29 Nisan 2017 Cumartesi

DUMAN

İvan Sergeyeviç Turgenyev, Rusça aslından çeviren: Ergin Altay, 1. Basım, Haziran 2012, T. İş Bankası Yayınları, İstanbul

Arka kapak yazısında, "Turgenyev (1818-1883)... Dönemin Avrupalı bakış açısına sahip tek Rus yazarı olarak anılır. 1867 yılında yayınlanan Duman, toprak köleliğinin de kaldırıldığı 1861 reformlarının ardından belirsizlik, şüphe ve umutsuzluk dumanına boğulmuş Rus toplumsal hayatını anlatır. Aristokrat ve aydınları acımasızca alaya alır", deniliyor.
***
Anlatım hoş, severek okudum!
Kitaptaki olayların çoğu, Ağustos 1862'de, Baden-Baden'de geçiyor.
Kendisi de zengin ve soylu bir Rus olan yazar, genelde aralarında bulunduğu ve bunun için de iyi bildiği Avrupa'daki Rusları anlatıyor!
Yani zengin ve soylu Rusları.
Kitap, 1860'lı yıllardaki gerçek hayatı konu edinen bir tür belgesel sayılabilir, ki, en güzel yanlarından biri de bu!
***
Ancak, kitap, bence, tipler ve kurgu açısından, biraz yapay ve şematik gibi, sanki!
Mesela, İrina ve Gubarev karakterleri, yapay, kurgu da şematik, gibi!
Aceleyle, fazla çalışılmadan mı, yazılmış, acaba?
***
Anlattığını iyi bildiği için, kolayca ve gelişigüzel bir şekilde yazmış, sanki!
Mesela, L'ye çiçek gönderiliyor, "Uşak çiçekleri adını söylemek istemeyen bir kadının getirdiğini... çiçekleri görünce kimin gönderdiğini kesinlikle anlayacağını söylediği cevabını verdi", s. 37, böyle anlatılıyor, ancak, konuya, başka bir yerde, "... teşekkür etmeliyim size.../.../ Otel odama gönderdiğiniz çiçek için./ -Ne çiçeği? Öyle bir şeyden haberim yok benim", s. 83, ifadeleriyle değinilmesiyle yetiniliyor, çiçeği kimin gönderdiği açıklığa kavuşturulmuyor!
En azından özensizlik değil mi?
***
Kitapta, son da, sanki, yeter artık, bitireyim, sıkıldım, dermişçesine gelmiş, gibi!
***
Kitaptan bazı notlar:
-"... patates burun denen saf Rus burunlu bir adam..." 25
-"Yüksek hedeflerin kör nişancıları" 26
-"Potugin gerçekten konuşmayı severdi... Ama hayatın kibrini örselediği her insan gibi filozofça bir sakinlik içinde samimi bir raslantı, bir fırsat beklerdi./.../... on İngiliz bir araya gelince hemen... müspet ve belirli bir şeylerden bahsetmeye başlarlar; on Alman... birleşik Almanya'dan bahsederler; on Fransız... "tatlı fıstıklar"a gelir; ama on Rus bir araya gelince hemen oracıkta bir sorun çıkar ortaya... ve Rusya'nın anlamı, geleceği gibi şeylerden söz eder... sonucu olmayan tartışmalara dalarlar... konuşur da konuşurlar ve sonunda ne keyfi kalır ne de özü. Tabii bu arada çürümüş Batı'ya da verir veriştirirler... Bizi her konuda ezen Batı çürümüşmüş!" 27
-"... çevresindekiler üzerinde Gubarev'in tartışmasız etkisi.../.../... Malum biz Slavlar irade açısından genelde pek zengin sayılmayız ve iradenin karşısında yerlere kapanırız... kölelik düzeninin alışkanlıkları öylesine derin işlemiş ki içimize... Bize her yerde, her zaman efendiler gerek... şimdi de doğal bilimlerin kölesi olmuş durumdayız... önemli olan, bir efendimizin olmasıdır... Tam bir kölelik bu! Gururumuz da kölece, alçalmamız da. Yeni bir efendi edinince eskisinin yolu açık olsun... İnkarı ayırt edici özelliklerimizden sayarız... Gubarev de bu yüzden efendi oluyor... İnsanlar bakınca karşılarında büyük düşüncelere sahip, kendine güvenli, buyurgan birini görüyorlar; en önemlisi de, emirler vermesi. Emir verebiliyorsa buna hakkı var demektir, öyleyse dediğini dinlemek gerekir. Bizdeki tüm o tarikatların... temeli bu işte. Sopayı eline geçiren onbaşı oluyor./.../... Gubarev de öyle işte: Hem bir Slavcıdır, hem demokrat, hem de sosyalist" 28, 29
-"Slavcılar öyledirler... "olacak, olacak" umudu vardır... Ortada bir şey yok, on asırdır siyasette, hukukta, bilimde, sanatta ve hatta zanaatta bir şey yapabilmiş değil Rusya... bütün umudumuz köylünün kaftanında" 30, 31
-"Mesela dilimizi alın... Büyük Petro Hollandaca, Fransızca, Almanca binlerce yabancı sözcükle doldurdu dilimizi... sonra... hazmetme işlemi başladı. Kavramlar benimsendi, oturdu... artık... Slavca olmayan tek sözcük kullanmadan Hegel'i çevirebilirsiniz" 32
-"... ulusumuzun tarihte ilk yaptığı eylem -denizaşırı bir ülkeden kendine prensler getirmesi-... Her birimiz hayatında en az bir kez, Rus olmayan birine şöyle demiştir: "Gel beni yönet, prensim ol!".../ .../... Hayranım ben Avrupa'ya... bir batıcıyım ben, Avrupa'ya sadığım; yani daha doğrusu kültüre, şimdilerde bizde öylesine keyifle alay edilen kültüre sadığım; uygarlığa... da sadığım... Bu sözcük, uy...gar...lık (Potugin her heceyi üzerine basa basa söyledi) hem anlaşılır, hem temiz, hem kutsal bir sözcüktür; milliyet, şan gibi kan kokan diğer tüm sözcükler benden uzak olsun!/... Rusya'yı.../.../ -Hem çok seviyorum, hem de çok nefret ediyorum./.../ -Byron'culuk bu, otuzlu yılların romantizmi./... Bu tür duygu karışıklığından ilk kez, iki bin yıl önce Catullus, Romalı ozan Catullus söz etmiştir... Rusya'mı, benim tuhaf, sevgili, iğrenç, çok değerli anayurdumu hem seviyor, hem de nefret ediyorum... Evet, ayrıldım Rusya'dan ve burada çok iyi, çok mutluyum, ama yakında geri döneceğim... Çilek yetişmese de... severim ben bahçemi!/.../ Potugin Litvinov'un sözünü kesti:/... İngiliz komutanlarının Kırım Savaşı sırasında, "Tımes"ın ortaya çıkardığı yönetim eksikliklerinden büyük bir zafer kazanmış gibi söz eden zavallı dergi yazarlarımızı hatırlatıyor... insan ruhunun belki de en derinlerinde kökleşmiş şeyleri neden ille Batı'yla ilişkilendirmeli? Evet, bu oyun salonu tam anlamıyla iğrenç; peki bizim basit düzenbazlığımız daha mı iyidir?... çürümüş Batı'ya ille de diş bileyecekseniz bakın Prens Koko... geliyor işte. Yüz elli aileden zorla toplanmış kirayla yeşil masanın başında on beş dakika çalışmış herhalde, sinirleri bozuk" 33-36
-"... köylülerin artık söz dinlemediğini... hastayı Ryazan'a, büyü çözmekte usta bir papaza gönderdim. Papaz iyileştirdi onu, sağlığına kavuştu adamcağız" 38
-"Kalabalık Prens Osinin ailesi ellili yılların başlarında Moskova'da... yoksulluk içinde yaşıyordu. Osininler Tatar-Gürcü kökenli falan değildi, Ryurik soyundan gelme gerçek prenslerdi. Tarihimizde Rus topraklarını bir araya getiren ilk Moskova prensleri arasında onların adına da sık rastlanır. Geniş toprakları, pek çok mülkleri vardı... soylular meclisinde bulunmuşlardı... ama sonra iftiraya uğramışlar, aileye "büyücülük" karası sürülmüş ve her şeylerini "tuhaf bir biçimde ve temelli" kaybetmişlerdi... Üzerlerindeki kara leke zamanla kaldırılmış, hatta "Moskovalı soylular", "köklü aile" gibi unvanları iade edilmişti ama bir yararı olmamıştı bunların. Aile yoksulluktan kurtulamamış.../.../ O sıralar on yedi yaşındaydı İrina" 40, 41
-"... soyluluk simgesi Vladimir nişanını yakasına takmıştı" 52
-"Yunan burunlu..." 56
-"... belirgin olmayan bir dehşet, dilsiz bir beklenti, tuhaf, handiyse kin dolu bir merak... hiç kimseye yönelik olmayan, saçma bir yalvarış..." 57
-"... mabeyinci milyoner Kont Reyzenbah'ın ta kendisiydi" 58
-"... genç generallerin pikniğine tanık oluyordu... Toplum içinde önemli insanlar oldukları, daha önemsiz insanlara bir şey söylerkenki nazik ama küçümser ses tonlarından da anlaşılıyordu" 62
-"Karanlık en yüksek akıllarda bile hüküm sürmeye başladığında..." 68
-"Gururu, dürüst halk gururu çok incinmişti. Küçük bir memur çocuğunun Petersburg'un aristokrat sınıfından bu generallerle ortak neyi olabilirdi? Onların nefret ettiği her şeyi seviyordu, onların sevdiği her şeyden de nefret ediyordu.../.../... İrina... erdemlerini, yüreğinin en güzel duygularını böyle bir dünya için feda etmişti.../ Besbelli, öyle olması gerekiyordu; besbelli İrina daha güzel bir kaderi hak etmemişti.../... Peki ama ötekilerin hepsinde belirgin olan o iğrenç sosyete havası neden yoktu onda?" 73, 74
-"İyi yürekli arabulucu Pişçalkin... müşfik burnuyla... herkesin bildiği bilgileri tekrarlamak için yaratılmıştı. Bütün bunlara karşın harika bir insandı Pişçalkin! Bu da Rusya'nın kaderiydi işte: Harika insanlar sıkıcı olur bizde. Pişçalkin gitti, arkasından Bindasov geldi... borç istedi. Litvinov, Bindasov'u hiç sevmemesine... asla geri alamayacağını da bilmesine karşın borç verdi... Nedenini şeytan bilir! Bu bakımdan da pek yiğittir Ruslar.../... Sabah erkenden yurttaşları dolmuştu odasına... Gidecek bir yerleri olmadığı belliydi... yalanlar birbirini izliyordu" 75, 76
-"Hem şu midemi bulandıran yapmacık Petersburg Fransızcasıyla değil, kaba da olsa Rusça konuşabileceğim onunla!" 84
-"... hafif liberalizmle karışık, neredeyse ezik sokulganlığıyla parlak bir muhafız subayı olmuştu" 88
-"... bunların nasıl insanlar olduğunu bilmiyorsunuz... Hiçbir şey bilmezler, hiçbir şeye sempati duymazlar, akıl da yoktur onlarda, ni esprit, ni intelligence;95 bildikleri yalnızca kurnazlık bir de cambazlıktır"/ "95 ... ne ruh, ne zeka..." 94
-"Potugin... gazetede Rusya'da hukuk sisteminde yapılacak değişikliklerle ilgili projeyi okudum. Artık bizde de sağduyunun öne çıkacağını; bundan böyle bağımsızlık, halkçılık veya özgürlük bahaneleriyle Avrupa'nın duru, aydınlık mantığına aptalca, saçma bir kuyruk takmaya kalkışmayacağımızı, tersine yabancı da olsa, güzel her şeyi benimseyeceğimizi düşünüyordum. Toprak köleliği sorununda bir adım atmak bile yeterliydi... Kamu mülkiyetiyle hesaplaşın bakalım şimdi!.. Yok, yok yine de öfkelenmezdim, ama bugün doğuştan yetenekli bir Rus'la sohbet etme talihsizliğini yaşadım; bu doğuştan yetenekli, kendi kendini eğitmiş insanlar mezarımda bile tepemi attırırlar!/.../... en sıradan Alman orkestrasında çalan, en sıradan flütçü bile ilham açısından bizim doğuştan yeteneklilerin tümünden yirmi kez üstündür... Oysa bizim doğuştan yeteneklerimiz... dahi bir müzisyen gibi dolaşmaya başlarlar. Resimde de, öteki sanat dallarında da bu böyledir... gerçek bilim ya da sanatla hiç ilgileri olmadığı halde bunlarla övündüklerini bilmeyen kaldı mı?... Rus insanının yaradılıştan gelen yeteneğiyle, dahice içgüdüsüyle, Kulibin'le dikilip duruyorlar karşıma.../ .../... Ben Rus kibrini bilirim, Rus zayıflığını da gördüm, ama kusura bakmayın, Rus sanatıyla hiç karşılaşmadım.../.../... Londra yakınlarındaki Kristal Saray'ı görmeye gitmiştim... insan yaratıcılığının ulaştığı son nokta olan icatların sergilendiği bir tür sergi var, insanlığın ansiklopedisi de diyebiliriz buna... bir ulusun... buluşlarıyla... yok olması emri gelse... Ortodoks anayurdumuz Rusya yerin dibine girer ama Kristal Saray'da tek bir çivi, tek bir topluiğne bile eksilmez: Her şey olduğu yerde kalır. Çünkü bizim olan ünlü semaveri, çarığı, boyunduruğu, kırbacı biz düşünüp bulmuş değiliz... Eski icatlarımızı Doğudan aldık, yenilerinin yarısını da suçlu gibi Batıdan; öyleyken, hep bir ağızdan bağımsız Rus sanatından söz ediyoruz! Bazı aklıevveller de yeni bir Rus bilimi icat ettiler.../.../... İcatlardan söz ediyorlar bana! Rus yaratıcılığı diyorlar! Bakın ekin demetlerini Ryurik zamanındaki gibi ambarlarda kurutmak zorunda kalan, bu yüzden büyük zararlara da katlanan... çiftlik sahiplerimiz hala işe yarar bir tahıl kurutma makinelerinin olmadığından acı acı yakınır dururlar. Peki neden yoktur kurutma makinemiz? Almanların böyle bir makineye ihtiyacı yoktur da ondan. Almanlar buğdayı kurutmadan dövdüklerinden böyle bir makine yapmamışlardır... Bizim ise böyle bir makine yapacak durumumuz yoktur.../.../... neden yalan söyler Rus insanı?.../.../... İnsanın adının idealiste çıkması kolay şey mi?.../.../... Bizler yalnızca bilimi değil, sanatı da, yasalarımızı da uygarlığa borçluyuz... Halka özgü, saf, kendiliğinden gelişen sanat dedikleri şey aptalca, saçma bir şeydir. İnce, zengin uygarlığın izleri Homeros'ta bile belirgindir. Sevgi bile onunla yücelir... Uygarlık olmadan şiir de olmaz... epik dediğimiz edebiyatımızın... birbirine aşık karakteristik bir çift olmayan tek edebiyat olduğunu da söylemeyeceğim. Öyle ki yüce Rus yiğidimiz kendisinin olacak kadınla tanıştığında öncelikle bir güzel pataklar onu hep. Bunun için her zaman "eziktir" kadın... Çuval gibi bir zarafet... bizim sanatsal idealimiz budur" 97-105
-"Bütün tutkulu kadınlar gibi, duygulu anlarında içtendir. Kimi zaman da gururu yalan söylemesine engel olur./.../... Bu hanımefendilerin en iyileri bile iliklerine kadar bozuktur./.../... yani cömerttir, yani kendisine gerekli olmayan her şeyini başkalarına verir.../.../... Erkek zayıftır, kadınsa güçlü. Rastlantılarsa hepsinden güçlüdür... Renksiz bir hayata katlanmak zordur, kendini bütünüyle unutmak ise imkansız... Karşınızda güzellikler, yakın ilgi, sıcaklık ve ışık varken nasıl karşı koyacaksınız?... koşarsın hemen... Sonrasında da -gayet doğal olarak- soğukluk, karanlık, boşluk vardır elbette... Her şeye yabancılaşmanla, hiçbir şeyi anlayamamanla biter... Önce nasıl sevebileceğini anlayamazsın, sonra da nasıl yaşayabileceğini./ Litvinov Potugin'in yüzüne baktı. Ömründe onun kadar yalnız, onun kadar terk edilmiş... onun kadar mutsuz birini görmediğini düşündü" 106, 107
-"Son derece yaşlı, her an paramparça olacakmış gibi görünen bir kadın vardı" 110
-"... handiyse şakacı bir sevincin ışıltısı..." 111
-"(Ruslar yaptıkları espriye genelde önce kendileri güler.)" 113
-"Kendini yetiştirmiş uzun boylu konuk, Tuna'nın ötesinde Ortodoks propagandanın zorunluluğundan söz etti... anlamsız konuşmalarda tek bir içten sözcük, ileri sürülen tek bir işe yarar düşünce, tek bir yeni konu bulamazdı... Eleştirilerde bile bir heyecan hissedilmiyordu. Ancak kimi zaman sahte bir vatanseverlik öfkesi veya yapmacık, küçümser bir umursamazlık maskesi altından olası kayıplar için, gelecek kuşakların unutmayacağı birkaç ismin kaybolma olasılığı için ağlamaklı bir korkunun, diş gıcırtısıyla dışa vurulması vardı... Bütün bu kafaları, bu ruhları nasıl bir köhnelik, gereksiz saçmalıklar, ne kötü anlamsızlıklar doldurmuştu. Üstelik bu yalnızca o akşama, o topluluğa özgü de değildi; evde de hayatlarının günü, her anı olanca genişliği, olanca derinliğiyle bu düşüncelerle doluydu kafalarının içi! Sonuç olarak büyük bir cehaletti bu! İnsan hayatını güzelleştiren şeylere karşı ne muazzam bir anlayışsızlık!" 117
-"Kentte her hafta konserler vermeye başlayan Rastadt Prusya ordu orkestrasıydı bu (1862 yılında Rastadt hala Alman birliğinin kalesiydi)" 142
-"İkisinin arasındaki sessizlik giderek büyüyor, kök salıyordu" 143
-"Kalmuklara özgü kurnaz yüzlü..." 145
-"Düşünceler... gittikçe değişir, hareket ederler" 169
-"İkinci sorun da önemliydi: Pasaport. Gerçi kadınlar için pasaport pek o kadar zorunlu değildi, ayrıca hiç pasaport istemeyen ülkeler de vardı. Örneğin Belçika, İngiltere... Hem yabancı pasaport almak da mümkündü" 182
-"Ansızın her şey dumanmış gibi geldi ona; her şey, kendi hayatı, Rus hayatı, genelde insan hayatı; özellikle de Rus hayatı... "Her şey duman ve buhar," diye geçirdi içinden. Her şey sürekli değişiyordu, sürekli yeni biçimlere bürünüyor... ama bir sonuca da varmadan yok oluyordu" 193
-"Şu anda yüzden fazla Rus genci var Heidelberg'de. Hepsi kimya, fizik, fizyoloji okuyor. Başka bir şeyin adını duymak istemiyorlar... Ama aradan üç beş yıl geçtikten sonra, o ünlü profesörlerin derslerine on beş öğrenci katılmayacak... Rüzgar yön değiştirecek, duman öte yana gitmeye başlayacak" 196
-"Rusya'da çiftçilik herkesin çok iyi bildiği gibi hoş bir uğraş değildir... Beceriksizlik sahtekarlıkla çatışıyordu... Yalnızca "özgürlük" gibi büyük bir sözcük Tanrı'nın ruhu gibi dolaşmaktaydı bu bataklığın üzerinde" 197
-"Rusya'mızdan iyisi yoktur bizim! En azından şu iki kazı görüyorsun: Bütün Avrupa'yı arasan, böylesini bulamazsın. Gerçek Arzamas kazları!" 203
-"Litvinov kapıyı açmak için koşan Kazak çocuğu beklemeden atladı arabadan" 204
-"Petersburg'a, kentin en güzel binalarından birine... göksel bir tapınağa girdiniz... Her şey güzellik adına... Konuşmalar da sakindir. Din, yurt sevgisi, F.N. Glinka'nın "Gizemli Damla" eseri, Doğuda görev, manastırlar, Beyaz Rusya'daki kardeşlerimiz üzerinedir konuşmalar... Üniformalı uşaklar yumuşak halıda sessizce gidip gelirler arada bir" 206
-"Her genç erkeğin İrina'ya aşık olmamasının nedeni budur işte... Korkuyorlar ondan... Onun "şeytan zekası"ndan korkuyorlar... Karşısındaki insanın zayıflığını, tuhaflığını sezinlemekte hiç kimse onun kadar usta değildir. İnsanları unutulmaz sözleriyle onun gibi acımasızca damgalamak yeteneği kimseye verilmemiştir" 207
***
Daha çok, güncel tartışmalara ilişkin görüş açıklama çabası, gibi, sanki!
Bilimden, ve dolayısıyla Avrupa'dan, yana tavır almış, yazar.
Dostoyevski'nin ırkçı-dinci anlayışı ile Tolstoy'un köycülüğünden tamamen farklı olan bu yaklaşım, bence, hoş!
***
Bazı ifadeler sanki günümüz Türkiye'sine aitmiş gibi!
Avrupa kim ki, bizim yanımızda, der gibi olan ifadeler!
***
Kitap, bana, özellikle, ilginç ve hoş geldi, epeydir, anlam vermeye, anlamaya çalıştığım bir konu idi, "Batı"; bu konuda, bana epeyce katkıda bulundu, ufkumu açtı!

28.4.2017-Ankara

3 yorum: