BİRİNCİ KİTAP
İlhan Selçuk, Beşinci Baskı, 1993, Çağdaş Yayınları, İstanbul
Halil Paşa'nın yaveri, 1914-1918 dönemi olaylarını, 1936-1940 döneminde yazmış, İlhan Selçuk yayınlamış.
*
Anlatılan olayların gerçekliğine ne ölçüde güvenilebilir?
*
Anlatılan olaylar, ibretlik!
*
Laubalilik!
Laçkalık!
Liyakatsizlik!
*
İnsan hayatı önemsiz...
Devlet!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Bir gece Rahmi, Selanik kahvesinde bana sordu:/-Sen nesin?/-Harbiye talebesiyim./.../ Sonunda Rahmi bana:/-Hayır, sen her şeyden önce Türksün! dedi./ O vakte kadar biz yalnız köylülere "Türk" derdik. Rahmi'nin sözü üzerine ben:/-Bilmem... Şimdilik Osmanlıyım, dedim./.../... Yavaş yavaş Türk olmaya başladık. Ben de bir yandan Türk oluyordum, bir yandan Türkçü... Fakat kime bundan bahsetsem gülüyor, kafasını çeviriyor:/-Güle güle, sen Türk ol! Benim aptal ve sersem olmaya niyeyim yok!.. diyordu./ Tam bu sıralarda, yani 1911 ilkbaharında gazeteler İtalyanlar'ın Trablusgarp vilayetimize asker çıkararak bize harp ilan ettiklerini yazdılar" 28, 29
-"1912... Ben mektepte Türkçülük akımının başıydım. Harbiye'de Türklük, Araplık, Arnavutluk, Kürtlük almış yürümüştü... Okul kumandanlığı bu grupları ayırıyor ve akımları yürütenleri ezmek istiyordu. Çünkü Osmanlılık anlayışının isteği buydu" 31
-"Edebiyat sınavına girdik... Sınava davetli edebiyatçılar kurulu içinde Hüseyin Cahit, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Ahmet Rasim, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Yusuf Akçora, Hamdullah Suphi vardı./.../ "... Selahattin Efendinin sınav kağıdını okuyan edebi heyet... müştereken... bu kadar şuurlu ve güzel yazı yazan bir talebe yetiştirmesinden iftihar duyduklarını... bildirmişlerdir" 33
-"Çanakkale Çıplak köyü.../.../... Yeniköy adlı bir Rum köyü.../.../... Çıplak köyünün yanında bişr kasabaya benziyor. 300-400 hane var. Hamam, küçük hastane, okul, kilise, meyhane, kahve... şaşırdım kaldım.../.../ Beni bir eve götürdüler. İstanbul'un herhangi bir evinde bulunabilecek koşullarda pastalı çay sundular" 43, 46, 47
-"Yüzbaşım çok iyi bir adamdı... Bandırmalı Çerkes Yüzbaşı Mustafa Efendiydi.../.../... bir nefer ayağa kalktı. Tüfeğini bana çevirerek:/-Sizi gidi mektepli gavur zabitleri! Bizi gavura sattınız, şimdi de kırdırıyorsunuz!.. diye bağırdı./.../... beni vurmak üzere nişan alıyordu. Elimde duran tabancayı beynine sıktım./ Bir anda yere yuvarlandı./Hayatımda ilk kez adam öldürmüştüm/28 Kasım 1912'ydi. /.../... Bulgarlar.../.../... karnıma bir tekme yemiş gibi yuvarlandım./-Yüzbaşım, vuruldum! diye bağırdığımı hatırlıyorum./ Yüzbaşım koştu, boynuma sarıldı:/-Kahraman çocuk, sıramı aldı, şehitlik senden önce benim hakkımdı./ Ve emir verdi:/-Çabuk biriniz teğmeni sırtlasın,geriye marş!/.../ Yüzbaşı kendinden geçmiş bağırıyordu:/-Ölüsünü de bırakmam, yürüyün!/.../ Tabura geldiğim zaman... Benden sonraki muharebeleri ve düşmanın Rumeli'deki zulmünü anlattılar. Dinlediklerimin en hazini, Bölük Kumandanım 1900 nasıplı Yüzbaşı Bandırmalı Mustafa Efendinin şehadetiydi./ Yaralandığımın ertesi günü Bulgarlar tekrar Karaağaç'a mevzilerimize saldırıyorlar. Yüzbaşım kolundan vuruluyor. Arkadaşlar hemen yarasını sardırarak geri gitmesini söylüyorlar. Yüzbaşı diyor ki:/-Dün on sekiz yaşında bir çocuk kahramanca şehit oldu. (Çünkü doktor, benim birkaç saatlik ömrüm kaldığını söylemiş). Ben bu yaşta, kolumdan aldığım yara için cepheyi terkedersem, yarın ahrette bu çocuk yüzüme tükürmez mi? Ben ölünceye kadar vuruşmak, dövüşmek zorundayım./ Hakikaten o gün akşam üzeri karnından yediği bir kurşunla Yüzbaşım rahmeti rahmana kavuşmuş, şehit olmuş. Hikayeyi dinlediğim zaman ağladım. Kendi kendime:/-Ben Yüzbaşımı aldatmış gibiyim. Bu gün yaşamak benim için yalancılık değil mi? diye düşündüm" 49, 53, 54, 62
-"1913'te Gülhane Hastanesi'nden haber verdiler... ben tedavi için Almanya'ya... gidecektim.../... Kurul Başkanı.../-Şapka almayı unutmayınız, vapura bindiğimiz, andan itibaren şapka giyeceğiz. Fes ve kalpak yoktur./.../... Tabur Kumandanı Hüsnü Beyi gördüm. Şapka hikayesini anlatarak Avrupa'ya gitmekten vazgeçtiğimi söyledim./ Tabur Kumandanı bu davranışımdan çok memnun oldu. dinine bu kadar bağlı bir subay olduğumu öğrendiği için sevindiğini açıkladı.../... Almanya'ya gitmedim" 64
-"1914.../ Beşiktaş'ta Akaretler... o zaman İttihat ve Terakki Okulu vardı. Buraya yalnız Türk çocukları alınır ve Türklük bu çocuklara aşılanırdı. Beni de buraya öğretmen yaptılar" 65
-"İstanbul karışıktı. Azınlıklar rezaleti ayyuka çıkarıyorlardı.../ Tabur Kumandanım Cemil, Batumlu vatanperver bir İttihatçıydı. Bir gün beri çağırdı:/-Yarın seninle beraber Meclise gideceğiz, sivil elbiseni giy, cebine birkaç bomba koy, yanında iki tabanca olacak.../ Ertesi gün... Meclis binasına... geldik... Sadrazam Said Halim Paşa, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa lokantaya girdiler. Enver Paşa, bizim binbaşıyı görünce yanımıza geldi.../... dedi ki:/-Cemil Bey, bugün Meclisten güvenoyu isteyeceğiz, oysa çeşitli gürültüler çıkacaktır... İşi edepsizliğe vururlarsa, tanıdığınız malum mebuslar bir anda yok edilmelidir.../.../... Koridorda üç Ermeni mebusu gizli gizli konuşuyorlardı. Dahiliye Nazırı... Talat Bey bunların yanına yavaşça yaklaştı. Birinin cebine elini soktu. Bir bomba çıkardı. Mebusun eline bonbayı vererek yürüdü./ Zil çaldı. Meclise girdik.../.../... Hıristiyan mebuslar kıyameti koparmaya başladılar. Özellikle Rumlar bağırıyorlardı:/-Rumlar sadık Osmanlıdırlar; hükümet onlara zulmediyor, kahrolsun hükümet!.. Kahrolsun İttihad-ı Terakki!../ Tam o sırada bir sivil yanımıza yaklaşarak Binbaşıya bir şeyler söyledi. Bunun üzerine Binbaşı, bana oturan mebusanlardan birini gösterdi:/-Git, yavaşça kulağına söyle: Kalkmazsan vuracağım de!.. Kalkmazsa vur! Kalkarsa dışarı çıkar, Beyoğlu'na bir kahveye götür, gün batıncaya kadar salıverme!../... Binbaşının söylediklerini aynen ve yavaşça tekrar ettim. Herif bocaladı, sarardı, ayağa kalktı. Beraber çıktık.../.../ Hava kararmaya başlayınca... ayrıldım. Kışlaya geldiğimde Cemil Binbaşı bana beş altın verdi:/-Haydi şimdi git gez... dedi./ İşte o devirde Osmanlı Mebusan Meclisi böyleydi./ İstanbul da keşmekeş içindeydi" 66, 67
-"Bir başka olay:/ Bir sabah Tabur Kumandanı çağırdı:/-Git Merkez Kumandanlığı'nda Yüzbaşı Nevzat'ı gör, sana ne emrederse yap!../ Gittim./ Babıali'de bir Bulgar helvacı dükkanın camına Bulgarca yazıyormuş... uyarmalar yapılmış, dinlememiş... Karar verilmiş: Sivil giyinmiş subaylar bu camı kıracaklar.../... camı kırdık. Bu kırma olayı birkaç kere tekrarlandı./ Herif başa çıkamadı./.../ O günlerde buna benzer nice eyleme girdik. Bunlar yalnız benim yaptığım işler değildi. İnanılan her Türk subayı bu biçimde emirler almakta ve yapmaktaydı. Balkan Harbiyle Birinci Dünya Savaşı arasında, yani 10.11.1913'le 4.8.1914 arasında işbaşında bulunan İttihat ve Terakki hükümeti, memleketin her yanında milli doğrultuda mücadele vermekteydi" 68
-"Halide Edip, Turan özlemine dönüktü:/
"Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan.../
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan..."/
diyordu" 69
-"Rumeli'den gelen muhacirler İstanbul'da yavaş yavaş birtakım sanatlara giriyorlardı. Balkan Harbi sonuna kadar Kadıköy'de Türk berberi yokken, savaştan sonra... bir muhacir Türk berber dükkanı açıyor, bu açılış Türkten de berber olabilirmiş fikrini veriyordu. O vakte kadar... memurluktan başka iş ayıp sayılırken yavaş yavaş bu inanç yıkılıyordu" 70
-"İttihad-ı Terakki... Talat Beyle Osmanlılığı... Enver Paşayla Müslümanlığı... Cemal Paşayla Türklüğü temsil ediyordu. Ben Türkçüydüm, ama İslamlığın da fena olmayacağına inanıyordum.../ 1914.../... Kurmay sınavlarına girdim, başaramadım./.../ 11.11.1914'te Rus, Fransız, İngiliz, Belçika ve Sırp devletlerine harp ilan ettik. 15.11.1914'te dünya Müslümanlarının halifesi olan Osmanlı Padişahı Cihad-ı Mukaddes'e İslam alemini çağırdı" 71
-"Tümenin aldığı şu emri verdiler.../ Köprüköy/13.12.1914/ İstanbul'da Merkez Kumandanı/ Kaymakam Halil Beye,/ 1) Vazifeniz, fırkanızla İran'da Tebriz üzerinden Dağıstan'a yürüyerek orada umumi bir isyana esas olmak.../.../ Başkumandan Vekili/ Enver/... 20.12.1914 günü... özel trenle hareketi kararlaştırıldı" 74, 75
-"Bizim Fırka Karargahında belirli kadro dışında adamlar bulunduğunu da bu arada öğrendim. Bunlar, İttihat ve Terakki'nin sivil komitacılarıydı./ Enver Paşanın kardeşi ve Halil Beyin yeğeni Nuri de karargahtaydı... Birisi dedi ki:/-Bu adamın yanında çalışmak, ölmek demektir. İnsanları su gibi harcar!.../.../... Tren memurlarının tümüyle Ermeni ve Rum olduğunu... koridorlarda gezmelerinin yasaklandığını... casusluk edebilirlerdi, görüşmelerimizde dikkatli olmalıydık./.../... Eskişehir... Afyon... Konya... ilk defa gördüğümüz Anadolu'yu istasyonlarda izliyorduk. Yalınayak çocuklar, sefil ve pejmürde giysili Türk kadınları" 76, 77
-"Gavur dağları... bahçelik bir Ermeni köyü... köyün adı Hasanbeyli'ydi... muhtar... bize bir oda hazırlattı./... köy odalarına benzemeyecek kadar temizdi.../... anladık ki, 17 yaşındaki kızı Amerika'da tahsildeymiş, tatil zamanını geçirmek üzere Türkiye'ye gelmiş, savaş ilanı üzerine Amerika'ya dönememiş, şimdi bu odada köy çocukları topluyor, onalrı okutuyor ve İngilizce ders veriyormuş" 79
-"Tümenimiz "Birinci Kuvve-i Seferiye" adındaydı. On altı bin kişiydi... Halil Bey yalnız iki yaveriyle bizden ayrılmıştı.../ Yeni Kumandan Bekir Sami Bey henüz 35 yaşındaydı. Levent yapılı bu genç adam... Hareket günü yarbaylığa gelmişti./.../ Siverek'te... Karacadağ bucak merkezi... Bucak Müdürü... /.../... Ermeniymiş.../.../... herifi ayağımın altına aldım, dövdüm. Adamın ne suratı kaldı, ne kafası" 80-82
-"Çarlık Rusyasının kuvvetleri 1 Kasım 1914 günü Doğu sınırımızı geçmişti. Hasankale civarında başlayan muharebelerde (10 Ocak 1915). Üçüncü Ordumuz hemen tümüyle mahvolmuştu./ O tarihte Enver paşa otuz beş yaşındaydı... yüz on iki bin kişilik Türk ordusundan elli üç bin kişi soğuktan donmuş... yedi bin kişi esir olmuş ve otuz bin kişi hastaneye düşerek savaşamaz hale gelmişti. Biz bu boşluğu doldurmak için İran yolundan dönmüştük.../... Başkumandan Enver Paşa muharebe sonucunu 10 Ocak 1915'te Sadarete... şu telgrafla bildiriyordu:/ "Sadarete-İstanbul/ Rus ordusu tamamıyle mağlup edilememiş ise de, huduttan dışarı atılmıştır.../ Enver"" 85
-"Bekir Sami, cesur ve kararlı bir insandı.../.../ Musul'a çabuk yetişmek için... dağ yollarını izleyecektik. Ancak bu yollar vahşi Kürtlerle doluymuş... kendi ülkemizde düşman toprağında hareket eder gibi tertibat alarak yürümeye başladık" 86
-"Basri bey bana dedi ki:/-Söyle bakalım Turancı!.. Üç aydır memleketi geziyorsun. Hangi yüzle Türkistan'a gidecek ve oradaki Türkleri kurtarmaya uğraşacaksın? Sen ki hala keleğe muhtaçsın!../... küstahlıkla şu cevabı verdim:/-Turanı kurtarmaya giden askerin başındasınız! Bu işin olacağına imanınız yoksa, dönünüz. Askerin başına imansız geçmeyiniz!.../.../... 18 Mayıs 1919... Yüzbaşıydım Bekir Sami Beyle Anadolu'ya geçiyordum. Veda saatinde Basri Bey, bana dedi ki:/ "-Ben Turan'a bilgiden doğan imansızlıkla gittim. Sen çocuktun bilgisiz ve imanlıydın. Turan'ı alalım derken Osmanlı İmparatorluğunu verdik. Ve bugün payitahtımız düşman işgali altında, milletçe ve hükümetçe esir vaziyetteyiz. Şimdi sen bir isyana gene imanla gidiyorsun. Bu iş de olmayacak, fakat bu işin zararı yok, çünkü zaten batmışız."" 88
-"Halil Bey... bir söylev verdi:/ "... Müslümanların Halifesi sıfatıyla bütün İslamları, Türklerin Padişahı sıfatıyla bütün Türkleri korumak görevinde bulunan Halifemiz ve Padişahımız.../ Bize de İran'ı ve Kafkas'ı Ruslardan kurtarmak ödevini verdi..."/.../ Ertesi sabah birlikler Musul'dan Erbil'e doğru yola çıktı. Sanırım 1915 nisanının 7 veya 8'nci günüydü" 92
-"Erbil.../.../... bir evin kapısına vardık... Pis ve menderbur bir yer beklerken, bir İstanbul evinin möblesini ve görüntüsünü taşıyan bir salondaydık.../ Salondaki masanın üstünde o zamanın en güzel aydınlık ve haftalık dergileri olan Sebilürreşat, Türk Yurdu, Resimli Ay, Şehbal bulunuyordu" 93
-"Halil Bey.../.../ Revandiz.../ Günler boş olduğu ve kumandan her akşam rakı içip poker oynadığı için, akşamları bizim karargah adeta bir kumarhane ve sazhane halini alıyordu.../.../... Bir akşam Belediye Reisine gitmiştik. Herif bir ara kızdı, gidip bir mendil dolusu altın getirdi... şaşırmıştık. Oysa o tarihte Revandiz birkaç ağanın elindeydi. Yani bütün toprak ve köyler ağaların malı... halkın bütün hayatına da ağa sahip... İstediğini yapar, asar keser, istediği kadını kocasından, babasından alıp istediğine verir... Osmanlı Devleti de ağaları korur... Bu durum hemen bütün Doğu illerinde geçerli.../.../... 20 Nisan 1915'te Rumiye kasabasına vardık./... Rumiyeliler biz kasabaya girmeden Rus konsoloshanesini basmış, konsolosun başını kesip bir mızrağa takarak şehirde gezdirmiş, Rus taraftarı sanılan kimseleri ya öldürmüş, ya asmışlardı. Bu karışıklıktan korkan Ermeniler de Rumiye'deki konsolosluklara sığınmışlardı. O tarihte İran'ın kuzey bölgesini Ruslar, güneyini İngilizler işgal etmişlerdi.../... 25 Nisan... Dilman'da toplanmış düşman birlikleri üzerine taarruz hareketine geçtik.../... Musul'dan karargahımıza katılmış ve bana şef olarak verilmiş olan Yüzbaşı İsmail Hakkı (Berkuk), bizimle birlikte savaşacak İran Azerbaycan Kürtlerinden Kireni Ağanın dört bin kişilik süvari kuvvetine kurmaylık yapmak üzere görevlendirilmişti" 96-98
-"Önce Yedinci Alay Kumandanı Kurmay Binbaşı Müfit Beyi gördüm. Emri söyledim. Cevap olarak:/-Kumandan deli mi? dedi. Düşman sarp dağların içine girdi... taarruz demek mhvolmak demektir, Rusların ekmeğine yağ sürmek demektir. Bundan sonra Dokuzuncu Alay Kumandanı Yarbay Vacit'e gittim. O da dedi ki:/-Durduğumuz kabahat! Rusları bu tepelerden atmak gün işi değil, saat işidir.../ Geri döndüm.../ Durumu kumandana anlattım./-Aferin Vacit, korkak Müfit.../ Müfit Bey, Halil Beyin sınıf arkadaşıydı./.../... görevler verildi.../... 30 Nisan 1915 gününün güneşi batıyır, her yer kararıyordu. Oradaki Ermeni köylerinden gelen tek tük saldırılarla erlerimiz vurulmaya başlamıştı. Bunun için yarın düşman tepelendikten sonra Ermeni köylerinin "tedibine" karar varilmişti./.../... Dilman'a doğru yürümeye başladık... bir gürültü koptu, durduk... iki adamı ellerinde büyük kamalarla yakalamışlar... Bunlar Ermeniymişler... en arkadaki erin arka küreğine bıçağı saplamış biri... er hayata gözlerini kapamış.../... İshakpaşalı Kemal, yüzbaşıdan izin istedi. Güzel bir kılıcı vardı. İki düşmanın kafalarını bir solukta portakal gibi uçurdu" 101, 102
-"... yenilgiye uğramıştık./.../... Ovadaki bütün Ermeni köyleri ateşler yakmışlar... çekilen Türk birliklerine saldırıyorlardı.../ Ve bizim Turan emellerimiz yıkılıyordu./.../ 2 Mayıs 1915.../.../ Düşman tekrar Dilman kasabasını işgal etmişti./.../ 6-7 Mayıs 1915 günlerinde Van Valisinden -o tarihte Başkumandan Vekili Enver Paşanın eniştesi Cevdet Beyden- telgraflar gelmeye başladı. Van'da Ermeniler isyan etmiş. Van kentinde Ermeni ve Türkler arasında kan gövdeyi götürmeye başlamış, Rus birlikleri Van'a yaklaşıyormuş./ Cevdet Bye bzi yardıma çağırıyordu./.../... 16 mayısta... Van'ın Ermeniler eline düştüğünü... haber aldık./.../ 1 Kasım 1914'te Ruslar doğudan sınırımızı geçmişlerdi... 10 Ocak 1915 gününe kadar... 2,5 ay süren muharebeler içinde gerek yerli, gerek Rusya Ermenilerinden meydana getirilen çeteler de bize saldırmaya ve silahsız buldukları Türk köylerine saldırıp akla gelebilecek her şeyi yapmaya başlamışlardı... haber aldık ki, Rumiye'de hastanelere hücum ederek Türk yaralılarını iplere bağlayıp sokaklarda sürümüşler ve... öldürmüşlerdi.../.../ Ruslar ve gönüllü Ermeni taburları bizi 1 Haziran 1915'te vardığımız Mervane'ye kadar takip ettiler.../.../ Dilman muharebesine girerken 13 bin kişi olan tümen on bir bine inmişti. 20 Haziran 1915'te Bitlis'e girerken de mevcudumuz 7500'dü" 106-108
-"Halil Bey:/-Bence en cesur adam, ölen adamdır. Öldüğünü görmek isterim Selahattin" 110
-"Pervari.../.../ İlçe Jandarma Kumandanının emrini dinlemeyerek kafile başında gitmek istemeyen jandarma erini Cemal, Hükümet Konağında bir kurşunla yere sermişti./ Bu terör... kasabayı... seferberliğe geçirdi./ Biz bir aydır açtık./ Sıcak yemek ve ekmek bize cennet meyvesi kadar hoş geldi./... Halil Bey Miralay... olmuş... Kolordu Kumandanlığına yükseltilmişti" 112
-"Pervari'deyken Başkumandanlıktan bir şifre daha geldi./ "Türk Ordusu, Kafkasya'ya girdiği zaman 300 bin silahlı Türkle orduya katılacağını bize söylemiş olan Batumlu Aslan Beyi bulunuz ve behemahal Kafkasya'ya girmeyi sağlayınız!"/.../ Halil Bey cevap verdi:/-Batumlu Aslan Bey on kişilik maiyetiyle karargahımda misafirdir./ Kumandan demek istiyordu ki, bu kişi değil 300 bin kişiyle ortaya çıkmak, kendi hayatını kurtarmak için bize sığınmıştır./ Başkumandanlık hayal arkasında koşuyordu, sayıklıyordu... 20 Haziran 1915 akşamı Bitlis'e girdik./... İsmail Hakkı (Berkuk) Kurmay Başkanı olmuştu.../ Akşam olmuştu. Yemek yiyecektik. İçeceğimiz su, yanımızdan geçen Bitlis deresinin suyuydu./ Bir nefer geldi:/-Kumandanım, suda bir sürü baş, kol, gövde var, dedi./ Hep koştuk./ Gerçekten Bitlis deresinden insan leşleri akmakta.../.../ İnsanlar savaşın ateşi içinde birbirlerini kesiyorlar, yüzlerce yıldan beri yanyana yaşamış olanlar, düşman gözüyle birbirlerini parçalıyorlardı" 113
-"Beşinci Kuvve-i Seferiye... 70-80 kilometre kuzeydoğusunda Liz bucak merkezindeydi... buraya... gidecektim. Yol tehlikeliydi... Rus süvarileriyle Ermeni çeteleri cirit atıyordu... Muş ovasındak Ermeni köyleri isyan etmiş, ya da baş kaldırmak üzereydiler./.../... yola düzüldüm (26.6.1915)./ Dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Van gölü kıyıları cennet gibiydi. Ama ya boş Ermeni, ya da yarı vahşi Kürt köylerine tek tük rastlanıyordu... Ahlat.../... kafilemiz dört kişi olmuştu./ Yolu yarılamıştık ki, 20-30 süvarinin dağdan indiğini gördük. Derhal yere atlayarak kendimizi gizledik./ Süvarilerin ardında araba, kadın ve aşya görünce gelenlerin bir muhacir kafilesi olduğunu anladık. Ama bu kadar temiz kılıklı insanların bu çevrede bulunmasına şaşmıştık... o civarda oturan Çerkezlermiş, savaştan ve Ermenilerden korktukları için Nazik gölü dolaylarındaki köylerine gidiyorlarmış./.../ Çerkezler çok temiz giysiler içindeydiler. Hatta İstanbul sokaklarında dolaşabilecek kıyafetlere sahiptiler. Atları, arabaları tertemizdi. Bizim görmeye alıştığımız Anadolu kadını, yalınayak, üstünde bir süürü kirli paçavra, yıkanmamış, yaralı bereli, hastalıklı bir zavallı yaratıktı. Oysa Çerkez kadınları hiç buna benzemiyorlardı. Hemen hepsi çizmeli, külot pantolonlu, temiz ve sıhhatliydi. Adeta İstanbul'da at sporuna çıkmış kadın kılığında ve tavrında görünüyorlardı. Öteki Müslüman kadınlar gibi insandan kaçmıyorlardı, erkeklerle beraber dolaşıyor ve siizinle de erkek gibi görüşüp, arkadaşlık ediyorlardı./ Çerkez kafilesi de Rus ve Ermeni saldırısına karşı aldığı savunma düzeniyle yürüyordu.../.../ Çerkezlerle yolda konuşuyorduk... 1828'de Çarlık Rusyasıyla yaptığımız savaşta yenilgiye uğrayıp çekildiğimiz zaman... göçmüşlerdi./ Sordum:/-Türkiye'ye gelmekten memnun musunuz değil mi?/-Çok pişmanız!/ Hayretle:/-Neden? dedim./ Anlattılar./-Biz dinimize, ırkımıza, milliyetimize saldırı korkusuyla Kafkasya'yı bırakıp İslam Halifesinin toprağına geldik. Burada her gün Ermeninin, Kürdün,eşkiyanın saldırılarına uğruyoruz. Malımızdan, canımızdan, ırzımızdan emin olarak yaşayamıyoruz. Çevrimiz tehlikelerle dolu. Bir köy kursak bunu mutlaka yıkmaya çalışırlar. Karımızı, kızımızı korumak için kanlı kavgalarda bir sürü kurban veririz. Hükümet diye bir şey burada yoktur. Hükümet namına gelen Kürt, Arap jandarma ve Ermeni tahsildar bize eşkiyadan fazla zulmeder. Her gelen hükümet memuru bizden rüşvet ister. Bununla da kalmaz adı güzele çıkmış kadınlarımızı eğlenmek için ister. Bu isteklere boyun eğmezsek jandarma bizi döver veya yakalayıp günlerce dağlardan yürüterek şehre götürür. Gidinceye kadar dayak, saldıktan sonra dayak... Bütün bunları gidip hükümete şikayet nafiledir. Çünkü şikayet edeceğiniz makamın emir vereceği gene jandarma ve karakol komutanıdır. İşte biz böyle yaşarken, bizimle birlikte göçmeyip Kafkasya'da kalan akrabalarımız medeni koşullar altında bulunuyorlar; yalnız oranın kanununa itaat ediyorlar./... yol arkadaşlarıma en ağır şeyleri söyledim./ 26-27 Haziran 1915 gecesini Nazik gölü (Van gölünün 20 kilometre batısında küçük bir göldür) civarında bu Çerkez köyünde geçirdim. Bana ne istediğimi sordular:/-Çerkez tavuğu... dedim./... güzel bir yemek yedirdiler... şarkılar söylediler, dans ettiler. Ben çok ağır ve vakur seyrediyordum. Ama içimden bu vatana geldiklerine pişman olduklarını söyleyen bu insanlara derin bir kin besliyordum./ Gece temiz bir odada tahta karyolada tertemiz bir yatak gösterdiler. El yüz yıkamak için leğen ve temiz keten havlular hazırdı. Soyundum. Tam yatacağım sırada kapı vuruldu. Seslendim:/-Girin!/ Çok güzel bir Çerkez kızı, elinde bir tepsiyle içeri girdi. Tepside çok güzel yapılmış bir şekerlemeyle, bir bardak süt vardı. Onları bir yere koydu ve kapının yanında el pençe divan durdu... kıza dedim ki:/... gidin ve istirah edin./ Kız başıyla bir selam verdi; ve gitmesiyle kapı vuruldu. Ev sahibi içeri girdi:/-Biz saydığımız misafirleri gece yalnız komayı ayıp sayarız. Cariyelerimizden birini konuğu beklemeye memur ederiz. Konuk bunu kabul etmezse hakaret addedilir. Gönderdiğimiz kız ise bir terbiyesizlik mi etti?/.../-Ben askerim, yalnız yatmak zorundayım... teşekkür ederim. Kız sabahleyin gelsin./.../ Sabahleyin gözümü açtığım zaman kız oda kapısının yanında ve ayakta gene el pençe divan duruyordu... anladım ki bu kızın babası küçükken ölmüş, anası küçüğe bakamamış, bu ağaya satmış. Kız büyümüş. Şimdi ağanın cariyesiymiş. Kendisi gibi başka cariyeler de varmış./ Kız bunları anlattıktan sonra dedi ki:/-Dün akşam beni kovdunuz. Gece, "misafire bir kusur mu işledin?" diye ağa az kaldı beni dövecekti" 114-117
-"Bulanık.../.../... dedi ki:/-Karşıda bir sürü Müslüman var. Bunlar, "Bizi kurtarın! Ermeni taburları geliyormuş, bizi bu akşam keseceklermiş" diye bağırıyorlar./ Elmas, köprüye hücum ederek Rusları püskürtmeyi ve muhacirleri kurtarmayı öneriyordu... baktık, düşmanın üç süvari alayı var... kabul etmedim... sabaha kadar, karşı kıyıda öldürülen Müslümanların feryatları ayyuka çıkıyordu. Sabaha karşı gün ışırken, kesilmiş insanların küme halinde yakıldığını gördük... Yanmış insan etlerinin kokusu havayı kaplamıştı.../ Güneş yükseldiği zaman karşımızda kalan yalnız köprübaşını tutan bir Ermeni taburu ve bir yığın yangın artığı ceset vardı. Düşman süvarileri ortadan kaybolmuştu" 119, 120
-"... tabur Arap'tı... başıbozuk alayı gibi gidiyordu... savaş düzenine girmemizi rica ettim. Bu sersem Arap binbaşı bana dedi ki:/-Biz kahraman Araplarız, nizam bilmeyiz. O korkakların işidir. Düşman karşımıza çıksın, nasıl parçalayacağız görürsün./.../ Tabur kumandanı Arapo olan yüzbaşılarına emrini verdi... düşman makineli tüfek ve topçu ateşi açtı. Bu kahraman kalabalık bir anda karmakarışık oldu. Ben ata atladım... karargaha döndük... Bekir Sami Bey:/-Tabur nerede? diye sordu./.../... Kop ovasında tabur dağılmıştı. Rus süvarileri taburun içine dalmış alabildiğine adam kesmekle meşguldü./... Arap taburu akşam üstü dört-beş yüz neferini kaybetmiş olarak yüz mevcutla ancak gelebildi./... 16 Temmuz 1915... Yedi günlük çarpışmada... binden fazla şehit ve iki binden çok yaralı vardı. Özellikle Ermeni gönüllü taburları, süngü ve bombayla siperlerimize sürekli hücum ediyorlardı" 121, 122
-"Rus saldırısı, Muş ovasında baş kaldıran Ermeni birlikleriyle beraber Türk kuvvetlerini iki ateş arasında imha amacını güdüyormuş.../.../ 22 ve 23 Temmuz 1915 günü Muş hastanesinde gözlerimi açtım... Muş'u çevreleyen dağlar Ermeni muhacirleriyle dolmuştu. Kadın, çocuk ve erzaklarını vaktiyle buraya kaçırmış Ermeniler silahlı tabur ve bölükler halinde Türk köylerine ve Türk askerlerine saldırmakta, buna karşılık Otuz Altıncı Tümen bütün ovayı yakmakta ve Ermenileri imha etmekteydi.../.../... Hastane baştabibi bir Ermeni kaymakamdı.../.../ Genç doktora baştabibin bir Ermeni, ıstırap çeken yaralıların Türk olduğunu... karışmazsa... müdahale edeceğimi söyledim./... öfkelendi:/-Terbiyesizlik ediyorsun.../... kendimi kaybetmişim... beni ayırdıklarını gördüm. Doktorun yüzü gözü şişmiş.../.../... Basri Beye kısaca şu telgrafı çektim:/ "-Burada Türk askeri bir Ermeni sertabip elinde öldürülüyor, müdahale ettim, müdahale ediniz."/ Yarım saat sonra... gelen ortak telgraf... şöyleydi:/ "... emr ü kumanda... Selahattin Efendiye aittir. Emrine itaat etmeyenleri idam edebilir./ Kolordu Kumandanı Miralay Halil"/.../... Muş'tan... Karaköse'de tümene yetiştim./ Yolculuk sırasında bütün yollar cesetlerle doluydu... bir subay.../-Dokuzuncu Kolordu Haber Subayı Recep.../ Recep (sonradan Recep Peker) ile tanıştık... Bir ateşle uyandık. Ermeni çeteleri basmış" 123-126
-"Bekir Sami, boğazına çok düşkündü./ Levazım Reisi Saim, adeta Bekir Sami'ye aşçıbaşı olmuştu" 127
-"Bitlis'ten Siirt'e geldik./ Bütün yollar insan leşleriyle doluydu... birbirini yok etmeye çalışan insanlar çıldırmış gibiydiler" 133
-""Bu telgrafla Bağdat'ta bir ordu meydana getirildiğini ve numarasının da altı olduğunu anlamıştık. Bu ordunun başına da bir Alman generali geçiyordu. Fon der Golç 1889'da Trkiye'ye gelmiş, ordumuzun bütün kumandanlarını yetiştirmiş ve 1915'te çeyrek yüzyıldan beri Türkiye'de olan bir adamdı" 134
-"Musul bütün Arap şehirleri gibi taş ve dar yollarıyla bir sur içindeydi" 135
-"22 Kasım 1915.../.../... Düşman Selmanpak'ta yenilgiye uğramış kaçıyor... halk.../-Yaşasın Halil Paşa... diye bağırıyor./... Miralay Halil Bey, Halil Paşa oluvermişti" 136
-"Birlikler Selmanpak'tan çekilmekte.../... Ordu Kumandanı dünkü savaşı kaybettiklerini söylüyor./.../ "Albay Nurettin Bey... maalesef mağlup olduk.../... Basri Bey... ordunun mağlup değil, galip olduğu görülmektedir... Birlikleri ters yüzü döndürererk düşmanı kovalamak gerekir."/... şu rapor geliyor:/ "Düşman Selmanpak muharebe meydanında dört binden fazla ölü burakmış ve şimdi Kütülammare istikametine alabildiğine kaçmakta..."/.../... Halil Bey... yazdırıyor:/ "-Selmanpak muharebesi zaferle bitmiştir. Bu anda Nurettin Beyden emr ü kumandayı teslim almak zafer hakkını çalmak demektir. Münasip bir vaziyete kadar Nurettin Beyin emrinde bir kolordu kumandanı olarak çalışacağımı arz eylerim."/.../... uzun zaman İngiliz karargahı olan Aziziye'ye geldik./... erzak doluydu" 138, 139
-"Halil Bey alaya hazin bir söylev verdi.../-Kırk Dördüncü Alay bu gece ölecektir, fakat yarın sabah Türk'e bir zafer kaydedilecektir.../.../... Delabaha Meydan Muharebesi.../ Gün 31 Kasım 1915'ti./... Basri Bey... Halil Beye:/-Emr ü kumandayı Nurettin Beye brakmanızın büyük faziletini şimdi binlerce Türk çocuğu canıyla ödüyor.../.../ Delabaha mahşeri andırıyordu" 140-143
-"Berkuk düşündü:/-Sen taarruzun durdurulması emrini ver, ben de seninle gelir kolorduya durumu anlatırım./.../... Yolda Berkuk:/-Ölürsen zararı yok, görevini mertçe yaptın... diyordu" 148
-"Düşman siperlerinin en güçlüsü olan Hıdır kalesi.../.../... Bekir Sami'den şu telefon geldi:/ "Bu gece başta ben olduğum halde tümen gömülecek fakat Hıdırı alınacaktır."" 150
-"Golç Paşa, bekir Sami'nin önerisini kabul etmiş, fakat Nurettin Bey bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine Golç kendisini görevden alarak İstanbul'a yollamış, böylece Halil Bey, Irak Grubu Kumandanı ve Irak Genel Valisi olmuştu" 153
-"Albay İsmet Bey (İsmet İnönü) Suriye'de Ordu Kurmay Başkanı olmuş" 154
-"Telefon bağlandı:/-Ben Bekir Sami../.../-Düşman iki tümenle taarruz etti... karşı süngü hücumu yaptık. Düşman... kaçtı... altı bin kadar ölü bıraktı... bir İngiliz... subayı geldi, yaralı ve ölülerin kaldırılması için mütareke istiyor. Kolordu Kumandanına sor, emir bekliyorum./.../-Yaşasın Bekir Sami... diye bağırmışım./.../... herkesin, kanaati:/-Felahiye muharebesi Bekir Sami'nin askerlik bilgisi ve kahramanlığı eseriydi./.../... Halil Beyin eliyle omzuna albaylık yıldızı konan otuy beş yaşındaki genç kumandan Bekir Sami, bütün çevrenin saygı ve sevgisiyle donanmış.../.../... topçu ateşi başlayınca Halil Bey Bekir Sami'ye geri çekilmesini söylemişti. Bekir Sami direndi... Kolordu Kumandanı:/-Muharebenin kötü sonucundan sizi sorumlu tutarım... demişti./ Bekir Sami:/-Birliğim... Yenilirse zaten tümenimle birlikte ben de yok olacağım için, siz tarihi sorumlu tutarsınız... diye cevap verdi./ Birinci Felahiye savaşı işte böylesine kararlı ve yok olmayı göze almış bir adamın dövüşüdür" 155-157
-"Golç Paşanın yanında Osmanlı... son Sadrazamı Tevfik paşanın oğlu Kurmay yarbay İsmail hakkı vardı... anası da... Almanmış. Türkçesi yok gibiydi. Yüzü pudralı... hepimizi küçük gören bir kimseydi... Osmanlı zihniyetinde kibarlık ve asalet mümkün olduğu kadar Türk'e benzememek ve Batılıya benzemekti./.../ Doktorlar hasta olan Mareşal Golç'a ölümünün yakın olduğunu ve Almanya'ya gitmesini söylemişler. O da... cephede bir kurşunla ölmeyi yeğ bulmuş... muharebe meydanında... ölümü aramışsa da bulamamış./... Bağdat'a döndükten on beş gün sonra 19.4.1916'da öldü" 162-164
-"22 Nisan 1916 günü Halil Beyin generalliğe terfi emri geldi.../.../... uçak geldi. Pilotu bir Alman yüzbaşıydı... dedi ki:/-Düşman uçakları görününce telefonla bana haber verin.../ 22 Nisan 1917 (1916 olmalı!) sabahı on iki İngiliz uçağı.../.../... bizim uçağın havalandığını ve düşman filosuna saldırdığını gördük./ İngilizler... afallamışlardı... Alman bir anda on iki uçaklık filonun üstüne çıkarak hepsine birden ateşe başladı... İngilizler selameti kaçmakta buldular... teknik ve bilim zaferini kazanmıştı./ Kütülammare'den her gün Araplar çıkıyorlar ve bizim hatlarımıza teslim oluyorlardı. Bu durum şehirde açlık... başladığını gösteriyordu. 22 Nisan 1916 günü 491 kadın, ihtiyar, çocuk hatlarımıza sığındı.../... Arapların... çıkışları... aleyhimizeydi" 165, 166
-"Telefon.../ Bekir Sami.../-"... büyükçe bir gemi... Kütülammare'ye doğru gitmektedir... yakalayınız."/.../... anlattım. Halil Paşa:/-Bekir Sami rüya görüyor... deyip cevap bile vermedi./... Halil Paşa rakı masasının başındaydı ve sarhoştu./.../-Vapur yakalandı./ Erzak dolu bir gemiymiş.../.../ Gemi... tesadüfen kırılan telefon direğinin telgraf kablosu su altında pervanesine dolanınca durmak zorunda kalmış.../... anladık ki eğer geminin taşıdığı erzak Kütülammare'ye varmış olsaydı, yolda bulunan İngiliz birlikleri cepheye yetişerek düşmanı kurtaracaklardı./.../ 28 Nisan 1916 akşamı.../... Kütülammare... /... sabaha kadar alevler gördük... Sabah... şehir beyaz bayrak çekti" 167-171
-"Karabekir... Binbaşı Basri Beyi Halil Paşanın adamı saydığından pek sevmez... Yüzbaşı Saffet'e güvenirdi... Kumandan fırsat buldukça Basri'yi ezmeye çalışıyordu" 175
-"1.12.1916 günü İngiliz taarruzu başladı./.../... Araplar düşmana kaçıyor.../... İngilizlerin Araplara propaganda ettiği istiklal fikri.../.../... Karabekir bana emir verdi:/-... Bekir Sami Beyi bulun. Tümeni geri çekmek üzere hazırlığa başlasın. Bu emir bir yıldan fazla süredir devam eden Kütülammare ve dolaylarındaki savaşların aleyhimize sona erişinin kararıydı.../-Birlikler, gece karanlık basınca nehrin bu yakasına taşınacaktır./.../... gece yarısına doğru.../... Tümen Kumandanı... nakliyatın durdurulmasını söylüyor./.../... Karabekir.../... durdurunuz./.../ Sabah gün doğduğu zaman "Bizi kurtarın" diye bağıran askemizin İngilizler tarafından esir edildiğini gördük... yanına gittiğim Bekir Sami:/-Yahu bu Kolordu Kumandanı ne korkak herifmiş, diye çok ağır bir dille olan biteni kınadı./.../ Ağustos... Karabekir'le Bekir Sami'nin birliğine gitmiştik... Bekir Bey düşmanın var hızıyla savaşa hazırlandığını, bizim ise gereği kadar çalışmadığımızı... söyledi. Karabekir.../-Ben orduya yazdım... ne yapayım?/ Bunun üzerine Bekir Sami, Karabekir'e:/-Size bir hikaye anlatayım, dedi.../.../... çıkınca Karabekir bana:/-Bekir Sami bu hikayeyle beni mi kastetti, yoksa Halil Paşayı mı? diye sordu./ Tarizin Halil Paşaya uzandığını söyledim. Gerçekte Bekir Sami bu hikayeyle hepsine birden hücum etmişti. Düşündüğünü apaçık söyleyen bir adamdı. Uluorta konuşurdu./ Lüzumsuz yere bu kadar esir.../.../... Basri çok öfkeliydi:/.../ "İngiliz resmi tebliği, Basra telsizi... Türklerden... 79 subay ve 1879 nefer esir aldıklarını ilan ediyor. Bu bilgiyi Berlin telsizi almış, Türk Başkumandanlığına vermiş. Başkumandanlık da 6'ncı Ordu Kumandanlığı'na diyor ki: "Siz böyle bir haber vermediniz doğru mudur?"/ Basri:/-Henüz kayıplarınızı ve muharebe raporunu bildirmediniz.../... Karabekir ve Saffet'i cehalet ve korkaklıkla nitelemekte birleşiyorduk" 178-184
-"... önüne bir bardak bira koymuştu. İçki içmeyen ve içtiği zaman çok gizli kalmasını isteyen Karabekir'in bu hali.../.../... Karabekir'in ne kadar vehimli bir insan olduğunu..." 185, 186
-"Ve biz tarihi şerefler kazandığımız Kütülammare topraklarından ayrılıyorduk./ 10.2.1917 sabahı İngilizler yoğun bir topçu ateşi desteğinde suyu geçtiler./.../ 5 Ekim 1916'da başlayan ve 10.2.1917 akşamına kadar yetmiş gün devam eden muharebelerde Kolordu ölü ve yaralı sekiz bir kişi kaybetmiş ve geriye kalan altı bin mevcuduyla çekilmeye başlamıştı" 187
-"10 Mart 1917... Bağdat... bütün şehir düşman etkisi altına düşmüştü.../.../-Bağdat gece boşaltılacak.../.../ 10-11 Mart akşamı.../... Bağdat'ı terkettik./.../... Bekir Sami'nin tümeni tam Kazimiyye mahallesinden geçerken duyduğu feryatlar üzerine kasabaya girmiş ve görmüş ki, hastaneler hücum eden Araplar... yaralıları... ip takarak sokakta sürüyorlar... hastaları soyuyorlar. Halkın, Türk ordusu gitti diye korkusu kalmamış. Bekir Sami durumu görünce Kazımiyye halkını toplamaya başlamış./.../ Karabekir, Bekir Sami'ye sordu. O da yukarıda anlattığım gibi durumu açıkladı. Karabekir:/-Peki bu halkı ne yapacaksınız?/-Şimdi ne yapacağımı görürsünüz./... Bekir Sami dört yüz kişiden fazla olan... halkını kurşuna diziyor. Çok üzülen Karabekir:/-Bekir Bey ne yapıyorsun? Bu halkın ne günahı var?/-Dört yüzyıllık Osmanlı tarihinin hesabını görüyorum./.../ İngiliz siyasi tarihinde (3-B) ler diye adlandırılan B'lerden birincisi Britanya'nın eline geçmişti. Diğer ikisi Batum ve Baku idi" 195-197
-"Bekir Sami'nin kurmayı o tarihte Binbaşı Dadaylı Halit'di.../.../... kendisinden bir yıl sonra okuldan çıkan Saffet'in kendisine üst durumda Kolordu Kurmay Başkanlığı'na geçişini bir türlü hazmedememişti. Bu psikolojinin esiri oldu ve ilerde bu yüzden harcandı" 199, 200
-"Ordu Kumandanının odasına girdim. Gece yarısına kadar içmiş ve sonradan sızmış olan Halil Paşa, mışıl mışıl uyuyordu./.../-Ne istiyorsun?/-Kolordu savunma için verdiğiniz emri yapamaz./.../-Ne yapmamızı istiyorsun?/... şu emri yazdım:/ ".../ Münasip gördüğünüz mevkiye kadar çekilebilirsiniz./..."/ Halil Paşa bunu okuyunca dedi ki:/-Karabekir bu emirle Diyarbekir'e kadar gider./ Ne var ki, Paşa emri imzaladı./ Çıktım, Basri'ye gösterdim./-..la, dedi, sarhoş bir kumandan bu kadar iş görür./.../... Karabekir:/-Selahattin, bugün yaptığın hizmeti tarih unutmaz... Fakat Kolordu Kumandanının dinlenmediği bir yerde bir teğmenin dinlenmesini de aklından çıkarma! Tarih bunu da unutmaz.../.../ 18 Mart 1917 günü Karabekir'in... Ordu Kumandanına yazdığı tarihi rapor şöyleözetlenebilir:/ "Vaziyet... çekilmeyi gerektirir. İngilizler bu hattı sonuna kadar zaptedeceklerdir. Biz artık bu kuvvetle İngilizleri bu emelden vazgeçiremeyiz. Bu yolda uğraşmalar... Türk birliklerini perişan eder./ Bütün bunlar hesaplanmadan verdiğiniz emirlerle, şahsımı muharebeyi idare edemez bir adam hüviyetine sokmaya çalıştığınızı anlıyorum..."/.../... Karabekir:/... Türk'ün asırlarca kanını ve emeğini emen bu topraklardan kurtulmak, Türk'ün saadetine hizmet eder... artık biz Türk emeğini Türk topraklarına verelim. Arabistan'ı Arap'a bırakalım" 201-203
-"Karabekir'i azletmiş demekti./.../-Beni emekliye ayıracaklar, artık askerlik hayatım mahvoldu.../.../ 20 Mart 1917... Karabekir'i gözyaşlarımızla uğurladık" 204
-"İran.../... İngilizler.../.../ Akşama kadar cephede muharebeyi yöneten Bekir Sami büyük kahramanlık ve askeri bilgi gösterdi. Tümenini düşmandan kurtardı ve selametle geriye getirdi./ O günkü düşman kaybı dört binden fazlaydı. Bizden de bin kadar kayıp vardı./.../ Ruslar 16 Şubat 1916'da Erzurum'u, 18 Nisan 1916'da Trabzon'u, 25 Temmuz 1916'da Erzincan'ı işgal etmişler ve orada kalmışlardı./ Rusların bu hatta gelişleri... Karadeniz... Rumları ve Dersim'deki Kürtleri ayaklandırmıştı.../... 9 Mart 1917'de Rusya'da bir ihtilalin başladığını Samera'da öğrendik./ 23 Nisan 1917'de Samera tahliye olunmuştu ve biz kırk kilometre kuzeyindeki Tikrit'e çekilmiştik./ İngilizler geldiler ve Samera'da kaldılar. Bizi çölde takip etmediler. Bu davranışın bir nedeni vardı: Ruslar artık ihtilale giriyorlardı. Çar orduları İngilizler'e yardım edemez duruma geliyordu. Ne var ki Rus ihtilali başlayınca, o tarihe kadar tarafsız kalmış olan Amerika 6 Nisan 1917'de Almanlar'a harp ilan etmişti./ Tikrit, Musul'un 160 kilometre güneyindeydi. Düşmanla aramızda 20-30 kilometrelik bir çöl vardı./ Geçmiş savaşların yaralarını sarmaya; gelecek savaşlara hazırlanmaya çalışıyorduk" 206, 207
-"2 Haziran 1917'de İran sınırındaki Şirvan kalesinden beş Rus askeri merkezi Kerkük'te bulunan 13'üncü Kolordumuza geldiler.../.../ İşaretler Çarlık ordusunun dağılmaya başladığını gösteriyordu. Bizimle savaşmayacaklardı.../ 6 Haziran 1917'de bir Rus... subayı Revandiz... gelerek dedi ki:/ "... barış olacaktır. Biz Türkler kurşun atmayız... Harp istemiyoruz..."/ 11 Haziran 1917'de Ruslar'ın... çekilmeye başladıkları haberi geldi./ 12 Haziran 1917'de uçaklarımız Rusların bizim cepheleri bırakıp Rusya'ya doğru çekildiklerini doğruladı" 208, 209
-"21 Temmuz 1917'den başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı beş yüz grama indirilmişti. Çünkü un ve ekmek kalmamıştı./ Ordu yarı açtı" 216
-"19 Ağustos 1917... Halil Paşa'nın yanına girdim./.../ Bundan sonra Paşanın evinde yatacaksın ve... hayatına karışacaksın... Paşanın maaş ve örtülü ödenek hesabını sen tutacaksın. Evin iaşesinin düzenlenmesi sana aittir... En büyük hizmet, büyük adamların yanında temiz çalışmaktır.../.../ akşam eve geldik. Ev, bahçe içinde bir köşktü./ Halil Paşayla güzel döşenmiş bir odaya girdik... hanımı içeri girdi:/-Safa geldiniz Selahattin Bey, dedi./ Hayatımda ilk kezdir ki akraba olmayan bir kadın, böyle başı açık karşıma çıkıyordu. Şaşırdım, bir şey söyleyemedim. Bu durum karşısında milli ve dini hislerim yaralanmıştı./.../ Sabahleyin neferi çağırdım... peynir ekmek almasını söyledim. Asker:/-Efendim, kahvaltı içeriden gelir... diye cevap verdi./ Ben.../... git dediğimi yap!/ Asker... gitti./... bir kadın hizmetçi geldi.../.../... benim sert tavrımdan çekinci, çıktı./ Ama, beş-on dakika geçmemişti ki, mükellef bir sabah kahvaltısıyla beraber Halil Paşa'nın eşi Safiye Hanım geldi./.../-Müsaade ederseniz bu sabah kahvaltısını beraber yapalım./ Havsalamın almadığı bu olaylar karşısında sersemlemiştim... Safiye Hanımın bu davranışları benim milli ve dini vicdanımı sarsıyordu" 222, 223
-"Levazım Reisi.../-Paşanın Levazımda bulunan örtülü ödeneğini size vereceğiz. Bu teslim alın./-Ne kadar?/ Ve hesap çıktı./.../... 150 bin lira kadar oluyordu./.../ Parayı teslim aldığımı Halil Paşa'ya söylediğim zaman dedi ki:/-Bağdat'ta iken para verdiğimiz adamların verdikleri senetleri bir torbaya koymuşlar, Bağdat'ın düşüşünde... İngilizler... bu senet torbasını bulmuşlar, böylece bize gizli olarak hizmet eden kimseleri yakalamışlar. Bir kısmını astılar... Hem biz birtakım istihbarat kaynaklarını kaybettik, hem de bir sürü adam bize hizmetlerinin karşılığını çok acı olarak çekti. Bundan sonra para verdiğiniz kişilerden senet almayın ve bir yere kaydetmeyin. Ben sırf kayıt ve hesap olmasın diye parayı levazımdan alıp size verdim./.../ Yavaş yavaş yeni hayatıma alışıyordum. Gerçi para verdiklerimden senet almıyordum, ama emre rağmen bir defter tutuyordum... Her aybaşında on bin altın lira geliyordu.../.../ Paşa, şafak sökerken yatar, tam öğle topu atarken kalkardı./.../... Sabaha kadar içiliyor, poker oynanıyordu" 224-226
-"Ben ordu çevresine Halil Paşa çevresine artık yabancılık çekmiyordum. Fakat... Halil Paşanın etrafında İttihatçı ve Komitacı birtakım subaylar vardı... bu kahramanlar alayı adeta milletin ıstırabıyla eğleniyor, hiçbir kanunu tanımıyorlardı./ Bunlardan Asteğmen Hakkı... Her ay örtülü ödenekten beşer altın lira aylık aldıklarını birkaç aydır bunun kesildiğini söyleyerek... verilmesini istedi./... Paşa:/-Pekala, veriniz!/-Bu parayı ne hakla alıyorlar?/-Ne bileyim, böyle bir usul konmuş.../.../-Şu halde vermeyelim mi?/-Tabii./-Pekala!../ Paşa tartışmayı çok sinirli bitirdi. Ben de Paşanın çevresine birikmiş yiyicilere milletin parasını verdirmedim" 229, 230
-"Telefonu Paşaya açtım.../.../... Merkez Kumandanınız... kendini kanunun ve rütbelerin üstünde görüyor.../... söyleyiniz, amiri Basri Beydir.../... Basri'yi buldum, Kumandanın emrini söyledim. Kurmay Başkanı:/-Aferin Selahattin komitacı hergelelerle iyi mücadele ediyorsun" 232
-"Bir gün.../ Hanımefendi haber yollamış, arkadaşları gelmiş, gezmeye gidecekler, otomobil istiyor./-Otomobil Ordu Kumandanına mahsustur, hanımefendi binemezler, arzu ediyorlarsa arabaya binsinler... diye haber gönderdim./ Bu olaydan sonra da Safiye Hanım otomobil istemedi./ Halil Paaşa, millet ve devlet işlerinde doğru olana büyük saygı gösteriyordu... bir gün bana:/-Selahattin, Safiye otomobille gezmek istiyor, sen yalnız binmesine müsaade etmiyorsun, ben de gidemiyorum, ne olur ara sıra beraber binip gezseniz./ Paşaya dedim ki:/-Efendim, Safiye Hanım benden küçüktür, genç ve güzeldir... görenler ne söyler" 233
-"5 Kasım 1917'de İngilizler... Tikrit mevziine taarruz ettiler... otomobilde Halil Paşa, Kurmay Başkanı Alman Yarbay Paraküvin, ben... Kolordu, direnme umudu görmüyordu./.../ Kolordunun yarın kuzeye çekilmesi zorunludur.../... Musul'a dönülecekti./.../... Halil Paşaya dedim ki:/.../-Ordu sizin buraya geldiğinizi duydu. Şimdi cepheye gitmeden döndüğünüz öğrendikleri zaman... moralleri bozulacak.../... Kurmay Başkanı Paraküvin... Paşaya:/-Bir teğmenin böyle harp meclisinde bulunması doğru değildir... söze karışmasına tahammül edemem./.../... Cepheye gideceğiz./... Alman... Kurmay Başkanı itiraz ettiği zaman Halil Paşa:/-Siz isterseniz geri gidin... ben Ordunun başında... bulunmak zorundayım./.../... buraya gelmemiş olsaydık Cafer Bey... Cebeli Hamrin'e çekilip Şırkat'ı boş bırakacakmış... sonucunda Kolordu olduğu gibi esir düşecekti./ Ve Alman Kurmay Başkanı'na da Almanca:/-Selahattin'in karakteri kumandan kurulunun bilgisine üstün geldi" 234-237
-"Musul bölgesinde açlık başlamıştı.../.../... halkın elindeki erzakı paralı ve parasız alıyorduk./ Böylece aç.lık halkta yoğunlaşıyordu./... Açlıktan ölüm olayları başladı. Her gün sokaklarda kadın, erkek, çocuk ihtiyar bağıra bağıra ölüme gidiyor... Ölen çocukların etini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanında pişirip halka yediren 10-12 kişi idam edilmişti./.../... bazı satın alma kurullarımızı İran sınırından sokarak oralardan erzak almaya çabaladık. Ancak İngilizler... İranlılardan erzakı daha pahalıya satın aldılar, aldıklarını da olduğu yerde yaktırdılar. Böylece Altıncı Orduyu dağılmak ve küçülmek zorunda bıraktılar" 240, 241
-"12.12.1917'de Ruslar... mütareke aktine hazır olduklarını bildirdiler.../.../... Üçüncü Ordu bize Van gölüyle Karadeniz arasındaki bölgede Ruslarla Mütareke imzalandığını bildirdi./ Ruslarla... 1 Ocak 1918'de mütareke imzalandı... Rus kurul Reisi Albay, Halil Paşaya:/-Siz, dedi, bizim ihtilalimiz dolayısıyla bugün galip duruma geldiniz... bugün Almanların elinde bir alet olmuşsunuz.../.../... Halil Paşa.../-... Büyük savaşın neden ilan edildiğini ve harp sonu neler olacağını biliyorduk. Tarafsız kalmamıza imkan bulunmadığını da kabul etmiştik. Çünkü iki büyük grubun arasındaydık... tarihimize bakmak gerekiyordu... Son üç yüz sene... bütün Türk ülkelerini... istila eden... Rusya; bütün Müslüman ulusları esareti altında tutan... Fransa ile İngiltere... hesap açıktı. Biz Rus'un, İngiliz'in, Fransız'ın tabii düşmanıydık... Biz galip gelip gelemeyeceğimizi düşünmedik. Biz bin yıllık tarihimizin bizden istediğini yapmak kararıyla muharebeye girdik./.../ Mütareke Kurulu ertesi sabah hareket etti. Ama hepimizde... umut kıpırdanmaya başlamıştı. Yüzyıllardan beri her zaman yenildiğimiz Ruslar artık yenilgiye uğramışlardı./ Bu sarada Azerbaycanlı bir kurulun da geldiği Kerkük'teki 13'üncü Kolordudan bildirildi./... istedikleri şeyi anladık:/Rusya artık dağılmıştır, Rus devleti yoktur. Çarlık yönetimi altında yaşayan bütün uluslar ayaklanmış, bağımsızlık istiyorlar, Kafkas Türkleri de bir Türk hükümeti kurmak için yardım istiyorlar./ Bu dilek başkumandanlığa yazıldı. Başkumandanlık... Azerbaycan'da bir keşif ve inceleme yapılmasını emretti. Bunun üzerine Kurmay Yüzbaşı İsmail Berkuk, Yüzbaşı Sarıgüzelli Mithat, Topçu Teğmeni Muzaffer bu kurulla Kafkasya'ya gönderildi" 243-245
-"Halil Paşa kadına, kumara, rakıya eğilimi olan adamdı. Bunlardan uzak duruşuma bakarak bana "ahmak" derdi ve buna rağmen beni bu karakterimden ötürü severdi./... Başkumandanlıktan şöyle bir emir aldık:/-Bizimle mütareke yapan Rus ordusu cephemizden çekilmiş, yerine asi Ermeni taburları kalmıştır. Bu Ermeniler de... halka zulüm yapmaktadırlar... Üçüncü Ordu ileri harekata başlayacak.../... Üçüncü Ordu 7 Şubat 1918'de ileri harekata başladı, ve:/ 13 Şubat 1918'de Erzincan'ı... 24 şubatta Trabzon'u, 12 martta Erzurum'u... aldı./... harekat çok çetin oldu... Türk Ordusu... destan yarattı. Vehip Paşa Ordu Kumandanıydı. Yakup Şevki Paşa ve Miralay Karabekir Kolordu Kumandanları.../ İleri hareketin raporlarını her akşam Vehip Paşa, Altıncı Orduya veriyordu... biri şöyleydi:/ "Erzincan'a giren birliklerimiz, Erzincan sokaklarında duvarlara memelerinden çivilerle çakılmış, dudakları, kulakları kesilmiş ve gözleri oyulmuş kadınlar bulmuşlardır... öldürülmüş binlerce genç ve ihtiyar görmüşlerdir. Yakılmış ve çukurlara doldurulmuş cesetler her yanı kaplamaktadır."/ Çarlı Rusyası'yla savaş, Karadeniz'deki donanmamızın Sivastopol'u bombardıman etmesiyle 29 Ekim 1914'te başlamış ve 26 Mart 1918'de Brestlitosk Barış Antlaşmasıyla bitmişti" 246, 247
-"1 Mart 1918... Musul'da... Demirkapı'ya hareket ettik./.../... Çölün ortalık yerinde ve aç kaldık. Telefonla Musul'a haber verdik. Avusturyalılar uçakla kendilerine ve neferlerine erzak getirdiler. Bir sürü subay olduğumuz halde, bizi kimse düşünmedi. Alman ve Avusturyalılar bizim ülkemizde bizim araçlarımızla kendi erlerine bizim subaylarımızdan daha iyi bakıyorlardı./.../... Almanlar üç gün sabah kahvaltısı dahil olmak üzere bize çok güzel baktılar.../... Para almadılar. Ben... on altın lira göndererek... nedeni... Halil Paşaya duyulan saygıyı sürdürmekti" 249, 250
-"Nuri... 27... yaşındaydı... korgeneral./.../... Yarbay Alaettin Bey... boyuna Enver Paşaya küfrediyordu. Hatta bir ara:/-Herif amcasını ve kardeşini ordu kumandanı yaptı, bize hala tümen kumandanlığını çok görüyor kerata, p..... diye söylenip durdu" 252, 253
-"Almanlar gerek Türk halkına ve gerekse ordu üyelerine çok ağır muamele ediyorlardı. Bir Alman subayı Türk subayına adeta aşağı bir milletin üyesi diye bakıyordu" 256
-"Konya.../.../ Emin Bey açıkladı:/-İstanbul'da un yok, pirinç yok, her şey pahalı ve İstanbuldakiler aç./ Oysa burada un var, bulgur var... Hemen almalı ve İstanbul'daki aç ailelerimize götürmeliymişiz./ Biz bu işlerin farkında değildik... fabrikaya gittik. Ben üç kardeşime üç sandık yaptırdım.../... bunları istasyona sokacağımız sırada önümüze polisler çıktılar.../-Olmaz, dediler... komisyon müsaade etmeyince bunlar Konya'dan çıkamaz./... tartışmadan sonra... vagona koyabildik./.../... Haydarpaşa'ya geldik./ 13 Mart 1918'i gösteriyordu takvim.../.../-Haydarpaşa İstasyon Kumandanı, erzakın çıkmasına müsaade etmiyor.../.../-Ya, demek zatı aliniz Halil Paşa Hazretlerinin yaverlerisiniz. Neden deminden beri söylemiyorsunuz?.../.../... serbesttir, götürünüz" 258-260
-"İstanbul 1918/ Anadoluhisarı'nda büyük binaları, hastane yapmışlardı. Bu hastanelerde ayakta tedavi gören neferler geceleri sokaklara dökülüp ev ev dolaşarak ekmek dileniyorlardı... Birçok asker soğuktan, açlıktan, bakımsızlıktan ölüyormuş... İstanbul'da birçok subay, memur, er, tüccar zengin olmuşlardı. Beş kuruşa aldıklarını beş yüz kuruşa satıyorlardı. Bir yanda derin bir sefalet, öte yanda büyük paralar, toplumdaki rezaleti, sefahatı, namussuzluğu arttırmıştı. Bazı şehit aileleri iffetlerini satarak yaşamak zorunda kalmışlardı./... Komisyon... ölüler için kefen bezi dahi vermiyordu.../... cephede ölenler, ölenlerin arkada bıraktıkları aileler kimsenin umurunda değil. Rum, Yahudi, Ermeni ve Almanlar, memleket ekonomisine hakim" 262
-"Enver Paşanın yanındaydım./.../... iaşe durumunun çok kötü olduğunu ve birçok Arap'ın insan eti yediğini anlattım" 264
-"1908 inkılabı ülkede bir erdem havası yaratmış.../.../-Şevket Beyin refikası benim.../... ayda bir veya iki defa yalnız un çorbası olarak sıcak yemek yiyoruz. Geri kalan günler kuru ekmek... O ekmeğin içinden de sümüklü böceğe, toz toprağa kadar her şey çıkıyor" 265
-"Bana söylediği.../... Para yap! Parası olmayan adamın hayatta değeri yoktur" 266
-"İstanbul'dan... haber.../... Hırsızlık, namussuzluk... sefahat, rezalet, sefalet.../ Bunun üzerine Halil Paşa:/-İstanbul'da hükümet yok mu?/-Var. Ama bütün ihtikarı yapan Bakkallar Cemiyetiymiş. Cemiyetin Reisi de Sadrazam Talat Paşa.../... Halil Paşa.../-Bu kadarı da dedikodu" 268
-"enver Paşa Hazretlerinin mutfağının günlük yağ ihtiyacı 43 kiloydu./.../ Ben izne giderken bana verilen üç bin liradan iki yüz küsur lirasını Halil Paşa hesabına ve dört yüz küsur lirasını da kendi hesabıma sarfettim. Fakat kalan parayı İstanbul'da altın, Musul'da kağıt paraya çevirince, sarfiyatım yüz liraya inmişti. Bunu kumandana bildirip parayı kasaya koydum. Halil Paşa bu davranışıma çok kızdı:/-Ben o parayı şahsına vermiştim... deyip tekrar almamı istedi ise de almadım./.../ 26 Nisan 1918'de Türk Ordusu 1878'de Berlin Antlaşmasıyla Çarlık Rusyasına verdiği toprakları tamamen işgal etmiş ve Büyük Harpte kaybettiği bütün Doğu illerini geri almıştı./... 26 Mart 1918'de Gürcüler, Almanlarla bir anlaşma imzalayarak, Almanların himayesine girdiler... Fon Kres, Tiflis'e girdi... karşımıza bir hasım gibi çıktı. Hatta Kütayiş civarında Türk-Alman karakolları arasında bir çatışma da oldu.../.../ 28 Mayıs 1918'de... Nuri Paşa, Gence'de mahalli İslam Ordusunu kurmaya başladı.../.../... Bakü "İngiliz-Ermeni-Rus..."... bir kuvvetin elindeydi. Gürcistan'da bir tümen Alman askeri, Gürcü hükümetini... koruyordu./ 11 Haziran 1918'de emir aldık.../.../... Dokuzuncu Ordu İran içinden, Altıncı Ordu Irak'tan İngilizlere taarruz edecek.../ Bu iki ordunun kumandasını... Vehip Paşa eline alacak.../ Bu emir... heyecan... yaratmıştı.../ 28 Haziran 1918'de Vehip Paşa'dan bir emir aldık. Paşa, görevden istifa ve İstanbul'a hareket ettiğini yazıyordu" 269, 270
-"Bir yıl kadar önce Kerkük'te yedi buçuk liraya altın bozdurmuş ve bunu Musul'da tekrar beş buçuk liraya altın yapmış, aradaki farkla Halil Paşaya Beşiktaş'ta dört bin lira karşılığında bir ev almıştık./.../... Ağabeyime... şifreyle... sordum: Beş bin altın lirayı İstanbul'da kaç günde ve kaça alabilirdik. Tanesi 405 kuruşa... bir günde satın almak mümkündür, cevabını aldım./... iaşe subayı Behçet'i çağırıp amacımı anlattım. Uygun buldu... Musul'da bir altın lira, 7 kağıt lira etmektedir. Karar verdik: Beş bin altını kağıt yapacağız ve bunu İstanbul'da gene altına çevireceğiz, böylece kimseyi ilgilendirmeyen ve kimseye zarar vermeyen bir para oyunuyla beş günde 15 bin lira kazanacağız./ Behçet bana dedi ki:/-Sen yaver olduktan sonra bana çok yardım ettin, beni üç beş kere İstanbul'a yolladın: Ben bu sayede ticaret yaptım. Ve Fatih'te yedi bin liraya iki apartman aldım.../.../ Ama ben bu işi yapamadım./... 5 Temmuz 1918'de inancım şuydu:/-Bir subay, dürüst, fedakar ve kahraman olmak için fakir olmalıdır. Zengin adam, rahata, sefahata alışan adam, subay olamaz" 271
-"10 Temmuz 1918... Haydarpaşa'ya vardık.../.../ Hep beraber motora bindik, Dolmabahçe'de rıhtıma yanaştık... Halil Paşa Başkumandan Enver Paşayla görüştü.../.../ Bir gün zamanın İaşe Nazırı Kemal Bey ve Adana Valisi Cevdet Bey Halil Paşaya gelmişler, Arnavutköy'de bir Hıristiyanın yalısının on dört bin liraya satıldığını bildirerek Halil Paşanın bunu almasını istemişler./ Bizim Kumandan:/-Param yok... demiş./ Sonunda beni çağırdılar ve Halil Paşa için benden 14 bin lira istediler.../.../ Ben-Bende Halil Paşanın parası yoktur./ Kemal Bey-Mesture (örtülü ödenek) parası sizdeymiş./ Ben-Devlet, örtülü ödeneği Halil Paşaya ev alması için vermemiştir... Halil Paşa:/-Ben size... yaverin örtülü ödenekten para vermeyeceğini söylemedim mi?/ Buna rağmen bu evi Halil Paşa'ya aldılar.../... Zamanın Padişahı Vahdettin, Halil Paşayı huzura kabul etti.../.../ Padişah, söylendiğine göre Enver Paşadan korkuyordu. Ve bir gün hanedanı yıkıp, yerine padişah olacağından endişe ediyordu./ Milli Şair Mehmet Emin, Halil Paşanın hocasıymış... Bir gece bizi akşam yemeğine davet etti. Yemekte hanımı, kızı... vardı. Hayatımda ikinci keredir ki, yabancı bir aile içinde hanımlarla yemek yiyordum... Emin Bey o sıra Sivas Milletvekiliydi. Birçok kötülük ve hırsızlık hikayesi anlattı. Rum, Ermeni ve soysuz bir Türk azınlığın zenginleştiğini... dile getirdi./ Halil Paşa:/-Peki, bunları Enver Paşaya söylemediniz mi?/ Hepsini Enver'e anlattım... dedi ki:/ "... dedikodudur... sen de mi inandın? Sana teessüf ederim"./.../ Bir gün... Kumandan... bana döndü:/-Selahattin, dedi, şu memleket ne bahtsız. Abdülhamit'i kötü ve etrafı hırsız diye yıktık, yerine milletin devletin saatedini ve yükselmesini isteyenler geçtiler... onlar Abdülhamit'ten fena oldular. Bu memleketi kurtarmak için ne yapmalı?/.../... bir cuma selamlığına gittik. Vehip Paşa da oraya gelmişti. Vehip Paşa bizim Kumandana "Şark Orduları Grubu" Kumandanlığından neden istifa ettiğini anlattı. Vehip Paşa, Şark Ordular Grubunun Irak'ı almak üzere yeni Irak taarruzunu bir cinnet sayıyor ve diyordu ki:/-Artık bizim muharebe edecek davamız kalmamıştır. Biz elimizdeki orduyu dinlenmeye çekelim. Yarın olacaklara karşı hazır tutalım./-Almanlar bizi Baku petrol kuyularından uzak tutmak için Irak'a sürüyorlar, Başkumandan bunların dolabına girmiştir... boş emeller uğruna Türk Ordusunu kırdırmayın./ 24 Temmuz 1918 günü yola çıkacaktık... yiyecek birçok şey aldık./ Vapur, Galata rıhtımına yanaşmıştı./.../... Enver Paşa... Talat Paşa... Nazırlar geldiler.../... alkış ve mızıka sesleriyle ayrıldık./... Alman subayları hep bir ağızdan:/-Doyçland... über alles... marşını söylemeye başladılar./ Bizden de bir Türk marşını söylememizi rica ettiler./.../.Karadeniz... marşını söyledik" 272- 275
-"Trabzon'da 27-28 Temmuz 1918 gecesi kaldık.../ Genç Polis Müdürü Refik Beyden o gece tüyler ürpertici hikayeler dinledik. Ruslar Trabzon ve dolaylarını işgal edince oralarda bulunan Rumlar, Türkler'i öldürmüş, mallarını yağma etmişlerdi.../.../ Gün 28 Temmuz 1918'di... özellikle "Turan devleti" umutlarımız bize hayallerimize sığmaz zevkler veriyordu./ Saat 2'de Batum tamamıyla gözüktü./.../... Esat Paşa... bekliyordu... Bize Batum'da Çarın yazlık sarayı ayrılmış./.../ Şehir çok güzeldi.../... bir Avrupa kentiydi. Trabzon Batum'un yanında bir köydü./ Oysa Batum, bizden Ruslara geçeli ancak kırk yıl olmuştu./.../ Batum'da birçok Rus generali ve subayı vardı. Bunlar Bolşeviklerden kaçmışlar, sokaklarda dileniyorlardı.../ Halil Paşa... emir verdi: Rus subayları... iaşe edilecekler.../.../ 31 Temmuz 1918... Tiflis'e doğru yola çıktık./.../ Demiryolu... Manzara cidden ömürdü... resim gibiydi. Biz alışmadığımız, görmediğimiz bu uygar tablolara hayran bakıyorduk. Ruslar bizim o günkü anlayışımızla kavrayamadığımız bir çabayla topraklarını cennete çevirmişlerdi.../.../ Tiflis... Dört yıl her cephede çarpışmış, milyona varan şehit vermiştik. Ama şimdi asıl Türk yurduna giden yolu açmıştık. Büyük Turan devletinin kurulması yolunda Doğuya gidiyorduk. Galiptik... Rus'un bağrını delmiştik./.../ Gar, Türk ve Gürcü bayraklarıyla donanmıştı./... Hotel Noya'ya indik... Pera Palas gibi oteller bunun yanında köy evi etkisi yaratıyordu" 276-280
-"Tiflisli Mehmet Beyin hemşiresi Ayşe Hanım.../.../ Şapkalı Müslüman Türk kadını.../ Ben doğduğumdan beri ve özellikle 1908 İnkılabından beri hep aynı ruh ve propagandayla yoğrulmuştum:/-Gavur gelecek, Müslümanlığımızı elimizden alacak./ İşte gavur... şapka giydirerek gavur yapmıştı" 281
-"Cumhurbaşkanına gittim./... hiçbir formalite yoktu./.../ Ben otelin metrdotelini çağırdım.../ Adam yanımızda duran telefonu açtı ve doğruca Cumhurbaşkanına benim kendisini görmek istediğimi söyledi./.../ Başgarsonla bir Cumhurbaşkanının hiçbir merasime tabi olmaksızın görüşmesine hayran oldum./... Cumhurbaşkanlığı binasına gittim... odacıya... haber vermesini istedim./ Bana:/-Sormaya lüzum yok, giriniz, dedi" 282
-"Gürcü gazeteleri.../-Türkler Baku'ya hücum ettiler, yenildiler, geri kaçıyorlar./... Halil Paşa... Gence'ye gitti.. aldığımız bilgi şu oldu:./-Nuri Paşa... Baku'ya girmeyi başaramamış" 283
-"Biz Tiflis'te aynı zamanda Kuzey Kafkasya'da kurulacak hükümet işleriyle de uğraşıyorduk. Kurmay Binbaşı Berkuk... Derbent'te karargah kurmuş, bir Dağıstan devleti kurmak için çalışıyordu. Oradan bir kurul gelmişti. Başlarında Cumhurbaşkanları olduğu halde bizimle konuştular. Anlaşma:/ "Biz önce Baku'yu alıp, Azerbaycan devletini kurduktan sonra kendilerine gereği kadar kuvvet göndererek, o civarda bulunan Rus ordusunun kalıntılarını kovacağız ve Kuzey Kafkas devletini kuracağız."/.../... ilk hedef olarak Azerbaycan'a asker yollamaya çalışıyorduk" 284
-"Yakup Şevki Paşa.../.../-Ben seni namuslu bir adam tanırdım, sen de mi namussuz oldun?/ Bu sorunun nedenini sorduğum zaman:/-Başındaki kalpak yüz liralıktır, dedi... Ben bir ordu kumandanıyım, üç liralık kalpak giyiyorum. Sen bu parayı nereden buluyorsun?/ Kalpağın Halil Paşaya Afganlılar tarafından hediye edilmiş üç kalpaktan biri olduğunu... söyledim.../.../... General Ali Şihlinski, bize hizmet etmek üzere Gümrü'ye Halil Paşa'ya başvurdu... kurulmakta olan Azerbaycan İslam ordusunda veya kendi memleketi olan Kuzey Kafkas devleti ordusunda görev istiyordu. Halil Paşa bu adama çok saygı gösterdi... Rus ordusundaki rütbesine eşit "Tümgeneral" Türk üniforması giymesi yetkisi verdi.../... dedi ki:/.../-Ben hayatımda iki defa Rus Çarı Hazretleriyle bu kilisede ayinde bulundum... Çar Hazretleri çok büyük insandı, ona yazık oldu./... Halil Paşa'ya anlattım. Bu adama hiçbir görev vermeden tekrar köyüne yolladık./ Ruslar, Kars'ta koca bir heykel yapmışlardı.../... Karabekir, heykeli kırdırmış, Kars kilisesini de cami yapmış./ Bizim Alman Kurmay Başkanı bu kilise işini duyunca küplere bindi.../.../... bu olay Almanlarla aramızdaki uçurumu gösteriyordu... Enver Paşa'dan gizli bir emir.../.../ "Almanlar bizim, Doğuya Baku'ya ve Rusya içerlerine yayılmamızı doğru görmüyorlar... 3 Mart 1918... Brest Litosk barış anlaşmasının gereğince Baku'yu Ruslara bırakmışlardı. Fakat petrolünü kendileri almak şartıyle... Siz, bir an önce mahalli kuvvetler teşkil ederek Baku'yu almaya çalışınız. Ancak bu işte şahsen tarafsız kalınız. Muharebeyi Azerbaycan'ın mahalli kuvvetleri yapsın."/... Tiflis.../ Fon Kres'in... söylediği şey kesindi... Baku Ruslara bırakılsın.../ Bunda başarı gösteremeyeceğini anlayınca, taktiğini değiştirdi... Baku'ya... taarruza bir Alman birliği de katılsın./ Halil Paşa ile Fon Kres bu işte uyuştular.../ Fon Kres'in bizim Azerbaycan'a... gizlice yolladığımız kuvvetlerden haberi yoktu... orada mahalli kuvvetler meydana getirmiştik.../... Azerbaycan sınırlarına girdik... Nuri Paşa karşıladı" 285-287
-"Kumandan bana şu emri verdi:/-Basri'ye söyle, bu gece yarısından sonra saat 2'de birlikler süngü hücumuyla düşman siperlerine girecektir... Bu emrimi aynen Alman Kurmay Başkanına da söyleyin. Tiflis'te Fon Kres'e süvari alayını hemen trenle Baku'ya göndermesi için yazsın./ Gürcü-Azerbaycan sınırı üzerindeki şimendifer köprüsünü tahrip etmesi için orada hazır bulunan tahrip müfrezesine Basri şimdi telefonla emir versin. Bunu kimse duymasın. Sonradan bunun bir hata olarak yapıldığı ilan edilecektir./ Halil Paşanın amacı Alman birliklerinin Baku'ya gelmesine olanak bırakmamaktı./.../ 14 Eylül 1918.../.../... manzarayı gördük. Birçok vapur Baku'dan açılıyor... düşman son mevziinde direnmeye uğraşıyordu. Özellikle... Salyan Kışlası mukavemet ediyor.../... sevinç içinde... Kurmay Binbaşı Salih... Paraküvin'e Almanca:/-İşte vapurların açılması düşmanın kaçtığına ve bizim başarımıza işarettir./ Denizde elliye yakın irili ufaklı tekne vardı./ Kurmay Başkanı buna cevap verdi:/Kaçan düşman değil, sizin zulmünüzü hesaplayan Ermenilerdir... dünyanın en namuslu ve çalışkan milleti olan Ermenilere bu zulmü yapmakla tarihin en kötü damgasını yediniz./ salih Bey:/-Onlara acımak bize düşmez... dedi./ Alman üzerine gitti:/-Bunu Türk'ün yağmacı ve vahşi ruhu yaptı./ Salih:/-Eğer vahşet söz konusuysa, bunu bize siz öğrettiniz. Yüzyıllardan beri Türk kanı içen, Hıristiyan dünyasıdır" 289-291
-"15 Eylül 1918 sabahı birlikler... Baku'yu işgal etti./.../ Yol tahrip edildiği için Alman süvariler gelememiş... Başkumandandan şu emri aldık:/ "Baku Ruslara verilecek, petrolünü Almanlar alacaktı Neden oraya taarruza lüzum gördünüz? Neye bunu Başkumandanlığa haber vermediniz? Sizin yeriniz Kars'tır. Baku'da ne işiniz vardır? Derhal Kars'a dönünüz..."/ Bu emir Harbiye nezareti telgrafhanesinden geliyordu./... Enver Paşa kendi evindeki telgrafhaneden şu telgrafı çekiyordu:/ "Büyük Turan İmparatorluğunun Hazer kenarındaki zengin bir konak yeri olan Baku şehrinin zaptı haberini en büyük meserretle karşılarım. Türk ve İslam tarihi sizin bu hizmetinizi unutmayacaktır..."/... birinci şifre Alman... müttefiki Osmanlı... Başkumandanlığı tarafından, ikincisi Türk Enver Paşa'dan geliyordu./.../ 16 Eylül 1918... Baku'ya geldiğimiz zaman ortalık bir mahşerdi.../.../ Bakulu Türkler Halil Paşa'dan Allah gibi söz açıyorlardı./... Bir grup geldi... Evlerinin yağma ve ailelerinin saldırıya uğradıklarını söylüyorlardı... Kumandan:/-Ben bu işlere... karışamam, burada Azerbaycan hükümeti ve Azerbaycan Ordusu Kumandanı Nuri Paşa var. Bu işlere o bakar... deyince Paraküvin:/-O çocuktur, diye itiraz etti. Ordu Kumandanı değildir. Enver Paşanın kardeşi olduğu için buraya gelmiştir.../ Bu, Nuri Paşaya hakaretti./ Halil Paşa:/-Bir Türk ordusu kumandanına saygı göstermekte kusur ettiğiniz için sizi görevden alıyorum... Türk sınırları dışına çıkacaksınız.../ Çok şey yapacağını sanan Kurmay Başkanı biranda sıfır olunca şaşırdı, dondu... Halil Paşa, karargahtaki tüm Alman subaylarının Paraküvin'le birlikte gitmesini emretti... bana... şehri gezerek güvenliği sağlamamızı... emretti./ Biz üç saat kenti gezdik. Gördüğümüz manzaralar feciydi. Bunlara engel olmaya çalıştık./ Üç gün kadar Baku'da kaldıktan sonra bir kuvve-i seferiye ile Hazer denizini geçerek Türkistan'a çıkması için Nuri Paşa'ya Kuzey Kafkas istilasını tamamlayarak orada bir devlet kurması için Tümgeneral Yusuf İzzet Paşa'ya emir verdikten sonra Gümrü'ye döndük./ Alman Kurmay Başkanı... Batum'a gittiler./ Böylece Karargahtaki Almanlardan kurtulmuştuk./ 19 Eylül 1918'de Gümrü'ye vardık. Bir iki gün sonra Ermenilerle müzakere için Erivan'a gittik. Oradan Tebriz'e geçerek İranlılar'la konuştuk... Tebriz'de bulunan.... Karabekir Paşa karşılamaya gelmişti. İki kumandan burada öpüştüler. Irak'tan beri dargın iki adamın barışmasıydı bu.../ Üç gün kadar Tebriz'de İran hükümetinin misafiri olduk.../.../ Biz Tebriz'e geldiğimiz zaman İngiliz birlikleri de Tahran'daydı. Yani İran'ın batısında Türkler, doğusunda İngilizler, karşı karşıyaydık./ Halil Paşa, Tahran'a yürüyerek ve İngilizleri daha doğuya atarak İran'ı tamamen ele geçirmenin uygun olacağını Karabekir'e söyledi./ Karabekir; muharebenin genel durumunun aleyhimizde olduğunu ve zaferin İngilizlerce elde edilmiş bulunduğunu... birliklerimizi uzak maceralara atmanın tehlikeli olduğunu ileri sürdü. Halil Paşa... kabul ederek... düşüncesinden vazgeçti" 292-294
-"Filistin'deki ordumuz yenilmiş, Şam'ı bırakmış, Halep'e doğru çekiliyor. Bu çekiliş... bir kaçışa benzemiş... Çok esir vermişiz./ Bulgarlar... 29 Eylül 1918'de mütareke imzalamış.../ Almanlar... yenilmişler.../ Bütün bu haberler... felaketlerin başladığını haber veriyordu./.../... 9 Mart 1917'de Rusya'da ihtilal çıkması bizim yararımızaydı ama, 6 nisan 1917'de Amerika'nın Rusya'ya harp ilan etmesi durumu değiştirmişti./.../ Konuşanlar... kumandanları suçluyorlardı" 295
-"Hükümet 30 Ekim 1918'de İngilizlerle Mondros Mütarekesinin imzalandığını... bildiriyordu./... Enver Paşa kendisinin Kafkasya'ya geleceğini, Asya Türklüğü içinde çalışacağını... bildiriyor, Halil Paşa'nın fikrini soruyordu./... Basri'yle aramızda çok şiddetli bir tartışma geçti... Halil Paşa beni İstanbul'a izinli göndermek istedi, kabul etmedim. Azerbaycan'a Nuri Paşa'nın yanına göndermeyi teklif etti. "Peki" dedim./.../... Nuri Paşayı gördüm. Bana çok iltifat etti./.../ Ben bir hafta kadar muavinlik ettikten sonra Baku-Batum Hat Komiseri oldum. 1.11.1918'den 1.2.1919'a kadar sürdü bu görevim.../ Baku'dan doğuya Türkistan'a yollanacak kuvvetler, gönderilmemiş, ancak... Petrovski'yi işgal etmişlerdi./ Tam o sırada Mondros Mütarekesi şartları bize tebliğ edilerek Kafkasya'nın tahliyesi emri geldi. Bu tahliye için İngilizler bize iki ay süre vermişlerdi... 1889 Berlin Anlaşmasıyla çizilen Türk-Rus sınırının batısına çekilmiş olacaktık./... tahliye hareketi başladı./.../ En son aldığımız emirde Baku'nun 10.12.1918 günü tahliye edileceği ve 11.12.1918 günü... denizden... General Tomson birliklerinin Baku'yu işgal edecekleri yazılıydı.../.../... Tarihin yürüyüşü durmuş, Turan emelleri gömülmüştü" 296-298
-"Türkiye'ye ait her malzemeye... galipler el koymuşlardı. Güney Kafkasya'yı... İngiliz birlikleri işgal ediyordu.../.../ Perişan... vatana dönmeye çabalıyorduk" 299
-"Arkadaşlar diyorlardı ki: Ahıstafa istasyonunda Gürcistan'a gitmek üzere yığılı akaryakıt vagonları vardı. Tiflis'e giden askeri trenlere bu vagonlardan birer adet takılacak ve Tiflis'te satarak kazançları taksim edecekler.../.../ O zaman kafamda şu fikir yatıyordu./-Ben... yardım edebilirim, ama elimdeki yetkiyi kendi hesabıma kullanırsam yolsuzluk olur./... Yüzbaşı Mustafa Remzi geldi. O da bir vagon kendisi ve iki vagon Abdülkerim Paşa namına istedi./ Ona da verdim" 300
-"Azerbaycan'da... bulunduğum kısa sürede anladım ki 4,5 milyon Türk'ten pek azı bizi istiyordu./ Bunlar milli duyguları uyanmış çevrelerdi. Üst yanı bizimle Rus yönetimi arasında bir ayırım yapmıyorlar, hatta Rusları... tercih ediyorlardı./ Birtakım Türkler de vardı ki... bize düşman gözüyle bakıyorlardı.../.../...Habip Selimof... Bana.../-Siz ne utanmaz adamlarsınız! Memleketimize geldiniz, yapmadığınız kepazelik kalmadı. Şimdi bir müşir... hayvan vagonu veriyorsunuz.../.../ Sabrımı taşıran bu bağırış oldu. Selimof'a:/-Ulan Rus köpeği, sana bir Türk'sün diye hürmet ettim... dedim ve arkamdaki subaya:/-... laf söylerse vur! diye emrettim./.../ İşte bizim Turan macerasındaki emellerimizin sonunda karşılaştığımız Azerbaycan aydını buydu./.../... haberlere göre Batum . İngilizlerce işgal edilmişti.../ Batum'a varan trenler istasyonda İngiliz kordonuna alınıyor... silahlar orada bulunan Ermenilere teslim edilerek derhal Ermeni birlikleri düzenleniyor./.../ Gene Batum'dan alınan haberlere göre İstanbul'a İngilizler girmişler ve... Türkiye'nin her tarafını işgal ediyorlarmış" 301, 302
-"Fon Kres'in yaveri bana baş vurdu.../-Biliyorsunuz, Gürcistan'da bulunan Alman tümeni de Bolşevik oldu. Bazı subayları öldürdüler... bizleri koruyunuz" 304
-"Tiflis'ten ayrılacaktım./... Gürcülerin bizim cephane trenlerini yağma etmek istediklerini... söyledi... Demiryolları Genel Müdürü Abelof geldi. Önce cephaneyi vermemizi rica etti. Kendilerine iki gün önce bunları Batum'a göndermek için Harbiye Nazırlarının söz verdiğini söyledim./ Konuşmalar boşa çıktı./... sonunda şu teklifi yaptım:/-Siz gün kararmadan bu cephaneyi Batum yönüne yola çıkarınız. Gece olunca vagonları kör bir istasyona çekersiniz... trenlerden cephaneyi alırsınız. Ben Batum'daa bunu Hükümete bildiririm. O da sizi protesto eder. Trenlere koyacağım neferlere size direnmemeleri için emir veririm./ Müsteşar çok memnun oldu. Gitti kardeşi olan Harbiye Nazırına durumu anlattı... bana bir hediye vereceklerini, bunu kabul etmemi rica etti... Gürcü nişanını vereceklerini sandım... açıkladı:/... bir milyon rublelik bir çek... Yani yüz bin lira.../... çok etkilendim ve üzüldüm, dedim ki:/-Ben size bu cephaneyi Ermenilerle dövüşeceksiniz ve bu dövüş bizim için yararlı olacak düşüncesiyle verdim... vereceğiniz parayı aldığım dakikada ben devlet malını satan bir hırsız olurum. Siz bunu nasıl bana kıyıp söylediniz.../.../... beni öptü:/-... Size battı diyorlar... Senin gibilerin olduğu devlet batmaz./ Beni öptü, sevdi, benden ayrıldı./.../... Halil Paşa ve daha birçok paşa tevkif edilmiş. Kaçan bütün Ermeniler ve Rumlar dönüyorlarmış.../ 1 Şubat 1919 günü Batum'a geldim./ Önce elimdeki bütün parayı Mürsel Paşa karargahına teslim ettim./ Bütün subaylar Erzurum'a gidiyordu./... beni İstanbul'a çağırıyordu" 305, 306
-"29 Eylül 1918'de Bulgarlar.../ 30 Ekim 1918'de Osmanlılar.../ 11 Kasım 1918'de Alman ve Avusturyalılar.../ düşmanlarıyla mütareke imzaladılar./.../ Bu savaşta bizim Kafkas cephesine gönderdiğimiz asker 800 bin kişidir. 240 bin kişi ölmüş, 160 bin kişi sakatlanmıştır./.../ Gene bu savaşta Ruslar Kafkasya'ya 2 milyon; İngilizler Suriye ve Irak'a 1,5 milyon; İngiliz ve Fransızlar Çanakkale'ye 1 milyon asker göndermişler./.../ 3 Şubat 1919 günü Batum'dan İngiliz askerini taşıyan "Şantung" gemisiyle İstanbul'a doğru yola çıktım" 308
*
31.7.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder