21 Temmuz 2018 Cumartesi

FREUD

MUTLULUĞUN MİMARI
İNSAN MUTLU OLMAK İSTER: BU YÜZDEN BERBAT HALDEDİR
"ZAYIF NOKTALARINIZDAN GÜÇLÜ TARAFLARINIZ DOĞACAKTIR."

Stefan Zweig, Türkçesi: Mine Bali, 2. Basım: Kasım 2017, Zeplin Yayın, İstanbul

Arka kapak yazısından: "Zweig... Freud öncesi Avrupa'nın adeta fotoğrafını çekerek ruhsal yönden "hasta bir Avrupa" portresi ortaya koyuyor ve Freud'un, "devrim" olarak nitelediği çalışmalarıyla bu hasta ruhları özgürleştirdiğini savunuyor... roman tadında eşsiz bir kitap..."
*
Ben de çok beğendim.
Başlarda, bunu neden yazmış ki diyordum, ama, bitirdiğimde sevdim, aydınlatıcı buldum.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"... her toplum, ilkel içgüdüleri bastırmak adına farklı yöntemler bulmak için uğraşmıştır. Katı uygarlıklar ise acımadan şiddet uygulamayı seçmiştir: Lakedemonların, ilk Yahudi uygarlıkların, Kalvinistlerin ya da Püritenlerin hüküm sürdüğü dönemlerde, insan eti kızgın demirlerle dağlanarak insanlık, bu çılgın haz alma arzusundan arındırılmaya çalışılmıştır... bütün bu gaddar dönemler daima tek bir fikrin mantığına hizmet etmişlerdir. Bu nedenle her bir fikir ve inanç adına uygulanan şiddet, belli bir noktaya kadar kutsal addedilir. Sparta Uygarlığı, insani sınırları zorlayacak bir disiplini dayattığında tek amaç, insanın terbiye edilmesi ile savaşçı ve eril bir soyun yetiştirilmesiydi".../... Hıristiyanlık da insanoğlunun yoldan çıkmaya meyilli yaradılışının maneviyatını ve ruhunu kurtarmak adına onun bedensel ihtiyaçlarıyla daima savaşmıştır. En bilge psikolog olan ve ilkel insanın kanında var olan ihtirası iyi bilen Kilise, zor kullanarak bu ihtirasın karşısına ülkü olarak kendi ruh tutkusunu koymuştur.../ Bu durumda ancak sözde muhafazakar sayılabilecek on dokuzuncu yüzyıl toplumu, kimin adına, hangi fikre hizmet ederek böylesi baskıcı bir ahlak anlayışı talep ediyordu... Hoşgörü bayrağını kültürün ve medeniyetin doruk noktasına bir kez dikenin, artık bireyin ahlak anlayışına hükmetmeye hakkı yoktur. Bunun yanında çağdaş devlet gerçekten de zamanında kilisenin yaptıklarını yapıp tebaasının ruhani manada ahlak sahibi olması konusunda herhangi bir çaba sarf etmiyor. Kabul gören toplumsal yasalar, yalnızca yüzeysel bir geleneğin sürdürülmesini talep ediyor. Yani gerçek bir ahlaki düzen ya da ahlaklı olma zorunluluğu aranmıyor; bunun yerine bireyin sadece kamuya açık alanlarda ahlaklıymış gibi davranması bekleniyor... yalnızca ahlaken uygun davranmadığı takdirde bunu kimseye fark ettirmemesi bekleniyor. Akla gelebilecek her şey yapılabilir, ancak ortalıkta konuşulması ya da gösterilmemesi gerekir. Daha açık dile getirmek gerekirse, on dokuzuncu yüzyılın ahlak anlayışı aslında gerçek sorunları irdelemekten acizdir. Aksine sorunlardan bütünüyle kaçmış... sorunları, bir meselenin üstü örtülürse meselenin kendisinin de ortadan kalkacağına yönelik ahmakça bir algıyla ele almış ya da daha doğrusu... kaçınmıştır... Ahlaki yönden on dokuzuncu yüzyılda Kant değil "cant"1 hüküm sürmüştür./... Büyük buluşlara ve teknik alanda ses getiren başarılara vesile olan bu yüzyıl, ahlaki saygınlığının böylesi aleni hilelerle alaşağı edilmesine nasıl izin verebildi?.../ 1 (İng.) Riyakarlık./... Aklıyla böbürlenmekte olduğu, Kültürüyle gurur duyup uygarlığını aşırıya kaçan bir iyimserlikle savunduğu için. On dokuzuncu yüzyılda, bilimde elde ettiği beklenmedik ilerlemeler neticesinde bir tür akıl sarhoşluğu hakim olmaya başlamıştır. Her olgu, birer köleymişçesine akıl emperyalizminin boyunduruğu altına alınmaktaydı sanki... İnsanların dikkati cinselliğe çekilmediği sürece, meseleyi nasıl olsa unutacaklardır... Yapılması gereken tek şey utanç verici herhangi bir olguyla karşılaşıldığında derhal gözleri kaçırmak ve görmezlikten gelmektir.../... Cinsellik sorunu bir yüzyıl boyunca Avrupa'da karantina altına alınmıştır. Ne reddedilmiş ne de onaylanmış; ne tartışmalara konu edilmiş ne de çözülmüştür, aksine mutlak bir sessizlik içinde hasıraltı edilmiştir... geçmişte... on üç, on dört yaşındaki bir erkek çocuk samimiyetle bilgelerin arasına alınarak... erkek... savaşçı olarak kabul edilirken, bu yüzyılda... bu samimi ve doğal gelişimlerden mahrum bırakılmıştır... Cinsel erginliğe ulaşmış çocuk ise bu olguyu... fuhşun kol gezdiği sokaklarından öğrenmek zorunda kalmıştır.../... herkesin inatla fikrini... ifade etmekten kaçınmasıyla varılan sonuç, entelektüel bakımdan üstün olan bir medeniyette yaşanan psikolojik açıdan emsalsiz bir çöküştür. Peki, açıklık ve dürüstlüğün olmadığı bir ortamda sağlam bir ruhsal idrakin gelişmesi beklenebilir mi?" 14-20
-"... sessizliği aniden bir ses bozar. Bir gün genç bir hekim... nevrozların çoğunun... cinsel arzuların bastırılmasından kaynaklandığını... tespit ettiğini açıkladığında... meslektaşları dehşete düşer. Ancak bu dehşetin kaynağı Freud'un sunduğu nedenlerin yanlış olduğunu düşünmeleri değildir... içinde bulundukları yüzyıla hükmeden duyguya bağlılıklarından, o dönemin medeniyet ahlakının birer esiri olmuştur hepsi" 23, 24
-"Beynin duygu dünyası üzerindeki üstün gücüne dayanan bir ideolojiye gömülmüş olan Freud öncesi eski psikoloji; bireyden, aydın ve medeni insandan dürtülerini aklıyla bastırmasını talep eder. Freud ise bu talebe sert ve net bir karşılık veriyor: Dürtüleri bastırmak mümkün olmadığı gibi bastırılmaya çalışıldığında dürtülerin tamamen yok olacakları varsaymak da yüzeysel bir yaklaşımdır. Freud, dürtülerin olsa olsa bilinçten bilinçdışına itilebileceğini söylüyor... hastalıklara neden olurlar... ahlaki tabuların suçlu ilan ettiği "libido" itkilerinin insanın içinde yok edilemez bir parça oluşturduğunu... ve asla yok edilemeyecek bir güç öğesi olduğunu ve en fazla bilinçüstüne çıkarılarak zararsız bir eyleme çevrilebileceklerini... belirliyor... Eski yöntemde itkileri baskılama amacı güdülürken, Freud onların tamamen ortaya çıkarmayı öneriyor... Böylece bastırılan esas sorunu, riyakar yaklaşımlardan kurtarıp bilime yönlendiriyor" 26, 27
-"... korkmayan... bir adam vardır. Bu adam için gerçekten "kutsal" diye bir şey yoktur. Hıristiyanlık karşıtı Nietzsche'den, bir nevi Deccal'den hemen sonra, yanılsama karşıtı Freud'la birlikte eski ahitleri yerle bir edecek olan o ikinci kişi gelmiştir onlara göre... Ya elindeki balyozla nihayet devlet ahlakının temellerine ve büyük bir gayretle birbirine kenetlenen aile yapısına vurup da vatan duygusunu, hatta dini duyguları o dehşet dolu aşındırıcı asitleriyle eritirse ne olacaktı?... Freud... durmamıştır... yetmiş yaşına geldiğinde son bir hamlede bulunarak birey üzerinde tatbik etmiş olduğu yöntemi bu kez tüm insanlığa, hatta Tanrı'ya uygulamayı dener... hiçliğe... nihile kadar ilerlemeye cesaret etmiştir" 29, 30
-""Dürüstlük, dehanın esas kaynağıdır."/ Boerne" 35
-"Akışa kapılarak yaratan Handel, Rubens ve Balzac'ta olduğu gibi Freud'daki zihinsel güç bolluğu da bu sağlam yaratılıştan kaynaklanıyor.../... Uçlarda gezinen bu insan, fiziğiyle de her yerde daima örnek gösterilecek bir odak noktası adeta" 40, 41
-"... muhtemelen, müziği, berrak düşünceyi dağıtmakla itham eden Platon'la aynı görüştedir" 47
-"Freud, bu bilim dalını bizzat yaratmak durumunda kalıyor. O zamanın mekanik bilgi anlayışına göre tüm ruhsal dengesizlikler, yalnızca sinirlerin bozulmasından ya da sağlıksız bir takım değişimlerden kaynaklanıyordu. Organlar hakkında daha ayrıntılı bilgiler elde edildikçe... her türlü sapmayı düzeltebilmenin mümkün olacağına dair sarsılmaz bir hayal hükmediyordu o döneme.../... 1885 yılında öğretilen... tüm tekniklerin tamamen umutsuz olduğunu... dile getiriyor... birkaç yıldır Paris'te psikiyatrinin tamamen farklı bir yönden ele alındığı haberi onu oldukça etkiliyor... Hocası Brücke... seyahat bursunu destekliyor... Böylece... 1886 yılında Paris'e gidiyor./... Paris'te sinirbilim alanında sadece bedensel değil psikolojik ve hatta metafiziksel nedenlerin de kabul edildiği... gerçeği, Freud'u derinden etkiliyor" 54-59
-"Viyana Okulu'nun... uyguladığı mekanik yöntemlere karşı çıkışı nedeniyle Freud, sadece akademik kariyerini değil bilimsel çalışmalarını da riske atıyor" 61
-"Breuer, bu kızın kendisinden bahsetmesine ne zaman izin verse atağın hafiflediğini gözlemliyordu... Hastanın, kendisi hakkında bir şey bildiğini, ancak... bastırmış olduğunu fark ediyor... hipnoz sırasında hasta... gizlemiş olduğunu özgürce ifade ediyor" 62, 63
-"Breuer ve Freud, Aristoteles'in katarsis6 anlayışına uygun olarak kendi yöntemlerini de "Katarsis Yöntemi" olarak adlandırıyorlar.../ 6 (Yun.) Arınma." 65
-"Duyguların bastırılarak yerlerine semptomlarının geçebileceği gerçeğini keşfetmesiyle kafasını çok daha çılgın bir soru kurcalamaya başlıyor. Ruhsal mekanizmanın tüm karmaşık yapısını bu sorundan yola çıkarak sezmeye başlıyor... yeni bir dünya görünüyor: Bilinçaltı" 66
-"Uyku, günlük eylemler sırasında tükenen güçleri yeniliyor, sinir dokusunun harcanan ve yakılan cevherini tekrar parlatıyor ve beynin yorgun düşen bilinç mesaisine bir dinlenme molası veriyor... Rüyaların ruhsal dengemizin sağlamlaştırılmasında gerekli olduğunu ilk tespit eden biliminsanı Freud oldu. Rüya, duygu yoğunluğumuzun vanasıdır" 96, 97
-"Bunun için doğuştan bu özelliklere sahip olmak ve ruh erbabı olarak deneyim kazanmak gerekir... Bu tür ruh erbaplarının ender bulunması sebebiyle, zannediyorum ki psikanaliz... bir mesleğe ya da ticari sektöre dönüştürülmemelidir" 118
-"Histeriden yola çıkarak nevrozun ve başka birçok ruhsal rahatsızlığın, bir içgüdünün boşalma özgürlüğünden mahrum bırakılarak bilinçaltına itildiği vakit ortaya çıktıklarına dair bir formül geliştirmişlerdi... İlk nevroz tedavisi sırasında bastırılmış erotik arzular gözler önüne seriliyor... Kısa süre sonra Freud artık emin oluyor... asıl sebep... cinsel itkidir... Freud şaşkındı. Demek ki... sayısız tıp bilgini de muhtemelen bunu biliyordu!... Madem biliyorlardı, neden bu meseleyi gizli tuttular.../... öğreniyor... ahlak kurallarının yaman bir temsilcisi olarak bilim, cinselliğe yönelik bu tezi resmi olarak kabul etmeyi reddediyor... Breuer bile... kendini aceleyle psikanalizden geri çekiyor... "Toplum hiçbir tehdidin, cinsel içgüdülerin özgürleştirilerek asıl hedeflerine yönlendirilmeleri kadar medeniyetlerine zarar vermeyeceğine inanıyor. Yani halk, özünün bu kritik parçasının onlara hatırlatılmasından hiç hoşlanmıyor..."... " 126-128
-"... din karşıtı bir düşünür olan Freud... görüyor... Bedenimiz nasıl beslenmek için yanıp tutuşuyorsa, ruhumuz da tutku için yanıp tutuşuyor ve tatmin edilmesini istiyor. Libido, yani ruhun temel tutkusu ve doyumsuz açlığı, onu dünyaya doğru sürüklüyor" 130
-"Üreme... Libido... Birey doğanın bu emir niteliğindeki işaretini idrak edip ona boyun eğer" 138
-"Çocuktaki evrensel ve benmerkezci haz alma duygusu yetişkinde üreme dürtüsüne dönüşür... Bazı insanlar haz dürtülerini doğanın önerdiği biçimde eksiksiz olarak aktarmakta kararsız kalırlar... Bu tür insanlarda libido yani cinsel enerji, haz içinde tetiklenmek için olağan yolları seçmez, farklı bir hedef arar... saplantıya dönüşmüş anıları nedeniyle, toplumtarafından gayet doğal karşılanan cinsel eylemlere karşı bir istek duymazlar... Tek bir çocukluk deneyiminin nasıl sapkın bir eğilime dönüştüğüne... örnek... Rousseau'nun... o klasikleşmiş acımasız otobiyografisi... olacaktır. Henüz çocukken gizli bir aşk duyduğu katı öğretmen, Rousseau'yu sıkça ve oldukça acımasız bir şekilde sopayla döverek terbiye etmeye çalışıyor. Ancak... Rousseau, öğretmeninin... uyguladığı şiddetten duyduğu acıdan belirgin bir haz alıyor. Ancak bu eğilimi... unutuyor. Fakat bedeni, ruhu ve bilinçaltı bu deneyimi unutmuyor... kadınlarla... asla bedensel bir doyuma ulaşamıyor. Bir kadınla birleşebilmesi için kadının önce onu sopayla terbiye ederek anılarında var olan eylemi yenilemesi gerekiyor" 139, 140
-"Freud... kendini... "komplekslerin" ortaya çıkarılmasına... adamıştır. Bu kompleksler arasında en ünlü -aynı zamanda en tartışmalı- olanı Oedipus kompleksidir... Freud, Yunan mitolojisinde geçen o vahim duygu durumunun, yani kendini Oedipus'ta trajik bir biçimde gerçekleştirerek onun babasını öldürüp annesine sahip olmasına sebep olan ve medeni insan için barbarlık sayılabilecek o vakanın, günümüzde her çocuk ruhta hala tutkuyla var olduğunu kabul ediyor. Çünkü Freud'a göre (ki bu onun en tartışmalı tezidir) bir çocuğun ilk erotik duygu durumu daima anneye; ilk agresif eğilimi ise babaya yöneliktir... Bunlar aynı zamanda insanlığın ilkel mitlerinde de sanatsal şekiller kazanmış duygulardır... insanlığın, medeniyete uygun olmadığı için varlığından dışarı attığı öldürme, ensest arzusu ve tecavüz gibi ilkel sürü yaşamına ait tüm bu karanlık sapkınlıklar... çocukluk çağında, birer arzu olarak diriliyor... her birey, etik gelişim sürecinde insanlığın tüm kültürel tarihini sembolik olarak da olsa ruhunda tekrar yaşamak durumunda kalıyor" 142-144
-"Sonbahar mevsimi, yaşamı gözlemlemek için en kutlu zaman dilimidir" 151
-"Pedagoji, ilahiyat, mitoloji, edebiyat ve sanat dalları Freud'un önerileri sayesinde kaydadeğer ilerlemeler gösteriyorlar... artık yaşamının günbatımına gelmiştir, tıpkı Musa'nın Sina Dağı'ndan baktığı gibi çıktığı tepeden manzaraya bakınca, öğretisini ekmeye devam edebileceği uçsuz bucaksız ve henüz sürülmemiş bereketli toprakları görür./... sorumlumluk üstlenmeden... bir filozof olarak kendi sorularına cevaplar vermeyi denemek istiyor.../... o elli yıllık görev aşkı Freud'a bir düş kurdurtarak bireyin ötesine bakma hakkı veriyor... insanda denediği yöntemi, tüm insanlık üzerinde uygulamaya girişiyor./... Olguların kesinlik kazandığı bilim dünyasından ispat kabul etmeyen bu dünyaya geçiş yapmayı göze alırken, vicdanen rahatsızlık duyduğu bile söylenebilir... yanılmanın ne kadar kolay olduğunu çok iyi biliyor... "Seri üretimle yaratılan dünya görüşlerine karşıyım," derdi hep... "... Ancak... zaman yetersiz artık... Yeni deneyimler edinmek için o kadar çok fırsatım yok artık. Yeni bir şey fark ettiğimi sandığımda ise doğrulanmasını bekleyebilecek kadar vaktim var mı, emin değilim."... bütünlüklü bir cevap da vermeden... bazı sorulara açıklama getiriyor... Yanılsamanın Geleceği ve Uygarlığın Huzursuzluğu... şairanedirler... bilgelik içeriyorlar... o acımasız analistin içinden sentez yapabilen büyük bir deha ortaya çıkıyor... hekimin yerini... sanatçı alıyor... insancıl Sigmund Freud sonunda sahneyi alıyor./ İnsanlığı izleyen gözleri hüzünlü... İnsanlar elli yıl boyunca... ona... ruhsal sarsıntılarıyla gelmişlerdi... insanlığın daha aydınlık, neşeli ve inançlı çehresini görebilme fırsatını çok nadiren bulabilmişti: Elli yıllık meslek hayatında gördükleri... karanlık ruhlardı... tüm insanlığın hasta olduğu fikrine kapılmaması da... işten bile değildi... dünyaya baktığında edindiği ilk intiba... önüne ürkütücü derecede karamsar bir tanıyı yerleştiriyor: "Yaşama katlanmak birey için ne kadar zorsa, tüm insanlık için de aynı derecede zordur."/... uygarlığımızda sadece neşesizliği görüyor... İnsanlığı... yüceltmiş olan uygarlığımızda, onu canlandıracak gerçek huzurun neden bu kadar yetersiz olduğunu soruyor kendine... katı ve nesnel bir yaklaşımla uygarlığımızdaki huzursuzluğun ve modern insanın ruhuna hakim olan nevrozun sebeplerini araştırmaya koyuluyor./ Freud her psikanalize öncelikle geçmişi gün yüzüne çıkararak başlar: Ruhsal bir hastalığa kapıldığını düşündüğü uygarlıkta da aynı yöntemi kullanarak geçmişe dönüyor ve toplumun ilk hallerini inceliyor. Freud'a göre ilk insan; tüm gelenek ve ilke bilincinden yoksun, bir hayvan kadar özgür ve tümüyle sınırsızdır (bir anlam bir tür bebek uygarlıktır). Bir araya toplanmış halde, bencilce güçleriyle, agresif güdülerini öldürüp yamyamlık ederek, cinsel dürtüsünü de panseksüellik ve ensest ilişkilerle boşaltır... klanlar halinde bir araya gelmeye başladıkları anda, açgözlülüğünün artık sınırlara, yani diğerlerinin karşıt isteklerine çarptığının farkına varmak durumunda kalıyor... her türlü sosyal yaşam belli sınırlar çizilmesini zorunlu kılar ve her birey, bazı eylemlerin ya da olguların yasak olduğunu kabul etmek zorundadır. Haklar, örfler, adetler ve ortak anlaşmalar devreye giriyor, her bir suç için bir ceza verilmesi talep ediliyor. Ama yasaklanan olguların bilgisi ve cezaya karşı duyulan o korkular kısa süre içinde bilinçaltına doğru kayıyor ve o ana kadar hayvan yaradılışındaki gibi belirsiz sınırları olan beyinde "üst benlik" adında yeni bir bölüm oluşturuyor. Adeta bir sinyal cihazına benzeyen bu üst benlik, geleneklerin çizdiği sınırları aşmaması ve ceza almaması için bireyi zamanında uyarıyor. Bu üst benliğin, yani vicdanın oluşmasıyla, uygarlıkla birlikte din fikri de baş gösteriyor. Çünkü varlığın henüz aydınlanmamış temel korkusu, doğanın insani arzu dürtüsüne karşılık çizdiği donduran soğuklar, amansız hastalıklar ve ölüm gibi sınırların aslında görünmez bir düşman tarafından gönderildiğini varsayıyor. Tamamının, insanı cezalandırmaya ya da ödüllendirmeye muktedir, itaat ve hizmet edilmesi zorunlu olan korkutucu bir Tanrı tarafından gönderildiklerini düşünüyor... her şeyi gören ve her şeyi yapabilen bir "Tanrı Baba"nın sözde varlığı, vicdanın gardiyanlığıyla insanoğlunu tekrar tekrar çizdiği sınırların içine kovalıyor. Bu kendini sınırlandırma, vazgeçiş, disiplin ve kendini ıslah etme durumuyla vahşi ve barbar insan, giderek medenileşmeye başlıyor. İlk çağlarında saldırgan olan insanın, öldürme ve kan dökme hırsıyla birbirine saldırmak yerine ortak ve yaratıcı bir eylemde birleşmesiyle insanoğlunun zihinsel, etik ve teknik kabiliyetleri gelişmeye başlıyor ve gücünün büyük bir kısmını ilerleyen yıllarla birlikte kendi idealinden, yani yarattığı Tanrı'dan alıyor. Yıldırımlar zapt ediliyor, soğuklar boyunduruk altına alınıyor, mesafeler aşılıyor, yırtıcı hayvanların yarattığı tehlikeler ateşli silahlarla dizginleniyor ve dahi tüm elementler, çağlarda uygarlığın emri altına giriyor. İnsanlık... her şeyi bilen bir varlık haline geliyor. Böylelikle hayvani yaradılışını aşıp yükselen insanlık, kendini artık tanrısal olarak algılayabiliyor./ Ancak (... Rousseau... gibi) iflah olmaz bir gerçekçi olarak Freud, bütünüyle mutluluğu gözeten bir uygarlığın bu güzelim düşüne şu soruyla yaklaşıyor: İnsanlık, tanrısallığa bu kadar yaklaştığı halde neden eskisinden çok daha mutlu ve keyifli değil?... cevap veriyor: Uygarlaşma yoluyla elde edilen zenginlikler, insana hiç karşılıksız armağan edilmedi. Bütün bunların bedelini, dürtü özgürlüğünün muazzam bir biçimde kısıtlanmasıyla ödedi. Türün uygarlık yönündeki gelişiminin arka planında, bireyin mutluluğunu kaybedişi yer alıyor... her bir ruhun ödediği bedel, özgürlüğünden feragat etmesi ve duygusal gücünün azalmasıdır. "Günümüzde benlik olarak hissettiğimiz... kapsayıcı halin yalnızca... bir parçasıdır." Topluma ve ait olduğumuz cemiyetler, bozulmaya uğramayan gücümüzün öyle büyük bir parçasını sunduk ki cinsellik ve saldırganlık gibi kök dürtülerimiz eski bütünsel erklerini gösteremeyecek haldeler artık. Ruhsal yaşantımız... dallanıp budaklanan kanallara yayıldıkça... gücünü daha çok kaybediyor... daha katı bir hal alan sosyal kısıtlamalar nedeniyle duygu gücümüz zayıflıyor ve deforme oluyor. Özellikle "uygar insanın cinsel yaşamı" ağır hasar almıştır. Tıpkı diğer organlarımızda... olduğu gibi, cinsel yaşamımız da bir tür yıpranma sürecinden geçmiştir adeta... insan ruhu... güzel sanatlar... yeni yüksek zevklerin tatminiyle avutulmaya izin vermiyor. Bu yolla zevkin daha başka... bir türünün bir şekilde elinden alınmaya çalışıldığını biliyor. İçimizde var olan... en yüksek düzeydeki sınırsızlığı yansıtan o ilkel hali mistik bir biçimde anımsıyor: Uygarlığımızca çoktan aşılmış olan ensest ya da baba katli gibi sezgiler, aslında hala garip ve çarpıtılmış cinsellik arzularımızda ve düşlerimizde hayalet gibi dolanıyor... Bebek, ürkütücü kök güdülerinden başlayıp da kendini kısıtlamayla sonlanan binlerce yıllık bir süreci tekrar kademe kademe geçmeye ve medeniyete uygun yetiştirme uğraşlarını, gelişmekte olan ufacık bedeninde tekrar tecrübe etmeli ve bunlara katlanmalıdır... o eski ve öz varlığımıza dair hatıralar aslında her birimizin içinde bozulmadan kalıyor ve bazı anlarda etiğe sıkı sıkıya bağlı olan benliğimiz, geçmişteki o anarşiyi, göçebe özgürlüğünü ve evvelimizde yer alan hayvani tarafını delicesine özlüyor... Toplumla kurulan yakın bağ ile ilk çağlardaki asıl özgürlük arasındaki mesafe arttıkça, bu ilerleme nedeniyle aslında bireyin ruhunun yağmalanmış olduğu ve benliğinin sosyalleştirilmesi uğruna, aslında en derinindeki esas benliğinden edildiği konusundaki şüpheler de artacaktır./ Freud geleceğe yorgun argın bakarak şu soruyu soruyor: İnsanlık bir gün, ruhunun bu iki arada bir derede kalmış halinin üstesinden gelmeyi başarabilecek mi?... Bu iki kök güç, yani saldırganlık ve cinsellik dürtüsü nihayetinden gönüllü olarak ahlaksal sağduyuya teslim olduğunda, bizler bizi cezalandıran ve yargılayan Tanrıya ilişkin 'yardımcı hipotezi' artık lüzumsuz görüp ondan vazgeçebilecek miyiz?... insanoğlu, bu en gizli duygusal çelişkisinin bilincine varark onu aşabilecek mi ve bir gün tümüyle esenliğe kavuşabilecek mi?... Sağduyunun bir gün dürtü yaşamımızın efendisi olup olamayacağı sorusuyla Freud, aslında trajik bir çelişki içine düşüyor. Çünkü psikanaliz bir yandan sağduyunun bilinçaltı üzerindeki hakimiyetini reddederek, "... harekete geçiren şey dürtüsel arzulardır," derken; diğer yandan şu iddiayı ortaya atıyor: "Dürtü dünyamızı hakimiyet altına almak için zekamız dışında bir aracımız yoktur." Psikanaliz... dürtülerin... hakimiyetinde ısrar ediyor ancak pratikte, tek tedavi aracı olarak insanın sağduyusunu kullanıyor... burada gizli bir ikilem barındırıyor... Freud... nihai kararını vermelidir artık... egemenliği ya insan doğasındaki sağduyuya ya da dürtü dünyasına teslim etmelidir...zor... Bu yaşlı adam, dürtülerin bilinçli bir sağduyu üzerinde egemenlik kurduklarına dair kuramının, dünya savaşının yarattığı toplu psikoz sayesinde acı verici bir biçimde onaylandığına kendi gözleriyle şahit oldu: Bu dört... yıl boyunca, insanlığın en kontrol edilemez ve en nefret dolu kana susamış dürtülerinin üzerini örten hümanizm örtüsünün ne kadar ince olduğu, hiçbir zaman bu kadar... aşikar olmamıştı. Bilinçdışından gelen tek bir hareketin ise, aklın inşa ettiği tüm o cesur sanat yapıtlarını ve ahlakın bütün tapınaklarını yerle bir etmek için yeterli olduğu da bu derece gözler önüne serilmemişti. Dinin, kültürün ve kısaca insan bilincinin asil gördüğü ve yücelttiği her şeyin, yok etmenin daha vahşi ve daha ilkel hazza karşılığında nasıl anında satıldığına şahit olmuştu... Buna rağmen Freud'un içinde bir şeyler, insanlığın dünya savaşındaki ahlaki yenilgisinin kesinleştiğini kabullenmesine engel oluyor. İnsanlığın tüm o eğitimsel bilinçlendirme çalışmaları... dürtülere karşı çaresiz kalacaksa, sağduyunun on yıllar boyunca gerçek ve bilim adına Freud'a vermiş olduğu hizmetin ne anlamı vardı ki?... sağduyunun etki gücünü inkar etmediği gibi dürtülerin belirsizliğini de inkar etmeye cüret edemiyor... sorunun yanıtını... "belki" ya da "belki bir gün" şeklinde veriyor. Cevabı, çok uzakta olan ruhun üçüncü boyutuna doğru kaydırıyor... ciddi ve sert olan sesininse, yaşamının günbatımına doğru ilerlediği sırada insanlığa, yolun sonuna ümitle aydınlanabilecek ufacık bir ışık yerleştirmek istercesine yumuşayıp uzlaşmacı bir tını kazanmış olması beni duygulandırıyor. "... Zeka, sesi gür çıkmıyor olsa da söyledikleri işitilene kadar rahat durmaz, pes etmez... hedefine ulaşmanın bir yolunu bulur. Bu, insanlığın geleceği açısından iyimser bakabileceğimiz nadir hususlardan biridir... Zekanın üstünlüğü elbette çok uzak ama herhalde ulaşılamaz denilecek kadar uzakta da değil."/... Ruhani inançların, yaratıcı itimadın başladı boyutta psikanalizin gücü sona eriyor. Zira bilinçli bir biçimde yanılsamaları ortadan kaldırmayı hedefleyen ve her türlü fantastik hayalin düşmanı olan psikanaliz, bu üst etki alanlarına girmiyor. İlmini sadece birey ve bireysel ruh üzerine uygulayan psikanaliz, insanlığın kolektif amacı, anlamı ve metafizik misyonu hakkında bir şey bilmiyor ve bilmek de istemiyor... psikanalizin Hıristiyan Bilimi gibi uyuşturucuları yoktur, Nietzsche'nin canlandırıcı müjdeleri gibi coşku yaratan tesirlerde bulunmaz... Ancak salt olan her gerçeğin içine de kaçınılmaz olarak bir hardal tohumu kadar acılık, kırgınlık ve şüphe katılmıştır. Sağduyuyla aydınlanan ve analiz edilen her şeyi belli belirsiz trajik bir karaltı, gölge gibi izler... Dürüstlük, zihni mükemmel bir biçimde zenginleştirir ancak duyguları asla tümüyle doyuramaz. Psikanaliz, insanlığın en akıldışı ancak aynı zamanda en gerekli arzusu olan kendi sınırlarından taşma hevesinde ona yol gösteremez. Yine de birey, fiziksel açıdan bile rüya olmadan yaşayamaz... insanlık... çaba sarf etmeye devam edecektir. Çünkü bu çaba sarf etme hevesinin bizzat kendisi, tüm ruhsal yaşamın esas anlamıdır zaten./ Psikanalizin katı, ciddi biçimde nesnel, berrak ama buz gibi soğuk uyanıklığının ruhun inanca yönelik açlığını giderecek bir besini yoktur. İnsana salt bilgiden fazlasını veremez... asla bir dünya görüşü haline gelemez... Psikanaliz çözüyor, bölüyor, ayırıyor ve her bir yaşama kendi anlamını gösteriyor. Ancak ortaya çıkan binlerce münferit parçayı tek bir ortak paydada birleştirmeyi bilemiyor... psikanalizi... yaratıcı bir biçimde tamamlamak için... kaynaştıran bir yöntem eklenmelidir. Psikanalizin yanına psikosentez gelmelidir: Bu birleşme belki de yarının bilimi olacaktır... Freud... ruhun gizli bağımlılıklarını gösterdiğine göre, başak biliminsanları da ona özgürlüğünü, kendi varlığında akarken evrene doğru taşmasını öğretebilir" 152-168
-"On dokuzuncu yüzyılın son on yılında iki keşif, sembolik açıdan eşzamanlı olarak yapılıyor... Röntgen... insan bedeninin içinin aydınlanmasına olanak sağlıyor... Freud... aynı imkanı ruh için sağlayacak bir yöntem buluyor.../... Psikoloji Freud sayesinde... uygulanabilir hale geliyor... ruhsal araştırmayı... teorik alandan pratiğe yani hastaya çevirip kişiliğin şeffaflaşmasını araştırmanın ana konusu haline getirerek yüceltince, psikolojiyi... insan için vazgeçilmez hale getiriyor.../... teknoloji çağı kendi insanını gittikçe tek tipleştirirken, özgün kişiliğini de elinden alarak renksiz bir tür haline getiriyor... Şehirlerin tek tip haline gelmiş sokakları albenilerini git gide kaybederken uluslar, halklar homojenleşiyor. Ortaya çıkan bütün farklılıklar rasyonalizasyonun dehşet verici eritme potasında kaynaşıp yok oluyor... insanlar... bir kişiliksizleştirme sürecinin tam ortasında buluyorlar kendilerini. Her bir bireyin dışarıdan ulaşılması ve etki altına alınması olanaksız olan deneyim katmanı da tam bu yüzden daha da önem kazanıyor: Eşsiz ve kopyalanması imkansız olan kişiliği. Kişilik günümüzde insanın en yüce ve neredeyse tek ölçüsü haline gelmiştir.../... Bir kişilik asla katı bir formül ile değil, ancak yazgının yarattığı özgün deneyimle anlaşılabilir: Bu nedenle Freud her türlü tıbbi tedavide, her türlü moral desteğinde bilgiyi şart koşar... Goethe'nin "aleni sır" diye tanımladığı kişiliğe karşı derin bir saygı duyulması... Freud için kaçınılmaz bir başlangıç noktasıdır... insan Freud sayesinde ilk kez ruhun... ne kadar kırılgan olduğunu idrak etmiştir... Artık her türlü sağduyusuz cezanın, yasağın, tehdidin ve şiddetle terbiye etmenin, ceza verene bundan önce bilincine varılamamış bir mesuliyet yüklediğini sezmişlerdir artık. Sapkın eğilimler karşısında bile kişiliğe saygı gösterilmesi gerektiği... yeniden yerleştirmiştir. Ruhun daha iyi idrak edilmesini sağlayarak dünyadaki saygı ve hoşgörünün artmasını sağlamıştır Freud. İnsan ilişkilerinde en önemlisi unsur olan birbirini anlama sanatı, halklar arasında giderek daha zaruri hale gelen ve daha yüce bir hümanizm oluşturulmasında bize yardım edebilecek olan bu biricik sanat günümüzde, Freud'un kişilik öğretisi dışındaki hiçbir ruhsal yöntem tarafından bu kadar teşvik edilmemiştir. Onun sayesinde bireyin önemi, her bir insan ruhunun ikame edilemez değeri, yeni ve etkin bir biçimde fark ediliyor. Avrupa'da... isim yapmış insanlar arasında görüşleri... Freud... etkilenmemiş olan tek bir insan yoktur... Freud'un öğretisi, doğruluğu çürütülemez bir biçimde kanıtlanmıştır zaten- burada doğru derken kastettiğimiz Goethe'nin yaratıcılık anlamında ölümsüzleştirdiği unutulmaz ifadesindeki "doğru" sözcüğüdür: "Yalnızca verimli olan şey doğrudur."" 171-176
*
22.7.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder