlığını sürdürdü; sanatsal bir gelenek ve... Roma Hukuku Derlemesi dışında, İstanbul'dan dünya için önemli bir şey çıkmadı./ Karanlık dönem süresince, beşinci yüzyıldan on birinci yüzyılın ortalarına kadar, Batı roma dünyası çok ilginç değişiklikler yaşadı... kral ile Kilise arasında olan bir çatışma biçimini aldı. Papanın dini yetki alanı... uzandı... VII. Gregorius'un zamanından itibaren (geç on birinci yüzyıl), bu durum gerçek ve etkili olmaya başladı... din adamları... iktidar peşinde koşan ve... 1300 yılı sonrasına kadar genellikle galip gelen tek bir örgütlenme kurdular... aynı zamanda Akdeniz dünyası ile kuzeyli barbarlar arasındaki çatışmanın bir tekrarıydı. Kilisenin birliği Roma İmparatorluğunun birliğini yansıttı; ayinleri Latinceydi ve egemen kişilerin çok büyük bölümü İtalyan, İspanyol ya da Güney Fransalıydı... hukuk ve hükümet kavrayışlarını... daha çok Marcus Aurelius anlayabilirdi. Kilise aynı anda hem geçmişle sürekliliği hem şimdiki zamanda en uygar olanı temsil etti./ Laik iktidar ise Töton soyundan baronların ve kralların elindeydi; Almanya ormanlarından getirdikleri kurumlardan koruyabildiklerini korumaya çalışıyorlardı. Mutlak iktidar o kurumlara yabancıydı... Kral iktidarını feodal aristokrasiyle paylaşmak zorundaydı; ama herkes, arada bir savaş, cinayet, yağma ya da tecavüz biçiminde tutku patlamalarına izin verilmesini beklerdi. Hükümdarlar pişmanlık duyabilirlerdi; çünkü içtenlikle dindardılar ve her şeyden önce, pişmanlığın kendisi bir tutku biçimiydi. Fakat Kilise, modern bir işverenin çalışanlarından istediği ve genellikle aldığı düzenli iyi davranışı onlarda asla yaratamadı. Ruh bedenden ayrılırken içmedikten, öldürmedikten ve sevmedikten sonra dünyayı fethetmek neye yarardı?... Din onay vermemesine rağmen, düelloyu ve dövüşerek hesaplaşmayı korudular... bir öfke nöbeti sırasında, ileri gelen kilise adamlarını bile öldüreceklerdi./ Bütün silahlı kuvvetler kralların tarafındaydı; yine de Kilise galip geldi... esas olarak egemenler ve halk cennetin anahtarlarının Kilisenin elinde olduğuna inandığı için Kilise kazandı... Kilise anarşi yerine düzeni temsil etmekteydi ve bu yüzden, yükselen merkantil sınıfın desteğini kazandı.../ Kiliseden en azından kısmi bir bağımsızlığı korumaya yönelik Tötonik girişim... savaşta da kendini dışa vurdu. Entelektüel dünyada çok az dışa vurdu; çünkü eğitim neredeyse... din adamlarıyla sınırlıydı. Ortaçağın açık felsefesi... bir tarafın... aynasıdır. Bununla birlikte, din adamları arasında -özellikle Fransisken keşişler arasında-... Papayla anlaşmazlık içinde... kişiler vardı. Dahası, İtalya'da kültür, Alpler'in kuzeyinden birkaç yüzyıl erken din dışı kesime yayıldı. Yeni bir inanç kurmaya çalışan II. Frederick papalık karşıtı kültürün aşırı ucunu temsil eder; II. Frederick'in hakim olduğu Napoli krallığında doğan Thomas Aquinas, günümüzde de papalık felsefesinin klasik savunucusudur. Elli yıl kadar sonra Dante bir senteze ulaştı ve eksiksiz ortaçağ düşünce dünyasının tek dengeli açıklamasını verdi./ Dante'den sonra... ortaçağın felsefi sentezi çöktü... Büyük Bölünme, konsil hareketi ve Rönesans papalığı, Papayı merkeze alan skolastik hükümet teorisini ve Hıristiyan birliğini yıkan Reformasyona yol açtı... Rönesans sanatta hala düzenden yana olmasına rağmen, düşüncede geniş ve verimli bir düzensizliği tercih eder. Bu bakımdan Montaigne, çağın en tipik simgesidir./ Sanat dışında her şeyde olduğu gibi siyaset teorisinde de bir düzen çöküşü vardı... düşünce alanında ortaçağa bir yasallık tutkusu... egemendi. Her iktidar eninde sonunda Tanrı'dan gelir; kutsal işlerde iktidarı Papaya, laik konularda İmparatora havale etmiştir; ama hem Papa hem İmparator on beşinci yüzyıl boyunca önemini yitirdi. Papa, İtalyan iktidar siyasetinin inanılmaz karışık ve ilkesiz oyunlarıyla uğraşan İtalyan prenslerinden biri haline geldi. Fransa, İspanya ve İngiltere'de yeni ulusal monarşilerin, kendi topraklarında... iktidarı vardı. Varlığını büyük ölçüde baruta borçlu olan ulusal Devletler... nüfuz kazandı ve bu nüfuz, uygarlığın birliğine ilişkin Roma inancından kalanları da yok etti./ Bu siyasal düzensizlik, Machiavelli'nin Prens'inde ifade buldu... ilke olmayınca, siyaset çıplak bir iktidar mücadelesi haline gelir; Prens... kurnazca tavsiyelerde bulunur. Büyük Yunanistan çağında olanlar, Rönesans İtalya'sında yeniden gerçekleşti: Geleneksel ahlaki kısıtlamalar, hurafeyle bütünleşmiş görüldükleri için, ortadan kalktı; prangalardan kurtuluş bireyleri enerjik ve yaratıcı yapıp, ender bir deha çiçeklenmesine neden oldu; ama ahlakın bozulmasından kaçınılmaz olarak kaynaklanan anarşi ve ihanet İtalyanları toplu olarak güçsüzleştirdi ve Yunanlılar gibi, kendilerinden daha az uygar... ulusların egemenliği altına girdiler./ Buna rağmen sonuç, Yunanistan'ınkinden daha az korkunç oldu; çünkü İspanya hariç, yeni güçlü uluslar, İtalyanlar kadar büyük başarıya yetenekli olduklarını gösterdiler./ On altıncı yüzyıldan itibaren Avrupa düşüncesinin tarihine Reformasyon egemen oldu... Esas olarak; kuzeyli ulusların Roma'nın yenilenen egemenliğine karşı bir ayaklanmaydı. Din, Kuzey'e boyun eğdiren kuvvetti; ama İtalya'da din çürümeye uğramıştı: Papalık bir kurum olarak kaldı, Almanya'dan ve İngiltere'den yüklü miktarda haraç almaktaydı; ama hala dindar olan bu uluslar... nakit karşılığında ruhları araftan kurtardıklarını iddia eden Borgia ve Medici ailelerine saygı duyamazdı. Ulusal güdüler, ekonomik güdüler ve ahlaki güdüler birleşip, Roma'ya karşı ayaklanmayı güçlendirdi... Prensler, kendi topraklarında Kilisenin salt ulusal olması durumunda Kiliseye egemen olabileceklerini... daha güçlü olacaklarını kısa sürede algıladı... Luther'in teolojik yenilikleri, Kuzey Avrupa'nın her tarafında... iyi karşılandı./ Katolik Kilisesi üç kaynaktan türedi. Kutsal tarihi Yahudiydi, teolojisi Yunandı, yönetimi ve hukuku... Romalıydı. Reformasyon Roma'ya ait öğeleri reddetti, Yunan öğeleri yumuşattı ve Yahudi öğeleri büyük ölçüde güçlendirdi. Bu nedenle... milliyetçi güçlerle işbirliği yaptı. Katolik öğretide ilahi vahiy kutsal kitaplarla bitmedi, Kilisenin aracılığıyla çağdan çağa devam etti; bu nedenle özel düşüncelerini Kiliseye sunmak bireyin göreviydi. Protestanlar, aksine, vahyin taşıtı olarak Kiliseyi reddetti; hakikat, her kişinin kendisi için yorumladığı Kutsal Kitap'ta aranmalıydı... yorumları farklı olduğunda, anlaşmazlığa karar verecek ve ilahi olarak atanmış bir otorite yoktu. Pratikte Devlet, daha önce Kiliseye ait olan hakkı istedi; ama bu, bir gasptı. Protestan teoride ruh ile tanrı arasında dünyevi bir aracı olmamalıydı./ Bu değişimin etkileri çok önemliydi. Hakikat... iç tefekkürle doğrulanacaktı. Siyasette anarşizme ve dinde Katolik ortodoksluğun çerçevesine uymakta her zaman zorluk çeken mistisizme doğru... bir eğilim vardı. Yalnızca tek Protestanlık değil, çok sayıda tarikat olacaktı... filozof sayısı kadar felsefe olacaktı... tek İmparator değil, çok sayıda heretik kral olacaktı. Sonuç, edebiyatta olduğu gibi düşüncede de, sürekli derinleşen... kişisel yalıtılmışlığa doğru durmadan ilerleyen bir öznelcilik oldu./ Modern felsefe Descartes'la başlar; Descartes'ta kesin olan, kendisinin ve düşüncelerinin varlığıdır, dış dünya ondan çıkarsanır. Bu, Berkeley ve Kant üzerinden, her şeyi yalnızca egonun ürünü sayan Fichte'ye uzanan bir gelişmede ilk evreydi. Bu delilikti ve felsefe o zamandan beri bu aşırı uçtan gündelik sağduyu dünyasına kaçmaya çalışmaktadır./ Siyasette anarşizm felsefede öznelcilikle el ele gider. Daha Luther sağken, istenmeyen... çömezler... Anabaptizm öğretisini geliştirdi. Anabaptistler... Kutsal Ruhun insana her an yol göstereceğini savundukları için, hiçbir yasa tanımadılar. Bu öncülden yola çıkıp komünizme ve cinsel serbestliğe ulaştılar; bu yüzden... imha edildiler, ama öğretileri yumuşatılmış biçimlerde Hollanda'ya, İngiltere'ye ve Amerika'ya yayıldı; tarihsel olarak Quaker'lerin kaynağıdır. On dokuzuncu yüzyılda, artık dinle bağlantısı olmayan daha sert bir anarşizm doğdu. Rusya'da, İspanya'da ve... İtalya'da epeyce başarılı oldu ve bugüne de Amerikalı göçmen yetkililerinin bir öcüsü olarak kaldı. Bu modern biçim, din karşıtı olmasına rağmen, erken Protestanlık ruhundan çok şey barındırır; esas farkı, Luther'in papalara yönelttiği düşmanlığı laik hükümetlere yöneltmesidir./ Öznellik, bir kez serbest kaldıktan sonra, olacağına varana kadar sınırların içine hapsedilemez. Ahlakta, bireysel vicdana Protestan vurgu özünde anarşikti. Alışkanlık ve görenek o kadar güçlüydü ki... etikteki bireycilik havarileri, geleneksel açıdan erdemli bir biçimde davranmaya devam ettiler, ama bu, sallantılı bir denge durumuydu. On sekizinci yüzyıl "duyarlılık" kültü, dengeyi bozmaya başladı: Bir harekete... ona ilham veren heyecandan ötürü hayranlık duyuldu. Carlyle ve Nietzsche'nin ifade ettiği şekliyle kahramanlık kültü ve... şiddetli tutkunun Byronculuk kültü, bu tutumdan çıkıp gelişti./... romantik hareket, insanları... tefekkürün estetik açıdan hoş nesneleri olarak yargılamanın bu öznel tarzıyla ilişkilidir. Kaplanlar koyunlardan daha güzeldir; ama biz, kaplanları parmaklıkların arkasında tercih ederiz. Tipik romantik, parmaklıkları kaldırır ve kaplanın koyunu imha ederken gerçekleştirdiği muhteşem sıçrayışın keyfini çıkarır. İnsanları kendilerini kaplan gibi hayal etmeye teşvik eder ve bunu başardığında da sonuçlar hiç hoş olmaz./ Modern zamanda öznelciliğin daha çılgın biçimlerine karşı çeşitli tepkiler oldu. Önce, bir ortada uzlaşma felsefesi, bireyin ve yönetimin alanlarını kararlaştırmaya kalkışan liberalizm öğretisi... bu... kör itaate karşı olduğu kadar -Anabaptislerin bireyciliği- "coşkunluk"a da karşı olan Locke'la başlar. Daha esaslı bir ayaklanma Devlete tapınma öğretisine... yol açar. Hobbes, Rousseau ve Hegel bu teorinin farklı evrelerini temsil eder ve öğretileri, pratik olarak Cromwell'de, Napolyon'da ve modern Almanya'da cisimleşir. Komünizm, teoride, bu tür felsefelerden çok uzaktır; ama pratikte, Devlete tapmaktan kaynaklanan çok benzer bir topluluk tipine doğru sürüklenir./ İÖ 600'den bugüne kadar... filozoflar toplumsal bağları sıkılaştırmak isteyenler ve gevşetmek isteyenler olarak bölündü... Disiplinciler ya eski ya da yeni bir dogma sistemini savundu ve... bilime düşman olmaya mecbur oldular... mutluluğun iyi olmadığını, "asalet"in ya da "kahramanlığın" tercih edilmesi gerektiğini öğrettiler. İnsan doğasının irrasyonel taraflarına sempatileri vardı; çünkü aklın, toplumsal bağlılığa düşman olduğunu hissediyorlardı. Diğer yanda özgürlükçüler, aşırı anarşistler hariç, bilimsel, yararcı, rasyonalist, şiddetli tutkuya ve dinin daha köklü biçimlerine düşman olma eğiliminde oldular.../ Bu anlaşmazlığın her iki tarafının kısmen haklı, kısmen haksız olduğu açıktır. Toplumsal bağlılık bir zorunluktur ve insanoğlu, yalnızca rasyonel savlarla bağlılığı sağlamayı henüz başaramamıştır. Her topluluk iki karşıt tehlikeyle karşı karşıyadır: Bir yanda, gereğinden fazla disiplin... kemikleşme; diğer yanda, işbirliğini olanaksızlaştıran kişisel bağımsızlık ve bireyciliğin araması nedeniyle dağılma ve yabancı fethine boyun eğme. Genel olarak önemli uygarlıklar katı ve hurafe bir sistemle başlar; sistem aşamalı olarak gevşer ve belli bir evrede parlak bir deha dönemine yol açar... kötülük açığa çıkınca, anarşiye ve oradan kaçınılmaz olarak yeni bir zorbalığa yol açıp, yeni bir dogma sistemiyle sağlanan yeni bir sentez üretir. Liberalizm öğretisi bu sonsuz salınımdan kurtulma girişimidir. Liberalizmin özü, irrasyonel dogmaya dayanmayan bir toplumsal düzen kurma ve topluluğun korunması için gerekli olandan fazla kısıtlama olmadan istikrarı sağlama girişimidir"" 14-28
-"Bütün tarihte, Yunanistan'da uygarlığın ani yükselişini açıklamak kadar zor... bir şey yoktur. Uygarlığı oluşturan şeylerin çoğu Mısır'da ve Mezopotamya'da binlerce yıldır zaten vardı... ama Yunanlar tamamlayana kadar belli öğeleri eksik kalmıştı... Matematiği, bilimi ve felsefeyi icat ettiler; ilk kez... tarih yazdılar... dünyanın doğasına ve yaşamın sonuna ilişkin özgürce spekülasyon yaptılar.../ Felsefe Thales'le başlar... Felsefe ve bilim... İÖ altıncı yüzyılın başında birlikte doğdular.../ Yazı yazma sanatı İÖ 4000... Mısır'da ve... Mezopotamya'da icat edildi... nesnelerin resimleriyle başladı... gelişip, alfabe yazısına dönüştü./ Mısır'da ve Mezopotamya'da uygarlığın erken gelişimi... Nil'e, Dicle'ye ve Fırat'a borçluydu... ilahi bir kral... Mısır'da bütün ülkenin sahibiydi. Kralın özel bir yakın ilişki içinde olduğu üstün bir Tanrıyla birlikte, çoktanrılı bir din vardı.../... Mısırlılar... Ruhun sonunda bedene geri döneceğini sandılar; bu, mumyalamaya ve şahane mezarların inşa edilmesine yol açtı... İÖ 1800 civarında Sami kökenli Hyksoslar Mısır'ı fethetti... iz bırakmadılar; ama varlıkları, Mısır uygarlığının Suriye'ye ve Filistin'e yaramış olmalı./ Babil Mısır'dan daha savaşçı... egemen ırk... kökenleri bilinmeyen "Sümerler"di. Çivi yazısını onlar icat etti... Birbirileriyle savaşan bağımsız kentlerin bulunduğu bir dönem vardı; ama sonunda Babil üstün geldi ve imparatorluk kurdu... Babil Tanrısı Marduk, daha sonra Yunan panteonundaki Zeus'a benzer bir konum kazandı. Aynı tür şeyler Mısır'da da olmuştu.../ Mısır ve Babil dinleri... başlangıçta bereket kültleriydi. Toprak dişiydi, güneş erkekti... boğa-tanrılar yaygındı. Babil'de toprak-tanrıça İştar dişi ilahlar arasında üstündü. Bütün batı Asya'da Büyük Ana'ya çeşitli adlar altında tapılırdı. Yunan koloniciler Küçük Asya'da Büyük Ana tapınakları bulunca, ona Artemis adını verip, var olan kültü devraldılar. "Efeslilerin Diana'sı"nın kökeni budur. Hıristiyanlık onu bakire Meryem'e dönüştürdü ve Efes'teki bir Konsil, "Tanrının Annesi" unvanını meşrulaştırdı./... siyasal güdüler dinin ilksel özelliklerini dönüştürmek için çok şey yaptı. Bir Tanrı ya da Tanrıça Devletle birleşti.../ Tanrılar yönetimle bütünleşince, ahlakla da bütünleştiler. Yasa koyanlar kurallarını bir tanrıdan aldı; bu yüzden yasanın ihlali günah haline geldi. Bilinen en eski yasalar, yaklaşık olarak İS (Ö değil mi?-benim notum) 2100'e tekabül eden, Babil kralı Hammurabi'nindir; kral, bu yasaların Marduk tarafından kendisine verildiğini iddia etti.../ Babil dini, Mısır dininin aksine... bu dünyada refahla ilgilendi. Büyü, kehanet ve astroloji... gelişti... Bilime ait olan bazı şeyler Babil'den gelir. Günün yirmi dört saate ve dairenin 360 dereceye bölünmesi... Thales Babillilerin bilgisini edindi./ Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları tarımsaldı; civar uluslarınki ise, ilk başta, çoban uygarlığıydı... neredeyse yalnızca deniz yoluyla yapılan ticaretin gelişmesiyle yeni bir unsur ortaya çıktı. İÖ 1000 yılına kadar silahlar tunçtan yapılırdı... Ticarette, Girit adası öncülük etmiş gibi görünüyor. İÖ 2500'den İÖ 1400'e kadar... Girit'te Minos denilen... ileri bir kültür vardı... kalanlar Mısır... kasvetinden çok farklı bir neşe ve neredeyse yoz bir lüks izlenimi verir./... Girit... ticaret, İÖ 1500 civarında en yüksek noktasına ulaştı... Girit uygarlığının merkezi, Knossos'ta... "Minos Sarayı"ydı... İÖ on dördüncü yüzyılın sonunda muhtemelen Yunanistan'dan gelen istilacılar tarafından yıkıldılar.../ Girit... En kesin Tanrıça... "Hayvanların Hanımefendisi"ydi... öbür dünya inancının kanıtları vardır. Ama... Giritlilerin neşeli insanlar oldukları... anlaşılıyor. Boğa güreşlerinden hoşlanırlardı.../ Giritlilerin... alfabeleri vardı.../ Minos uygarlığı... İÖ 1600 civarında Yunanistan anakarasına yayıldı... İÖ 900 civarına kadar varlığını sürdürdü. Bu anakara uygarlığına Mykenai denilir... Homeros'ta tasvir edilen uygarlıktır./... Yunanlar peş peşe üç dalga halinde Yunanistan'a geldi; önce İonyalılar, sonra Akhalar ve sonunda Dorlar. İonyalılar... Girit uygarlığını... benimsemiş görünüyorlar; daha sonra Romalıların Yunanistan uygarlığını benimsemesi gibi... İonya ve Akha savaşlarıyla zayıflayan Mykenai uygarlığı, son Yunan istilacılar, Dorlar tarafından yıkıldı... Dorlar atalarının özgün Hint-Avrupa dinine bağlı kaldılar. Bununla birlikte Mykenai zamanının dini özellikle aşağı sınıflarda varlığını sürdürdü ve klasik Yunanistan'ın dini, ikisinin harmanlanmasıydı.../... Mykenai... Uygarlıklarının... sona erdiği sırada tuncun yerini demirin aldığını ve deniz üstünlüğünün bir süre Fenikelilere geçtiğini biliyoruz./ Mykenai çağı... bazı istilacılar... tarımcı oldu; bazıları... adalara ve Küçük Asya'ya... Sicilya'ya ve güney İtalya'ya... deniz ticaretiyle geçinen kentler kurdu. Yunanlar ilk önce bu kıyı kentlerinde uygarlığa nitelik olarak yeni katkılarda bulundular; Atinalıların üstünlüğü daha sonra geldi ve eşit ölçüde deniz gücüyle bağlantılıydı./ Yunanistan anakarası dağlıktır ve büyük ölçüde verimsizdir... denize kolayca ulaşılan, dağların kolay kara iletişimini engellediği çok sayıda bereketli vadi vardır. Bu vadilerde... ayrı ayrı küçük topluluklar ortaya çıktı. Bu koşullarda, bir topluluğun nüfusu iç kaynaklara fazla gelecek kadar artar artmaz, karada geçinemeyenlerin denizciliğin yolunu tutmaları doğaldı. Anakaranın kentleri... koloniler kurdular.../ Yunanistan'ın farklı bölgelerinde çok farklı toplumsal sistemler vardı. Sparta'da küçük bir aristokrasi... ticaretin ve sanayinin geliştiği yerlerde özgür yurttaşlar köle istihdam ederek... zenginleşti. Bu köleler... kural olarak, önce savaşta esir alındılar. Artan zenginlikle birlikte saygın kadınların yalıtılmışlığı da arttı./ Önce monarşiden aristokrasiye, ardından tiranlık ve demokrasiye çok genel bir gelişim vardı. Krallar, Mısır ve Babil kralları gibi, mutlak değildi... "Tiranlık" mutlaka kötü yönetim anlamına gelmezdi; yalnızca yetki hakkın ı miras yoluyla elde etmemiş bir kişinin yönetimi demekti. "Demokrasi,"... yurttaşların yönetimi demekti... Zenginlikleri... altın ve gümüş madenleriydi... Lydia krallığından gelen yeni para kurumu, bu madenleri daha karlı hale getirdi. Para, İÖ 700'den kısa süre önce icat edilmiş gibi görünüyor./ Yunanlar için ticaretin ya da korsanlığın -başlangıçta ikisi pek ayrı değildi- en önemli sonuçlarından biri, yazma sanatının edinilmesiydi... Yunanların alfabe yazısını edindiği tarih belli değildir. Bu sanatı... Fenikelilerden öğrendiler. On dördüncü yüzyılda Akhenaten'e (Mısırın heretik kralı) yazan Suriyeliler hala Babil çiviyazısını kullanıyorlardı; ama Sur krali Hiram, olasılıkla Mısır yazısından geliştirilen Fenike alfabesini kullanmaktaydı. Mısırlılar başlangıçta salt resim yazı kullandı; resimler giderek... heceleri... ve sonunda da... harfleri temsil eder oldu... Fenikelilerin attığı bu son adım, bütün avantajlarıyla alfabeyi kazandırdı. Yunanlar... alfabeyi değiştirip kendi dillerine uyarladılar ve yalnızca sessiz harflerden oluşan alfabeye sesli harfler de ekleyerek büyük bir yenilik gerçekleştirdiler. Bu kullanışlı yazı yazma yöntemini edinmenin Yunan uygarlığının yükselişini büyük ölçüde hızlandırdığından kuşku duyulamaz./ Helen uygarlığının ilk dikkate değer ürünü Homeros'tu... bir şair dizisi olduğuna ilişkin yaygın bir görüş vardır. Bu görüşü savunanlara göre, İlyada ve Odysseia'nın tamamlanması yaklaşık iki yüz yıl, İÖ 750'den 550'ye kadar sürdü... Homeros şiirlerini, İÖ 560'tan 527'e kadar hüküm süren... Peisistratos Atina'ya getirdi... Atinalı gençler Homeros'u ezberledi ve bu, eğitimlerinin en önemli bölümüydü.../ Homeros şiirleri... çeşitli hurafeleri küçümseyen, uygar bir aristokrasinin bakış açısını temsil eder. Çok daha sonra, bu hurafelerin çoğu tekrar gün ışığına çıktı. Arkeolojinin yol gösterdiği birçok modern yazar şu sonuca ulaştı: Homeros, ilkel olmaktan çok uzak bir arıtıcıydı; üst sınıfın görgülü aydınlanma idealini savunan, eski mitleri rasyonelleştiren bir tür on sekizinci yüzyıl adamıydı. Homeros'ta dini temsil eden Olympos Tanrıları... Yunanların tek tapınma unsurları değildi... daha vahşi başka unsurlar da vardı. Çöküş zamanında Homeros'un bir tarafa attığı inançların, klasik dönem boyunca yarı gömülü olarak varlığını sürdürdüğü anlaşıldı. Bu olgu... şaşırtıcı görünen birçok şeyi açıklar./ İlkel din, her yerde kişisel olmaktan çok kabileseldi... bireyler... kendilerini bütün kabileyle bir hissederdi. Bütün dünyada dini evrimin belli bir evresinde kutsal hayvanlar ve insanlar kurban edildi ve yenildi. Farklı bölgelerde bu evre çok farklı tarihlerde gerçekleşti. İnsan kurban etmek, insan kurban eti yemekten genellikle daha uzun sürdü; Yunanistan'da tarihsel zamanın başlangıcında henüz ortadan kalkmamıştı... yaygındı.../ Homeros'ta dinin çok dinsel olmadığını kabul etmek gerekir. Tanrılar tamamen insandır; yalnızca ölümsüz ve insanüstü güçlere sahip olmalarıyla farklıdırlar... Geç olduğu sanılan bazı pasajlarda Voltaire'ci saygısızlıkla ele alınırlar. Homeros... sahici dini duygu... Zeus'un bile tabi olduğu Kader... gibi gölge varlıklarla ilgilidir. Kader Yunan düşüncesini büyük ölçüde etkiledi ve belki de, bilimin doğa yasasına inancı türettiği kaynaklardan biriydi./ Homeros Tanrıları... bereket... değil, fetihçi bir aristokrasinin Tanrılarıydı... Murray'ın dediği gibi:/ "Pek çok ulusun Tanrıları dünyayı yarattığını iddia eder. Olympos'lular böyle bir iddiada bulunmaz. Yaptıkları, en fazla dünyayı fethetmekti... Hernaggi dürüst bir işi neden yapmak zorunda olsunlar?... Onlar fetih yapan kabile reisleridir, oyun oynarlar, müzik yaparlar; çok içerler... kükrerler. Kendi kralları dışında kimseden korkmazlar. Aşk ve savaş dışında, asla yalan söylemezler."/ Homeros'un insan kahramanları da aynı derecede çok uslu değildir. Önde gelen aile Pelops Sarayı'dır, ama mutlu bir aile modeli kurmayı başaramadı./ "Hanedanın Asyalı kurucusu Tantalos, doğrudan Tanrılara karşı bir suç işleyerek kariyerine başladı; bazılarının dediğine göre, Tanrıları kandırıp insan eti, kendi oğlu Pelops'un etini yedirtmeye çalıştı... Pelops da... suç işledi... ödüllendirme sözü verdiği suç ortağını denize atarak, ondan kurtuldu. Lanet, Yunanların ate dediği şey... suç işleme dürtüsü biçiminde oğulları Atreus ve Thyestes'e geçti. Thyestes kardeşinin karısını kötü yola düşürdü... Atreus da kardeşini... çağırıp, ona kendi çocuklarının etiyle ziyafet çekti. Lanet, şimdi de Atreus'un oğlu Agamemnon'a geçti; o da kutsal bir geyiği öldürerek Artemis'i incitti. Tanrıçayı yatıştırmak... için kendi kızı Iphigenia'yı kurban etti.../ Bitmiş bir başarı olarak Homeros İonya'nın, yani Helen Küçük Asya'nın bir parçası ile komşu adaların bir ürünüydü. En azından altıncı yüzyılda bir ara Homeros şiirleri şimdiki biçimiyle sabitlendi. Yunan bilimi, felsefesi ve matematiği de bu yüzyılda başladı... Konfçyüs, Budha ve Zerdüşt, eğer var oldularsa, olasılıkla aynı yüzyıla aittirler. Yüzyılın ortasında Kuroş, Pers İmparatorluğunu kurdu; yüzyılın sonuna doğru, Perslerin sınırlı bir özerklik verdiği İonya'nın Yunan kentleri, Darius'un bastırdığı sonuçsuz bir ayaklanma gerçekleştirdi ve en iyi adamları sürgün edildi. Bu dönemin birçok filozofu... kentten kente dolaşıp... İonya'yla sınırlı kalan uygarlığı yayan mültecilerdi. Dolaştıkları yerlerde iyi karşılandılar.../ Yunanistan çok sayıda küçük bağımsız devlete bölündü; bu devletlerin her biri, etrafında bir miktar arazisi bulunan bir kentten ibaretti... yalnızca az sayıda kent toplam Helen başarısına katkıda bulundu... Sparta, askeri anlamda önemliydi... Korinthos zengin ve müreffehti.../... Arkadia gibi... barbar... kırsal topluluklar vardı./... Bereketin simgesi keçiydi... Olasılıkla insan kurban etmekle ve yamyamlıkla bağlantılı, varsayımsal bir kurt-adamlar kılanı vardı. Kurban edilmiş bir insanın etini tadan herkesin bir kurt-adam haline geldiği düşünülürdü.../.../... Antik Yunanistan'da... din olduğunu hissedebildiğimiz çok şey vardı... Hıristiyan teolojinin şekillenmesinde rol oynayan köklü bir mistizmi ortaya çıkaran yol dikkat çekicidir.../ Dionysos ya da Bakkhos... bir Trakya Tanrısıydı... Bütün ilkel tarımcılar gibi... bereketi teşvik eden bir Tanrıları vardı. Adı Bakkhos'tu... Bira yapmayı keşfedince, sarhoşluğun ilahi olduğunu düşündüler... sonra, şarabı tanıyınca ve şarap içmeyi öğrenince, onunla ilgili görüşlerini değiştirdiler.../... Bakkhos kültü... Vahşi hayvanları parçalara ayırıp çiğ yeme gibi birçok barbarca unsur barındırmaktaydı. Tuhaf bir feminizm unsuru vardı.../... Hızlı uygarlaşan bütün topluluklar gibi Yunanlar da... bir ilkel sevgisi ve güncel ahlak ilkelerinin onayladığından daha içgüdüsel ve tutkulu yaşam tarzına bir özlem geliştirdi... daha çok davranış bakımından uygar olan erkek ve kadın için rasyonellik sıkıcıdır ve erdem, bir yük ve kölelik olarak hissedilir.../ Uygar kişi vahşiden esas olarak basiretle... ön-görüyle ayırt edilir. Uygar kişi, gelecekteki hazlar... uğruna şimdiki acılara katlanmak ister. Tarımın yükselişiyle birlikte bu alışkanlık önemli olmaya başladı... Gerçek öngörü, hiçbir dürtünün itmediği bir şeyi, ileride yararlı olacağını aklı ona söylediği için yapınca ortaya çıkar. Avcılık zevkli olduğu için, öngörü gerektirmez; ama toprağı sürmek emektir ve kendiliğinden dürtüyle yapılmaz./ Uygarlık dürtüyü yalnızca öngörüyle değil, hukuk, görenek ve dinle de kontrol eder... Belli hareketler suç olarak etiketlenir... kötü sayılır... Özel mülkiyetin kurumlaşması, kadınların bağımlılaştırılmasını ve genellikle bir köle sınıfının yaratılmasını birlikte getirir. Bir yanda topluluğun aamaçları bireye kabul ettirilir; diğer yanda... daha fazla şimdisini geleceğe feda eder./... Dionysos'a tapan kişi basirete karşı çıkar... mest halindeyken... duygu yoğunluğunu geri getirir; dünyayı zevk ve güzellikle dolu olarak görür... Bakkha ritüeli, etimolojik olarak tanrıyla bir olduğuna inanan müminin içine tanrının girmesi anlamına gelen ve "şevk" denilen şeyi üretir. En büyük insan başarısının çoğu, mest olma öğesini, tutkunun basireti bir tarafa itmesini gerektirir. Bakkha öğretisi olmasa, yaşam ilginç olmaz; olunca, yaşam tehlikeli olur. Tutkuya karşı basiret.../ Düşünce alanında aklı başında uygarlık kabaca bilimle eşanlamlıdır, ama katışıksız bilim doyurucu değildir; insanların tutkuya, sanata ve dine ihtiyacı vardır... Yunan filozoflar arasında... bilimsel olanlar ve dinsel olanlar vardı; dini olanlar... Bakkhos dinine çok şey borçluydu. Bu durum özellikle Platon ve onun üzerinden, daha sonra sonunda Hıristiyan teolojide cisimleşen gelişmeler için de geçerlidir./... Dionysos ibadeti, vahşiceydi ve birçok bakımdan itiiciydi. Filozofları etkileyen bu biçimi değil, Orpheus'a atfedilen, çileci, fiziksel sarhoşluğun yerine zihinsel sarhoşluğu geçiren, tinselleştirilmiş biçimiydi./ Orpheus bulanık, ama ilginç bir figürdür... Geleneğe göre, Bakkhos gibi Orpheus da Trakya'dan geldi... Girit'ten gelmiş olması olası görünüyor... ilk kaynağı Mısır'mış gibi... Mısır, esas olarak Girit üzerinden Yunanistan'ı etkiledi. Orpheus'un... bir reformcu olduğu söylenir... bir rahip ve bir filozoftu./... Orpheusçular... Ruh göçüne inanırlardı... öbür dünya... belli kirlenme türlerinden uzak durarak "saf" olmayı amaçlıyorlardı... hayvansal gıdalardan uzak duruyorlardı... Sonunda bir kişi Bakkhos'la bir olabilir ve ona "Bakkhos" denilir. Ayrıntılı bir teoloji vardı; buna göre Bakkhos iki kez doğuyordu, bir kez annesi Semele'den, bir kez de babası Zeus'un baldırından./ Dionysos mitinin birçok biçimi vardır.../.../ Orpheusçular çileci bir tarikattı; onlar için şarap, daha sonra Hıristiyan ayininde olduğu gibi, yalnızca bir simgeydi. Ulaşmaya çalıştıkları sarhoşluk, "şevk" sarhoşluğu, Tanrı'yla bir olma sarhoşluğuydu. Bu şekilde, olağan yollarla elde edilemeyen mistik bilgiyi edineceklerine inanıyorlardı. Bu mistik öğe, Pythagoras'la birlikte Yunan felsefesine girdi; Orpheus'un Dionysos dininin reformcusu olması gibi, Pythagoras da Orpheusçuluğun reformcusuydu. Orpheusçu öğeler, Pythagoras'tan Platon'un felsefesine ve Platon'dan da, bir ölçüde dini olan en son felsefeye girdi./ Orpheusçuluğun etkili olduğu her yerde... Bakkhosçu bazı öğeler varlığını sürdürdü. Bu öğelerden biri, Pythagoras'ta epeyce bulunan ve Platon'da kadınlara tam siyasal eşitlik isteyecek kadar ileri giden feminizmdi... Bakkhosçu bir öğe de, şiddetli heyecana saygıydı. Yunan tragedyası Dionysos ayinlerinden türedi. Euripides... iyi huylu aşırı ahlakçı kişiye saygısı yoktur./.../... Orpheusçu için bu dünyada yaşam acı ve bitkinliktir.../.../ Bütün Yunanlar değil, ama büyük bir bölümü tutkuluydu, mutsuzdu... cehennemi yaratan inatçı benlik davasını ve cenneti tasavvur etme imgelemine sahipti. "Gereğinden fazla hiçbir şey" diye bir özdeyişleri vardı, ama aslında her şeyde... aşırıydılar. Büyük değilken onları büyük yapan, tutku ile anlığın birleşmesiydi... Mitolojideki ilk örnekleri Olympos'la Zeus değil, cennetten ateşi getiren ve öncesiz-sonrasız işkenceyle ödüllendirilen Prometheus'tu./... Aslında Yunanistan'da iki eğilim vardı: Biri tutkulu, dini, mistik, uhrevi; diğeri neşeli, empirik, rasyonalist ve çeşitli olguların bilgisini edinmeyle ilgili. Herodotos... Aristoteles ikinci eğilimi temsil eder.../... Orpheusçu öğreti... dar bir çevreyle sınırlı kaldı. Tam bin yıl geçtikten sonra, bu düşünceler -doğrusu oldukça farklı bir teolojik giysi içinde- Yunan dünyasında zafere ulaştı./.../ Burnet... Orpheusçu inançlar ile aşağı yukarı aynı zamanda Hindistan'da yaygın olan inançlar arasında çarpıcı bir benzerlik olduğunu ifade eder... Orpheusçular... "kilise" diyebileceğimiz şeyi... herkesin erginleşmeyle kabul edilebildiği dini topluluklar kurdular ve bu toplulukların etkisinden, bir yaşam tarzı olarak felsefe kavrayışı doğdu" 31-64
-"Miletos Okulu/.../ Thales... Miletos'un yerlisiydi; Miletos'ta... sert bir sınıf mücadelesi vardı.../... İÖ yedinci ve altıncı yüzyıllarda... gelişmeler yaşandı... aristokrasi... tüccarlar plütokrasisi... demokratik partinin desteğiyle iktidarı eline geçiren, (her zamanki gibi) bir tiran aldı. Lydia... Ninova düşene kadar, (İÖ 606) bu kentlerle dost kaldı... Ninova'nın düşüşü Lydia'nın dikkatini Batıya çevirmesine olanak verdi... Mısır kralı Yunan paralı askerlere bağımlıydı... Mısır'da... Yunan yerleşmesi... en önemlisi, İÖ 610-560 arası dönemde, Daphnai'ydi. Yeremya ve diğer Yahudiler Nebukadnezar'dan kaçıp buraya sığındı... ama Mısır, Yunanları... etkilediği halde, Yahudileri etkilemedi, Yeremya'nın kuşkulu İonyalılara karşı korkudan başka bir şey hissettiği varsayılamaz./... Miletos, Lydia'nın müttefikiydi.../ Thales... geometri... O, denizde bir geminin uzaklığını... bir pramitin yüksekliğini, gölgesinin uzunluğundan hareketle kestirmeyi keşfetmiş gibi görünüyor.../.../ Miletos okulunun ikinci filozofu Anaksimandros, Thales'ten daha ilginçtir... İÖ 546... Bütün şeylerin bir tek ilk tözden geldiğini... savundu. Bu töz sınırsız, sonsuz ve yaşlanmayandır.../.../ Miletos okulu başardıklarından ötürü değil, kalkıştıklarından ötürü önemlidir. Yunan zihninin Babil ve Mısır'la ilişkiye girmesiyle var oldu... Sordukları sorular iyi sorulardı.../ Yunan felsefesinde... bir sonraki evre daha dinidir ve özellikle daha fazla Orpheusçudur... başarı açısından hayranlık vericidir, ama ruh olarak Miletoslulardan daha az bilimseldir" 65-69, 72, 73
-"Pythagoras/... İspatlayıcı... matematik onunla başladı.../... Samos adasının yerlisiydi ve İÖ 532 civarında yıldızı parladı.../ Samos, Miletos'un ticari rakibiydi... Samos tiranı.../ Ploykrates bir sanat hamisiydi... ama Pythagoras onun yönetiminden hoşnut değildi ve Samos'u terk etti... güney İtalya'da Kroton'a yerleştiği kesindir./ Güney İtalya'nın Yunan kentleri... zengin ve müreffehti; dahası Pers tehlikesine açık değillerdi... birbirleriyle kıran kırana savaşırlardı.../ Kroton'da Pythagoras... bir cemaat kurdu... sonunda yurttaşlar... aleyhine döndü... göçtü.../ Pythagoras, tarihteki en ilginç ve kafa karıştırıcı kişilerden biridir... yanlış ile doğrunun... karışımı... çok tuhaf bir psikoloji... baklagiller yemeyi günah sayan bir din kurdu... ama günahkarlar baklagillerin özlemini çekti ve isyan etti./.../ Cornford... Pythagorasçılık, diyor, Orpheusçulukta bir reform hareketiydi; Orpheusçuluk, Dionysos inancında bir reform hareketiydi. Rasyonel ile mistik arasında bütün tarih boyunca devam eden karşıtlık, ilk önce Yunanlarda Olymposlu Tanrılar ile... ilkel inançlara daha yakın ve daha az uygar diğer Tanrılar arasındaki karşıtlık olarak ortaya çıkar. Bu ayrımda Pythagoras mistisizmin safındaydı; ama onun mistisizmi, kendine özgü entelektüel türden bir mistisizmdi. Kendine yarı-ilahi bir nitelik atfetti.../.../ Kurduğu cemaatte... mülkiyet ortaktı.../.../... matematiğin arada bir verdiği aniden anlamanın sarhoş edici zevkini yaşayanlara.../.../ Pythagoras'ın dini peygamber olarak ve soyut matematikçi olan iki yanı... Her iki bakımdan da inanılmaz etkili oldu.../ Pek çok bilim, başlangıcında, onlara itibari bir değer kazandıran yanlış bir inanç biçimiyle bağlantılı olmuştur. Astronomi astrolojiyle, kimya simyayla bağlantılıydı. Matematik, daha ince bir yanlışlık tipiyle bağlantılıydı... kesin... gibi görünüyordu; dahası, gözleme ihtiyaç olmadan salt düşünmeyle elde edilmekteydi. Dolayısıyla gündelik empirik bilginin ulaşamadığı bir ideali sunduğu düşünüldü. Matematiğe dayanılarak düşüncenin duyudan, sezginin gözlemden üstün olduğu varsayıldı. Duyu dünyası matematiğe uymazsa bu, duyu dünyası için çok kötü olur. Çeşitli yollarla matematikçinin idealine daha fazla yaklaşmanın yöntemleri arandı ve bunun sonucunda ortaya çıkan öneriler, metafizikte ve bilgi teorisinde yanlış olan birçok şeyin kaynağıydı. Bu felsefe biçimi Pythagoras'la başladı./... Pythagoras "bütün şeyler sayıdır" demiştir... Müzikte sayıların önemini keşfetti.../... en büyük keşfi dik açılı üçgenlerle ilgili önermeydi, yani dik açıya komşu kenarların karesi hipotenüsün karesine eşittir.../ Pythagoras'ın şanssızlığına, teoremi, bütün felsefesini çürütecek gibi görünen ölçülemezlerin keşfine yol açtı.../ Bu argüman şunu kanıtladı: Hangi uzunluk birimi benimsenirse benimsensin, birimle tam ölçülebilen sayısal ilişkisi bulunmayan uzunluklar vardır... Bu durum, Yunan matematikçileri geometrinin aritmetikten bağımsız kurulması gerektiğine inandırdı... Bu, Eukleides'te kusursuzlaşır... birçok şeyi geometrik olarak kanıtlar. Ölçülemezlerle ilgili zorluktan ötürü, bu yolu gerekli gördü... Descartes koordinat geometrisini tanıtıp geometriyi yeniden üstün hale getirdi.../ Geometrinin felsefe ve bilimsel yöntem üzerindeki etkisi köklü olmuştur. Yunanların kurduğu şekliyle geometri aşikar olan... aksiyomlarla başlar... akıl yürütmeyle... aşikar olmaktan çok uzak bir teoreme ulaşır... Bu yüzden... tümdengelimi kullanarak, fiili dünyayla ilgili şeyler keşfetmek mümkün gibi göründü. Bu görüş Platon'u, Kant'ı ve aradaki pek çok filozofu etkiledi. Bağımsızlık Bildirgesi "bu hakikatleri aşikar kabul ediyoruz" dediğinde, Eukleides'i model alıyor. On sekizinci yüzyıl doğal haklar öğretisi, siyasette Eukleidesçi aksiyomlar arayışıdır. Newton'ın Principia'sının biçimine... Eukleides egemendir. Tam skolastik biçimleriyle teoloji, üslubunu aynı kaynaktan alır. Kişisel din esrimeden, teoloji matematikten türer ve Pythagoras'ta ikisi de bulunur./ Bana göre matematik, duyuüstü anlaşılır bir dünyaya inancın yanı sıra, öncesiz-sonrasız ve tam hakikate inancın da baş kaynağıdır. Geometri tam daireleri ele alır; ama duyulur hiçbir nesne tam olarak daire değildir... mistik öğretiler de soyut matematikten güç aldı; çünkü matematiksel nesneler, örneğin sayılar, gerçekler, öncesiz-sonrasızdırlar ve zamana bağlı değildir. Bu tür öncesiz-sonrasız nesneler, Tanrı'nın düşünceleri olarak tasavvur edilebilir. Platon'un Tanrı'yı bir geometrici kabul eden öğretisi ve Sir James Jeans'ın Tanrıyı aritmetiğe düşkün gören inancı buradan kaynaklanır... vahiy dinine karşıt olarak rasyonalist dine... matematik... egemen olmuştur./ Pythagoras ile başlayan matematik ile teolojinin birleşimi... din felsefesini karakterize etti... dinin ve akıl yürütmenin, ahlaki arzunun zamansız olana mantıksal hayranlıkla harmanlanması söz konusudur; bu harmanlanma Pythagoras'tan gelir... Pythagoras'ın nerede yanıldığını açıkça söylemek ancak çok yakın zamanda olanaklı oldu. Düşünce alanında onun kadar etkili olmuş başka birini tanımıyorum... çünkü Platonculuk olarak görünen şey çözümlendiğinde, özünde Pythagorasçılık olduğu görülür. Duyulara değil zihne açılan öncesiz-sonrasız bir dünya kavrayışı, ondan türemiştir. O olmasaydı Hıristiyanlar İsa'yı Söz olarak düşünemezdi; o olmasaydı teologlar Tanrı'nın ve ölümsüzlüğün mantıksal kanıtlarını aramazdı, ama bütün bunlar onda henüz örtüktür" 65-88
-"Herakleitos/ Bugün Yunanlara yönelik iki karşıt tutum yaygındır... bir tutum Yunanlara, neredeyse hurafeye varan bir saygıyla bakıp, onları bütün iyi şeylerin mucidi... insanüstü deha... olarak görür... diğer tutum, eskilerin otoritesini ağır bir yük sayar... Bu uç görüşlerden... her biri kısmen doğrudur, kısmen yanlıştır.../... metafizikte ilerleme... hipotezlerin... yeniden formüle edilmesine dayanmıştır. Evreni bu sistemlerin her birine göre kavramayı öğrenmek imgesel bir zevktir ve dogmatizmin panzehiridir. Dahası, hipotezlerden hiçbiri kanıtlanamasa bile her birini... tutarlı hale getirmenin gerektirdiği şeylerin keşfinde sahici bir bilgi vardır. Şimdi modern felsefeye egemen olan hipotezlerin neredeyse tümü ilk önce Yunanlar tarafından düşünüldü; soyut konularda imgesel yaratıcılıkları ne kadar övülse azdır... onları... teorileri doğuran kişiler olarak görüyorum./... Yunanlar soyut düşünceye, kalıcı değeri daha fazla olduğu anlaşılan başka bir şey kattı: Matematiği ve tümdengelimli muhakeme sanatını keşfettiler. Özellikle geometri bir Yunan buluşudur; o olmasaydı modern bilim olanaksız olurdu, ama matematik konusunda Yunan dehasının tek yanlılığı ortaya çıkar: Gözlemlenenden tümevarımlı bir biçimde değil, aşikar görünenden tümdengelimli bir biçimde akıl yürüttü. Bu yöntemi kullanmadaki şaşırtıcı başarıları... modern dünyanın büyük bölümünü de yanılttı. Tikel olgulara ilişkin gözlemlerden tümevarımlı bir biçimde ilkelere ulaşmaya çalışan bilimsel yöntemin, filozofun zihninden çıkan parıltılı aksiyomlardan tümdengelime Helen inancının yerini alması çok yavaş olmuştur... Aralarında birkaçı sezmiş olmasına rağmen bilimsel yöntem bir bütün olarak onların kafa yapısına yabancıdır... onları yüceltme girişiminin, modern düşünce üzerinde engelleyici bir etkisi vardır./... hiçbir kişinin herhangi bir konuda eksiksiz ve nihai hakikate ulaşmış olması olası değildir.../... Herakleitos ile Pythagoras arasında, daha az önemli bir filozof vardır: Ksenophanes... İonya doğumluydu... Bütün şeylerin toprak ve sudan oluştuğuna inandı... insandan farklı olan, "bütün şeylere zihin gücüyle zahmetsiz hükmeden" tek Tanrı'ya inandı. Pythagorasçı ruh göçü öğretisiyle dalga geçti.../.../ Pythagoras... okulunun etkisi, diğer filozofların etkisinden sonra olmuştur. O filozoflardan hala etkili bir teori icat eden ilki, İÖ 500 civarında yetişen Herakleitos'tu... her şeyin akış halinde olduğunu öne süren öğretisiyle ünlüydü; ama bu... metafiziğin yalnızca bir yanıydı./ Herakleitos... Bir mistikti... Ateşi temel töz olarak görüyordu; her şey, bir ateşteki alev gibi, başka bir şeyin ölümüyle doğar.../... Küçümsemeye çok düşkündü ve bir demokratın tersiydi... önceki ünlüler hakkında kötü konuşur... Tek istisna... Teutamos'tu... nedenini araştırdığımızda, Teutamos'un "pek çok insan kötüdür" dediğini buluyoruz./.../... Herakleitos savaşa inanır. "Savaş," diyor, "her şeyin babasıdır ve her şeyin kralıdır; bazılarını Tanrı, bazılarını insan yaptı, bazılarını bağımlı ve bazılarını özgür kıldı."... "... çatışma adalettir; bütün şeyler çatışmayla var olur ve yok olur."/ Onun etiği bir tür gururlu çileciliktir. Nietzsche'ninkine çok benzer. Ruhu, ateşin ve suyun karışı olarak görür; ateş soylu, su bayağıdır.../... kendi dini vardır.../.../... ateşin ilk öğe olduğuna, her şeyin ondan doğduğuna inanıyordu... Thales... su... Anaksimenes hava... Herakleitos ateşi tercih etti. Sonunda Empedokles dört elemente, toprak, hava, ateş ve suya izin vererek devlet adamlarına yakışır bir uzlaşma önerdi. İlkçağ kimyası bu noktada çakılıp kaldı. Müslüman simyacılar felsefe taşını, yaşam iksirini ve adi metalleri altına dönüştürme yöntemini bulma arayışına başlayana kadar, bu bilimde hiçbir ilerleme kaydedilmedi./.../ Kalıcı bir şey arayışı, insanları felsefeye götüren en derin içgüdülerden biridir. Kuşkusuz yuva sevgisinden ve tehlikelere karşı bir sığınak arzusundan kaynaklanır... Din iki biçimde kalıcılığı arar: Tanrı ve ölümsüzlük... moder liberal teoloji, Tanrı katında ilerleme ve Tanrı kafasında evrim olduğuna inanır.../.../ Felsefe gibi bilim de... sürekli akış öğretisinden kurtulmaya çalıştı. Kimya bu arzuyu yerine getirecek gibi göründü... ateşin, yalnızca hal değiştirdiği anlaşıldı: Elementler yeniden birleşir... varlığını sürdürür... fiziksel dünyadaki her değişimin yalnızca kalıcı elementlerin yeniden düzenlenmesinden ibaret olduğu varsayıldı. Bu görüş radyoaktıvıte kaşfedilene, atomların dağılabildiği anlaşılana kadar geçerli kaldı./... Kalıcı olan şey olarak, maddenin yerini enerji almak zorundaydı; ama enerji, maddeden farklı olarak, genel "şey" fikrinin gelişmiş hali değildir; yalnızca fiziksel süreçlerin bir karakteristiğidir. Hayali bir biçimde Herakleitos'un Ateşiyle özdeşleştirilebilir; ama bu, yakan değil, yanandır. "Yakan" modern fizikten silinmiştir./... astronomi gök cisimlerini baki saymamıza artık izin vermiyor... Güneş... eninde sonunda... patlayıp bütün gezegenleri yok edecektir" 89-105
-"Yunanlar... ılımlılığa düşkün değildi. Herakleitos her şey değişir diye savundu; Parmenides, hiçbir şey değişmez diye karşılık verdi./... Parmenides'i tarihsel olarak önemli kılan şey... bir metafizik argüman bicini bulmuş olmasıdır.../... Duyuları aldatıcı saydı... Tek gerçek... "Bir"dir.../.../ Argümanı şöyle ifade edebiliriz: Dil anlamsız değilse, sözcükler... var olan bir şeyi ifade etmelidir.../.../... Parmenides'in savının yanılgısını gösterir./ Sözcüklerin anlamındaki bu sürekli değişim... perdelenir.../.../ Modern zamana kadar sonraki felsefe Parmenides'ten... tözün yok edilemezliğini alıp kabul etti" 106-113
-"Empedokles/ Pytagoras'ta bulduğumuz filozof, peygamber, bilim insanı ve şarlatan karışımının eksiksiz örneği, İÖ 440... Empedokles'ti. Sicilya... Akragas'ın bir yurttaşıydı... Tanrı olduğunu iddia eden demokrat bir politikacıydı... sürüldü... siyaset ile bilimi birleştirdi... sürgünken, bir peygamber oldu./... bir Tanrı olduğunu kanıtlamak için Etna yanardağının kraterine atlayarak öldü.../.../ Bilime en önemli katkısı, havanın ayrı bir töz olduğunu keşfetmesiydi.../.../ Bitkilerde cinsiyet olduğunu biliyordu; bir evrim ve doğal seçilim teorisi vardı.../.../... toprak, hava, ateş ve suyu dört öğe olarak saptayan oydu... Bunlar... farklı oranlarda karıştırılabilir... Bunları Sevgi birleştirmekte, Çatışma ayırmaktaydı... Sevginin tamamen galip geldiği bir altın çağ olmuştu. O çağda insanlar yalnızca Kıbrıslı Aphrodit'e tapardı. Dünyadaki değişimleri herhangi bir amaç değil, Şans ve Zorunluluk yönetir" 115-118
-"Atina'nın büyüklüğü iki Pers savaşı sırasında başlar (İÖ 490 ve İÖ 480-79)... Atina'nın... Darius'a karşı (490) ve... Kserkes'e karşı (480) zaferi, Atina'ya büyük itibar kazandırdı... İonyalılar Perslere başkaldırmıştı... Bu savaşta... Spartalılar yer almadı... Atina, Perslere karşı ittifakta en etkili ortak haline geldi... bir Atina imparatorluğuna dönüştürdü... İÖ 430... Perikles'in bilgece yönetimi altında... refaha kavuştu./.../ Kserkes Atina'yı ele geçirmiş ve Akropolis'teki tapınaklar yakılıp yok edilmişti. Perikles... inşasına adadı... Panthenon... yapıldı.../ Tarihin babası Heredotos... Halikarnasos'un... yerlisiydi; ama Atina'da yaşadı... Per savaşları... Atina'nın bakış açısıyla yazdı./ Atina'nın Perikles zamanındaki başarıları, herhalde, bütün tarihin en şaşırtıcı işidir... En fazla oldukları zamanda, İÖ 430 civarında, Atinalıların sayısının yaklaşık 230.000 olduğu (köleler dahil) tahmin edilmektedir... hiçbir bölge bu kadar mükemmel eser üretme yeteneği sergilememiştir./ Felsefe alanına... iki büyük isimle katkıda bulunur: Sokrates ve Platon.../... Platon Atinalı aristokrat bir aileye mensuptu... Platon2un çalışmak zorunda olmayan gençleri... felsefe peşinde.../ Fakat bu altın çağı üreten kuvvetler dengesi sallantılıydı... tehdit altındaydı; içeriden demokrasinin, dışarıdan Sparta'nın.../... başlangıcında... Atian büyük değildi, ama... kalifiye zanaatkarlar ve ustalar nüfusu barındırmaktaydı... bağ ve zeytin yetiştirmek, tahılı esas olarak Karadeniz kıyısından ithal etmek daha karlı bulundu... küçük çiftçiler borca girdi... kral, siyasi yetkisi olmayan salt dini bir memur haline geldi. Yönetim... aristokrasinin eline geçti... Atina demokrasisinin liderler siyasal iktidardan daha fazla pay istemeye başladılar... Atina'nın ekonomik refahının bağlı olduğu emperyalist politikası Sparta'yla daha fazla sürtüşmeye neden oldu ve sonunda, Atina'nın tamamen yenildiği Peloponessos Savaşı'na (431-4) yol açtı./ Siyasal çöküşe rağmen Atina'nın itibarı devam etti ve neredeyse bin yıl boyunca felsefenin merkezi oldu. İskenderiye matematikte ve bilimde Atina'yı gölgede bıraktı; ama Platon ve Aristoteles Atina'yı felsefi olarak üstün hale getirdi. Platon'un ders verdiği Akademi... İÖ (İS, değil mi?-Benim notum) 529'da, Iustinianus'un dini bağnazlığı yüzünden kapatıldı ve Karanlık Çağ Avrupa'nın üzerine çöktü" 124-129
-"Anaksagorsas... İonyalıydı... bilimsel, rasyonalist geleneğini sürdürdü. Atinalılara felsefeyi ilk o tanıttı ve zihni, fiziksel değişimin temel nedeni olarak öneren ilk kişi oydu./... İÖ 500... Klazomenai'de (Urla) doğdu... otuz yılını... Atina'da geçirdi. Hemşerilerini uygarlaştırmak isteyen Perikles'in teşvikiyle Atina'ya gelmiş olabilir.../.../... Perikles yaşlanınca, muhalifleri, Perikles'in dostlarına saldırarak ona karşı bir kampanya başlattı... Anaksagoras hakkında dava açıldı... Atina'dan ayrılmak zorunda kaldı. Perikles'in onu hapishaneden çıkarıp uzaklaşmasını sağlamış olması olası görünüyor.../... her şeyin sonsuz derecede bölünebilir olduğunu ve maddenin en küçük parçasının bile her öğeden bir miktar içerdiğini savundu.../... öncekilerden farkı, zihni (nous) canlı şeylerin bileşimine giren ve onları ölü maddeden ayıran bir töz olarak görmesiydi. Her şeyde, diyor, zihin dışında her şeyden bir parça vardır... Karın, siyah (kısmen) olduğunu savundu./ Zihin tüm devinimin kaynağıdır.../... bir ateistti.../ Bilimde büyük bir meziyeti vardı.../... Birinci sınıf değildir; aama Atina'ya felsefeyi getiren ilk kişi ve Sokrates'in oluşmasına yardımcı olan etkilerden biri olarak önemlidir" 130-133
-"Atomculuğu iki kişi kurdu: Leukippos ve Demokritos.../ İÖ 440 civarı... Leukippos, Miletosluydu ve bu kentle bütünleşen bilimsel rasyonalist felsefeyi sürdürdü.../ Demokritos... Trakya'da Abdera'nın yerlisiydi.../.../... Leukippos, Permenides'in temsil ettiği monizm ile Empedokles'in temsil ettiği plüralizm arasını bulmaya çalışırken atomculuğa ulaştı... modern bilimin bakış açısına benzemekteydi... Her şeyin... fiziksel olarak bölünmez olan atomlardan oluştuğuna... inanıyorlardı.../ Atomlar sürekli devinim halindeydi.../.../... her şeyin doğa yasalarına uygun gerçekleştiğine inanan katı deterministtiler... dünyanın başlangıçta... tesadüfe bağlanmış olabilir; ama dünya var olduktan sonra... mekanik ilkelerce sabitlenmiştir.../ Atomcular... dünyayı açıklamaya çalıştılar... bir olayla ilgili "neden" sorusu... iki şeyden birini kastedebiliriz. "Bu olay hangi amaca hizmet eder?"... ya da "bu olaya daha önceki hangi koşullar neden oldu?"... İlk sorunun yanıtı teolojik... ya da nihai nedenlerle açıklamadır... ikinci sorunun yanıtı, mekanikçi bir açıklamadır... Atomcular... mekanikçi bir yanıt verdiler. Onlardan sonrakiler, Rönesansa kadar, daha çok teolojik soruyla ilgilendiler ve bu yüzden bilimi çıkmaz yola soktular.../... bütün nedensel açıklamaların keyfi bir başlangıcı olmalıdır.../... Modern zamanda atom teorisi kimyanın olgularını açıklamak için canlandırıldı; ama bu olguları Yunanlar bilmiyordu... Atomcular biraz şansla, iki bin yıldan fazla bir süre sonra bazı kanıtları bulunan bir hipotez kazara buldular.../.../ Demokritos kusursuz bir materyalistti; ona göre... ruh atomlardan oluşmaktaydı ve düşünce fiziksel bir süreçti. Evrende hiçbir amaç yoktu; yalnızca mekanik yasaların yönettiği atomlar vardı.../ Demokritos... belli bir kusurdan muaf olan son Yunan filozoftur... bütün filozoflar... dünyayı anlama çabasına giriştiler. Anlamanın olduğundan daha kolay olduğunu sandılar; ama bu iyimserlikleri olmasaydı, bir başlangıç yapma cesareti bulamazlardı.../ Bu noktadan itibaren... bozulmanın... ilk tohumları atılır. Demokritos'tan sonraki en iyi felsefede bile yanlış, evrenle karşılaştırıldığında insana yapılan yersiz vurgudur. Önce Sofistlerle... taze bilgi... yerine nasıl bildiğimizi incelemeye yol açan kuşkuculuk gelir. Sonra, Sokrates'le birlikte etiğe vurgu; Platon'la birlikte, saf düşüncenin kendi kendini yaratan dünyası lehine duyular dünyasının reddi; Aristoteles'le birlikte, bilimde temel kavram olarak amaca inanç ortaya çıkar. Platon'un ve Aristoteles'in dehasına rağmen, düşüncelerinde sonsuz derecede zararlı oldukları kanıtlanan kötülükler vardır. Onlardan sonra zindelikte bir bozulma oldu ve popüler hurafe yeniden nüksetti. Katolik ortodoksluğun zaferinin bir sonucu olarak kısmen yeni bir bakış açısı doğdu; ama felsefe, Sokrates'in öncüllerini ayırt eden zindeliği ve bağımsızlığı Rönesans'a kadar tekrar kazanamadı" 134-141, 148, 149
-"Protagoras/... beşinci yüzyılın ikinci yarısında kuşkucu bir hareket... en önemli şahsiyeti Sofistlerin başı olan Protagoras'tı. "Sofist" sözcüğünün başlangıçta... bizim "profesör" dediğimiz şeye yakın bir anlamı vardı... Atina'da... demokrasi siyasal olarak galip gelmişti; ama eski aristokrat aileler... zenginliğini azaltacak bir şey yapılmamıştı. Bize Helenik kültür gibi görünen şeyi cisimleştirenler esas olarak zenginlerdi: eğitimleri ve boş zamanları vardı, seyahat etme geleneksel önyargılarını törpülemişti ve tartışmalarda harcadıkları zaman, zekalarını keskinleştirmişti. Demokrasi... kölelik kurumuna dokunmadı./... yoksul yurttaşların zenginlere yönelik ikili bir düşmanlığı vardı: kıskançlık ve gelenekçilik. Zenginlerin... günahkar ve ahlaksız oldukları varsayılıyordu eski inançları yıkıyorlardı, belki de demokrasiyi yok etmeye çalışıyorlardı. Öyle oldu ki, siyasal demokrasi kültürel muhafazakarlıkla bütünleşirken, kültürel yenilikçi olanlar siyasal gerici olma eğilimine girdi... Katolik bir örgütlenme olan Tammany'nin aydınlanmanın saldırılarına karşı, geleneksel teolojik ve etik dogmaları savunmakla uğraştığı modern Amerika'da bir bakıma benzer bir durum vardır... Amerika'da... plütokrasiyi savunmakla ilgilenen... şirket avukatları sınıfı vardır. Bazı bakımlardan işlevleri, Sofistlerin Atina'da yerine getirdiği işlevlere benzer./ Atina... sınırlılığı olmasına rağmen... demokratikti. Yargıçlar ve pek çok üst düzey memur kurayla seçilir ve kısa süreliğine görev yapardı... ortalama yurttaştılar.../... Perikles dönemi, İngiltere tarihindeki Victoria dönemine benzer. Atina zengin ve güçlüydü... Perikles'e demokratik bir muhalefet giderek güç topladı ve dostlarına birer birer saldırdı. Peloponnesos Savaşı İÖ 431'de çıktı; Atina... vebanın yıkımına uğradı... Perikles'in kendisi İÖ 430'da görevden alındı.../ Böyle bir toplulukta, demokratik politikacıların hışmına uğramaları olası kişilerin hitabet becerisi kazanmak istemesi doğaldı; çünkü Atina, kovuşturmaya çok tutkun olmasına rağmen, bir bakımdan modern Amerika'dan daha liberaldi; dinsizlikle ve gençleri yoldan çıkarmakla suçlananların kendi savunmalarını yapmalarına izin verilirdi./ Sofistlerin... bir sınıf tarafından sevilmelerinin nedenini açıklar... birçoğunun sahiden felsefeyle ilgilendiği açıktır. Platon kendini onları karikatürleştirmeye ve kötülemeye adadı.../.../ Protagoras İÖ 500 civarı... Abdera'da doğdu.../.../ Pragmatizmin üç kurucusundan biri, F.C. S. Schiller, kendisine sürekli Protagoras'ın öğrencisi derdi.../ Nesnel hakikatlere inançsızlık... pratik nedenlerle çoğunluğu hakem haline getirir. Protagoras buradan, yasanın, itibarın ve geleneksel ahlakın savunmasına gitti. Gördüğümüz gibi, Tanrıların var olup olmadıklarını bilmediği halde, Tanrılara tapılması gerektiğinden emindi.../ Protagoras... ücret karşılığı ders verdi... Platon, Sofistlerin ücret karşılığı ders verme pratiğine itiraz eder... Platon'un yeterince özel serveti vardı... Maaş almayı reddetmek için hiçbir neden görmeyen modern profesörlerin, Platon'un eleştirilerini bu kadar sıkça tekrarlamaları tuhaftır./... sofistler hariç... okullarda az çok ortak bir yaşam vardı... genellikle halka açıklanmayan batıni bir öğreti vardı... Sofistlerde bunların hiçbir yoktu. Öğretmeleri gereken şeyler, onların zihninde, dinle ya da erdemle bağlantılı değildi. Tartışma sanatını ve bu sanatta yardımcı olacak kadar bilgi öğretiyorlardı. Genel olarak, modern avukatlar gibi... kendi vardıkları sonuçları savunmakla ilgilenmiyorlardı. Felsefeyi dinle yakından bağlantılı bir yaşam tarzı gibi görenler, bu durum karşısında hayret ettiler; Sofistler onlara ahlaksız ve uçarı göründü./ Sofistlerin... uyandırdıkları nefret, bir ölçüde... entelektüel meziyetlerinden kaynaklanmaktaydı... Sofistler, bir argümanın götüreceği yere gitmeye razıydı. Çoğu kez onları kuşkuculuğa götürdü. Onlardan biri, Gorgias, hiçbir şeyin var olmadığını savundu... Platon her zaman, insanları aklında olan erdemli hale getirecek görüşleri savunma derdindedir; entelektüel açıdan pek dürüst değildir; çünkü öğretileri toplumsal sonuçlarına göre yargılamakta bir sakınca görmez. Bu konuda bile dürüst değildir; aslında tartışmayı... büktüğü halde, argümanı izlediğini... iddia eder. Bu kötülüğü felsefeye o soktu ve o günden beri varlığını sürdürmektedir. Diyaloglarına bu özelliği veren, herhalde, Sofistlere duyduğu düşmanlıktı.../ Öyle görünüyor ki, geç beşinci yüzyıl Atina'sında... ahlaksız gibi görünen siyasal öğretiler savunan kişiler vardı... Thrasymakhos şunları savunur: Güçlünün çıkarı dışında adalet yoktur; hükümetler yasaları kendi yararlarına göre yaparlar ve iktidar mücadelesinde başvurulacak gayri şahsi hiçbir standart yoktur. Platon'a göre... Kallikles de benzer bir öğreti savundu. Doğanın yasası, diyordu, güçlünün yasasıdır.../... Atina'da... Püriten yalınlıktan, dağılmakta olan gelenekselliğin kalın kafalı ve oldukça acımasız bir savunusuyla çatışma içinde, hazırcevap ve eşit ölçüde acımasız bir sinizme dönüşüm söz konusuydu. Yüzyılın başlangıcında, Perslere karşı İonya kentlerine Atina'nın öncülüğü ve İÖ 490'da Marathon zaferi gelir. Yüzyılın sonunda Atina'nın İÖ 404'te Sparta'ya yenilmesi ve İÖ 399'da Sokrates'in idamı gelir. Ondan sonra Atina siyasal önemini yitirdi, ama Hıristiyanlığın zaferine kadar koruduğu kuşku götürmez kültürel üstünlüğü kazandı./ Platon'u ve sonra... anlamak bakımından, beşinci yüzyıl Atina tarihi çok önemlidir. Birinci Pers savaşında... şöhreti Atinalılar kazandı. On yıl sonra ikinci savaşta, Yunanlar arasında deniz üstünlüğü hala Atinalılardaydı; ama karadaki zafer, Helen dünyasının kabul edilen lideri Spartalılar sayesinde kazanıldı. Ne var ki, Spartalılar dar görüşlüydü ve Persler Avrupa Yunanistan'ından atılınca, onlara karşı koymayı bıraktılar. Asyalı Yunanların öncülüğünü... başarıyla Atina üstlendi. Atina önde gelen deniz gücü haline geldi ve İonya adaları üzerinde emperyalist bir denetim kurdu. Ilımlı bir demokrat ve ılımlı bir emperyalist olan Perikles'in liderliğinde Atina zenginleşti... zenginliğin kaynağı dış ticaret olduğunda hep görüldüğü gibi, geleneksel ahlak ve geleneksel inançlar bozuldu./ O sarada Atina'da olağanüstü sayıda dahi vardı.../ Bu dönemde Atina'nın üstünlüğü entelektüel değil, daha çok sanatsaldı. Sokrates hariç, beşinci yüzyılın büyük... filozoflarından hiçbiri Atinalı değildi; Sokrates de yazar değil, yalnızca sözlü tartışmayla yetinen bir kişiydi./ İÖ 431'de Peloponnesos Savaşının çıkması ve İÖ 429'da Perikles'in ölümü, Atina tarihinde karanlık bir dönem başlattı... Spartalıların karada üstünlüğü vardı... İÖ 414'te Atinalılar, Sparta'nın müttefiki olan Siracusa'yı ele geçirmek umuduyla Sicilya'ya büyük bir sefer düzenledi; ama başarısızlıkla sonuçlandı. Savaş Atinalıları acımasızlaştırdı ve zalimleştirdi. İÖ 416'da Melos adasını ele geçirdiler, askerlik çağındaki bütün erkekleri öldürdüler... Sparta oligarşinin, Atina demokrasinin savunucusuydu. Atinalıların, İÖ 405'teki Aegospotami deniz savaşındaki son yenilgide rol oynadıkları düşünülen kendi aristokratlarının ihanetinden kuşkulanmakta haklıydılar./ Savaşın sonunda Spartalılar Atina'da Otuz Tiran olarak bilinen oligarşik bir yönetim kurdu. Başkanları Kritias da... Otuzlardan bazıları vaktiyle Sokrates'in öğrencisiydi. Hak ettikleri üzere sevilmediler ve bir yıl içinde devrildiler. Sparta'nın rızasıyla demokrasi geri getirildi; ama bu, bir genel afla iç düşmanlarından doğrudan intikam alması önlenen, ama onları kovuşturmak için af kapsamına girmeyen her bahaneden memnuniyet duyan hırçın bir demokrasiydi. Sokrates'in yargılanması ve ölümü bu atmosferde gerçekleşti (İÖ 399)" 150-153, 155-162
-"Sokrates/... İÖ 399'da yaklaşık yetmiş yaşında idam edildiği kesindir... İki öğrencisi, Ksenophon ve Platon, onun hakkında bolca yazdı, ama farklı şeyler söylediler.../ Kafası fazla çalışmayan... bir asker olan Ksenophon... Sokrates'in dinsizlikle suçlanmasına üzülür... Sokrates'in son derece dindar olduğunu... savunur.../... Sokrates'in iktidar konumlarına, yetkin kişileri getirme sorunuyla nasıl sürekli uğraştığını anlatır (Platon'un da anlattığı gibi)... Otuz Tiranla çatışma içine girince... onu iyi tanıyan tiranların şefi Kritias, gençlere ders vermesini yasakladı... Atina çoğu zaman demokratikti; öyle ki, generaller bile kurayla seçilirdi.../ Platon'un Sokrates anlatımıyla ilgili zorluğu, Ksenophon'dakinden oldukça farklıdır; yani platon2un ne ölçüde tarihsel Sokrates'i tasvir etmeyi amaçladığına ve ne ölçüde, "Sokrates" denilen kişiyi diyaloglarında kendi düşüncelerinin yalnızca sözcüsü yapmaya niyet ettiğine karar vermek çok zordur. Platon... bir deha ve... yaratıcı bir yazardır.../... Sokrates'in Savunması.../... Ona düşmanlığın gerçek gerekçesi, neredeyse kesin bir biçimde, aristokrat partiyle bağlantılı olduğunun sanılmasıydı; pek çok öğrencisi aristokrat hizbin mensubuydu... ama bu gerekçe, genel af nedeniyle açık edilemedi. Çoğunluk tarafından suçlu bulundu... hafif bir ceza önerme hakkı vardı... ölüm cezasından kurtulmak istemediği açıktır./ Davacılar demokrat bir politikacı olan Anytos... trajik bir şair olan Meletos ve tanınmamış bir retorikçi olan Lykon'du.../.../ Sokrates'in Savunması, belli tipte bir adamın berrak bir resmini verir... son nokta hariç, Hristiyan bir şehidi ya da bir Püriteni andırır.../ Tarihsel Sokrates'in bir kahin ya da daimon tarafından yönlendirildiğini iddia ettiğinden kuşku yok gibi görünüyor... Jeanne da'Arc, deliliğin genel bir belirtisi olan seslerden esinlendi. Sokrates kataleptik translara eğilimliydi.../.../ Sokrates'in çok çirkin olduğu konusunda herkes hemfikirdir.../.../ Bedensel tutkular üzerindeki egemenliği sürekli vurgulanır.../ Platon'un Sokrates'i hem Stoacıları hem Kynikleri önceler.../ Sokrates'in meşguliyetlerinin bilimselden ziyade etik olduğu oldukça kesin gibi görünüyor.../ Bilgi ile erdem arasındaki yakın bağlantı, Sokrates'in ve Platon'ın ayırt edici özelliğidir. Hıristiyanlığa karşıt olarak bütün Yunan düşüncesinde bir ölçüde vardır. Hıristiyan etikte, temiz kalp özseldir ve bilgililerde olduğu kadar bilgisizlerde de olması olasıdır. Hıristiyan etiği ile Yunan etiği arasındaki bu fark, bugüne kadar varlığını sürdürmüştür./ Diyalektiği, yani soru ve yanıtla bilgi arama yöntemi... İlk kez... Zenon tarafından sistematik olarak uygulanmış görünüyor... Sokrates'in yöntemi... geliştirdiğini varsaymak için her türlü neden vardır... Atina'daki bütün palavracılar ona karşı birleşikti./ Diyalektik yöntem bazı sorulara uygundur, bazılarına değildir.../.../... Diyalektik yöntem... mantıksal tutarlılığı geliştirme eğilimindedir ve bu bakımdan yararlıdır; ama amaç yeni olgular keşfetmek olunca, yararsızdır" 165-170, 177-184
-"Sparta'nın Yunan düşüncesi üzerinde ikili bir etkisi oldu: Gerçeklik üzerinden ve mit üzerinden... Gerçeklik... savaşta Atinalıları yenmesini olanaklı kıldı mit... sayısız yazarın siyasal teorisini etkiledi. Tam gelişmiş haliyle öit, Plutarkhos'un Lykurgos'un Hayatı'nda bulunur; savunduğu düşünceler Rousseau'nun, Nietzsche'nin ve Nasyonal Sosyalizmin öğretilerinin biçimlenmesinde büyük bir rol oynadı. Tarihsel olarak mit gerçeklikten daha önemlidir... mitin kaynağı gerçeklikti./ Başkenti Sparta... Yönetici ırk olan Spartalılar... Dor istilası sırasında... ahaliyi serf durumuna düşürmüşlerdi. Bu serflere, heilot denildi... bütün toprak Spartalılara aitti... alınıp satılamazdı... babadan oğula geçerdi... Heilotlar... Olanak buldukça, ayaklandılar.../.../ Spartalı bir yurttaşın tek işi savaştı... Hastalıklı çocuklar... terk edilirdi... tek amaç devlete tamamen sadık iyi asker yetiştirmekti./ Yirmi yaşında fiili askerlik hizmeti başlardı... otuz yaşına kadar bir erkek "erkekler evinde" yaşamak... zorundaydı... Her yurttaş bir askeri yemekhaneye mensuptu... Hiçbir Spartalı yurttaşın muhtaç ve hiç kimsenin zengin olmaması devlet teorisiydi... Sparta'nın sadeliği dillere destan oldu./... kızlar ve oğlanlar hepsi çıplak birlikte jimnastik yapardı.../.../... Çocuk yasayla teşvik edilirdi.../ Sparta anayasası karışıktı. İki farklı aileye mensup iki kral vardı... Krallar, otuz kişiden... oluşan İhtiyar Heyeti'nin üyesiydi; Heyetin diğer yirmi sekiz üyesi... bütün yurttaşlar tarafından, ama aristokrat ailelerden ömür boyu seçilirdi... (meclis) bütün yurttaşlardan oluşurdu... Meclisin onayı olmadan hiçbir yasa yürürlüğe girmezdi.../... dördüncü bir yönetim organı... beş ephoros'tu... yurttaşlar arasından, Aristoteles'in "çok çocukça" ve Bury'nin adeta kurayla dediği bir yöntemle seçilirdi... anlaşılan kralları dengelemeyi amaçlayan "demokratik" öğeydi... Ephoros'lar yüksek hukuk mahkemesiydi.../ İlkçağın sonlarında Sparta anayasasının, yasalarını İÖ 885'te yürülüğe koyduğu söylenen Lykurgos adlı bir yasa koyucudan kaynaklandığı varsayılmaktaydı. Aslında... aşamalı olarak gelişti ve Lykurgos, başlangıçta Tanrı olan efsanevi bir kişiydi. Adı "kurt kaçıran" anlamına geliyordu ve Arkadia kökenliydi./ Sparta, diğer Yunanlar arasında bize şaşırtıcı görünen bir hayranlık uyandırdı... İÖ yedinci yüzyıl civarında... anayasası... kristalleşip... her şey savaşta başarıya feda edildi... Sparta... bize, Nazi... devletin minyatür modeli gibi görünür.../.../... hayranlığın bir nedeni, istikrarlı olmasıydı.../... ana amaçlarında... bir dönem başarılı oldukları inkar edilemez. Thermopylai savaşı (İÖ 480)... zindeliklerinin en iyi örneğidir... dar bir geçitti; Pers ordusunun burada tutulabileceği umuldu... üç yüz Spartalı... saldırıları püskürttü; ama sonunda Persler tepelerin arasından başka bir yol keşfetti... bütün Spartalılar öldürüldü.../.../ Spartalılar uzun bir süre karada yenilmez olduklarını kanıtladı... Thebai'lilere yenildikleri İÖ 371 yılına kadar bu üstünlüklerini sürdürdüler. Bu savaş, askeri üstünlüklerinin sonu oldu./ Savaş dışında, Sparta'nın gerçekliği teoriyle aynı değildir... Herodotos şaşırtıcı bir biçimde hiçbir Spartalının rüşvete direnemediğini söyler... Sparta'nın politikası hep küçük ve dar bölgeci oldu.../ Sparta'nın düşüşünden sonra yaşayan Aristoteles, Sparta anayasasının çok düşmanca bir anlatımını verir.../... Spartalıları açgözlülükle suçlar ve bunu, eşitsiz mal dağılımına bağlar.../.../... ama Aristoteles'in Sparta'sı değil, Plutarkhos'un efsanevi Sparta'sı ve Platon'un Devlet'inde felsefi olarak idealleştirilen Sparta insanların imgeleminde varlığını sürdürdü... Bunun sonucunda idealizm ile iktidar aşkının birliği insanları defalarca kötü yola sürükledi ve... devam ediyor./ Ortaçağ... Sparta mitini, esas olarak Plutarkhos belirledi... Yunanistan doğrudan siyasal gücüyle değil, insanların imgelemi, idealleri ve umutları üzerindeki etkisiyle dünyayı etkilemiştir. Roma... önemli kılan Roma ordularıydı. Yunanlar... askeri öfkelerini esas olarak birbirlerine harcadıkları için çok az fetih yaptılar. Helenizmi bütün Yakın Doğu'ya yaymak... yarı barbar İskender'e kaldı. Yunanlar... siyasal birlikten yoksun oldukları için bu işi asla başaramazlardı. Helenizmin siyasal taşıyıcıları, her zaman Helen olmayanlar oldu; ama Yunan dehası... ilham verdi./ Dünya tarihçisi için önemli olan... insanlığın aklında kalan anılardır... Bunlardan Platon erken Hıristiyanlıkta, Aristoteles ortaçağ Kilisesinde en önemli doruktu; ama Rönesanstan sonra insanlar... Plutarkhos'a yöneldiler. On sekizinci yüzyıl İngiliz ve Fransız liberallerini, Amerika... kurucularını köklü bir biçimde etkiledi, Alman... düşüncesini bugüne kadar etkilemeye devam etti. Etkisi bazı bakımlardan iyi, bazı bakımlardan kötü oldu... Lykurgos'la ilgili söyledikleri önemlidir... tekrar pahasına da olsa, kısa bir anlatımını vereceğim./ Lykurgos, diyor Plutarkhos, Sparta'ya yasa... için geniş bir alanı dolaştı. Girit... İonya... Mısır... seyahatlerinden dönünce, "bu uygulamayı Sparta'ya getirdi... asil bir uluslar topluluğu kurdu."... toprağı bütün Sparta yurttaşları arasına eşit bölüştürdü.... "bütün gereksiz ve yararsız bilimleri" yasakladı... bütün yurttaşların birlikte ve aynı yemeği yemelerini emretti./... doğum oranının sürekli artmasını istedi... "Başka bir erkeğin karısına aşık olan namuslu bir erkeğin... o kadının kocasına karısıyla yatmasına ve o şehvetli toprağı ekip, güzel çocukların tohumlarını atmasına katlanmasını istemesi meşruydu." Aptalca bir kıskançlık olmazdı; çünkü "Lykurgos çocukların... kamunun ortak çocukları olmasını istedi..."/ Bir çocuk doğunca... Sağlıklı... değilse, derin bir su çukuruna atılırdı... Hırsızlık öğretilirdi ve yakalanınca da cezalandırılırlardı; hırsızlıktan ötürü değil, aptallıktan ötürü./ Kadın değil de, erkekler arasındaki eşcinsel aşk, Sparta'da kabul gören bir gelenekti.../.../ Plutarkhos Spartalıların istedikleri zaman heilotları öldürmelerine izin veren yasayı anlatır; ama bu kadar iğrenç bir şeyin Lykurgos'tan kaynaklanmış olabileceğine inanmaz" 185-201
-"Platon ve Aristoteles... bütün filozofların en etkili olanlarıydı... Aristoteles'in Platon'un bir ürünüdür; ikincisi Hıristiyan teoloji ve felsefe, en azından on üçüncü yüzyıla kadar Aristoteles olmaktan çok Platoncuydu..../ Platon'un felsefesinde en önemli konular... Birincisi... ütopyası; ikincisi... idealar teorisi; üçüncüsü, ölümsüzlük lehine argümanları; dördüncüsü, kozmogonisi; beşincisi... bilgi kavrayışı.../ Platon İÖ 428-427'de, Peleponnesos Savaşının ilk yıllarında doğdu... aristokrattı, Otuzlar Tiranlığı... değişik kişilerin akrabasıydı. Atina yenildiğinde genç bir adamdı ve yenilgiyi, olasılıkla... nefret ettiği demokrasiye bağlayabilirdi. Büyük saygı ve sevgi duyduğu Sokrates'in öğrencisiydi ve Sokrates'i ölüme, demokrasi mahkum etmişti. Bu nedenle ideal devletinin bir taslağı için Sparta'ya yönelmesi şaşırtıcı değildir. Platon'un, teklif ettiklerinin farkında olmadan Devlet'e hayran olan gelecek çağları aldatacak şekilde bağnaz önerileri allayıp pullama sanatı vardı. Hep Platon'u anlamak değil, övmek doğru olmuştur... Benim amacım tam tersidir.../.../ Platon, felsefesindeki Orpheusçu öğeleri Pythagoras'tan aldı... dini eğilim... matematiğe duyduğu saygı ve zihinle mistisizmi iç içe geçirmesi./ Permenides'ten gerçekliğin öncesiz-sonrasız ve zamansız... olması gerektiği inancını aldı./ Herakleitos'tan, duyulur dünyada hiçbir şeyin kalıcı olmadığına dair olumsuz öğretiyi aldı. Bu... bilginin duyulardan elde edilemeyeceği, ancak zihinle ulaşılacağı sonucuna götürdü.../ Sokrates'ten herhalde etik sorunlarla uğraşmayı ve dünyanın mekanik açıklamalarını değil daha çok teolojik açıklamalarını arama eğilimini öğrendi. "İyi" Sokrates öncesi filozoflardan çok daha fazla onun düşüncesine egemendi ve bu olguyu, Sokrates'in etkisine atfetmemek zordur./Bütün bunlar siyasette otoriterlikle nasıl ilişkilenir?/ İlk önce: İyilik ve Hakikat zamansız olunca, en iyi devlet, göksel modeli en yakından kopya eden, minimum bir değişime ve maksimum bir durağan kusursuzluğa sahip olan, öncesiz-sonrasız "İyi"yi en iyi anlayanların yönetici olduğu devlet olur./ İkincisi: Platon'un inançlarında, bütün mistikler gibi, esasında yaşam tarzı dışında iletilemeyen kesinliğin özü vardı. Pythagorasçılar bir topluluğa kabul kuralı koymaya çalışmıştı ve Platon'in istediği de budur. Bir kişi iyi bir devlet adamı olacaksa, İyi'yi bilmelidir; bu da ancak entelektüel ve ahlaki disiplin birleştirilerek yapılabilir.../ Üçüncüsü: Platon'un ilkelerine uygun iyi bir yönetici yetiştirmek için çok fazla eğitime gerek vardır... Matematiksiz gerçek bir bilgeliğin olanaklı olmadığını düşünecek kadar Pythagorasçıydı. Bu görüş bir oligarşiyi ima eder./ Dördüncüsü: Platon... bilgelik için boş zamanın çok önemli olduğu, bu nedenle geçinmek için çalışanlarda bulunamayacağı... görüşünü benimsedi. Bu bakış açısı, özünde aristokratiktir./ Platon'u modern düşüncelerle karşılaştırınca iki genel soru... Birincisi: "Bilgelik" diye bir şey var mıdır? İkincisi... siyasal iktidarı bilgeliğe verecek bir anayasa tasarlanabilir mi?/.../... şu soru... uygun eğitim nedir?" 203-208
-"Platon'un en önemli diyaloğu Devlet, kabaca üç bölümden oluşur. Birinci bölüm... ideal bir devletin inşasıyla ilgilidir; bu en eski ütopyadır./ Varılan sonuçlardan biri şudur: Yöneticiler filozof olmalı... "filozof" sözcüğünü tanımlamak... ikinci bölümü oluşturur./ Üçüncü bölüm... çeşitli anayasa türlerine... ilişkin bir tartışmadan oluşur./ Devlet'in yazılı amacı, "adaleti" tanımlamaktır.../.../ Platon yurttaşların üç sınıfa bölünmesi gerektiğine karar vererek başlar: Sıradan halk, askerler ve koruyucular. Yalnızca koruyucuların siyasal yetkisi olacaktır.../... ana sorun, yasa koyucunun niyetlerini koruyucuların yerine getirmesini güvenceye almaktır. Bu amaçla, eğitsel, ekonomik, biyolojik ve dini önerileri vardır... esas olarak Platon, eski Paraguay'daki Cizvitler, 1870'e kadar Papalık Devletindeki din adamları ve bugün SSCB'deki Komünist Parti gibi ayrı bir sınıf olması gereken koruyucularla ilgilenir./ Düşünülebilecek ilk şey eğitimdir. Eğitim iki bölüme ayrılır: Müzik ve jimnastik.../ Kültür, büyük ölçüde Platon sayesinde İngiltere'de bilinen anlamda, erkekleri "beyefendi" yapmaya yöneliktir. Onun zamanının Atina'sı, bir bakımdan, on dokuzuncu yüzyıldaki İngiltere'ye benzer: İkisinde de servet ve toplumsal itibar sahibi olan, ama siyasal iktidar tekeline sahip olmayan bir aristokrasi vardı; ikisinde de aristokrasi, etkileyici davranış yoluyla olabildiğince çok güç elde etmek zorundaydı, ama Platon'un ütopyasında aristokrasi denetimsiz yönetir./Ciddiyet, edep ve cesaret... esas nitelikler... katı bir sansür vardır. Anneler... yalnızca izin verilmiş öyküler anlatmalıdır... Homeros ve Hesiodos yasaklıdır. Birinci neden, Tanrıları bazen kötü davranırken gösterirler ve bu durum eğitici değildir; çocuklara Tanrılardan asla kötülük gelmeyeceği öğretilmelidir... İkincisi Homeros ve Hesiodos'ta okuyanın ölümden korkmasına neden olan şeyler vardır; oysa eğitimde, gençlerin savaşta ölmeyi istemelerini sağlayacak her şey yapılmalıdır. Erkek çocuklarımıza köleliğin ölümden daha kötü olduğu öğretilmelidir... Üçüncüsü, edep yüksek sesle gülmemeyi gerektirir; ama Homeros, "kutsal Tanrılar arasında bastırılamaz kahkahalar"dan söz eder... Dördüncüsü, Homeros'ta zengin şölenleri öven ve Tanrıların şehvetini tasvir eden pasajlar vardır; bu tür pasajlar ölçülülüğe engel olur... Sonra kötünün mutlu ve iyinin mutsuz olduğu öyküler olmamalıdır... ozanlar mahkum edilecektir./ Platon, tiyatroyla ilgili tuhaf bir argümana geçer. İyi adam, diyor, kötü bir adamı taklit etmek istememelidir.../.../ Sonra müzik... sansürüne geliyoruz. Lydia ve İonya ezgileri yasaklanmalıdır; ilki hüzün ifade ettiği için, ikincisi gevşek olduğu için. Yalnızca Dor (cesaretten ötürü) ve Phyrigia (ölçülülükten ötürü) müziğine izin verilmelidir.../ Beden eğitimi çok sert olmalıdır. Kimse kızartma dışında başka şekilde pişirilmiş et ya da balık yememelidir; sos ve şekerleme olmamalıdır. Bu yemek rejimi... doktorlara ihtiyaç duymaz./.../... Platon koruyucular ve... (sanırım) askerler için tam bir komünizm önerir... bir askeri kamptaymış gibi yaşamak... kentin amacı, bir sınıfın mutluluğu değil, bütünün iyiyliğidir. Hem zenginlik hem de yoksulluk zararlıdır... Savaşla ilgili tuhaf bir argümanı vardır; Kentimiz savaş ganimetinden pay istemeyeceği için, müttefik satın almak kolay olacaktır./ Yalandan isteksiz gibi davranan Platon'un Sokrates'i, komünizmi aileye uygulamaya geçer. Çocuklar ve kadınlar da dahil, arkadaşların her şeyi ortak olmalıdır... Kadınlar her bakımdan erkeklerle tam eşit olmalıdır.../.../... gelin ve damatlar kurayla seçildiklerini sanacaklardı, ama aslında kentin yöneticileri, kura çekimini soy ıslahı ilkelerine göre ayarlayacaktı... Bütün çocuklar doğum sırasında ebeveynlerinden alınacak... tanımaması için büyük özen gösterilecek.../.../... Platon açıkça şunu söylüyor: Yalan söylemek... hükümetin bir ayrıcalığı olacaktır.../ Platon'a göre yöneticileri aldatma ihtimali olan... "asil bir yalan" olacaktır. Bu... Yalanın en önemli parçası, Tanrı'nın üç tür insan yarattığına, en iyileri altından, ikinci en iyileri gümüşten, sıradan sürüyü pirinç ve demirden yarattığına ilişkin dogmadır. Altından yapılanlar koruyuculuğa uygundur.../ Platon, iki kuşak geçince bu mite inanılacağını düşünürken haklıdır. Japonlara 1868'den beri Mikado'nun güneş-Tanrıçadan geldiği ve Japonya'nın dünyanın geri kalan kısmından önce yaratıldığı öğretilmektedir.../ Bütün tartışmanın ana hedefi olan "adalet" tanımına Kitap IV'te ulaşılır... adalet, herkesin kendi işini yapmasına ve işgüzar olmamasına dayanır.../.../ felsefe başlamadan önce Yunanların evrenle ilgili... bir teorileri ya da hisleri vardı... kader ya da zorunluluk düşüncesiyle bağlantılıdır. Gök cisimlerine özellikle uygulanır... bu görüş felsefeye geçti... Platon'un adalet kavrayışının temelinde bu yatar./ Hukukta hala kullanıldığı şekliyle "adalet"... Platon'un kavrayışına yakındır... adaleti eşitlikle bütünleştirme noktasına geldik; oysa Platon için adaletin böyle bir içerimi yoktur. "Yasa"yla neredeyse eşanlamlı olması... anlamında "adalet" esas olarak eşitlikle bir ilgisi olmayan mülkiyet haklarıyla ilgilidir... ilk "adalet" tanımı, borçların ödenmesine dayanır. Bu tanım yetersiz diye hemen terk edilir; ama sonuna kadar ondan bir şeyler kalır" 209-220
-"Platon, "İyi"nin var olduğuna ve doğasının saptanabildiğine inanır" 225
-"Platon'un Devleti... birçok koşulu Sparta'da fiilen gerçekleşti... Yasaları hazırlarken bir bilgeyi çalıştırmak kentlerde yaygın bir pratikti; Solon Atina için... bunu yapmıştı. O günlerde koloniler, ana kentlerin denetiminden tamamen bağımsızdı... şans Platon'u Syrakousai'a, Kartaca'yla dehşetli savaşlara tutuşmuş büyük bir ticaret kentine götürdü; böyle bir atmosferde hiçbir filozof başarılı olamazdı. Bir sonraki kuşakta, Makedonya'nın yükselişi bütün küçük devletleri köhneleştirmiş ve ufak çapta bütün siyasal deneyleri beyhudeleştirmişti" 227
-"Devlet... ortası... saf felsefe.../.../... Parmenides'in mantığı ile Pythagoras'ın ve Orpheusçuların öte-dünyacılığının birleşmesi, hem zihin hem dini heyecanlar için doyurucu olduğu hissedilen bir öğreti üretti; sonuç Hegel'e kadar(Hegel dahil), çeşitli değişikliklerle pek çok filozofu etkileyen güçlü bir sentez oldu.../... Platon'un idealar teorisi.../ Sorumuz şudur: Filozof nedir? İlk yanıt... bilgeliği sevendir... düzeltilir: Filozof, "hakikat görüsünü" seven kişidir. Peki bu görü nedir?/ Güzel şeyleri seven... filozof değildir... filozof başlı başına güzelliği sever... İlkinin yalnızca sanısı vardır; ikincisinin bilgisi vardır./... bilgi yanılmazdır... ama sanı yanılabilir.../... Tikel şeyler, her zaman karşıt nitelikleri barındırır: Güzel olan bazı bakımlardan çirkindir de.../ Böylece şu sonuca ulaşırız: Sanı, duyulara sunulan dünyaya ilişkindir; bilgi ise, duyuüstü, öncesiz-sonrasız bir dünyaya ilişkindir... sanı tikel güzel şeylerle ilgilidir, ama bilgi kendi başına güzellikle ilgilidir.../... Platon'un öğretisinde... önemli bir şey... "idealar" ya da "formlar" teorisidir. Bu teori kısmen mantıksal, kısmen metafiziktir. Mantıksal kısım genel sözcüklerin anlamıyla ilgilidir... "bu bir kedidir" diyebileceğimiz çok sayıda bireysel hayvan vardır... ama "kedi" sözcüğü... şu ya da bu kedi olmayan, bir tür evrensel kedilik olan bir şeyi ifade eder. Bu şey, tikel bir kedi doğduğunda doğmaz, öldüğünde ölmez. Aslında uzayda ya da zamanda bir konumu yoktur; "öncesiz-sonrasız"dır. Öğretinin mantıksal kısmı budur.../ Öğretinin metafizik kısmına göre "kedi" sözcüğü belli bir ideal kediyi, Tanrının yarattığı ve benzersiz "belirli kedi"yi ifade eder. Tikel kediler belirli kedinin doğasını paylaşır; ama az çok kusurlu bir biçimde paylaşır; ancak bu kusur sayesinde, çok sayıda tikel kedi olabilir. Belirli kedi gerçektir; tikel kediler yalnızca görünür olandır./.../... şunu söyler: Çok sayıda bireyin ortak bir adı varsa, ortak bir "idea"sı ya da "formu" da vardır. Örneğin çok sayıda yatak olmasına rağmen, bir yatağın yalnızca tek "idea"sı ya da "formu" vardır. Nasıl ki bir yatağın aynadaki yansıması "gerçek" değil yalnızca görüntüyse, değişik tikel yataklar da gerçekdışıdır; tek gerçek yatak olan ve Tanrı tarafından yapılan "idea"nın yalnızca kopyasıdır. Tanrı tarafından yapılan bu tek yatağın bilgisi olabilir; ama marangozların yaptığı çok sayıda yatağa ilişkin yalnızca sanı olabilir. Filozof yalnızca tek ideal yatakla ilgilenecek, duyulur dünyada bulunan çok sayıda yatakla değil. Sıradan dünyevi işlere aldırmayacak" 228-233
-"... doğuştan prens biri filozof olabilir ve "bir tane yeter... ideal devleti var edebilir." Platon, Syrakousai tiranı genç Dionysos'ta böyle bir prensi bulduğunu umdu, ama umudu boşa çıktı" 234
-"... iyiye inanç belli bir evrede astronomide yararlıydı; ama daha sonraki her evrede zararlı oldu. Platon'un ve daha da fazlası Aristoteles'in etik ve estetik önyargıları Yunan bilimini öldürmek için çok şey yaptı" 248, 249
-"Phaidon adı verilen diyalog... ilginçtir. Sokrates'i... tasvir eder gibi görünmektedir. Platon'un hem bilge hem... iyi olan ve ölümden hiç korkmayan ideal insanını sunar... İsa'nın Çilesine ve Çarmıha Gerilmesine ilişkin İncil anlatımı Hıristiyanlar için neyse, Phaidon da pagan ya da özgür düşünceli filozoflar için oydu... Phaidon, yalnızca bir şehidin ölümünü değil, sonradan Hıristiyan olan birçok öğretiyi de ortaya koyduğu için önemlidir. St. Paulus'un ve babaların teolojisi... büyük ölçüde ondan türetildi.../... kaçırmak için bir plan... Sokrates bunu kabul etmedi... bize İsa'nın Dağdaki Vaazını hatırlatan bir ilkeyi ilan etti: "... kötülüğe kötülükle karşılık vermemeliyiz.".../.../... kalıp çlüm cezasına katlanmanın görevi olduğuna karar verir./.../... İnsanın Tanrı'yla ilişkisini, sığırların sahipleriyle ilişkisine benzetir.../ Ölüm, diyor Sokrates, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Burada Platon'un düalizmi alanına giriyoruz: Gerçeklik ve görünüş, idealar ve duyulur nesneler, akıl ve duyu-algısı, ruh ve beden. Bu çiftler birbiriyle bağlantılıdır; her çiftte birincisi... ikincisinden üstündür. Bu düalizmin doğal sonucu, çileci bir ahlaktı. Hıristiyanlık bu öğretiyi bütünüyle değil, kısmen benimsedi.../... zihin ile madde ayrımının dini bir kökeni vardır... Orpheusçu..." 250-254
-"Platon'un... Sokrates'e atfettiği.../.../... Mutlak adalet, mutlak güzellik ve mutlak iyi vardır... göze görünmezler... yalnızca zihinsel görüyle görülürler.../ Bu bakış açısı... bilimsel gözlemi ve deneyi dışlar... önerdiği yöntemle izlenebilen iki zihinsel faaliyet türü vardır. Matematik ve mistik içgörü.../... beden... Platon için... kötüdür./.../ Sokrates... ölümden sonraki kaderini tasvir eder: İyiler cennete, kötüler cehenneme, aradakiler arafa gider./.../ Platon'un Sokrates'i, yüzyıllarca filozoflar için bir model oldu... doğru olduğuna inandığı şeye aldırış eder... çok ağır kusurları da vardır... dürüst değil, sofisttir... zihni, tarafsız bilgi arayışı için değil, daha çok kendisi için kabul edilebilir olan sonuçları kanıtlamak için kullanır. İnsana kötü din adamı tipini hatırlatan, bencil ve kaypak bir yanı vardır... bilimsel değildi ve kendi etik standartları için kabul edilebilir olan evreni kanıtlamaya kararlıydı. Bu, hakikate ihanettir ve en kötü felsefi günahtır" 256-258, 266, 267
-"Platon'un kozmogonisi Timaios'ta ortaya konulur... etkili olmuştur; bu tuhaf... çünkü... daha ahmakça şeyler içerir. Felsefe olarak önemsizdir, ama tarihsel olarak o kadar etkili oldu ki, biraz ayrıntılı ele almak gerekir./... bir Pythagorasçı... dünyayı sayılarla açıklayan görüş... esas olarak kabul edilir... Atlantis miti anlatılır... dünya tarihini anlatmaya geçer.../... Duyulur olan dünya öncesiz-sonrasız olamaz; Tanrı tarafından yaratılmış olmalıdır. Tanrı iyi olduğu için... uygun yaptı... (Öyle görünüyor ki, Platon'un Tanrısı, Yahudi ve Hıristiyan Tanrı'dan farklı olarak, dünyayı hiçten yaratmadı, daha önce var olan malzemeyi yeniden düzenledi.) Ruha zekayı, bedene ruhu koydu... dünya, bütün diğer hayvanları kendi içinde barındıran tek görünür hayvandır. Bir küredir; çünkü benzer, benzemezden daha güzeldir ve yalnızca küre, her yerde benzerdir. Dünya döner.../ Her biri görünürde bir sayıyla temsil edilen dört öğe, ateş, hava, su ve toprak, devamlı orantılıdır... Tanrı dünyayı yaratırken bütün öğeleri kullandı; bu nedenle kusursuzdur... Orantıyla uyumludur.../ Tanrı önce ruhu, sonra bedeni yarattı.../.../ Ondan önce gece ya da gündüz yoktu.../... gündüzler ve geceler olmasaydı, sayıları düşünmezdik... bize zaman kavrayışını verdi ve felsefe buradan çıktı.../.../... Korkak ya da hakkaniyetli olmayan öbür dünyada kadın olacak.../.../ Timaios'ta neyi ciddiye almak ve neyi hayal oyunu saymak gerektiğini bilmek zordur... zorunluluk ile amacın karışımı... Yunanların ortak inancıdır... Platon bunu kabul etti ve bu şekilde, Hıristiyan teolojinin başını ağrıtan kötülük sorunundan kaçındı" 268-271, 276, 277
-"Platon'da... tek gerçek bilgi kavramlarla ilişkilidir" 279
-"Platon, Pythagorasçıların etkisi altında, öteki bilgiyi matematiğe çok fazla uydurdu. Bu yanlışı birçok büyük filozofla paylaştı, ama bu, yine de bir yanlıştı" 295
-"Aristoteles'i... iki bakımdan incelemek gerekir: kendisinden öncekilere ve ardından gelenlere bakarak. İlk konuda... meziyetleri muazzamdır; ikinci konuda da kusurları eşit ölçüde muazzamdır... kusurlarından ondan daha çok ardılları sorumludur. Yunan düşüncesinde yaratıcı dönemin sonunda ortaya çıktı ve ölümünden iki bin yıl sonra... otoritesi, neredeyse Kiliseninki kadar tartışılamaz olmuş ve felsefede olduğu gibi bilimde de ilerlemenin önünde ciddi bir engel haline gelmişti. On yedinci yüzyılın başından itibaren, neredeyse her ciddi entelektüel ilerleme, Aristotelesçi bir öğretiye saldırıyla başlamak zorundaydı; mantıkta, bu durum bugün de geçerlidir.../... muhtemelen İÖ 384'te Trakya'da... doğdu... Platon'un öğrencisi oldu... İÖ 343'te... İskender'in öğretmeni oldu... "... Kibirli, ayyaş, zalim, kindar ve batıl inançlı..."/... İskender üzerindeki... etkisinin sıfır olduğunu sanıyorum... İskender'in Yunan uygarlığına züppece bir saygı duyduğu doğrudur; ama bu, barbar olmadığını kanıtlamak isteyen bütün hanedanın ortak özelliğiydi. On dokuzuncu yüzyıl Rus aristokratların Paris'e olan duygusuna benziyordu. Dolayısıyla bu Aristoteles'in etkisine atfedilemez.../ İskender'in Aristoteles'i bu kadar az etkilemiş olması daha fazla şaşırtıcıdır; Aristoteles'in siyasetle ilgili spekülasyonları, kent devletleri çağının yerini imparatorluklar çağına bıraktığından biraz habersiz gibidir... bu iki büyük adamın ilişkileri, adeta farklı dünyalarda yaşamışlar gibi verimsiz görünüyor./ İö 335'ten İÖ 323'e kadar... Aristoteles Atina'da yaşadı... İskender ölünce Atinalılar başkaldırdı ve... onun dostlarına saldırdı. Aristoteles dinsizlikle suçlandı... kaçtı. Ertesi yıl (322) öldü./ Bir filozof olarak... önceki bütün filozoflardan... çok farklıdır. Bir profesör gibi yazan ilk kişidir: Yazdıkları sistematiktir... ilhamlı bir peygamber değil, profesyonel bir öğretmendir. Eserleri eleştireldir, dikkatlidir, yavandır... Platon'daki Orpheusçu öğeler Aristoteles'te sulanıp, yüksek dozda sağduyuyla birbirine karışır... Dini anlamda tutkulu değildir. Kendisinden öncekilerin yanlışları, olanaksıza kalkışan gençlerin şanlı yanlışlarıydı; onun yanlışları, alışkanlık haline gelmiş önyargılardan kurtulamayan çağın yanlışlarıdır. Eleştiride değil, ayrıntıda iyidir... büyük yapıları beceremez./... metafiziği... en iyi yer, idealar teorisine yönelttiği eleştiri ve alternatif olarak sunduğu tümeller öğretisidir. İdealar teorisine karşı, çok iyi argümanlar öne sürer... En güçlü argüman, "üçüncü adam" argümanıdır: Bir insan ideal insana benzediği için bir insansa, hem sıradan bir insanın hem ideal insanın benzediği bir ideal insan daha olmalıdır... Aristoteles, çok sayıda birey bir yüklemi paylaştığında, bu paylaşımın kendileriyle aynı türden bir şeyle değil, daha ideal bir şeyle ilişki nedeniyle olabileceğini açıklar... kendi öğretisi berrak olmaktan uzaktır.../ Aristoteles'in metafiziği, kabaca söylemek gerekirse, sağduyuyla seyreltilmiş Platon olarak tarif edilebilir.../ Tümeller teorisi belli bir noktaya kadar oldukça basittir. Dilde özel adlar ve sıfatlar vardır.../ "İnsan" ya da "adam" gibi bir grup adıyla ya da sıfatla gösterilen şeye "tümel" denirken, bir özel ad "tözü" gösterir. Bir töz, bir "bu"dur; bir tümel ise, bir "bu gibi"dir... bir tümel kendi başına var olamaz, yalnızca tikel şeylerde vardır./... şu sonuca ulaşırız: Bir sıfatla anlatılmak istenen şeyin varlığı bir özel adla anlatılmak istenen şeye bağımlıdır... öğretisi, ukalaca ifade edilmiş bir sağduyu önyargısıdır./.../... tümeller teorisi... kesinlikle idealar teorisinde bir ilerlemedir ve kesinlikle, sahici ve çok önemli bir sorunla ilgilenir./ Aristoteles'te... bir terim daha vardır: "öz" terimi... bana kesinlikten uzak, ahmakça bir kavram gibi göründüğünü belirtmekle yetineceğim./ Aristoteles'in metafiziğinde bir sonraki nokta, "form" ve "madde" ayrımıdır.../.../... maddenin form sayesinde belirli bir şey olduğunu söyler ve şeyin tözü budur.../... ruh bedenin formudur.../ Anlaşılan, "form" maddenin bir kısmına birlik kazandıran şeydir ve bu birlik... genellikle teolojiktir.../.../ Tanrı... salt düşünce, mutluluk olarak vardır... Platon matematikseldi, Aristoteles biyolojikti; dinlerindeki farklılığın nedeni budur./... yunanların durağan mükemmellik sevgisi ve eylem yerine tefekkür tercihi onda da vardır.../... ölümsüzlüğü... Öğretmediğini savunan İbn Sina'nın Hıristiyan ülkelerde... Dante'nin cehennemde bulduğu taraftarları vardı. Aslında Aristoteles'in öğretisi karmaşıktır... Ruh Üzerine adlı kitabında ruhu bedene bağlı sayar.../... "ruh" ile "zihni" ayırt edip, zihni ruhtan daha yüksek ve bedene daha az bağlı hale getirir.../.../... İrrasyonel olan bizi ayırır, rasyonel olan birleştirir... Anlaşılan Aristoteles... kişisel ölümsüzlüğe inanmıyordu. İnsanlar rasyonel oldukları ölçüde, ölümsüz olan ilahiye iştirak ettiğine inanıyordu. İnsanın kendi doğasındaki ilahi öğeyi çoğaltması kendi elindedir ve bunu yapmak en yüce erdemdir" 296-306, 312-314, 317
-"Aristoteles... etik üzerine.../... eğitimli ve deneyimli insanların egemen düşüncelerini temsil eder. Platon'un görüşleri gibi, mistik dinle aşılı değildir.../.../... iki tür erdem... Entelektüel erdemler öğretimden, karakter erdemleri alışkanlıktan.../.../... ünlü altın orta öğretisi... Her erdem, her biri bir kötülük olan iki aşırı ucun ortasıdır. Bu, çeşitli erdemler incelenerek kanıtlanır. Cesaret; korkaklık ile atılganlığın ortasıdır.../... ahlaki sorunlarla ilgili düşünceleri, kendi zamanında geleneksel olan düşüncelerdir.../.../ Aristoteles'in kavradığı şekliyle en iyi birey, Hıristiyan azizden çok farklı bir kişidir. Uygun gururlu olmalı ve kendi meziyetlerini küçümsememelidir. Hor görülmeyi hak eden herkesi hor görmelidir. Gururlu ya da yücegönüllü insan tasviri, pagan etik ile Hıristiyan etik arasındaki farkı ve Hıristiyanlığı bir köle-ahlakı olarak gösteren Nietzsche'ye hak veren anlamı gösterdiği için çok ilginçtir.../.../... Hıristiyan etik, Aristoteles'in erdem saydığı gururu onaylamaz ve... kötülük saydığı tevazuu över.../.../... insan deneyiminde dinin ilgilendiği alanı tamamen dışarıda bırakır. Söyledikleri, zayıf tutkulu rahat kişiler için yararlıdır" 318-322, 326, 338
-"Aristoteles'in Politika'sı... ortaçağın sonuna kadar etkili kalan birçok ilkenin kaynağı olarak önemlidir... Helen olmayan... çok fazla farkındalık yoktur... İskender'den... bahsedilmez. Bütün tartışma kent devletlerle ilgilidir ve eskidiklerine ilişkin hiçbir öngörü yoktur. Yunanistan bağımsız kentlere bölündüğü için, bir siyasal deney laboratuvarıydı; ama Aristoteles'in zamanından ortaçağda İtalyan kentlerinin yükselişine kadar, bu deneylerle alakalı hiçbir şey yoktu... kitap yazıldıktan sonra bin beş yüz yıl boyunca var olan herhangi bir dünyadan çok, görece modern dünyayla alakalıdır./... Doğru evlenme yaşı erkeklerde otuz yedi, kadınlarda on sekizdir./.../ Kitap, devletin önemini belirterek başlar... Devlet... bireyden üstündür... bütün, parçadan önce gelir... yasasız insan en kötü hayvandır ve yasanın varoluşu devlete bağlıdır.../... ilkçağda köleler, her zaman ailenin bir parçası sayılırdı. Kölelik yararlı ve doğrudur... Bazıları doğuştan boyun eğmek için, bazıları yönetmek için belirlenmiştir... Köleler Yunan olmamalı... her savaşta galipler haklı.../... Zenginleşmenin doğal yolu, evi ve toprağı beceriyle yönetmektir... Ticaretten kaynaklanan zenginlikten haklı olarak nefret edilir; çünkü doğal değildir.../... Çoğu kez toprak sahipleri borçlu, ticaretle uğraşanlar alacaklı olmuştur. Filozofların görüşü... sınıflarının parasal çıkarlarıyla örtüşmüştür. Yunan filozoflar toprak sahibi sınıfa mensuptu... bu yüzden faize karşıydılar. Ortaçağ filozofları kilise adamıydı ve Kilisenin mülkiyeti esasında toprak mülkiyetiydi; bu nedenle Aristoteles'in düşüncesini düzeltmeyi gerekli görmediler. Tefeciliğe itirazları, Yahudi düşmanlığıyla desteklendi; çünkü en akışkan sermaye Yahudi sermayesiydi.../ Reformasyonla birlikte durum değişti. En ağırbaşlı Protestanların çoğu işadamıydı; faizle borç vermek onlar için çok önemliydi... Gelirleri üniversitelerin yatırımlarına bağlı olan filozoflar... faizden yana oldular./ Platon'un ütopyası, Aristoteles tarafından çeşitli gerekçelerle eleştirilir.../ Platon'un komünizmi Aristoteles'in canını sıkar... Herkesin kendi işine bakması daha iyidir. Mülkiyet özel olmalıdır.../... eşitliğe inanmaz.../... Üç iyi yönetim türü vardır: Monarşi, aristokrasi ve anayasal yönetim... üç tane de kötü yönetim vardır: Tiranlık, oligarşi ve demokrasi... Aristokrasi erdemli kişilerin yönetimidir, oligarşi zenginlerin yönetimidir... Altın orta öğretisine uygun olarak, ılımlı bir uzlaşmanın erdemle bağlantılı olmasının en fazla olası olduğunu düşünür.../.../... Aristoteles, Machiavelci bir tonla, bir tiranın iktidarda kalmak için yapması gerekenleri açıklar... Kavga tohumları ekmeli ve tebaasını yoksullaştırmalıdır... tebaasını sürekli büyük işlerle meşgul etmelidir. Kadınlara ve kölelere yetki vermeli, onları muhbir yapmalıdır... savaş çıkarmalıdır.../... Bununla birlikte, diyor, tiranlığı korumanın bir yöntemi daha vardır: Ölçülü olmakla ve dindar görünmekle.../.../... büyük kentler asla iyi yönetilemez.../... kuzeyli ırklar cesaretli, güneyli ırklar zekidir... Yalnızca Yunanlar hem cesaretli hem zekidir.../.../... hiçbir özgür kişi sarhoş olmadıkça... şarkı söylemez... eğitimin amacı yararlılık değil, "erdem"dir.../... Rönesanstan itibaren, Yunanların kültürlü beyefendilerin yönetimi kavrayışı giderek ağırlık kazandı ve on sekizinci yüzyılda doruğuna ulaştı" 339-347, 351-356
-"Aristoteles'in... çok etkili olan nüfuzu, hepsinden çok mantık alanında oldu.../... en önemli mantık çalışması kıyas öğretisidir.../.../... Matematiğin kıyaslı olmadığını kavrayan Kant, matematiğin mantık-dışında ilkeler kullandığı sonucunu çıkardı... Aristoteles'e saygı onu yanılttı" 357, 358, 363, 364
-"Aristoteles... Fizik ve Gökyüzü Üzerine... İkisi de son derece etkiliydi ve Galileo zamanına kadar bilime egemen oldu.../.../... Her Yunanlı filozofa... çocukluğunda güneşin ve ayın Tanrı olduğu öğretilmişti.../.../... "Phusis"... bir şeyin "doğası," diyor... uğruna var olduğu amacıdır... teleolojik bir içerimi vardır.../.../ Bu "doğa" kavrayışı... bilimin ilerlemesi önünde büyük bir engel ve etikte kötü olan birçok şeyin kaynağı haline geldi.../.../... Zaman, diyor... sayılamaya olanak veren devinimdir.../... Platon dışında herkes, zamanın yaratılmadığını kabul eder... Kutsal Kitap evrenin bir başlangıcının olduğunu söyler./.../... beşinci bir öğe vardır ve gök cisimleri ondan oluşur. Yeryüzündeki öğelerin hareketi doğrusaldır; beşinci öğenin hareketi daireseldir. Gökyüzü kusursuzca küreseldir... (Bütün bunlar, Dante'nin Cennet'inde şiirsel biçimde ortaya çıkar.)/ Yeryüzüne ait dört öğe öncesiz-sonrasız değildir.../ Bu teori sonraki çağların karşısına birçok güçlük çıkardı... Copernicus, Kepler ve Galileo... Kutsal Kitabın yanı sıra Aristoteles'le de savaşmak zorunda kaldı./.../... Aristotelesçi karşı inanç... aslında güneşe, aya ve gezegenlere tapmanın bir ürünüdür" 370, 372-378
-"Yunanların üstünlüğü... matematik ve astronomide göze çarpar... Matematiksel kanıtlama sanatı, neredeyse tamamen Yunan kaynaklıydı" 379
-"Eukleides'in Elementler'... en büyük kitaplardan biri ve Yunan zekasının en kusursuz anıtlarından biridir" 384
-"Pythagoras, çok büyük olasılıkla dünyayı küresel düşünen ilk kişiydi" 387
-"Yunan astronomisi dinamik değil, geometrikti" 393
-"İki büyük insan, Arkhimedes ve Apollonios İÖ üçüncü yüzyılda birinci sınıf Yunan matematikçileri listesini tamamladı. Arkhimedes, Syrakousai...İÖ 212'de Romalılar tarafından ele geçirilince öldürüldü. Apollonios... İskenderiye'de yaşadı.../ Bu iki kişiden sonra... büyük çağ sona erdi. Roma egemenliği altında Yunanlar siyasal özgürlükle bağlantılı olan özgüvenlerini yitirdi ve bunu kaybedince, atalarına felç edici bir saygı kazandılar" 394
-"İlkçağda Yunanca konuşan dünyanın tarihi üç döneme ayrılabilir... kent devletleri dönemi... Makedonya egemenliği dönemi... Roma İmparatorluğu dönemi... ilkini özgürlük ve düzensizlik, ikincisini bağımlılık ve düzensizlik, üçüncüsünü bağımlılık ve düzen niteledi./ Bu dönemlerden ikincisi Helenistik çağ olarak bilinir. Bu dönemde bilimde ve matematikte yapılan çalışmalar... kuşkuculuk.../...İskender gittiği her yerde... Yunan kentleri kurdu.../... Makedonyalı komutanlar... ona karşı... görüşlerini dile getirip eleştiride bulundular... Doğulular, dini önyargılarına saygı gösterilmesi koşuluyla, daha uyumluydu.../.../ Yunan uygarlığı özünde kent uygarlığıdır... zengin ticaret kentleri... Bu tip uygarlığı Yunanlar değil, Fenikeliler başlattı.../.../ İskender ölünce... çıkan iç savaşta... imparatorluğu üç general ailesi arasında bölüştürdü.../... iki yüzyıl süren hanedan savaşları, ancak Roma fethiyle son buldu.../.../... Mezopotamya'da da Yunanca, edebiyat ve kültür dili haline geldi ve İslam fethine kadar öyle kaldı./ Suriye (Yehuda hariç), dil ve edebiyat söz konusu olduğu ölçüde kentlerde tamamen Helenleşti... kırsal nüfus... dinleri ve dilleri korudu. Küçük Asya'da Yunan kıyı kentleri, barbar komşularını yüzyıllarca etkiledi. Makedonyalıların fethi bu etkiyi yoğunlaştırdı. Helenizmin Yahudilerle ilk çatışması, Makabilerin Kitapları'nda anlatılır... Yunan etkisi, başka yerlerde böylesine inatçı bir muhalefetle karşılaşmadı./... Matematiğe İskenderiye damga vurdu ve Roma yıkılana kadar öyle kaldı.../ Uzmanlaşma... çağa ayırt edici özelliğini kazandırdı... yetenekli bir kişinin her şeye yetenekli olduğu varsayılırdı... Üçüncü yüzyılda bunların hepsi değişti... eğitimsiz askerler, uzman olarak Yunanları çalıştırdı... aynı anda hepsi olan biri yoktu./... İnsan ilişkilerinin düzeninde hiçbir şey rasyonel görünmüyordu.../.../... Yunan zekası, yeni siyasal sorunlarla karşılaşınca yetersizliğini gösterdi. Romalılar, Yunanlarla karşılaştırıldığında kuşkusuz aptal ve kabaydı; ama en azından bir düzen yarattılar... yetersiz yöneticilerin tebaaya dayattığı Makedonyalı düzensizliği hiç katlanılır gibi değildi.../.../... Yahudilerin, Perslerin ve Budistlerin yaygın Yunan çoktanrıcılığından kesinlikle çok üstün olan dinleri vardı... Yunanların imgeleminde en çok iz bırakanlar Babilliler ve Keldaniler oldu... Sahici bir bilgelik vardı... alınanlar ise esas olarak astroloji ve büyüydü.../.../... İÖ üçüncü yüzyıl... yaşamın amacı, olumlu bir iyiye ulaşmaktan çok talihsizlikten kaçmak oldu" 397-408, 411-413
-"Bazı dönemler dünyadan umutlarını kestiler... Bu ruh hali... derin bir çaresizliğe kolayca dönüşür./... erken on dokuzuncu yüzyılı düşünelim. Goethe rahattır, Bentham reformcudur, Shelley devrimcidir ve Leopardi kötümserdir, aama pek çok dönemde büyük yazarlar arasında egeemen bir tavır olmuştur. İngiltere'de Elizabeth döneminde ve on sekizinci yüzyılda rahattılar; Fransa'da 1750 civarında devrimcileştiler; Almanya'da 1913'ten itibaren milliyetçi oldular./ Dini egemenlik döneminde, beşinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar, teorik olarak inanılan ile fiilen hissedilen arasında belli bir çatışma vardı. Teorik olarak dünya bir dert dünyasıydı... pratik olarak, neredeyse hepsi din adamı olan kitap yazarları, kilisenin gücüne sevinmeden de edemiyorlardı... yönetici bir sınıfın zihniyetine sahiptiler. Bu, ortaçağ boyunca süren ve Kilise öbür dünya inançlarına dayanmasına rağmen bu dünyanın en önemli kurumu olmasından kaynaklanan tuhaf düalizmin bir parçasıdır./ Hıristiyanlığın öteki dünyasına psikolojik hazırlık Helenistik dönemde başlar ve kent devletinin kaybolmaya yüz tutmasıyla bağlantılıdır. Aristoteles'e kadar Yunan filozoflar... çaresiz değillerdi... güçsüz hissetmiyorlardı. Bazen yenilen tarafta olabiliyorlardı, ama... şans eseriydi... görünüşler dünyasını kınayıp mistisizme kaçmaya çalışanların bile yönetici sınıfları azizlere ve bilgelere dönüştürme pratik planları vardı. Siyasal iktidar Makedonyalıların eline geçince, Yunan filozoflar doğal olarak siyasetten uzaklaşıp, kendilerini daha çok bireysel erdem ya da kurtuluş sorununa dadılar. Artık şu soruyu sormadılar: İnsanlar iyi bir devleti nasıl yaratabilir? Onun yerine şunu sordular: Kötü bir dünyada nasıl erdemli olunur ya da bir ıstırap dünyasında nasıl mutlu olunur? Değişikliğin yalnızca derece değişimi olduğu doğrudur... ve daha sonra Stoacılar bir süre siyasetle ilgilendi; Yunanistan'ın değil Roma'nın siyasetiyle, ama yine de değişim gerçekti. Roma döneminde... Stoacılık hariç... bakış... bireycileşti; ta ki sonunda Hıristiyanlık misyoner gayrete esin kaynağı olan ve Kiliseyi yaratan bir bireysel kurtuluş müjdesi geliştirene kadar. Kilise yaratılana kadar filozofun içtenlikle bağlanabileceği bir kurum ve dolayısıyla meşru iktidar sevgisi için yeterli bir çıkış yolu yoktu. Bu nedenle, Helenistik dönemin filozofları... daha çok sınırlandırılmıştır. Düşünmeden edemedikleri için düşünürler; ama... meyve vereceğini pek ummazlar./ İskender zamanında dört felsefe okulu... bu bölümde kyniklerle ve kuşkucularla ilgileneceğiz./ Kynikler okulu, kurucus Diogenes üzerinden, Sokrates'in bir öğrencisi... Antisthenes'ten kaynaklanır. Antisthenes... bazı bakımlardan Tolstoy'a benzer. Sokrates'in ölümünden sonrasına kadar... aristokrat çevrede yaşadı... ama bir şey... eskiden değer verdiği şeyleri küçümsemesine neden oldu. Yalın iyilik dışında hiçbir şey olmayacaktı. İşçilerle birlikte oldu... Ona göre rafine felsefe değersizdi... "Doğaya dönüş"e inandı... Hükümet, özel mülkiyet, evlilik, yerleşik din olmayacaktı... izleyicileri köleliği kınadı... her türlü yapay duyu hazları peşinde koşmayı küçümsedi.../ Öğrencisi Diogenes'in ünü, Antisthenes'inkini geçti... Diogenes "Sinoplu bir gençti... Antisthenes delikanlıyı kovdu, ama o aldırmadı... 'Bilgelik' istiyordu..."/ Bir köpek gibi yaşamaya karar verdi... ona "köpek" anlamına gelen "kynik" denildi. Bütün gelenekleri... reddetti. Bir fıçıda yaşadığı söylenir... dilenerek yaşadı.../... ateşli bir "erdem" tutkusu vardı... Arzudan kurtuluşta erdem ve ahlaki özgürlük arıyordu. Şansın bahşettiği iyilere aldırmazsan, korkudan kurtulursun... öğretisi... Stoacılar tarafından benimsendi; ama uygarlığın nimetlerini reddetme konusunda onu izleyemediler... sanatları insana getirdiği için Prometheus'un cezalandırılmayı hak ettiğini düşündü: Bu bakımdan Taocuları, Rousseau ve Tolstoy'u andırıyordu; ama onlardan daha tutarlıydı./... Aristoteles yüzünü neşeyle dünyaya dönen son filozoftur; ondan sonrakilerin hepsinin... bir geri çekilme felsefesi vardır. Dünya kötüdür; ondan bağımsız olmayı öğrenelim... Diogenes kişisel olarak enerji dolu bir kişiydi; ama öğretisi... bitkin kişilere seslenen bir öğretiydi.../... İÖ üçüncü yüzyıl... özellikle İskenderiye'de modaydı.../ Popüler Kynizm bu dünyanın iyi şeylerinden uzak durmayı değil, yalnızca bunlara belli bir kayıtsızlığı öğretti.../ Kynik öğretide en iyi olan şeyler, daha eksiksiz ve kapsamlı bir felsefe olan stoacılığa geçti./... kuşkuculuk ilk kez, İskender'in ordusunda... Pyrron tarafından ilan edildi.../... Kuşkuculuk tembel insanın tesellisiydi... endişenin panzehiri olarak kendini önermekteydi. Geleceği dert etmenin alemi ne? Tamamen belirsizdir.../.../... Timon... hiçbir şey kanıtlanamaz. Bu argüman, ortaçağa egemen olan Aristotelesçi felsefeyi kökünden keser./.../ Timon... İÖ 235'te... öldü... biraz değiştirilen öğretileri... Platoncu geleneği temsil eden Akademi tarafından kabul edildi./... Platoncu diyalektik... kuşkuculuğu savunmaya uygun olurdu.../.../... Akademi... Karneades, Atina'nın İÖ 156'da diplomatik bir görevle Roma'ya gönderdiği üç filozoftan biriydi... bir dizi konferans vereceğini duyurdu... ikincisi birinci konferansta söylediklerini çürütmekle ilgiliydi, amaç... varılan sonucun dayanaksız olduğunu göstermekti.../ Memnun olmayan biri vardı ve bu, Roma'nın Kartaca'yı yenmesini sağlayan sert, katı, aptalca ve acımasız ahlak kuralını temsil eden yaşlı Cato'ydu... yalın yaşamıştı... Devlete karşı çok dürüsttü her türlü rüşvet ve yağmadan kaçınırdı.../.../ Cato ile Carneades arasındaki karşıtlık eksizsizdi: biri çok katı ve geleneksel bir ahlak yüzünden acımasız; diğeri çok gevşek ve Helenist dünyanın toplumsal çözülüşüne çok fazla bulaşmış bir ahlak yüzünden cibilliyetsiz./.../ Cato'ya göre... Roma gençliği bağnaz, emperyalist, gaddar ve aptal kalmalıydı. Ancak başarılı olamadı; daha sonra Romalılar, onun kötülüklerinin birçoğunu korurken, Carneades'in kötülüklerini de benimsedi" 414-429
-"Helenistik dönemin iki büyük yeni okulu, Stoacılar ve Epikurosçular... Kurucuları Zenon ve Epikuros" 433
-"Olympos Tanrıları bile İÖ yedinci ya da altıncı yüzyıla kadar arada bir insan eti kurban edilmesini istemişti... Epikuros'un zamanında barbar dünyanın tamamında insan kurban edilmesi hala uygulanmaktaydı.../... Bazen, Cehennemin Hıristiyan bir icat olduğu sanılır, ama bu bir yanılgıdır. Bu konuda Hıristiyanlığın yaptığı tek şey, daha önceki popüler inançları sistematikleştirmek oldu... ölümden sonra cezalandırılma korkusu beşinci yüzyıl Atina'sında yaygındı" 448, 449
-"Stoacı... Zenon bir materyalistti... ama Platonculuğun bir karışımıyla birlikte, Stoacılar giderek materyalizmden uzaklaştı.../ Stoacılık... daha az Yunandır. Erken dönem Stoacıları büyük ölçüde Suriyeliydi, sonrakiler Romalı... Stoacılık... coşkusal açıdan dardır... fanatiktir... dini öğeler de içerir.../ Zenon İÖ dördüncü yüzyıl... Kıbrıs'ta... doğan bir Fenikeliydi... Stoacıların baş azizi Sokrates'ti... Stoacılar, Platon'un... ölümsüzlük argümanını reddetti.../ Zenon'un metafizik inceliklere tahammülü yoktu. Onun için önemli olan erdemdi.../.../... bağlı kaldığı ana öğretiler kozmik determinizm ve insan özgürlüğüyle ilgilidir" 452-455
-"Stoacıların esas önemi etik olmasına rağmen, öğretileri iki bakımdan başka alanlarda ürün verdi. Bunlardan biri bilgi teorisidir, diğeri doğal hukuk ve doğal haklar öğretisidir./ Bilgi teorisinde Platon'a rağmen algıyı kabul ettiler.../.../ Doğal hak öğretisi... Stoacı bir öğretinin canlanmasıdır... Doğal hukuk, her genel bilginin altında yattığı savunulan ilk ilkelerden türedi. Stoacılara göre bütün insanlar doğası gereği eşittir... Hıristiyanlık, Stoacı öğretinin geri kalan büyük kısmıyla birlikte bu bölümünü de aldı... on yedinci yüzyılda... Stoacı doğal hukuk ve doğal eşitlik öğretileri, Hıristiyan kılıkları içinde, ilkçağda bir imparatorun bile veremediği pratik bir güç kazandı" 481-483
-"Birinci ve ikinci Pön Savaşında (264-241 ve 218-201) Roma, Syrakousai'ı Karyaca'yı önemsizleştirdi... Makedonya... Mısır... (İÖ 30)... İspanya, Hannibal'la savaşta bir kaza olarak fethedildi; Fransa İÖ birinci yüzyılın ortasında Caesar tarafından fethedildi ve yüz yıl kadar sonra İngiltere fethedildi.../... Roma... Augustus'un tahta çıkışından (İÖ 30)... iki yüz yıldan fazla bir süre genel olarak istikrarlı ve huzurlu oldu./... Başlangıçta Roma... küçük bir kent devletiydi. Kralların yerini... aristokrat bir cumhuriyet almıştı... demokratik öğeler eklendi... Ancak fetih hassas dengeyi altüst etti; senatörler sınıfına ve... "şövalyelere" muazzam bir zenginlik getirdi... Sonunda Senato... sınırsız bir fiili güce sahip oldu./ İÖ ikinci yüzyılın ikinci yarısında... demokratik bir hareket... bir "tiranlığın" kurulmasına yol açtı... Caesar'ın manevi oğlu ve varisi, İÖ 30'dan İS 14'e kadar hüküm süren Augustus iç karışıklığa ve... dış fetih savaşlarına son verdi. Yunan uygarlığının başlangıcından beri ilk kez ilkçağ dünyası barış ve güvenliği tattı./ Yunan siyasal sistemini iki şey mahvetmişti... her kentin mutlak egemenlik talebi... zenginlerle yoksullar arasında... çatışmalar... Roma... ikinci nedene aynen devam etti... sonunda Augustus öyle bir zafer kazandı ki, kendisine meydan okuyacak rakip kalmadı./.../ Augustus dönemi... mutluluk dönemiydi... Augustus, ölümünden sonra resmi olarak Tanrılaştırılmadan önce de, çeşitli taşra kentlerinde kendiliğinden Tanrı olarak kabul edildi.../ Fakat... güvenlik maceraya tercih edildiği için, yaşamın tadı biraz kaçmıştı. Eskiden her özgür Yunanın maceraya atılma olanağı vardı; Philippos ve İskender bu duruma son verdi ve Helenistik dünyada yalnızca Makedonyalı hanedanlar anarşik özgürlüğe sahip oldu. Yunan dünyası gençliğini yitirdi ve ya kynikleşti ya dindarlaştı... insanlar şevkini yitirdi.../ Roma'da benzer bir gelişme daha geç ve daha az acılı biçimde geldi. Roma, Yunanistan gibi fethedilmedi; aksine başarılı bir emperyalizm dürtüsüne sahipti... Yunanların ve Romalıların Augustus'a boyun eğmesi barış ve düzen getirdi.../ Romalıların ruh hali, on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sında, amatörce maceracı bir yaşamdan sonra oturupbir mantık evliliği yapan bir jeune homme range'nın ruh hali gibiydi. Bu ruh hali, memnun olunsa da, yaratıcı değildir... Augustus istikrar adına... eski dindarlığı geri getirmeye çalıştı; bu nedenle zorunlu olarak özgür soruşturmaya düşman oldu. Roma dünyası tek tipleşmeye başladı.../ Augustus'un yakın ardılları... tüyler ürpertici gaddarlıklara girişti.../... Üçüncü yüzyıl... bir felaket dönemiydi. Ordu gücünün farkına vardı... tahta imparator çıkardı... indirdi; dolayısyla etkili bir savaş gücü olmaktan çıktı. Kuzeyden ve doğudan gelen barbarlar Roma topraklarını istila edip yağmaladı.../ İki enerjik adam, Diocletianus (İS 286-305) ve tartışmasız hükümdarlığı İS 312'den 337'e kadar devam eden Constantinus, çöküşü engelledi. İmparatorluğu doğu ve batı olarak, aşağı yukarı Yunanca ve Latince arasındaki bölünmeye karşılık gelecek şekilde ikiye böldüler. Constantinus doğu bölümünün başkentini Byzantion'da kurdu ve Konstantinopolis adını verdi. Diocletianus, ordu... dizginledi... savaşçı kuvvetler... barbarlardan, özellikle de Germenlerden oluştu. Bu, açıkça tehlikeli bir çareydi ve beşinci yüzyıl... Barbarlar, Romalı bir efendi için savaşmaktansa kendileri için savaşmanın daha karlı olduğuna karar verdiler... Diocletianus'un yönetim reformları da, eşit ölçüde bir süre başarılı oldu ve uzun vadede eşit ölçüde felaketle sonuçlandı. Roma sistemi kentlere yerel özyönetim tanımak ve vergilerin toplanmasını bu yönetimlerin memurlarına bırakmaktı; merkezi yetkililer... vergi miktarını belirlerdi. Bu sistem refah döneminde iyi işlemişti; ama imparatorluk bitkin düşünce, istenen gelir aşırı sıkıntıya girmeden verilebilecek olandan fazla oldu.../ Constantinus'un en önemli yeniliği, anlaşılan askerlerin büyük bir bölümü, Hıristiyan olduğu için, Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmesiydi. Bunun sonucunda, beşinci yüzyılın sonunda, Germenler Batı İmparatorluğunu yıkınca, imparatorluğun itibarı Hıristiyan dinini kabul etmelerine, böylece Kilisenin özümsediği şekliyle ilkçağ uygarlıklarının çoğunu batı Avrupa'da korumalarına neden oldu./... Doğu İmparatorluğu, sürekli küçülmesine rağmen... 1453'de İstanbul Türkler tarafından fethedilene kadar varlığını sürdürdü; ama doğuda eski Roma eyaletlerinin çoğu... Müslüman oldu. Germenlerden farklı olarak Araplar, fethettikleri yerlerin dinini reddettiler, ama uygarlığını benimsediler. Doğu İmparatorluğunun uygarlığı Latin değil, Yunandı; bu nedenle, yedinci yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar... Yunan uygarlığından kalanları... Doğu İmparatorluğu ile Araplar korudu. On birinci yüzyıldan itibaren, başlangıçta Mağrip etkisiyle batı, Yunan mirasından kaybettiklerini geri almaya başladı./.../... Yunanların Romalılara yönelik doğal tutumu, korkuyla karışık küçümseme tavrıydı; Yunan kendini daha uygar, ama siyasal olarak daha az güçlü hissederdi... İÖ ikinci yüzyılda ortalama Yunan hazzı seven, zeki, ticarette akıllı ve her şeyde ilkesiz biriydi. Bununla birlikte felsefi kapasiteye sahip insanlar da vardı... birkaç kişi, Roma'nın büyüklüğünün Yunanlarda olmayan belli meziyetlerden kaynaklandığını anladı./ İÖ 200... Polybios... Pön savaşlarının tarihini yazdı./.../... Roma, İmparatorluğun Yunanca konuşan bölümü üzerinde bozucu bir rol oynadı. Sanat ve düşünce geriledi... İmparatorluğun Latin ve Yunan bölümleri giderek birbirinden uzaklaştı; Yunanca bilgisi batıda enderleşti; doğuda Latince... hukukta ve orduda varlığını sürdürdü./.../ Romalılar Yunanlarla ilk karşılaştıklarında, kendilerinin görece barbar ve görgüsüz olduklarını fark ettiler... Romalıların Yunanlarla ilişkisi, 1814 ve 1815'te Prusyalıların Fransızlarla olan ilişkisine benziyordu; ama Prusyalılarınki geçici olduğu halde, Romalıların çok uzun sürdü. Pön Savaşlarından sonra genç Romalılarda Yunan hayranlığı başladı. Yunan dilini öğrendiler... Roma Tanrıları Yunan Tanrılarıyla özdeşleştirildi... Romalıların Truva kökeni icat edildi... Sonuna kadar Roma, Yunanistan üzerinde kültürel bir asalak oldu... İyi yollar, sistematik yasalar yaptılar, etkili ordular oluşturdular; bunlar dışında her şey için Yunanistan'a baktılar./... Pön Savaşlarına kadar Romalılar çiftçi bir halktı, çiftçi erdemlerine ve kötülüklerine sahipti: Sert, çalışkan, kaba, inatçı ve aptal... Ani servet akışıyla birlikte bütün bunlar değişti. Küçük çiftlikler kayboldu... köle emeği kullanılan büyük yurtluklar aldı. Büyük bir tüccarlar sınıfı büyüdü ve bir yığın kişi, on sekizinci yüzyıl İngiltere'sindeki zenginler gibi, yağmayla zenginleşti... kadınlar özgürleşti... boşanma yaygınlaştı; zenginler çocuk sahibi olmayı bıraktı.../ Yunanistan'ın Batı Roma... üzerindeki kültürel etkisi, İS üçüncü yüzyıldan itibaren... hızla azaldı... Batı Roma... son zamanlarında... askeri bir tiranlıktı... ordu... sınırlardaki yarı-barbarlardan oluşmaktaydı. Bu kaba askerlerin kültüre ihtiyacı yoktu... devlet, eğitimi gereksiz görüyordu.../ Helenik olmayan din ve hurafe ise, aksine, zaman geçtikçe Batı'da daha fazla etkili oldu... Roma fetihleri de Batı dünyasını bu öğretilerle, Yahudilerin ve Hıristiyanların öğretileriyle tanıştırdı... şimdilik olabildiğince pagan hurafelerle sınırlı kalacağım./ Roma'da her mezhep ve her peygamber temsil edilirdi.../ Ordunun tercihiyle yükselene kadar Suriyeli bir güneş rahibi olan İmparator Elegabalus... (İS 218-222)... Doğu'nun dini pratiklerini Roma'ya büyük bir gayretle sokmaya girişti; adı, başrahip olduğu Humus'ta tapılan güneş-Tanrısının adıydı.../ Pers kökenli olan Mitra dini... üçüncü yüzyılın ikinci yarısında Hıristiyanlığın rakibi oldu... imparatorlar, dinin, çok ihtiyaç duyulan istikrarı getireceğini hissetti... Mitra kültü Roma'ya getirildi.../... Constantinus'un Hıristiyanlığı kabul etmesi siyasal açıdan başarılıydı... Yunanistan'ın ve Roma'nın geleneksel dinleri bu dünyayla ilgilenen, yeryüzünde mutluluk umudu taşıyan insanlara uygundu. Daha uzun bir çaresizlik deneyimi olan Asya, öteki dünya umutları biçiminde daha başarılı panzehirler geliştirmişti; bunların içinde en etkili teselliyi sağlayan Hıristiyanlıktı. Ancak Hıristiyanlık, devlet dini olduğu sırada, Yunanistan'dan çok şey almış ve bunu, Musevi öğeyle birlikte, Batıda sonraki çağlara aktarmıştı./... Yunanistan'ın... yok olmamasını önce İskender'e, sonra Roma'ya borçluyuz... fethettiklerini yok etmediler.../... Stoacılar insanın kardeşliğine inanıyorlardı ve sempatilerini Yunanlarla sınırlamadılar. Roma'nın uzun egemenliği insanları, tek bir yönetim altında tek bir uygarlık düşüncesine alıştırdı... Romalılara göre, İmparatorluk dışında, zahmete değdiğinde fethedilecek az çok barbar kabileler dışında bir şey yoktu. Romalıların kafasında imparatorluk... dünya çapındaydı. Bu kavrayış... "Katolik" olan Kiliseye de geçti... daha sonraki Stoacıların öğretisini somutlaştırır... Ortaçağ boyunca, Charlemange döneminden sonra, Kilise ve Kutsal Roma İmparatorluğu, aslında öyle olmadığını herkes bilmesine rağmen, düşüncede dünya çapındaydı. Tek insanlık ailesi, tek Katolik din, tek evrensel kültür ve tek dünya devleti.../ Uygarlık alanını genişletmede Roma'nın oynadığı rol son derece önemliydi. Kuzey İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya'nın batısı, Roma lejyonlarının zorla işgalinin bir sonucu olarak uygarlaştı.../... On birinci yüzyılda Peygamber'in talebeleri... İspanya'yı fethettiler. Zaferleri kolaydı ve savaşlar önemsizdi... bağnaz değillerdi; Hıristiyanlar ve Yahudiler haraçlarını ödedikleri sürece rahatsız edilmediler. Araplar çok kısa bir sürede Doğu Roma... uygarlığını elde etti; ama gerilemenin yorgunluğuyla değil, yükselen bir devletin iyimserliğiyle. Eğitimli insanları Yunan yazarlardan... okuyup yorum yazdılar. Aristoteles'in ünü, esas olarak onlar sayesindedir.../... Cebir, İskenderiyeli Yunanlar tarafından icat edilmişti; ama Müslümanlar tarafından daha ileri götürüldü.../ Etimolojik yöntem, Yunan felsefene ilişkin bilgi konusunda Araplara borçlu olduklarımızı gizler... Müslümanlarla temas, Batıya Aristoteles'i, Arap sayılarını, cebiri ve kimyayı tanıttı. On birinci yüzyılda öğrenmeye ilgi bu temasla canlandı ve Skolastik felsefeye yol açtı" 485-505
-"Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinos (İS 204-270), ilkçağın son büyük filozofudur... ordu... imparator seçme... imparator öldürme pratiğini benimsemişti. Bu meşguliyet... kuzeyden Germenlerin, doğudan Perslerin şiddetli akınlarına olanak verdi.../ Plotinos'un eserlerinde bunların hiçbirinden söz edilemez. O, fiili dünyadaki yıkım ve sefalet görüntüsünden yüz çevirip, öncesiz-sonrasız bir iyilik ve güzellik dünyasını tefekkür etmeye yöneldi... İster Hıristiyan olsun ister pagan... yalnızca Öbür Dünya bağlanmaya değer görünmekteydi... Hıristiyan teologlar bu görüşleri birleştirip, Plotinos'un felsefesinin çoğunu dahil etti... Başrahip Inge, Hıristiyanlığın Plotinos'a borçlu olduğu şeyleri haklı olarak vurgular.../.../... Mısır'da doğduğunu ifade etmiş.../.../ Plotinos'un metafiziği bir Kutsal Üçlemeyle başlar: Bir, Tin ve Ruh. Bu üçü, Hıristiyan Üçlemenin kişileri gibi eşit değildir; Bir üstündür, Tin sonra gelir, en sonunda da Ruh./.../ "Esrime" (kendi bedninin dışında durma) deneyimi, Plotinos'un başına sıkça gelmiş/.../ Bu bizi Ruh'a, Üçlemenin üçüncü ve en alt üyesine getirir... görünür dünyanın kötü olduğunu söyleyen Gnostik görüş.../.../... Plotinos, gök cisimlerinin insandan sonsuz derecede üstün, Tanrı-benzeri varlıkların bedenleri olduğu kanısındadır.../ Plotinos'un mistisizminde somurtuk ya da güzelliğe düşman bir şey yoktur... Giderek güzelliğin ve güzellikle bağlantılı bütün hazların Şeytandan geldiği düşünüldü; Hıristiyanların yanı sıra paganlar da çirkinliği ve kiri yüceltir oldu. Dönme Julianus... gür sakalıyla övünüyordu.../... Her Ruh'un kendi saati vardır; o saat geldiğinde, aşağı iner ve uygun bedene girer. Güdüsü akıl değil, cinsel arzuya benzer bir şeydir.../.../... Plotinos'un idealler ve umutlar için güvenli bir sığınak... inşası vardır. Üçüncü yüzyılda... batı uygarlığı toptan yıkımın eşiğine geldi. Bereket versin, teoloji neredeyse hayatta kalan tek zihinsel faaliyetken, kabul edilen sistem salt hurafe değildi; Yunan anlığının eserlerinde cisimleşen öğretileri, Stoacıların ve yeni-Platoncuların ahlaki adanmışlığını, bazen derine gömülü de olsa korudu.../... Plotinos'un... dışarıya bakmak yerine daha çok içeriye bakmaya teşvik etme kusuru vardır: İçeriye baktığımızda, ilahi olan nous'u görürüz; dışarıya baktığımız zaman, duyulur dünyanın kusurlarını görürüz... Ne var ki, öznelcilik giderek insanların öğretilerinin yanı sıra duygularını da istila etti. Ondan sonra bilim artık geliştirilemedi ve yalnızca erdemin önemli olduğu düşünüldü... Hıristiyan itikadı yaymanın önemine inanç... pratik bir hedef sundu./ Plotinos hem bir son hem bir başlangıçtır; Yunanlarla ilgili olarak bir son, Hıristiyanlıkla ilgili olarak bir başlangıç... yorgun düşen... ilkçağ dünyası için onun öğretisi kabul edilebilirdi, ama dürtükleyici olmazdı. Aşırı bol enerjiyi uyarmaya değil, daha çok dizginlemeye ihtiyaç duyan kaba barbar dünya için, Plotinos'un öğretisine sinebilen şeyler yararlıydı; çünkü savaşılması gereken kötülük gevşeklik değil, acımasızlıktı. Onun felsefesinden kalanları aktarma işini, Roma'nın son çağının Hıristiyan filozofları yerine getirdi" 506, 507, 511, 513-520, 526-528
*
17.3.2018
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)