Yazan: Mustafa Butbay, Çevirip, sadeleştirerek yayına hazırlayan: Ahmet Cevdet Canbulat, 1990, Türk Tarih Kurumu, Ankara
*
Kitaptaki bazı kavramlar:
"Grezni" (Butbay, s. 6)
"Bamat" (Butbay, s. 6)
"Timurhan Şura" (Butbay, s. 17)
"Hunzak" (Butbay, s. 23)
"Hasef Yurtlıların?" (Butbay, s. 31)
"Vedino" (Butbay, s. 35)
*
Plevne'den gelip yerleştikleri Eskişehir'in Ağapınar Köyü'nde doğan 15 yıllık öğretmen Abhaz Mustafa Butba’nın 1336’daki Kafkasya seyahati anlatısıdır, ancak eksik kalmış, Sohum kısmı ve sonrası anlatılmamıştır. (Butbay, s. 112, 113, 117, 118, 120-122)
1952'de Orhan Gümüş yayına hazırlayana vermiş, o da "66 yıl önce yazılan bu notları" ancak 34 yıl sonra incelemiş ve sonra da yayına hazırlamış. (Butbay, s. VII, VIII)
Kafkasya seyahatine çıkışın başlangıcı ve ilk aşamaları şöyle anlatılmış:
"2/Şubat/1920/ Kafkasya seyahatim". Wilson prensiplerinden biri "ulusların bağımsızlık haklarının" tanınacağı idi. (Butbay, s. 1)
"Doğuda kaybeden Türk Hükümeti de savaşta kaybettiklerini" "Rusya'nın durumundan yararlanmak ve Batum havalisini işgal ile genişletmek hevesine düştü. İleride Rusya ile Türkiye arasında bir duvar ve engel olacak bir İslam Hükümeti'nin Şimali Kafkasya'da kurulmasını siyasetine uygun buldu. Bu maksatla Bakü'de Azerbaycan Hükümeti'ni kurdu. Bir Türk tümeni de Met İzzet Paşa komutasında kuzeye kadar uzandı. Bu hareketle kurulacak Dağlılar Hükümeti'ne yardım edileceğini yerlilere göstermek istiyordu./ İşte bu maksatla çalışmak üzere Şimali Kafkasya Cemiyet-i Siyasiyesi kuruldu. İttihat Hükümeti'nden de maddi yardımlar gördü. Silah bırakışmasından sonra bu cemiyetin adı Şimali Kafkasya Muhacirleri Cemiyet-i Hayriyesi'ne dönüştürüldü./ Şimali Kafkasya Cemiyeti... bilhassa Enver Paşa'nın maddi yardımlarını göregelmekte idi. Bu nedenle... üye kaydında çok gizli davranılmakta ve üyeleri İttihat ve Terakki'nin güvendiği kimselerden oluşmakta idi. Bu cemiyet özgül olarak Türkiye'de Kafkasya siyasetinin başvurulacak yeri idi. Ulusal bir amacı yoktu. Varsa da ikinci derecede kalıyordu. Enver ve Talat paşaların emri altında idi. Bu iki paşadan birinin "İslamcı" diğerinin "Millici" olduğuna göre Kafkasya Cemiyeti her iki amacı birleştiriyordu galiba!.." Durum böyleyken silah bırakılınca "Şimali Kafkasya Cemiyeti'nin gelir kaynakları da kesildi. Kapısı bütün Kafkasyalılara açıldı. İşte bu sırada ben de cemiyetin üyeleri arasına girdim. Bu sırada cemiyet İstanbul'da bulunan galip hükümetlerin temsilcilerine başvurdu. Kafkasya... bahisle dikkatlerini çekti, yardımlarını istedi. Yararlı bir sonuç elde edilemediyse de, böyle bir meselenin varlığından kendileri haberdar edilmiş oldu." Ancak bir gün İngilizler "cemiyetin Beyoğlu merkezine geldi, bizi dağıttı... hükümet merkezinin İngiliz zabıtası vasıtası ile bizi sıkıştırması çok çirkin idi." Mütarekeden sonra isim değişikliğiyle cemiyet "Siyasetle uğraşmayan bir cemiyet şeklinde görünecekti. Sonra anladığımıza göre İstanbul Hükümeti bizleri İttihat ve Terakki'nin bir biçim değiştirmişi ve onun bir propagandacısı saymış o yolda İngiliz zabıtasına malumat verilmiştir... En önemli sebep cemiyetin seçkin üyelerinin İttihat ve Terakki'ye mensup olması idi... bazıları da sonradan Malta'ya sürüldü ki bunların içinde Milli Ajans Müdürü Hüseyin Tosun, İçişleri Bakanı İsmail Canbulat beyler de vardı. Kulüp 1335 yılı 21 Haziranında kapandı." "Ben o zaman" Beşiktas Anas okulu "müdürü idim. Galatasaray Lisesi'nde ve Darüşşafaka'da öğretmen idim." (Butbay, s. 1-3)
"Anas Terakki Okulu'nun yaşamını sürdürmesi... kabil olmadığından Çerkes Kadınları Cemiyeti'ne devrettik." "Anadolu'da Kuva-yı Milliye'nin oluşması cemiyeti aykırılığa, dağınıklığa uğrattı. Üyeler arasında kanılar çarpışmaya başlamıştı... Kafkasya meselesinden ziyade iç politika ile uğraşıyorlardı." Kafkasya'dan "gelen delegeler de iyi karşılanıyor, maddi yardımlar da esirgenmiyordu." Birinde Çermoy, Bamat ve "Basarya'dan oluşan bir kurul İstanbul'a gelmişti. Kendilerini Perapalas'ta ziyaret ettim... ümit verici bir fikir edinememiştim." (Butbay, s. 5, 6)
Kafkas delegeleriyle temas "bende orasını... görmek arzusunu uyandırmıştı... İşte bu sırada elverişli bir durum meydana çıktı: Ebubekir Pilyef adında biri daha, İstanbul'a delege sıfatı ile geldi... önce de Sivas'a kadar giderek orada Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş, Kafkasya siyaseti hakkında düşüncelerini sormuş ve uygun cevaplar almıştı. Türkiye'den bir kurulun Kafkasya'ya gitmesini de orada kararlaştırmışlardı. Bu kurul Tiflis'te bulunan Kuzey Kafkasya Geçici Hükümeti emrine verilecek ve ondan alacağı direktif üzerinde çalışacaktı... Bekir Sami Beyi'in Teşvikiye'deki evinde... hemen yola çıkmamızın Sivas'ça uygun bulunduğunu Vasıf Bey söyledi. Gidecek kimselerin listesini düzenlemek İsmail Berkok Bey'e verildi. Harcırahımız da şu suretle saptandı". "Delege Ebubekir Pilyef Bey de bizimle beraber olacaktı." (Butbay, s. 7)
"1336 yılı Şubatının ikinci günü Sirkeci açıklarında demirli bulunan Gülnihal Vapuru'na öğleye doğru gittim. Bütün arkadaşlar vapurda buluşacaktık... İsmail Hakkı Bey'in askerleri geldi. Üzerlerinde askeri elbiseleri vardı. Bu askerler öğretmen olduklarından Şimali Kafkasya Hükümeti emrine verileceklerdi. Hepsi de Türk idi. Temiz ahlaklı, itaatli, fedakar gençlerdi... Aziz Meker Bey Tiflis'te idi... Berkok Bey arkadan Tiflis'e gelecek idi." (Butbay, s. 8)
Yazarın harcırahını emaneten alan Bekir Sami Bey'in oğlu kendisine az bir kısmını veriyor, askerler parasız vapura biniyorlar, fırtına yüzünden Varna'ya sığınmak zorunda kaldıktan sonra Trabzon'a çıkabiliyorlar, "Trabzon zabıtası bize şüpheli nazarla bakmaya başladı", ama sorun çıkmadan Rize'ye ve sonra da Hopa'ya gidiyorlar, İngilizler'in egemen olduğu Batum'a gitmeleri işini Rizeli takacı Mataracı Mehmet Bey organize ediyor, gizlice Batum'a gidiyorlar, sonra da Tiflis'e hareket ediyorlar. (Butbay, s. 8-12)
"Şimali Kafkasya adına İstanbul'u birçok delege ziyaret etti. Bunlar hakkında gerek Türk Hükümeti ve gerek Kafkasya muhacirleri azami konukseverlik göstermiştir... onda birini bize gösteremediler... Vatandan uzakta kalanlar vatan aşkını daha iyi biliyorlarmış!.. Kafkasya bağımsızlığı hakkında orada gördüğüm elit -aydın- kişiler bizim kadar heyecanlı değildiler. Tiflis'teki bu izlenimim benim için ilk hayal kırıklığı oldu. Bir hafta sonra Tiflis'ten Bakü'ye hareket ettik.../ Şimali Kafkasya Hükümeti'nin Bakü temsilcisi Ali Bey ile görüştük. Aydın bir kişidir. Kendisi Dargi uyruğundan imiş. Birkaç gün Bakü'de kaldık. Bir türlü kuzeye hareket edemiyoruz. Nedenini sonra öğrendik. Dağıstan'da bulunan Nuri Paşa ve buyruğundaki subaylardan bazıları Bolşevikler aleyhine bir politika takip etmeye başlamışlardı. Heyetimiz de... onlara katılırsa diye, tasalanıyorlarmış! Bir gece Ali Bey'in odasında... bu düşüncelerini açığa vurdular. Ben bu kaygının yersiz olduğunu... Kafkasya bağımsızlığını prensip itibariyle kabul eden Bolşeviklere karşı hasmane bir vaziyet almaya neden olmadığını söyledim. Bilakis bize bağımsızlık veren Bolşeviklere dost olduğumuzu da ekledim. Timurhan Şura'daki Sovyet Abaron'a bağlı kalmak koşulu ile harcırahımız verilerek kuzeye hareketimize izin verildi. Bu konuşma ve hareketleri yöneten Meker Aziz Bey idi. Askeri delege olan İsmail Bey henüz gelmemişti." (Butbay, s. 12, 13)
*
Sonra oradaki Türk askerleriyle irtibat ve daha çok Bolşeviklerle çekişmeler.
Yerel halkta dağınıklık ve birbirine düşmanlık.
Ahuşa'da Ali Hoca.
Levaşe'de Celal Korkmazof.
Hunzak'ta Çarlık Albayı Kayıtmaz Ali Hanof.
Vedino'da Uzun Hacı.
Bu arada Nuri Paşa'nın komutasındaki Türk askerleri ve Bolşeviklerle çatışan Bnb. Kazım Bey.
Her biri başka bir amaç peşinde.
1918'de "kurulan" Dağlı Cumhuriyeti'nin de dağılmış durumda bulunduğu böyle bir ortamda Türkiye'den giden Kurmay Albay İsmail Hakkı Berkok'un başında bulunduğu Kuzey Kafkasya kökenli bir grup insan sanki, yeni baştan bağımsız bir devlet kuracaklarmış gibi bir çaba içine giriyor.
6 Mayısta 1336'da Çeçenistan'da Kayış Kurt Tepesi'nde toplananlar Bolşeviklerin önünde bağımsızlık iradelerini açıkça ifade ediyorlar.
"Saat 3'e doğru bütün delegeler hazır bulunyorlardı. Silahlı halk saygılı, korkulu ve görkemli bir daire oluşturdu. İki bolşevik delege ile biz ve tercümanlarımız bu dairenin içinde hazırlanan sandalyelere oturduk. Milletin gözü önünde açık bir duruşma olacaktı. Zira bolşeviklerin sanısına göre Dağlılar henüz bağımsızlık isteyecek bir düzeye erişmemişlerdi. Biz de tersini savunuyorduk... Millet her iki tarafın tezini dinledikten sonra hükmünü verecekti. Dördümüz de nöbetleşerek sıra ile... saygılı görüşlerimizi savunduk", "milletin istiklalini istediğini bağırdılar. Artık davayı kazanmıştık. Delegeler sonucunu Moskova'ya bildirmek üzere geri döneceklerini ve milletin isteğinin doğal olarak kabul olacağını söylediler ve çekildiler./... Delegelerin yüzlerine karşı halk bağımsızlık için yemin etmişti." Berkok'un önerisi uyarınca "Her üye yemin ediyor ve adının karşısına imza koyuyordu... Bolşevik delegeleri, sessizce dinlediler ve ayrıldılar... Bolşevikler... O günden itibaren de adeta bize açıkça savaş ilan ettiler." 7 Mayıs 1336. "Ulusal Kurultay gece bir toplantı düzenledi. Bolşevik işgalinde bulunan Vedino Kalesi'nin hemen boşaltılmasını önermek üzere harekete karar verdiler." (Butbay, s. 41-46)
Ama organize yok, lider yok.
Türkiye'den giden İsmail Hakkı Berkok sanki bağımsızlık hareketinin lideriymiş gibi hareket ediyor.
Çeçenlerce de kabul ediliyor.
Ayrıca Çeçenlerin bağımsızlık konusundaki bu açık iradesi güya halkların kendi kaderini tayin hakkına saygılı olan Bolşeviklerce daha sonraki günlerde açıkça yok sayılıyor.
*
Aslında burada Çeçenler için içler acısı bir tablo var.
1864 öncesinde de,
1917 sonrasında da,
olduğu gibi, her zaman en önde ölenler kendileri olduğu halde liderleri hep başka halklardan biri oluyor.
İmam Şamil, Uzun Hacı ve Uzun Hacı'dan sonra atanan vekil imam Avarken, bu defaki liderleri de Türkiye'den giden bir Kabartay oluyor, kendilerinden hiç lider çıkmıyor!
*
Türkiye'den gidenlerin orada devlet kurma çabaları ve teşebbüsleri de şaşırtıcı ve gerçekten çok cüretli bir iş.
Üstelik hiç paraları ve silahlı bir güçleri yokken.
Daha da açıkçası tam bir macera.
Halkı, açıkçası sadece Çeçen halkını ateşe atmak gibi bir iş.
Zaten Butba şöyle de diyebiliyor:
"Uyanmaya başlayan savaşçılık ve yiğitlik duygularını körletmemek için her ne olursa olsun Bolşeviklerle savaşa girişmelerini istiyor ve bunu diliyorum." (Butbay, s. 56)
"Artık şimdi yapılacak bir hareket birkaç yüz Dağlı'nın kanına girmekten... başka bir sonuç vermezdi. Bununla beraber... yarım yüzyıldan beri savaşçılığı unutan, Nakşibendi şeyhlerinin uyutucu ve öbür dünyanın hayali aşılarıyla kendinden geçen Dağlıları daldıkları bu esirlik uykusundan uyandırmak için heyecanlı bir savaşa yöneltmek gerekirdi." (Butbay, s. 101)
Benzer bir çaba da Şeyh Şamil'in torunu Sait Bey'den görülüyor.
"Bu sırada... Şeyh Şamil'in torunu Sait Bey Suriyeli iki Çeçen arkadaşı ile Tiflis'e gelmişti. Kendisiyle görüştüm. Dağıstan'a gitmek için geldiğini öğrendim... bir şey yapmanın imkansızlığı... kanaatimi Sait Bey'e de açıkça söylemişsem de, Dağlılar arasında bir hareket yaratmak hakkındaki fikirlerinden caydıramadım." (Butbay, s. 101)
*
Kafkasya aydınlarına ağır eleştiriler.
"Kafkasya aydınlarının günahı büyüktür... Hele Kuzey Kafkasya aydınlarının fedakarlık hususundaki göz yumma ve savsaklamaları daha büyüktür... Dağlı aydın kişiye rastlamadık... Kuzey Kafkasya delegeleri... Perapalas salonlarında, Paris bulvarlarında siyaset yürütmekten boş kalmıyorlar ve borç aldıkları 40 milyon rubleyi zevk ve eğlence yerlerinde harcamaktan çekinmiyorlardı./ Yalnız Milli Savunma Bakanı Enver Paşa'dan alınan on bin lira ile Aziz Meker, Haydar Bamat, Agayef İsviçre'ye gittiler, bu para ile 6 ay İsviçre'de kalarak, harita, kitap bastılar, gazete çıkardılar... Aydın kişilerin eline geçen paradan ancak bu para yerine sarfedilmiş ve hayra yaramıştır./ 37.000 frank ile Paris'e dönen delegelerin elindeki bu az paranın bile 20.000 frankını Cumhurbaşkanı olan Çermoyef israf etmiştir./... ayıplıyorum./ Rus kültürü Kafkasya soylularını ve aydınlarını sarhoş etmiştir!.. Bu sersemliklerini bugün ne yazık ki kendileri ile beraber millet de çekiyor." (Butbay, s. 95)
*
O dönemdeki bölgenin sosyal ve siyasal yapısı hakkında bilgi veriliyor.
Vedino'yu "Güney Dağıstan halkına nispetle daha centilmen ve temiz buldum./... Dağıstan adı üzerinde, çıplak dağlardan müteşekkildir. Yerlileri de genelde fakirdir. Yalnız vadileri verimlidir. Bol meyve yetişir. Köyleri Ankara ve Konya ovasındaki Türk köylerine benzer... Tiflis'ten Bakü'ye giderken gördüğüm köstebek yuvasını andıran Azerbaycan köylerine nisbetle yine birer evdirler... Dağıstan ileri gelenlerinden yayılan ağır kokulardan kustuğum çok oldu. Dindarlıklarına rağmen temizlikten haberleri yoktur.../ Hunzak'tan sonra izlediğimiz yol pek sarp idi... Dağlılarca en büyük kusur ve şerefsizlik korkaklıktır." (Butbay, s. 28)
Tuh, Andi, Muni, Karaçay "köylerine uğradık." "Bu köyden sonra artık, Dağıstan'ın çıplak ve kasvetli ağlarından, sefil ve fakir köylerinden kurtuluyorduk. Gerçekten ilk Çeçen köyü olan Selim Han Köyü'ne girdiğimiz zaman kendimi temiz bir Çerkes köyünde görüyordum. Beyaz badanalı seyrek yapılmış güzel, cana yakın evler, günlerce ruhumu ezen sıkıntıyı yok ediyordu. Çeçenistan'ın hoş manzarası yorgun yolculuğumu bana unutturdu. Hayalimdeki Kafkasya'yı şimdi görüyordum. Ebubekir ise, asıl Kafkasya'yı daha ileride, daha kuzeyde göreceğimi söylüyor... Dağıstan'da gördüğüm yoksulluk beni düş kırıklığına uğratmıştı... Çeçenistan bana yeni yeni umutlar veriyordu." (Butbay, s. 28-30)
"Ali Kılıç tam takım üç at ödünç aldı... Bu gibi yüksek cömertlik ve fedakarlıklar Kafkas ırkına, gönlü yüce Dağ çocuklarına hastır. Bunu kentin bin bir türlü gereksinim ve tutkular içinde çırpınan uygarlar değerlendiremez. Onlar için bu gibi fedakarlıklar yüce gönüllüğün belirtisi değil, çölde, dağda ve derede oturanların, ilkelliğin bir belirtisidir." (Butbay, s. 34, 35)
"Bu memlekette tekbir ve tehlil birer ulusal şarkı haline çevrilmiştir." (Butbay, s. 49)
"Çeçenler hayatımızı korumada savsaklık göstermedikleri halde, eşyada pek göz yumucu davranıyorlardı." (Butbay, s. 50)
"Bir taraftan şiddetli bir açlık." 11 Mayıs 1336. "Adeta bir çeteci durumuna düştük; ve Bolşeviklerin bizi yok etmeye karar verdikleri ortaya çıktı." 12 Mayıs 1336. "İşler pek düzensiz, belirsiz ve karışık!.. Halkın hepsi fedakar, hepsi cesur, hepsi cumhuriyetçi, fakat fikir diye bir şey yok... Çocuk gibi. Kendilerini yöneltip, yönetmek gerek... Okul öğretmeni gibi Ulusal Kurultay'ın başında beklemek lazım! Buna maddi olanak yok." (Butbay, s. 51, 52)
"Ağır bir koku yayan odamızın kirli sediri". (Butbay, s. 54)
"Kazak, Çeçen savaşları". (Butbay, s. 57)
"Yapıldığı günden beri su ve sabun yüzü görmemiş, yastık ve yorgandan yayılan ağır bir koku midemi bulandırıyor... Dağlılar... dayanılmaz bir kirlilik içinde yüzüyorlardı." (Butbay, s. 58)
"Gagatlı'da rahat bir gece geçirdik... Bu vahşi dağlar arasındaki ilkel bir köyde her türlü dinlenme araçlarını toplayan böyle bir eve rastlayacağımızı hiç de umut etmiyorduk. Meğerse ev sahibimiz yamçı ticaretiyle uğraşırmış." (Butbay, s. 58, 59)
"Rika/ Dağıstan sınırındaki ilk Çeçen köyüdür. Kafkasya'nın zümrüt renkli ve gökyüzüne baş vermiş dağları üstünde 7 saat atla yağmur altında bir yürüyüşten sonra Rika'ya geldik." (Butbay, s. 59)
"Halkilla adında büyük ve bakımlı bir Çeçen köyüne geldik. Doğal görünüşü de pek çekici." (Butbay, s. 60)
"Argun Irmağı'nı izleyerek İton Kale'ye geldik... Ortaçağlardan kalma olduğu olasıdır." "İton Kale'den hareket ettik. Geçtiğimiz yerlere şeytan bile uğramamıştır." (Butbay, s. 61)
"Kalenin... ağzına ağaçtan bir ızgara konmuş. Tabanı derin bir kuyu! Kuyunun içi insan iskeletleriyle doludur... bu kale vaktiyle yöre halkının mezarı imiş. Ölüleri bu kalenin tepesindeki ızgara üzerine bırakırlar, etleri vahşi kuşlar tarafından yendikten sonra, kemikler aşağıya düşermiş. Sonradan bu usul terk edilerek türbe biçimindeki kargir odalara gömülürlermiş. Halen bu tarz gömme de bırakılarak toprağa gömmeye başlamışlar." "Tarih öncesi tanrısal hikayelerine göre Kaf Dağı ile anılan ve yerlisini de dev ve periler oluşturan yerler burası olacak sanırım!../ Buranın ahalisi Dağ Çeçenleri adıyla, diğer Çeçenlerden ayrılıyor. Güzel yüzleri, servi gibi uzun boy ve bosları ile diğer Çeçenlerden üstündürler... Köyler ilkel fakat temizdir. Çoğunluk evler orta zamandan arta kalan kaleler içerisindedir. Kalenin temelleri korunarak ev yerine kullanılmaktadır", "bu yöre halkı canlı bir tarih gibidir." (Butbay, s. 62)
"Yalharvi'deyiz. Güzel ve ezeli ve karlı dağlarla çevrili bir köycük! Yol boyundaki koyak çok eski kale yıkıntıları ile dolu.../ Bu eski kaleler halen birer ev ödevini görüyor. Bu derece yabani ve sert yerlere sığınan insanlarda görülen hareket inceliğine ve gönül temizliğine hayranım." (Butbay, s. 63)
"Bahar, olanca gürbüzlüğü ve güzelliği ile parlaklık saçıyor. Karşıki dağların zümrüt gibi tepe ve yamaçlarını seyrediyorum. Ne çekici ve coşturucu manzara yarabbi!.. O ne? Birdenbire manzara değişti. Tıpkı bir sinema perdesi gibi. Bir dakika önce zümrüt gibi yemyeşil görünen tepeler ve yamaçlar beyaz bir örtüye büründü... oturduğumuz küçük köyün ağaçlıklarında bülbüller güzel ezgili nağmelerle ötüşürlerken, civarındaki yamaçlarda kar yağıyor. Ne doyulmaz bir manzara?..." "Bu Dağ Çeçenlerindeki bereketli üreme ve iyi doğal huyları hayrete değer." (Butbay, s. 65, 66)
"Herhalde zamanını bu yabansıl yerlerde geçirmek Berkok Bey'e pek acı gelmiş olsa gerek!" "Merecuy'dayız... Buradaki karı koca arasındaki ilişki pek serbestçe ve rahattır. Kafkas milletleri ve özellikle Çerkeslerdeki törelere uyma, burada yani, Dağ Çeçenlerinde yoktur. Bir gelin ile güvey arasında gördüğümüz serbestlik ve içtenlik bir Avrupalıda bile rastlanmayacak derecededir." "Aziz Bey geldi. Bizim için bir hasret günü. Ebubekir'in kayınbiraderi de beraber. Ebubekir kendini hasta göstermiş. O cahil vatanseverden fazla ne beklenir?" "Key'e doğru hareket ettik... tekrar Yalharvi'ye geldik. Adeta kış!" (Butbay, s. 67)
(Bir yandan doğaya övgü, bir yandan ise acı veren yabanıl yer ifadesi!)
"Cana yakın, sevecen ve güler yüzlü Hamzet'e bugün de konuğuz. Sıcak ve temiz bir oda, sade fakat nefis bir yemek. Bu insanlığın ve konukseverliğinin karşılığı bizim için ne olabilir?.../ Evet zaten onlar da bir dini ödevi yerine getirdiklerine inandıklarından, konuklarından hayır duadan başka bir şey beklemiyorlar. Zaten aylardan beri bizleri kan dökücü düşmana karşı koruyan bu Dağ halkının asil hisleri değil mi? Biz yine o temiz hissin emanetindeyiz./ Bizim için bir tek Tiflis yolu buzullardır." (Butbay, s. 68)
"Yalharvi'deyiz. İkinci geceyi başka bir evde geçirdik. Usul olarak bir koyunla bizi ağırladılar./ Anlaşıldı bu Dağ Çeçenlerini dolaştıkça et yiye yiye yabansıl hayvanlar sınıfına gireceğiz... Hayatımızı korumak hususunda gösterilen bağlılık hayrete değer ve bir iyilik borcudur. Konuğun hayatını sakınma bu yiğit ve eli açık insanlarda bir ulusal gelenektir." "Dün... ilkçağlardan kalma mağaraları, yani, atalarımızın evlerini ve mezarlıklarını görmek ve aynı zamanda bu tepeden Terek Koyağı'nı seyretmek öğütüne eriştik.../ Gördüğümüz mağaraların alt kısmındakiler yani ilk basamaktakiler gömüt, üstündekilerin de ev ödevini gördüğü açıkça anlaşılıyor. Gömüt ödevini gören mağaralarda büyük atalar yığın yığın duruyor!" "Acaba kaç yıl önce atalarımız burada yaşıyor, daha doğrusu saklanıyordu... Bu yöreye tamamıyla mağara diyarı denilse yaraşır... Korunma ve yaşam koşullarını bir araya getirmiş bir koyak! Hala da üç tarih dönemine sahne olduğu yapıtlarıyla tanıtlanabilir"."Demek oluyor ki, bu yöre halkının ataları evvela bu gördüğümüz mağaralarda, sonra kalelerde, şimdi de ilkel taş evlerde yaşıyordu... Tahminen 30 metre yüksekliğindeki bu kalelerin üzerleri ızgaralı, dipleri derin bir kuyudur. Ulular bu ızgaraların üzerine konularak kuşlara yedirilirdi. Bu adet yakın zamanlara kadar her tarafta geçerli idi./ Kısacası burası insanlığın tarihi devirlerini incelemeye elverişli bir çevredir... canlı bir tarihtir.../... Geceyi yine başka bir evde geçireceğiz." (Butbay, s. 69, 70)
4 Haziran 1336. "Hoş bir yaz güneşi yattığımız küçük ve temiz odanın penceresinden ışınlarını uzatırken uyandım.../ Benihu Hoca'nın bu küçük evi daha doğrusu tekkesi bir kartal yuvası gibidir." "Şurası belli ki, genel göçlerin sürükleyip getirdiği kafilelerin ilk saklanma yerleri buralarıdır." "Ah, bu yerliler, henüz mağaralardan kalelere taşınmış dehşet veren bu ağırbaşlı insanlara gönül verdim, vuruldum... Bunların ağır ağır ve uyumlu Çeçen dili ile konuşmaları bana bir müzik ezgisi gibi geliyor. Ayrılmak istemiyorum..." "Akka'ya geldik... derhal bir sofra hazırlayıp önümüze koydular." (Butbay, s. 73)
"Pohoy'a geldik." "Bu geçtiğimiz koyak ortaçağlarda Kafkasya'nın en kalabalık yerlerinden biri olacak ki, uzaktan bir orman gibi görünen kalelerle doludur. Bu kalelerde bugün de oturuluyor. Yalnız kalelerin bacaları terk edilmiştir./... mezarlar dikkatimi çekti... Birisinin penceresinden baktım. Birçok cesetler, elbise parçaları, tahta kırıntıları ile dolu idi. Bir diğerinde ceset koktuğu halde elbise kısmen duruyordu. Demek vaktiyle eşbise ile gömülürlerdi... uluları elbiseleri ile bir tabut içine koyup pencerelerinden içeriye sürerler, bırakırlarmış. Sonraları bu gelenek bırakılarak... ulular da toprağa gömülmeye başlanmıştır." Kale örenleri içinde "elinde olmayarak insanı dehşete düşüren küçük bir köye geldik. Burası Gürcistan sınırına ve Daryal Boğazı'na yakındır... Ev sahibi... sert bir adam". "Bu yöreye Müslümanlık yayılalı yarım yüzyıl kadar oluyor, dedi." (Butbay, s. 74, 75)
"Batıdan doğuya doğru yüksek bir duvar, daha doğrusu bir Çin Seddi gibi uzanan bu dağlar, bu geçitsizlik yüzünden vahşi kalmıştır. Birçok kavimlerin de sığınak yeri olmuştur." (Butbay, s. 76)
"Elbruz'un en yüksek tepesi olan 5.000 m. yüksekliğindeki Büyük Kazbek'in, tanrısal, sonsuz karlarla kaplı sivri tepesi, gökyüzünü delmiş, uzayın boşlukları içerisinde ululuğu ile yükseliyor." (Butbay, s. 78)
Buzullardan geçiliyor, yaylım ateşi ve Gürcü zabıtası sorguluyor, sonra da Tiflis'e gidiliyor. (Butbay, s. 78-81)
"Tiflis'te Yeni Otel'deyiz. Uygar bir kentin zehirli havası bile insana ferahlık veriyor." Bizim "çektiğimiz zahmetler ve karşılaştığımız tehlikelerin binde birine hiçbir aydın Dağlı genci uğramamış ve uğramak da istememiştir." (Butbay, s. 81, 82)
Tiflis'te parasızlık, açlık, ucuz yemek arayışı. (Butbay, s. 83-88)
Tiflis'te parasızlık, tam yola çıkacakları sırada tutuklanma ve yol parası arayışı. Tam o sırada hainlik yaptıklarını düşündükleri sabık Sadrazam Kıbrıslı Kamil Paşa'nın torunu Fuat Bey İstanbul'daki kızkardeşine vermesi için "binlik bir Alman markıyla yarım İngiliz lirasını elime tutuşturuyor" ve böylece yol dahil para sorunları çözülüyor. (Butbay, s. 96-99)
Borcumuzu ödeyip hemen "Batum'a hareket etmeye karar verdik. Arkadaşlarım, Batum'dan Trabzon'a, oradan da Ankara'ya geçmek ve Kuva-yı Milliye'ye katılmak kararında idiler. Ben ise önce doğru İstanbul'a gitmek" istiyordum. "Anadolu'ya geçmek bizim için tehlikeli idi. Ama buna rağmen ben de hemen Anadolu'ya gitmek istiyordum... Çerkesler hakkında derin bir güceniklik ve güvensizliğin hüküm sürdüğü şu sıralarda Ankara'ya gitmek ateşe girmek demekti... Kuzey Kafkasya Cunhuriyeti'nin kurulmasına hararetle taraftar tanınan kimselerin Anadolu'da varlığı kuşku ile karşılanacak ve bizi tehlikeler içine atabilecekti." Ecdadımın yurdu Abhazya'yı "görmeden dönmek bana pek acı geliyordu." Arkadaşlarım da uygun görünce "Onları selametledim... kaldım." (Butbay, s. 100)
Tiflis'e gelen bir Abhaz heyetiyle irtibat ve birlikte gitme kararı. (Butbay, s. 101-105)
16 Ağustos 1336. "Yırita aındaki bir Mengrel köyüne geldik. Büyük ve bakımlı bir köy. Dağıstan'da gördüğüm sefil köylerin yanında burası dünyanın en bakımlı bir kenti sayılacak kadar güzel." (Butbay, s. 104)
"Fenikelilerin de Kafkas kıyılarına kadar gelip esir ticareti yaptıklarını eski tarihler yazar." Yoksulluk "yüzünden bazı fakir aileler, esir ticareti yapanların türlü vaatlerine aldanarak çocuklarını sattığı vaki olmuşsa da, hiçbir asil aile buna tenezzül etmemiş ve ettiği de görülmemiştir. (Butbay, s. 108, 109)
"Gece bizi ağırlamak için ev sahibimiz bir keçi kesti. Küçüklüğümde gördüğüm milli terbiye tamamıyla mevcut değilse de, yine kendimi yabancı hissetmiyorum. Nasıl ki, Çeçen köylerinde de yadırgamadım." (Butbay, s. 111)
Bursa ve İzmit illerindeki Abhaz köylerinde göçmenlerin "Anadolu'nun bu kadar geniş topraklarını bırakıp da bu dar arazili dağları, neden seçtiklerini düşünür de şaşardım. Abhazya'yı gezdikten sonra bunun gizli nedenini anladım. Göçmenler Türkiye'ye gelir gelmez, terk ettikleri dağlara, ormanlara benzer yerler aramışlar ve bulur bulmaz hemen yerleşmişler." (Butbay, s. 112)
"Abhazların... Terk ettikleri ve boşalttıkları bu verimli ve cennet gibi yerlere Ermeni, Rum, Gürcü, Mengreller yerleştirilmiştir." (Butbay, s. 114)
"Türkiye'ye göç edeceklerin düşünemeyecekleri bir rahat ve bolluğa kavuşacaklarını, ölenlerin doğruca Cennet'e gideceklerini ilan ediyorlarmış. Domuz çobanı olmak isteyen burada kalsın, bağımsız ve mutlu olmak isteyenler de göç etsin, diye bar bar bağırıyorlarmış!..." (Butbay, s. 115)
Sohum Kale'ye geliş ile sona ermiş. Sohum Kale'de görülüp yaşananlar ve memlekete dönüş anlatılmamış. Eksikli son olmuş. (Butbay, s. 120-122)
*
22.8.2023
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder