Fyodor Dostoyevski, Rusça aslından çeviren: Ergin Altay, 8. basım: Ekim 2013, Can Yayınları, İstanbul
Arka kapak yazısında şöyle söyleniyor: "Dostoyevski'nin Gogol etkisinden kurtularak kendi sesiyle verdiği ilk büyük yapıt olan Yeraltından Notlar, Avrupa'daki büyük varoluşçu edebiyatı müjdeleyen bir roman... Yüz elli yıldır okunan gerçek bir başyapıt."
Arka kapak içi yazısında da şöyle deniyor: "... insan ruhunun evrensel derinliklerini keşfeden Dostoyevski..."
Ön kapak içi yazısında da, Berdyaev, şöyle diyor: "... Yeraltından Notlar Dostoyevski'nin nefis diyalektiğine bir giriştir. Psikologken metafizikçi olmuştu, insan ruhunun tragedyasını sonuna dek izleyecekti; eski anlamıyla insansever biri değildi artık. Hugo ve Sand'la, ya da Dickens'la ortak bir yanı kalmamıştı... Gene de insanlığı seviyor, ona acıyordu... onu ilgilendiren tek şey insan yazgısıydı; insan, artık yüzeysel bir varlık olarak ele alınmıyor, yeni bulgulanmış olan tinsel derinliklerine kadar deşilip izleniyordu. Yeni bir dünya, bir Dostoyevski dünyası doğmuştu./ Dostoyevski bir tragedya yazarıdır; onda, tüm Rus yazınında gizli duran tedirginlik en yüksek gerilimine ulaşmıştır: İnsanın acıklı yazgısı, dünyasının acıklı yazgısı taptaze, dipdiridir."
*
Bu yazılar karşısında şaşırıp kalıyorum!
Okuduğum metinden bunlar nasıl çıkar?
Ne deniyor?
Dostoyevski, neden, övülüyor?
*
Bence, Yeraltından Notlar, çok çok, bir, insanı anlamı çabası olarak görülebilir, hiç daha fazlası değil!
O çaba da, olumlu hiç bir yere varmıyor; ortaya çıkan, saçmalıktan başka bir şey değil!
Elbette yer yer hoş şeyler de var!
Ama, genelde var olan, hastalıklı bir bakış açısı!
*
Bence, anlatım da, saçma sapan!
Parantezler, olur olmaz, soru ve tırnak işaretleri, de cabası!
*
Bir de roman denmiyor mu? Nasıl oluyorsa...
Kurgu...
Tip...
Olay...
*
Elbette, tek başına, yazmış olması, üstelik o dönemde yazmış olması, övgüye değer!
Ama, bence, o kadar!
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Huysuzluğumun asıl nereden geldiğini biliyor musunuz baylar? Olayın özü de, bütün çirkinliği, iğrençliği de burada işte: Her an (en huysuz, öfkeli olduğum anlarda bile) büyük bir utanmazlıkla, yalnız huysuz, hatta öfkeli biri olmadığımı; kimseyi, kuşları bile ürkütemeyeceğimi, bununla ancak kendimi avuttuğumu bilmemdi" 12
-"Ben yalnızca huysuz olmayı değil, hiçbir şey olmayı da beceremedim... hiçbir şey olmayı başaramamış, yalnızca bir aptal olabilmiş akıllı biri (hiçbir şeye yaramayan) olduğum için öfkeli bir teselliyle kendimi avutuyorum" 13
-"Çünkü umutsuzluklarda zevklerin en yakıcısı bulunabilir" 17
-"Sözünü ettiğim o tuhaf zevkin özü buradadır işte: Özellikle, o iğrenç yarı umutsuzlukta, yarı inançta, kahrından kendini bilinçli olarak kırk yıl canlı canlı gömmede; zoraki yaratılmış, ama gene de bir ölçüde durumunun bu kuşkulu çaresizliğinde; tatmin edilmemiş, içine işlemiş isteklerin zehrinde; yıllarca alınan kararların hemen arkasından gelen pişmanlıkların sarsıntılı tereddüdünde" 20
-"O zaman şöyle sorarım size: "Ne sanmıştınız? Elbette, diş ağrısında da zevk vardır."/ Tam bir ay dişim ağrıdı, bu yüzden biliyorum. Kuşkusuz, o durumda sessizce öfkelenmez insan, inler. Ama o iniltiler içten değildir, sinsicedir. Ne var ki, asıl önemli olan da budur zaten. Acı çekenin duyduğu haz vardır bu iniltilerde" 22
-"Sizden rica ediyorum baylar, on dokuzuncu yüzyıl aydınlarından birinin diş ağrısı çekmeye başlamasının iki veya üçüncü günü inlemesini dinleyin. İlk günkü gibi inlememektedir artık. Yani yalnızca dişi ağrıdığı için inleyen kaba bir köylünün inlemesine benzemez inlemesi; ülkedeki gelişmişlikten, Avrupa'daki uygarlıktan etkilenmiş, duygulanmış, günümüzde dedikleri gibi "topraktan ve halkın özünden" kopmuş biri gibi inler. İnlemeleri pek bir iğrençleşir..." 23
-"Bilinçli bir insanın kendine güvenmesi olacak şey midir?" 24
-"Kaç kez geldi başıma... bir kez olsun, ortada bir şey yokken gururum incinsin istiyordum. Ama ortada güceneceğim bir şey olmadığını bile bile kendimi o kadar zorluyordum ki, sonunda gerçekten güceniyordum. Zamanla böyle şeyler yapmaya öylesine alıştım ki, artık kendime hakim olamıyordum... Bütün bunlar can sıkıntısından oluyordu baylar... Bir şey yamıyor olmaktan boğulacak gibi oluyordum. Evet, yaradılışın asıl, yasal, doğrudan ürünü hareketsizlik, yani boş boş oturmaktır... Gerçek, faal insanların çalışmalarının, bir şeyler yapmalarının nedeni, kalın kafalı, dar görüşlü olmalarıdır" 25
-"Her akıllı insanın yaradılış amacı doğrudan geveze olmak, bilerek havanda su dövmekse elden ne gelir?/ Ah, hiçbir şey yapmamam tembelliğimden olsaydı keşke. Tanrım! Kendime ne büyük bir saygım olurdu o zaman. Tembellik de olsa, kuşku duymadığım belirli bir özelliğim olduğu için ne çok saygı duyardım kendime!... özelliktir tembellik, belirli bir şey, bir meslektir efendim. Gülmeyin, öyledir. Dolayısıyla, birinci sınıf bir kulübün asıl üyesiyim ve tek uğraşım sürekli olarak kendime saygı duymaktır" 27
-"... insanoğlunun sırf gerçek çıkarının nerede olduğunu bilmediği için alçakça şeyler yaptığını; eğitilecek olursa, gerçek ve olağan çıkarlarının nerede olduğunu görmesi için gözleri açılacak olursa alçaklıklar yapmayı hemen bırakacağını; hemen iyi, temiz bir insan olacağını; çünkü bilgili olur, gerçek çıkarlarını anlarsa ve özellikle de çıkarının iyilikte olduğunu görürse, (hiç kimse çıkarının tersine bir şey yapamayacağına göre) zorunlu olarak iyi şeyler yapacağını ilk kez kim söyledi..." 29
-"Ama insan sisteme ve soyut mantığa öylesine tutkuyla bağlıdır ki, gerçeği bilerek çarpıtmaya, kulaklarını da, gözlerini de kapayıp yalnızca kendi mantığını savunmaya hazırdır" 31
-"İnsanda yalnızca duyguların çeşitliliğini çoğaltır uygarlık... Belki de bu çeşitlilik yüzünden insan kan dökmekte zevkler aramaktadır... en zarif kan dökücülerin hemen hepsi en uygar beyefendilerdir... Uygarlık, insanı daha çok kan dökücü yapmadıysa bile, en azından, eskiden olduğundan daha iğrenç, daha kötü bir kan dökücü yapmıştır" 32
-"İnsan (kim olursa olsun) her zaman, her yerde, mantığının ve çıkarının ona emrettiği gibi değil, canının istediği gibi hareket etmeyi sever. Kendi çıkarının tersini yapmayı bile isteyebilir... Hem, insan için mantıklı çıkarların gerekli olduğunu nereden çıkarmışlar bütün o bilge kişiler? İnsan için gerekli olan yalnızca özgür, (bu özgürlüğü neye mal olacaksa olsun) gene de özgür iradesidir. Bunun nasıl bir istek olduğuna gelince.../... keseceksinizdir sözümü. "Bilim, günümüzde insanı öylesine derinden, ayrıntılı incelemeyi başarmıştır ki, istek ve özgür irade dedikleri şey aslında yalnızca..."/... ben de konuya böyle girmek istiyordum zaten... Tam, isteğin nereden kaynaklandığının bilinmediğini haykıracaktım ki, Tanrı'ya şükür, o anda bilimi hatırlayıp... sustum... günün birinde isteklerimizin... nereden geldiği, yani neye bağlı olduğu... vb. vb... Yani gerçek matematik formül... Bulunursa insanoğlu belki o zaman istek duymayı bile bırakacaktır, hatta, (belki değil) kesinlikle bırakacaktır.../... istek günün birinde mantıkla karşı karşıya gelirse o zaman düşünmeye başlayacağız... İsteklerin, düşüncelerin tümü kesin olarak sayılıp hesaplanacağına göre (çünkü gün gelecek, özgür irade dediğimiz şeyin yasaları anlaşılacaktır), demek, şaka bir yana, o zaman bir çeşit tablo yapabilecek ve biz o tabloya göre isteklerde bulunacağız. Sözgelimi, hesap kitap yapıp, bir gün bana, falanca kişiye nanik yaptığımı (ve bunu yapmamamın elimde olmadığını, hem de hangi elimle yapmak zorunda olduğumu) kanıtlarlarsa özgür iradem nerede kalır benim? Özellikle de okumuş, bilgili biriysem?" 34-36
(Bunlar, en azından, bilime inançsızlık ya da bilimle alay değil mi?)
-"... bence insanın en belirgin özelliği şudur: iki ayaklı, nankör varlık... bu kadar da değil... hepsinden önemli kusuru, Nuh zamanından başlamak üzere... süregelen aralıksız ahlaksızlığıdır... Ahlaksızlığı ve de dolayısıyla mantıksızlığı... Bilindiği gibi, mantıksızlık ahlaksızlığın bir sonucudur" 38
-"... insan ilk iş olarak... kendi bildiğini okuyabilmek için bilerek delirecektir!... insanın yaptığı... insan olduğunu kendine her an kanıtlama çabasından başka bir şey değildir!.../.../... olay gelip listeye, aritmetiğe dayandıysa, gündemde olan yalnızca iki kere iki olacaksa, özgürlük neresinde bunun? Benim iradem dışında da iki kere iki dört edeceğine göre..." 40
-"Sözgelimi, insanın eski alışkanlıklarını bırakmasını; iradesini bilimin, sağduyunun gereklerine göre düzenlemesini istiyorsunuz. Peki, insanı böyle değiştirmenin yalnızca mümkün değil, gerekli de olduğunu nereden biliyorsunuz? Kısaca, böyle bir değişikliğin insanın yararına olacağını nereden çıkarıyorsunuz? Ve... mantığın ve aritmetiğin delillerle garanti ettiği gerçek ve normal çıkarlara karşı durmamanın her zaman insan çıkarına olduğunu, bütün insanlık için böyle bir yasanın var olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?" 41
(Kim çıkarıyor? Olmayandan hareket edilmiyor mu?)
-"Ayrıca, iki kere iki dört yaşamın değil, ölümün başlangıcıdır baylar. En azından, bu iki kere iki dörtten her zaman korkmuştur insan... Tutalım ki, insanın yaptığı tek şey bu iki kere iki dördü aramaktır. Yüzerek okyanusları geçiyor, bu yolda ölümü göze alıyor, ama onu gerçekten bulmaktan da inanın, çok korkuyordur. Onu bulunca, arayacağı başka bir şeyin kalmayacağını hissetmektedir çünkü... Amacına doğru yürümeyi sever, ama ona varmayı hiç istemez... komiktir insan... İki kere iki dört... bence, küstahlıktan başka bir şey değildir.../ Peki ama nasıl oluyor da siz, insan için yalnızca normal, olumlu olanın... kısacası, yalnızca refahın, mutluluğun yararlı olduğuna böylesine kesin, kendinize büyük bir güvenle inanabiliyorsunuz?... Öyle ya, belki yalnızca mutluluğu sevmiyordur insan? Belki aynı ölçüde acıyı da seviyordur? Belki acı da mutluluk kadar çıkarınadır? Ayrıca, insan kimi zaman acıyı çok, tutkuya varan bir sevgiyle arzular... yalnızca mutluluğu, esenliği sevmek çirkindir bile... bazen bir şeyleri kırıp dökmek de çok hoştur... gerektiğinde kapris yapabilme hakkımın garanti olmasından yanayım ben... Bu arada ben insanın gerçek acıdan, yani yıkım ve kargaşadan asla uzak durmayacağından eminim. Acı, bilincin tek kaynağıdır" 42-44
(Soru işaretleri!)
-"Sınırsız kibrim ve belki de aşırı titizliği yüzünden oldukça sık, iğrenmeye varan azgın bir hoşnutsuzlukla bakıyordum kendime, bu nedenle de herkesin bana öyle baktığını sanıyordum" 53
-"Elbette, dairede en küçüğünden en büyüğüne kadar herkesten nefret ediyordum. Hepsini küçümsüyorum, ama öte yandan sanki korkuyordum da onlardan... Onları hem küçümsüyor hem kendimden üstün görüyordum... karşılaştığım herkesin önünde bakışımı yere indiriyordum... Çıldırtıyordu beni bu. Gülünç duruma düşmekten ölesiye korkuyor, bu yüzden görünüşe ilişkin her konuda alışılmış olana ürkekçe saygı gösteriyor... Çağımızın aydın her insanının olması gerektiği gibi, benim de hastalıklı bir yapım vardı. Memurların hepsi kalın kafalıydı, sürüdeki koyunlar gibi birbirine benziyorlardı. Dairede belki de yalnızca benim bir ödlek, bir köle olduğumu düşünüyordum. Özellikle de bu yüzden, kafası çalışan biri olduğumu sanıyordum... Çağımızın kafası çalışan, aydın her insanı ödlek ve köle olmak zorundadır... Yalnızca eşekler, bir de onların piçleri kahramanlık gösterisinde bulunurlar. Ama onlar da... duvara toslayana kadar.../ Ayrıca bir durum daha acı veriyordu bana: Ne kimse bana benziyordu, ne de ben kimseye" 54, 55
-"Genel olarak söyleyecek olursak, biz Ruslar arasında, Almanların ve de özellikle Fransızların, başı yıldızlarda (hiçbir şeyi umursamayan, isterse... bütün Fransa barikatlarda can versin, umurlarında olmayan, hep aynı kalan... aptal oldukları için yıldızların şarkısını mezara kadar söylemeyi sürdüren), Fransızların, başı yıldızlarda aptal romantiklerini göremezsiniz. Bizim Rus yurdumuzda öyle aptallar yoktur... Bizleri Almanlardan ayıran da budur... bizim romantiklerimizin özelliği, başı yıldızlarda Avrupalı romantiklerin özelliğiyle taban tabana zıttır; ve Avrupa'nın hiçbir ölçüsü bizimkilere uygulanamaz... Bizim romantiklerimizin özellikleri şunlardır: Her şeyi anlamak, her şeyi görmek, hem de... açık seçik görmek; hiç kimseyle, hiçbir şeyle barışık olmamak, ama aynı zamanda hiçbir şeyden tiksinmemek, her şeyi görmezden gelmek, her şeye onay vermek, her konuda politik davranmak; (lojmandı, emekli maaşıydı, nişandı) yararlı, pratik amaçları her zaman göz önünde tutmak, aynı zamanda da "güzeli de, yüceyi de" ömür boyu kendinde saklamak, bu arada sözgelimi, "güzel ve yüce" adına da olsa, mücevher gibi ufak tefek bir şeycikler toplamak... Geniş insanlardır bizim romantiklerimiz, ayrıca öteki önde gelen madrabazlarımızdan da kat kat madrabazlardır" 56, 57
-"Evdeyken genelde okuyordum. Dışarıdan aldığım duygularla, içimde kaynaşıp duran duygularımı bastırmaya çalışıyordum. Dışarıdan alabildiğim duygular ise yalnızca okumakta vardı. Okumak kuşkusuz, çok yardımcı oluyordu bana. Heyacanlandırıyordu beni, haz ve acı veriyordu bana. Ama zaman zaman müthiş canımı sıkıyordu da. Öyleyken, canım gene de bir şeyler yapmak istiyor... Okumaktan başka ne yapabileceğim bir şey ne de gidebileceğim bir yer vardı. Yani çevremde ne saygı duyabileceğim ne de beni çekecek bir şey vardı. Üstelik, içimden can sıkıntısı ile karşıtlıkların, çelişkilerin aşırı tutkusu taşıyordu" 58, 59
-"Alışılmış günlük dilimizde "onur konusunda" sözcük bulamazsınız" 61
-"Papa İtalya'dan Brezilya'ya gitmeye razı oluyordu.2/.../ 2. Napoleon ile Papa VII. Pius aarasında çıkan anlaşmazlık sonucu 1809 yılında aforoz edilen Napoleon, Papa VII. Pius'u Brezilya'ya sürmüştür. Papa, Roma'ya 1814'te dönmüştür.(Ç.N.)" 69
-"Son sınıfta iki yüz canlık bir köy miras kalmıştı ona... Gelecekte neler yapacağını anlatıyordu, sonunda güneşe yayılmış enik gibi birden, köyünde el atmadık tek kız bırakmayacağını, bunun da droit de seigneur1 olduğunu.../ 1. (Fr.) Bey hakkı. Ortaçağ'da derebeyinin "ilk gece hakkı" denen bir hakkı vardı. Bu hakka göre, evlenen köle kız ilk geceyi derebeyiyle geçirirdi. (Ç.N.)" 73, 74
-"Bütün param dokuz rubleydi. Onun yedisini yarın, yemek gideri kendinden, ayda yedi rubleye evimde kalan, hizmetimi gören uşağım Apollon'a aylık ücreti olarak verecektim" 78
-"Okulumuzda öğrencilerin yüzü tuhaf bir biçimde aptallaşıyor, biçimsizleşiyordu. Ne güzel yüzlü çocuklar geliyordu okula. Birkaç yıl sonra ise yüzüne bakılmayacak kadar çirkinleşiyorlardı" 79
-"Kendimi onların alaylarından korumak için, derslere elimden geldiğince sıkı çalışmaya başlamış ve sınıfın en iyileri arasına girmiştim. Bu onları etkiledi... birçok şeyi bildiğimi anladılar. Yadırgıyorlardı bu durumu, ama bir yandan da kabulleniyorlardı. Bu yüzden öğretmenler bile ayrı bir ilgi gösteriyorlardı bana. Alayların sonu gelmişti, ama düşmanca duygular sürüyordu... Yaşım ilerledikçe insanlara, dostlara olan gereksinimim artıyordu. Onlara yaklaşmayı denedim, ama... sonuç vermedi. Sonunda bir arkadaş edindim. Ama artık bir zorbaydım ben. Arkadaşımın üzerinde sınırsız bir baskı kurmak istiyor... Tutkulu dostluğumla korkuttum onu. Ağlattım... bana bütünüyle bağlanınca (benim istediğim yalnızca onun bana bağlanması, boyun eğmesiymiş gibi) bu kez nefret etmeye başladım ondan. Onu kendimden uzaklaştırdım" 80, 81
-"Çerkez kızlarını baştan çıkarın orada, anayurdumuzun düşmanlarınızı silahınızla öldürün ve..." 91
-"Birçok şeyden söz ediyorlardı: Kafkasya'dan, gerçek tutkunun ne olduğundan, yiğitlikten..." 93
-"Bakın baylar, Olimpiya benimdir, anlaştık mı?" 95
-"Önce ben tokadı yapıştırdığım için olayı ben başlatmış oldum ya. Onur yasalarına göre olan olmuştur bir kez; gururu lekelenmiştir... bu tokadın lekesini düellodan başka bir yolla silemez ya" 97, 98
-"Şu genç ite bakın, yüzüne tükürdüğümle Çerkez kızlarını avlamaya gidiyor!" 99
-"... bundan sonra saçmalamaya, Avrupa inceliğinden, George Sand aşırı soylu zarafetinden... söz etmeye başlıyordum" 129
(Avrupa'yı beğenmeme, değil mi?)
-"Benim tek istediğim sözcüklerle oynamaktı çünkü, kafamın içinde bir şeyler kurmaktı, ama aslında istediğim neydi biliyor musun: Hepinizin yerlerde sürünmeniz" 141
-"... sevmek benim için zorbalık yapmak, karşımdakinin üzerinde baskı kurmak demekti... şöyle düşündüğüm oluyor: "Aşk, sevilen kişinin seven kişiye kendisi üzerinde zorbalık yapma hakkını armağan etmesidir."..." 145
-"... köşemde insanlardan uzak, yaşamdan kopmuş, bencil bir nefret içinde ruhsal çürümüşlükle hayatımı nasıl berbat ettiğimi uzun uzun anlatsaydım, inanın hiç ilginç olmazdı. Romanın bir kahramanı olmalıdır, ama burada inadına her şeyiyle olumsuz bir kahraman var" 149
-"Ayrıca, kimi zaman... neyi arzuluyoruz? Neyi olduğunu kendimiz de bilmiyoruz... Soylu arzularımızın, yerine getirilirlerse bunun bizi daha kötü duruma düşüreceğini biliyoruz. Evet, deneyiniz, sözgelimi daha çok özgürlük verin bize, içimizden bazılarının ellerini çözün, çalışma alanımızı genişletin, üzerimizdeki egemenliğiniz kaldırın... İnanın, tekrar tekrar egemenliğiniz altına girmeyi önce bizler isteyeceğiz... bizler bugün canlılığın nerede bulunduğunu... bile bilmiyoruz. Elimizden kitaplarımızı alsanız bir anda ne yapacağımızı şaşırır kalırız; ne yapacağımızı... bilemeyiz. İnsan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüz karası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız. Ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz... Çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız" 150, 151
*
8.7.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder