19 Nisan 2020 Pazar

Sıradışı Bir Ittihatçı






BESARYA EFENDI'NIN HAYATI VE II. MESRUTIYET DONEMI HATIRALARI 

Romenceden Çeviren: Esin Elkan Yılmaz, Yayına Hazırlayan: Doç. Dr. Nevzat Artuç, 1. Baskı, Mart 2019, Timaş Yayınları, Istanbul 




Tarih, sadece, günün egemenlerinin bugünkü yalanları için geçmişten gerekçe uydurma faaliyeti midir?
Değilse, nedir?
*
Özensiz bir yazım.
Ama pek dile getirilmediğini düşündüğüm, en azından benim çok az bilgi sahibi olduğum, çok önemli bir tarihsel döneme ilişkin tanıklıklar var.
Tanığın bazı görüşlerine katılmak mümkün olmasa da, sırf bu tanıklığı nedeniyle bile, kıymetli bir eser!
*
O dönem, hemen sonraki Cumhuriyet döneminde yeterince konuşulmuş mu?
Çok bilgim yok, ama, bence, tam tersi!
O dönemin yeterince konuşulmasından özenle kaçılmış, dönemin olaylarının tam olarak bilinmesi önlenmiş ve özelliklerinin üstü örtülmüş, gibi!
Oysa o dönem bugünümüzü anlamamızda çok önemli değil mi?
*
Kanımca, o dönem, yani, mesela, 1908-1918 dönemi, ve tabii devamı, ama özellikle Ittihatçılar, ne kadar konuşulsa azdır!
Ve, yine kanımca, Cumhuriyet döneminde bunun tam tersi yapılmış, ya örtme, ya da temelsiz övgüler, söz konusu olmuştur!
*
Peki, neden?
*
O dönemde imparatorluk dağılmış, milyonlarca insan ölmüştür!
Dönemin en önemli olayı, genelde, Osmanlı savaşa girmek zorunda kalmıştır, gibi bir ifadeyle, tabir caizse, geçiştirilmektedir.
Tartışılmaya değmez mi?
Tabii gerçek anlamda bir tartışmaya…
*
Aslında, ittihatçılar denen, esasta, merkezinde küçük silahlı zorba bir "çete" bulunan, ancak kendisinin ne olduğu hiçbir zaman tam olarak tanımlanmamış-belirginleşmemiş, bir fırsatçı güruhu, ya da, bir fenomen değil midir?
*
Koca imparatorluk birkaç zorbaya teslim olmamış mıdır?
Aklı ve vicdanı rafa kaldırmış,
Hırsları yeteneklerini çok çok aşmış,
Zamanın ruhu, yani konjonktür, yüzünden,
Devlet gücünü ele geçirip,
Etrafa ölüm saçan,
birkaç silahlı zorbaya...

*
 Ittihatçıların bir özelliği şu anlatımda görülüyor:
"Ittihatçılar... Büyük Devletler'e... maksatlarının... Osmanlı Imparatorluğu'nu değiştirerek meşruiyet idaresini tesis etmek olduğu anlatılmak istenmiş... Mesele karşısında ne kadar samimi olunduğunu göstermek için Cemiyet'e Hıristiyan aza alınmaya başlanmıştır. Bu sayede... çok sayıda gayrimüslim Cemiyet'e üye yapılmıştır.../.../... Besarya Efendi, 1907 yılında Fethi Bey aracılığıyla Enver Bey ile tanışmış... II. Meşruiyet'in ilanının ardından, güvenlerini kazanmış olduğu Ittihatçı kadro tarafından Osmanlıcılık siyaseti gereğince ve özel bir madde ile 15 Aralık 1908 tarihinde Meclis-i Ayan üyeliğine tayin edilmiştir... atama kararnamesinde Ulah ileri gelenlerinden ifadesi özellikle vurgulanmıştır./.../... Hiçbir bölgede çoğunluğu sağlayamayan Ulahlar... kendi varlıklarını sağlayacak yegane güç olarak Osmanlı Imparatorluğu'nu görmüşlerdir" 20-22
*
Yani, bir tür, reel politika, ya da, "cinlik" yapma, değil mi?
Herkes aptal, bir tek onlar akıllı!
Ve, ne içinse, herkesi kandıracaklar!
*
Kitabın yazarı da, anlaşılan, reel politika anlayışları dolayısıyla ve doğrultusunda Ittihatçıların arasına alınmış!
"Kullanacak" adam arayışı, yani!
Sonra da atılmış!
Kullan-at, yani!
*
Diğer konular bir yana, sadece, bir tek, 1. dünya savaşına girmenin ne şekilde olduğu konusundaki anlatım bile, çok önemli!
Tam ibretlik!
*
Kitaptan bazı notlar: 
-"ONSOZ/ N. Besarya.../ Yapılan eylemlerin diğer toplumları Türkleştirmek amacıyla yapıldığını fark ettiği an itibariyle kınamaya başladı... Avrupa'da bulunan son Osmanlı topraklarını tasfiye eden Londra Antlaşması'na imzasını attı.../.../... okuyucular.../... Atalarından askerlik duygusuna sahip... fakat kendi imparatorluğuna güveni olmayan Mahmud Şevket Paşa... Yakışıklı ve hırslı Enver; her şeyi yıkmaya ve ezmeye hazır Talat... tanıyacaklar. Imparatorluğu kurtarmak için tek bir şeyleri eksik: Imparatorluğa karşı sevgi./.../ Nicolae Iorga" 7, 8 
-"SUNUS/ Aslen Romanyalı olan Besarya Efendi... esaslı bir Ittihatçıdır./.../... hatıraları... Romence olarak 1942 yılında basılmıştır.../... Temiz kalpli bir insan olarak nitelendirdiği Enver Bey... Besarya Efendi'ye göre... çok az konuşurdu. Hiçbir zaman söz almaz ve düşüncelerini açıklamazdı... Rumeli Umum Müfettişi Hüseyin Hilmi Paşa'nın güvenilir adamlarından olduğu için dikkat çekmemiş ve bu yüzden Cemiyet'e önemli bilgiler getirmiştir... gençliği ve sempatikliği nedeniyle özgürlüğün kahramanı olarak seçilmiştir.../ Besarya Efendi, Fransız hayranı olarak bilinen Cemal Paşa'nın gerçekte Türk Milleti'ne hayran olduğunu... Türklerin hatasını bile erdem olarak gördüğünü... ifade etmiştir... Talat Paşa'nın başı her zaman dik, güler yüzlü, korkusuz, asla umutsuzluğa kapılmayan biri olduğunu, herkes tarafından çok sevildiğini iddia etmiştir. Hiçbir zaman şöhret peşinde koşmayan Talat Paşa'nın "Fakir Talat" olarak bilindiğini, hep fakir kaldığını ve asla yerinin doldurulamayacağını söylemiştir... Ittihatçı liderlerin yanlışları ve günahları olduğunu ancak kesinlikle maddiyata önem vermediklerini, dürüst ve vatansever insanlar olduklarını özellikle vurgulamıştır./... II. Abdulhamid hakkında son derece olumsuz ifadeler sarf etmiştir... iyiliğinden ve cömertliğinden kimsenin şüphe edemeyeceğini iddia ettiği V. Mehmed Reşad hakkında son derece olumlu cümleler kullanmıştır.../... Mahmud Şevket Paşa... hakkında oldukça dikkat çekici bilgilere yer vermiştir.../... Besarya Efendi'nin 31 Mart Olayı'nın arkasında II. Abdülhamid'in olduğu, ancak haberi yokmuş gibi davrandığı şeklindeki iddiaları oldukça dikkat çekicidir./... Imparatorluğun genelinde türlü sıkıntılara neden olduğunu iddia ettiği Türkçülük siyasetine şiddetle karşı çıkmıştır. Jön Türkler diye ifade ettiği Ittihatçıların asıl amacının Türklerin düşünceleri ve fiilleri üzerine kurulmuş anayasal bir düzen olduğunu söylemiştir. Ancak Imparatorluğun Türk olmayan Müslüman ve gayrimüslim unsurlarının, Türkçülük siyasetinden son derece rahatsız olduğunu iddia etmiştir./.../... II. Abdülhamid'in Doğuğu Anadolu'da kurmuş olduğu Hamidiye Alayları ile Ermeniler üzerinde adeta bir baskı oluşturduğunu iddia etmiştir... 1909 başlarında Adana'da yaşanan üzücü olaylarda Ittihatçıların hiçbir suçunun olmadığını, yaşananların tek sorumlusunun Adana'daki yerel yöneticiler olduğunu iddia etmiştir.../... Londra'da... Türk heyetinin arasında yer almış.../... Alman gemilerinin nasıl satın alındığını anlatmış... yaşananlarla ilgili Enver ve Cemal Paşaların haberinin olmadığı.../... Ona göre başarısızlığın en önemli sebebi Ittihatçıların uyguladığı Türkçülük siyaseti olmuştur. Ayrıca fazla enerjik olmaları ve uslu durmamış olmaları da başarısızlıkta etkili olmuştur.../... Nevzat ARTUÇ" 9-14  
-"Besarya Efendi... Katar'ın Ingiltere'ye terk edilmesi gerektiğini iddia eden Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'ya karşı çıkmıştır. Ancak... Hükümet, Ingiltere ile yapılan, 29 Temmuz 1913 Londra Antlaşması ile Katar üzerindeki bütün taleplerinden vazgeçmiştir" 30 
-"Bab-ı Ali Baskını'nı hazırlayan kilit Ittihatçı grup içinde yer alan Besarya Efendi, baskın sırasında Nazım Paşa'nın öldürülmesi gibi bir planlarının olmadığını, ancak Nazım Paşa'nın herkesin kendisinden korkacağını sanarak odasından dışarıya çıktığını, bu sırada çıkan çatışmada öldürüldüğünü ifade etmiştir. Yıllar sonra... mülakatta Bab-ı Ali Baskını'nı savunmuş, baskın sırasında Bab-ı Ali'yi korumakla görevli polislerin tamamının Ittihatçılardan oluştuğu şeklinde tarihi bir itirafta bulunmuştur. Besarya Efendi, Bab-ı Ali Baskını'nın hemen ertesi günü, 24 Ocak 1913'te kurulan Ittihatçı Mahmud Şevket Paşa Hükümet'inde Nafia Nazırlığına tayin edilmiştir./... Birinci Balkan Savaşı devam ederken... barış konferansının Londra'da toplanmasına karar verildiği duyuruldu... Mahmud Şevket Paşa'nın isteği ile... Besarya Efendi... ikinci delege... olarak görevlendirildi" 32, 33 
-"Londra'da... bize hazır bir sulh muahedesi verdiler. Yapanlar biz değildik. Ingiltere Hariciye Nezareti'nde hazırlanmış bir sulh idi. Bir harfini bile değiştiremedik. Aynen imza ettik... Daha sonra Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar birbirlerine düşünce, Londra Antlaşması'nın bir hükmü kalmamıştır./ Besarya Efendi... Ittihatçı liderlerin 1912-1913 yılları arasında Romanyalı devlet adamlarıyla yapmış olduğu gizli görüşmelere katılmıştır. Ittihatçı Hükümet, Bulgarlara karşı hassas diplomatik dengelerin oluşturulmasında Besarya Efendi'den istifade etmiştir. Talat Bey, Bulgar karşıtı bir ittifak kurmak amacıyla Romanya Hükümeti ile yaptığı bazı önemli toplantılarda, daha fazla inandırıcılığı ve etkisi olması nedeniyle, Besarya Efendi'yi görevlendirmiştir" 35 
-"Hilal-i Ahmer Cemiyeti... 14 Nisan 1877'de kurulmuş, ancak esas yapılanmasını 1911'de tamamlamıştır... Besarya Efendi... Merkez-i Umumi Heyeti'ne seçilmiştir" 37 
-"Birinci Balkan Savaşı'nda yaşanan mağlubiyet, Meclis-i Ayan'ın Sırp ve Makedonyalı üyelerine büyük bir tepki hareketinin doğmasına sebebiyet vermiştir... istifaya zorlanmışlardır.../... Besarya Efendi, 5 Ocak 1915'te Meclis-i Ayan üyeliğinden istifa etmiştir... Bükreş'e yerleşmiştir.../... Ona göre II. Meşruiyet'in ilanı, bütünüyle Selanik ve Manastır'da kurulmuş olan Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin eseridir" 38, 39 
-"Müslüman olmaları hasebiyle Osmanlı ordusunda önemli görevler elde etmiş olan Arnavutlar, hem etnik kimliklerini hem de dillerini korumayı başarmışlardır... Arnavutlar... Mevcudiyetlerini ancak liberal bir anayasa himayesi altında meclisin yürürlüğe girmesiyle koruyabileceklerine inanmışlardı. Bu yüzden II. Meşruiyet'in ilanına destek vermişlerdir. Resneli Niyazi Bey'in emrindeki 150 kişilik grubun çoğunlukla Arnavutlardan oluşması tesadüf değildi" 42  
-"II. Abdülhamid hakkında olumsuz bir kanaate sahip.../ Kendisini esaslı bir teşkilatçı ve Ittihatçı olarak tanımlayan Besarya Efendi, Ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olunca çok heyecanlandığını, zira o zamana kadar Hıristiyan olması nedeniyle kendisini vatandaş ve Türkler ile kardeş sayamadığını, sadece tebaa olarak gördüğünü, ancak Ittihat ve Terakki Cemiyeti'ne dahil olunca bu vatanın oğlu olduğunu, din-mezhep farkının kalktığını ve Türklerle dostluğuna hiçbir şeyin engel olamayacağını görmüş ve çok heyecanlandığını ifade etmiştir./... Selanik Merkez Kumandanının vurulmasıyla ilgili... bir arkadaşına kendi şapkasını verdiğini... şapka nedeniyle ateş edenin ecnebi olduğu yönünde görüşler ortaya atıldığını ve bu sayede ateş eden arkadaşının tespit edilemediğini söylemiştir" 43 
-"Besarya Efendi'ye göre Ittihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde coşkulu, enerji dolu, tahrik edici ve aceleci gençler çoğunluğu oluşturmaktadır. Yaşlılar daha tutuk ve sağduyuludur... çoğunlukla muvazzaf askerlerden oluşmaktaydı. Parti yönetim kurulu barışçıl durumlarda kendilerini rahat hissetmiyorlardı. Ekonomik kalkınma, maden... onları aşan sorunlardı... bir bakan arkadaşı... göre hükümet, Goben ve Breslau'nun Rus limanlarını bombalamasını kasıtlı olmayan bir olay olarak yorumlamıştı.../... Ona göre; Bulgarlar... bir imparatorluk peşinde koşmaktaydılar. Açıkgöz... Yunanlılar, Helenler... iddiasından vazgeçmemişlerdir. Akıllı ve dönek Sırplar... Makedonya'yı kazanmışlardır. Besarya Efendi, kötü durumlarının büyük ölçüde yerel yöneticilerden kaynaklandığını düşündüğü Ermenilere karşı ise derin bir sempati duymaktaydı... Hamidiye Alayları ile... Kürt ağaların, daha fazla toprağı ele geçirmek için Ermenileri taciz ettiklerine inanıyordu" 44,45 
-"Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar, Ulahların farklı bir etnik unsur olarak varlığını kabul etmemişlerdir... Enver ve Talat Paşalar, bu hususu iyi bildikleri için Ulahları daima kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır" 46 
-"Türkler, Osmanlıların bir bölümüydü. Osmanlı olmak, Türk olmak anlamına gelmiyordu... 1913'teki bir kabine toplantısında Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, bana "Senin (Romanya) kralının ne düşünüyor?" diye sorduğunda şaka yapmıyordu. Ya da hakaret etmiyordu. Etnik olarak beni Romen kabul ediyor ve Romanya'da yaşayanlar ile aramızdaki duygusal bağları kabul ediyordu./... ihtilalin getirdiği iyimserlik havası kısa sürede dağılmış, Hristiyanlar ile Ittihatçılar arasında görüş ayrılıkları belirmeye başlamıştır. Ittihatçıların Türkçü politikalarının belirmeye başlaması... Cemal Paşa'nın devlette Türklere daha fazla yer verileceği şeklindeki ifadeleri, anayasanın Avrupa devletlerinin imparatorluk iç işlerine müdahalesini engellemek amacıyla tertiplendiği şeklindeki iddiaları güçlendirmiştir" 47 
-"Besarya Efendi'ye göre Türkçülük ideolojisi başarısız olmaya mahkumdur. Çünkü Türkler, imparatorluğun ekonomik açıdan en zayıf topluluğuydular... Mükemmel insani vasıflara sahip Türk köylüsü de eğitimden yoksundu" 48  
-"Kuzey Afrika, Hindistan ve Rusya'daki Müslümanlar ile kurulan yakın ilişkiler komşu ülkelerin ve Avrupa'nın korkusunu daha da arttırmıştır" 49 
-"Besarya Efendi'ye göre; Ittihatçıların Türkçülük politikası... bu nedenle Balkanlardaki bütün Hristiyan toplumları aralarındaki husumeti bir tarafa bırakarak, 1912'de Türklere karşı birleşmişlerdir... birkaç yıl öncesine kadar böyle bir birleşmenin mümkün olamayacağına inanıyordu.../... Türk olmayan Müslüman unsurlar (Araplar ve Arnavutlar) için de rahatsız edici olmuştur" 50 
-"Ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin diğer önemli şahsiyetleri hakkında biyografik çalışmaların yetersiz kalması üzücü... düşündürücüdür" 59 
-"1907... Yunan çetesi... birkaç tane çobanı öldürdüler... Hüseyin Hilmi Paşa'ya anlatmaya... gittiğimde... gereken önlemlerin alınacağını iletti... Paşa, çok akıllı ve iyi bir insandı.../... Paşa'nın adamı beni tren garının peronunda bekliyordu. Binbaşı rütbeli bir subay... 25 veya 26 yaşlarında.../... çok yakışıklı bir erkek... elini uzattı ve "Ben... Paşa'nın emir subayı, Binbaşı Enver"…" 65, 66 
-"Daha önce de gazetelerde... Paris'te ve... Ittihat ve Terakki Cemiyeti teşkilatları olduğunu... biliyordum. Hiç kimse bu yapılanları ciddiye almıyordu... Istanbul'a dönerek çok iyi maaşlı işler alıyorlardı./... hiç kimse Türklerin liberal düşünceler ile bir devrimci hareket yapabileceğine inanmıyordu.../ Padişah ve Halife... insanüstü bir varlık olarak görülüyordu.../.../... Türkler ve Hristiyanlar arasındaki olası bir ortak çalışma imkansız olarak görünüyordu.../... Iki hafta geçmeden beni başka bir Türk subay ziyaret etti... "Ben Binbaşı Cemal." diye tanıttı kendini./.../... cemiyetlerine üye olmamı istediklerini söyledi./.../... üye olmayı kabul ettim" 67-70 
-"Çoğu zaman diğer güçlü devletlerin baskısından dolayı Bulgar, Sırp ve Yunan devrimci komitelerin üyeleri serbest bırakılıyordu" 71 
-"Türkiye tarafsız iken, Fransızlar, Cemal Paşa'yı hala samimi bir arkadaşları olarak görüyordu ve Türkiye'nin... savaşa girmesini engelleyeceğini düşünüyordu./ Fransızlar bu konuda yanılıyordu... Cemal Paşa.../... ağırbaşlı, kararından asla dönmeyen... yabancıları sevmeyen biriydi... sadece kendi Türklerini seviyordu.../... Ona göre Müslüman toplumun kuruluş şekli gurur vericiydi ve herhangi bir değişim veya değişiklik yapılması gerekmiyordu... anayasa, Avrupa'nın gözünü boyayabilmek için kullanılan bir gerekçeydi. Böylece Türkiye'nin işlerine karışılmasını engelleyebilirdi... Makedonya'nın üstündeki kontrolü geri çekmelerini sağlayabilirdi./ Cemal, anayasanın düşmanı değildi, fakat onu tersten anlıyordu. Anayasal rejimin olmasını Türklerin konumunun değişmemesi şartıyla istiyordu. Ayrıca Hristiyan ve diğer gayrimüslim toplumlara da kırıntıların verilmesini istiyordu./... Ittihat ve Terakki Fırkası'nın görüşlerini taşımayan partiler veya gruplar kurmaya çalışan kişiler düşman ilan ediliyorlardı ve onlara gerektiği gibi davranılıyordu./ Asıl felâket Cemiyet'e üye olan çoğu kişinin, aynı düşüncelere sahip olmasıydı" 73, 74 
-"… bazı olaylar ve konular hakkında basının tek bir kelime etmesi yasaktı" 75 
-"Paşa... bir daha sadece Allah'ın bileceği konular hakkında kitap yazmaması için uyardı./... Öğrencilere... parlamentolar bulunduğunu söylemek cesaret isterdi!" 76 
-"… üyelerin evlerinde de toplanıyorduk./ … bir tane üyenin karısı... Avrupa kadını gibi giyiniyordu. Yüzü ve başı açık çıkıyordu karşımıza. Kadının özgüveni Cemal Bey'i çileden çıkarıyordu. Evden ayrıldığımızda bu kadına karşı ağıza alınmayacak sözler söylüyordu./... Merkez-i Umumi... Talat, Cavid, Rahmi... Enver, Binbaşı Fethi Bey... Teğmen Ismail Canbolat Bey her zaman ciddi ve sert bakışlı, Çerkez kökenliydi ve Talat'ın en güvenilir adamlarından biriydi./ Talat Bey... geçimini postanede çalışarak ve özel bir Türk okulunda ders vererek sağlıyordu. Kültürlü veya aydın bir insan değildi. Hoş bir görünüşe sahipti, konuşma ve yazma yeteneği yoktu. Siyasi görüşü de çok geniş değildi, hatta siyaset yapmayı fazla bilmezdi... aksiyon adamıydı... teorilere hiç önem vermiyordu... engelleri de önemsemiyordu. Sürekli başı yukarıda, güleryüzlü... biri... Ne olursa olsun hedefe doğru dümdüz ilerlemek. Hiç kimse korktuğunu veya umutsuzluğa kapıldığını görmedi... sevilen... her zaman basit bir insan olarak kaldı... fakirliği arkadaşlarının gözünde onu daha da önemli yapıyordu./.../... Talat... milletvekiliydi... Jön Türk teşkilatının, Sadrazamın davranışlarından memnun olmadığını iletti. Ben de bir oylamayla onu devirebileceğimizi söyledim. "Ne oylaması? Bugün devrilecek, yarın geri dönecek. Beynini uçursak daha iyi olmaz mı?" dedi. Ve inanın hiç şaka yapmıyordu./ 1913... Talat Bey'e, Türkiye-Romanya arasında dostluk... istiyorsa, Arnavutluk'a Jön Türklerin üyelerini gönderip Arnavutluk toplumunu Wied prensine karşı doldurtmamasını ilettim... Wied prensi... Romanya Kraliyet Ailesi... onun durumunun iyi olmasını istiyordu./ Talat Bey bir an bile düşünmeden hemen çare buldu... "Romanya kralı, Wied prensinin Arnavutluk'un tahtında kalmasını mı istiyor? Çare çok kolay. Prens, Müslüman olacak ve o gün itibariyle onu rahat bırakacağız, hatta yardım bile edeceğiz."/... diğer arkadaşları gibi fanatik Müslüman... değildi... eski Mason Locası üyelerindendi.../ Talat Bey'in sözleri Cemiyet üyeleri için önemli olduğu halde yabancıların gözünde Enver Bey'in söyledikleri daha önemliydi. Şüphesiz ki Enver Bey şanslı bir günde doğmuştu. Biz, geceleri gizlice toplantılara katılan üyeler bile, yakın bir zamanda II. Abdülhamid'in isteğiyle 25 yaşında subay olan, mütevazı, yakışıklı, suskun Enver Bey'in, çok önemli bir isim ve özgürlük kahramanı olacağını düşünemezdik./... çok az konuşurdu. Siyasi konular açıldığında Enver Bey, hiçbir zaman söz hakkı almazdı ve düşüncelerini söylemezdi. Hatta konulara yabancı kalırdı. Selanik'te bulunan tüm teşkilatların sorumlusuydu.../ 1907 yılında... Cemiyet'in hiçbir üyesi... silahlı bir devrim... ve olumlu bir sonuç... düşünemezdi... Devrimin gerçekleşmesi... nin en büyük sebebi, Abdülhamid ve adamlarının korkularıydı./.../... Enver Bey... Hüseyin Hilmi Paşa'nın güvenilir adamlarından biri olduğu için... Cemiyet için önemli olan bilgileri iletebiliyordu. Hilmi Paşa'nın kulağına Jön Türkler hakkında bilgiler gelmişti fakat... önlem almamayı tercih etmişti" 77-80  
-"Haziran 1908... hükümet Jön Türklerin... birkaç tane üyenin isimlerini öğrenmişlerdi... Enver Bey ve Yüzbaşı Niyazi Bey'in acil olarak Istanbul'a gelmeleri isteniyordu... emirnameye itaat etmemeye... ve dağlarda bulunan çetelere sığınmaya karar verdiler./ Aslen Arnavutluk... Resne'den olan Niyazi Bey, etrafına yüzlerce Arnavut topladı, Bulgarlarla el sıkıştı... binlerce silahlı Arnavut birleşerek isyan bayrağını kaldırdı. Jön Türklerin aldığı başarılı sonucu, onların sayesinde aldığını söyleyebiliriz./... Enver Bey de... teşkilat kurmuştu... sadece üç hafta sürdü.../... Abdülhamid... korkuya kapılmasaydı... Jön Türkleri ezip geçerdi" 81 
-"Genç yaşından ve sempatikliğinden dolayı özgürlüğün ve devrimin kahramanı Enver seçilmişti" 83
-"1876 yılında.../.../... parlamento açıldı. Seçilmiş olanların çoğu Istanbul'da ne aradıklarını bilmiyorlardı.../.../...../.../... birkaç ay sonra aynı Sultan... hepsini geldikleri yere geri gönderdi" 86, 87  
-"Istanbul'da bir askeri ayaklanma gerçekleşti. Ayaklanmayı gerçekleştiren grup, yeni rejimi korumaları… için Jön Türkler tarafından Makedonya'dan getirilen avcı taburlarıydı./... Galata Köprüsü… yerde yatan üç tane asker gördüm. Kan gölünün içinde can çekişiyorlardı.../.../ Ayaklanan binlerce asker Şeriat'ın getirilmesini istiyordu.../.../ Akşama kadar ayaklananlar galip geldi. Cahil bir çavuş Istanbul'un en korkulan adamlarından biri olmuştu.../ Ihtiyatlı Abdülhamid kartları çevirmek için acele etmedi. Gerçi sonradan öğrenildi ki ayaklanmayı kendisi ayarlamıştı. En güvendiği insanları seçip, çok büyük paralar ödemişti onlara" 89-91
-"Selanik Jön Türkler için en güvenilir ve en özgür yerdi./ Enver… Berlin'den ayrıldı ve Selanik'e döndü… Makedonya'daki askeri komutan Mahmud Şevket Paşa ordunun bir kısmıyla Istanbul'a doğru ilerlemeye başlamıştı… Makedonya'da… herkes gönüllü olarak bu orduya kayıt oldu.../ Sekizinci gün… (Yeşilköy) ele geçirdiğini öğrendim.../.../... Pera Palace… uluslararası bir şirkete aitti, bu yüzden aranması yasaktı… Türk polisleri kızgındı./... Küçük Said Paşa… yedi kere sadrazamlık yaptı… okumuş bir insan değildi… çağdaş Türkiye tarihinin en önemli isimlerinden biri olarak nitelendirilebilirdi… çok korkak bir insandı… güveni "Pera Palace" otelinde buldu./.../... Mahmud Şevket Paşa… Osmanlı Imparatorluğu'nun son yıllarının en önemli isimlerinden biri… 1907 yılında Kosova'da valilik yapıyordu.../ Ayastefanos'ta Meclis-i Milli'nin önünde… uzun bir konuşma yaptı. Savaşçı bir asker olduğu, korkunun ne olduğunu bilmeyen, hiçbir zaman düşmanın sayısını sormayan, iyi bir siyasetçi izlenimi bıraktı. Daha fazla açıklamam gerekirse, siyasetin Bizans anlamıyla düşündüklerini saklayan, çok farklı konuşan kişiydi. Sonradan daha da yakından tanıdığımda onun hakkındaki tüm düşüncelerimi değiştirmek zorunda kaldım… onun yönettiği hükümette bakanlık görevi aldım. Meclis-i Milli'nin önünde yaptığı konuşmada… Abdülhamid'i… tahtta tutacaklarını söyledi. Fakat sonradan bu açıklamayı Abdülhamid'in kulağına gitmesi için yaptığını duymuştuk. Böylece… direnç göstermeyecek ve onu tahttan indirmek daha kolay olacaktı./.../... Jön Türklerin başkenti ele geçirebilmesi için gerçek anlamda sokak savaşları verildi. Bu savaşlar iki gün iki gece devam etti ve her iki taraftan ciddi anlamda kayıplar verildi… Din adamları anayasanın ve liberal rejimin en büyük düşmanlarından biriydi… nefretle… hayatları pahasına savaşıyorlardı.../ Üçüncü gün… Başkentte ele geçirilemeyen tek yer Yıldız'dı… Arnavut, Arap, Türk ve Çerkezlerden, yani Imparatorlukta bulunan tüm soydaşlardan oluşan korumaları da buradaydı. Bu insanların padişahı korumak için beslendiği, ona taptıkları ve onun tek bir emriyle aç köpek gibi saldıracakları ve korkmadıkları biliniyordu. Abdülhamid'in emriyle Istanbul sokaklarında gerçekleşen hiçbir olaya katılmamışlardı. Yine de… teslim olmayı reddetmişlerdi… sarayın etrafı sarılıp elektrik, gaz, su boruları kesildi. Temel ihtiyaçların dışarıdan sağlanması engellenmişti./ Abdülhamid… adamını gönderdi… görüşmek istediğini iletti. Jön Türk askerleri sevinç çığlıklarıyla Yıldız'a doğru ilerlemeye başladığında, başlarında bulunan Enver ile göz göze geldik.../.../... ben de orduya katıldım… Yüzden fazla kadın Jön Türklerin ayaklarına kapanarak af dilediler" 93-100
-"Ortodoks… Patrik'e gittim.../.../... anayasal rejimi geliştirmek istediklerini ilettim. Alaycı bir şekilde gülümsedi ve: "Beni affet ama Türkleri hiç tanımadığını fark ettim. Onlarla birlikte eşit ve özgür bir hayat yaşayabileceğini mi düşünüyorsun? Türk kendi karısını bile köle olarak kullanıyor. Sana ve bana nasıl liberal davranmasını bekliyorsun? Hayır oğlum. Biz bu topraklarda bir anlaşmaya varamayız. Hayatımda edindiğim tecrübeden dolayı bu anayasa Türklerin Avrupa'ya oynadığı bir oyun…"…" 108
-"Sultan V. Mehmed Reşad… meclisten bir heyet, sultan ve halife olarak seçildiğini… haber vermeye gittiğinde yaşlı adamcağız çok heyecanlandı ve birkaç dakika konuşamadı.../ "Yanılmıyor musunuz bu konuda?" diye sordu. "Benim kardeşim bana tuzak kurmuş olabilir mi?…"/... ikna olması… için meclis heyeti üyeleri defalarca yemin etti… Yeni Sultan o güne kadar hiç mutlu ve sakin bir hayat geçirmemişti… Otuz iki yıl boyunca kardeşi… evden çıkmasına… izin vermedi" 109
-"Mehmed Reşad… Etrafındakilere en ufak bir kötülük bile yapamazdı. Kaderi… Osmanlı Imparatorluğu`nun üç savaşa giriş kararını imzalamak zorunda kaldı" 113
-"… bölgeyi meşruiyete karşı olan kişilerden temizlemeye başladılar./ Istanbul'un komutanı Binbaşı Cemal Bey seçildi ve kendisine sınırsız yetki verildi… birkaç gün içerisinde onlarca insan idam cezasına çarptırıldı…/.../ Her gün insanlar aşıldığı için bir süre sonra bu durum toplumun ilgisini çekmemeye başladı ve normal bir hal aldı… Kalplerimiz taşlaşmıştı" 114, 115
-"Ayaklanıp… ilk toplum Arnavutlardı.../... Araplar da başlarını kaldırdılar…/... Ermenilerle hiçbir zaman iyi anlaşamayan ve yeni rejimi kabul etmeyen Kürtler, çeteler kurup Hrıstiyanların (Ermeni) bulunduğu köylere ve hatta şehirlere saldırıp yağmalamaya başladılar./ Anlaşıldığı kadarı ile Jön Türklerin fikirlerine… güvenmeyenler sadece Hrıstiyanlar değildi. Jön Türklerin asıl amacı Türklerin düşünceleri ve fikirleri üzerine kurulmuş bir anayasaydı ve diğer toplumlara kırıntılar bırakmak isteniyordu./.../ Jön Türk ayaklanması Makedonya'dan ayrılmalarına sebep olmuştu. Büyük güçler Makedonya'nın Imparatorluktan ayrılması kararını çoktan vermişlerdi. Jön Türkler toprak bütünlüğünü sağladıklarını düşünmeye başladıklarında, Imparatorluğun eski alışkanlıklarına devam ettiler ve ikiyüzlü politika uygulamaya başladılar. Önemli görüşmelerde ve konuşmalarda "Hepimiz eşitiz!" diyorlardı, fakat gerçek hayatta Hrıstiyanlar ve Türk olmayan Müslümanlar aşağılanıyordu ve bu durum gün geçtikçe daha da çok artıyordu./ Meşruiyet ilan edildiğinde… Makedonya'daki… Hristiyan tolulukları… yeni rejimi destekliyorlardı.../... Yeni, güzel ve önemli bir görüş ortaya çıkmıştı: Osmanlıcılık. Yani özgür insanların bulunduğu… herkesin… eşit olduğu bir kurum.../... bir konfederasyon olması gerekiyordu… durumu… Jön Türkler böyle anlamamıştı… Sözde herkesin eşit olduğunu söyleseler de gerçekte Jön Türkler tam tersini yapıyorlardı.../.../... Abdülhamid… Toplumu… dini düşüncelerle yönetmeye çalışıyordu.../ Türkler Avrupa'yı fethettiklerinde… Türk milliyetçiliğiyle yönetmeye çalışmadılar. Jön Türkler bu geleneksel yönetimi bitirip, Türk milliyetçiliği ile devam etmek istiyorlardı.../.../ Türk kültürünün… entelektüelliğe katkısı çok azdı" 118-122
-"Abdülhamid… son yıllarında… en güçlü kişi, şüphesiz Fehim Paşa idi… hafiye teşkilatının lideriydi… gizli polislerin sayısı on binlerceydi.../... Abdülhamid`in öz oğlu olduğu iddia ediliyordu… eğlenceyi de çok seviyordu.../... Bursa`da iken… anayasanın ilan edildiği gün halk Fehim Paşa`yı... linç etti.../.../... Bursa`da… At arabalarını kullanan Türkler hayatımda karşılaştığım en namuslu ve dürüst insanlar" 123, 124
-"Müslüman bir ülkede ateist olamazdın ve ancak tolere edilen dinlerden birine inanabilirdin.../.../ … Japonlar… Osmanlı… en büyük düşmanlarından biri olan Rusya karşısında zafer kazanmaları Türkler için çok önemli ve sevindirici bir olaydı.../... anlaşma yapmak için adım attılar… her iki devletin dini inançlara karışmayacağını kayıt altına almak istiyorlardı… Türkler ayağa kalktı ve anlaşma yapılamadı… onlar sadece putperest olarak nitelendirilebilirlerdi. Böylece bu tarz bir toplumun Müslüman topraklarda varlıkları tolere edilemezdi" 128-130
-"Türkiye`nin en önemli isimleri bile sarıklı hakimlerin kararına karşı gelmekten çekiniyordu" 136
-"Jön Türkler… eskilerin metotlarını kullanıyorlardı… Problemleri yanlış yerleştirmek, olayları olduğundan farklı görmek, durumu kötüye götürecek çözümler, verdiğin sözleri yerine getirmemek, yaptıklarının konuştuklarından farklı olması. Bunlar eski rejimin yaptıklarıydı. Fakat Jön Türkler de bunların çoğunu aynı şekilde yapıyordu… bir fark vardı. Eski rejimde çatışmaların çıkmaması için çok endişeleniyorlardı ve durgun bir rejimdi… Jön Türkler tam tersi diğer devletleri ve Osmanlı Imparatorluğu`nda yaşayan diğer devletlerin insanlarını korkutmak istiyorlardı. Durgunluğun yerini enerji almıştı… Askerleri toplama çabaları diğer devletleri korkutuyordu… Içerde ayaklanmalar gerçekleştiğinde Abdülhamid adamlarını gönderiyordu ve birkaç söz karşılığında silahı eline alan kişi geri veriyordu. Ama Jön Türklerle işler böyle ilerlemedi. Arnavutlar ayaklandığında Jön Türkler Şevket Turgut Paşa`yı… görevlendirdi… hiç kimseye acımaması gerektiği… iletildi. Birkaç hafta içerisinde ayaklanma durduruldu./ Arnavutlar Türklerin alışık olmadıkları bu davranışını unutmadılar ve hiçbir zaman affetmediler. Içlerinde kin biriktirdiler… doğru zamanı beklediler… jön Türkler… ateşe körükle gidiyordu… Makedonya'da tüm Hristiyanlarda silah bulunuyordu… 1910… silahların toplanmasına karar verildi./... güzelce… anlatılsaydı bu duruma gelinmezdi ama şiddete başvuruldu. Bu nedenden dolayı Makedon toplumu Jön Türklerin yönettiği rejimle de özgürlüğe kavuşamayacaklarına inanmaya başladılar. Yani Türkler ve Hristiyanlar arasındaki uçurum daha da derinleşiyordu./ Aşırı enerji, ilk baştan beri yeni rejim ile yurtdışı arasındaki ilişkiyi anlatıyordu.../ Türkler Mısır`a gidiyor, Hindistan'da bulunan Müslümanlarla güçlü ilişkiler kuruyorlardı. Rusya`da bulunan Türkler ve Tatarlarla güçlü ilişkiler kurup, Tunus ve Cezayir'deki Araplarla iyi anlaşıyordu… Bazı Jön Türkler saflıklarından dolayı Doğu`nun politik hileleriyle, yabancıları korkutabileceklerine inanıyordu… Büyük Devletler ve küçük ülkeler yeni rejim hakkında şüphelenmeye… başlamışlardı./ Ve böylece yurtdışıyla olan sorunlar… felç ediyordu… 1911… Italya ile savaş başladığında ülke durumdaydı. Anayasa ilan edildikten sonra ilk silahlı savaş buydu. Eğer Trablusgarb`a Italyan makamlarla görüşülmesi için daha yetkili ve eğitimli kişiler gönderilmiş olsaydı ve… bazı ekonomik talepler kabul edilseydi bu savaş engellenebilirdi./ Selanik'te Jön Türk… kongrede… haberi geldi. Hiç kimse fazla heyecanlanmadı, savaşı kaybedeceğimizden emindik. Bir milyon kilometrekare büyüklüğünde olan Trablusgarp`ta sadece dört bin asker bulunuyordu. Deniz yolu kapalı olduğu için destek gönderilemiyordu./... Italyanlar… yeteri kadar enerjiyle ve istekle saldırmadılar.../... Enver… ve Fethi Bey bu savaştaydılar.../.../... Fethi Bey, çoğu Jön Türkler gibi Makedon`du. Annesi ve babası Arnavut`tu… Ayrıca Imparatorlukta bulunan kişilerden hiçbiri yüzde yüz Türk değildi. Jön Türklerin en önemli isimlerinden biri olan Fethi Bey`in ağzı güzel laf yapardı ve onun en önemli özelliği gerçekleri görmesiydi, hiçbir zaman boş hayallere kapılmazdı… Jön Türkler.../ Çok hatalar yaptılar ama hiçbir zaman maddi kazanca önem vermediler.../ 1911 yılı böylece bitti… Italyanlar… On Iki Adaları ele geçiriyor.../... 1912… Arnavutluk'ta tekrar bir ayaklanma gerçekleşiyor.../ Istanbul'daki siyasi partilerinin çatışması başkentteki sakinliği bozuyordu. "Halaskar Zabitan" diye bir çete, eğer görevden çekilmeseydiler, tüm bakanları ölümle tehdit etmişti… Balkanlarda Hristiyan ülkeler ittifak anlaşması imzalıyordu.../.../ Balkan Savaşı başlamadan önce… 80 bin asker… Bulgaristan sınırında eğitim görüyordu. Gerçekte Bulgarlara gösteriş yapıyorlardı. Bulgarlar açıklama istiyor, yeni Türk Hükümeti kibirle cevap veriyordu. Aynı hükümet bir süre sonra Büyük Devletler`in dilekçeleri karşısında boyun eğmek zorunda kalıyordu. Bulgar sınırındaki orduları geri çekmek zorunda kaldılar. Bunu yaptıkları takdirde savaşın engelleneceğine dair garanti veriliyordu. Bu olayın sonuçları Türk ordusu için ağır oldu.../ Büyük Devletler`in verdiği sözlere göre… savaşın olmayacağına eminlerdi. Fakat Balkanlar`daki dört büyük devlet ittifak anlaşmasını bitirdikten sonra sorun yaratmak için hepsi bir ağızdan Türkiye`den bir şey istediler: Makedonya'nın özgürlüğünün ilan edilmesi. Evet cevabı alamayınca savaş ilan ettiler.../ Ilk adım Karadağ tarafından atıldı. Bu ülke açısından Imparatorluk hiçbir zaman rahat etmemiştir. En son savaşa giren Balkan ülkesi Yunanistan oldu. Karadağ'ın savaşa girmesiyle 1912 yılının sonbaharında Balkan Savaşı başlamıştır" 141-147
-"Mayıs 1913… barış anlaşması… Büyük Devletler tarafından hazırlanmıştı ve her ülke imzalanması için birini görevlendirip Londra'ya göndermişti" 148
-"Arnavut Esat Paşa... Türklerden nefret ediyordu… 200 bin frank karşılığında Işkodra şehrini bize teslim etti ve bize birkaç milyon değerinde top ve silahlar bırakmıştı. Bir taşla iki kuş vurduk" 150, 151
-"Balkan Savaşı Türkiye için iyi başlamamıştı… Edirne'de bulunan 80 bin asker, Büyük Devletler`in isteği üzerine terhis edildi… Onların yerine yedekte bekleyen askerler toplandı… Ayastefanos`ta toplanan orduda her gün 1000-1500 asker ölüyordu. Cesetler günlerce bazen haftalarca gömülmüyordu./ Komutan seçimleri çok yanlıştı… Başkumandan Vekili… Nazım Paşa sadık ve çok iyi bir askerdi. Ama eğlenceleri ve sarhoş olmayı seviyordu. Çok şişman olduğu için… at üstünde zor duruyordu.../.../... Savaş başladıktan birkaç gün sonra… yardım istemek için Romanya`ya gittim. Bulgaristan'ın ve Balkan ülkelerinin, toprak büyütme teşebbüsüne Romanya kayıtsız kalamazdı… manevi değerlerden dolayı Türkiye`ye yardımda bulunamayacaklarını ilettiler./ Romanya, Hristiyan ülkesi olarak diğer Hristiyan ülkelere karşı gelemezdi… Bulgarlar… ilerliyordu.../ Lüleburgaz`da beş gün süren savaşta Türkler kaybetti… açlıktan artık silahlarını elinde tutamıyorlardı.../... Türkler Çatalca`da dayanabildi./... Ocak 1913`te ateşkes antlaşması imzalandı… sonra Büyük Devletler barış antlaşması yapılması için ilk adımı attılar.../... Avrupa'da bulunan Türk bölgeleri kaybedilecekti… darbe… gerçekleşti./... Bab-ı Ali`nin bahçesinde yaklaşık 300 kişi toplandılar.../... bakanlar kurulu toplanmıştı… Nazım Paşa neler olduğuna bakmak için dışarı çıktı… vuruldu ve orada öldü.../... Sadrazam, Enver Paşa tarafından alınıp Saray`a götürüldü… Padişah`a istifasını verdi… Gece yarısı iki memur benim evime geldi. Aralarından biri Mahmud Şevket Paşa`nın kardeşiydi./ "Sadrazam, seni Bab-ı Ali`de görmek istiyor."/ "Sadrazam kim_"/ "Abimiz Mahmud Şevket Paşa."/... kan izleri temizlenmemişti… Sadrazam düşünceli bir şekilde oturuyordu./ "Bizim delilerin neler yaptığını gördün mü?… Bu gece acilen hükümeti kurmamız lazım. Avrupa'nın hükümetsiz olduğumuzu bilmemesi lazım."/ Içeride Cemal Bey… ve Talat`ta bulunuyordu. Onlar bu hükümete dahil olmadılar… Ermeni Oskan Efendi… Telgraf Bakanlığı görevini üstlenmişti" 152-156
-"Jön Türkler döneminde en önemli isimlerinden biri olan Mahmud Şevket Paşa… herkesin tanıdığından çok farklı bir insandı. Suratına, yanaklarına, sinirden oynayan kaşlarına baktığında onun savaşta gerçek bir yıldırım olduğunu düşünürdün… Sadrazam barışçıl bir insandı, hükümetin diğer üyeleri arasında en az savaşçı olandı. Hatta bazı olayları düşünürsek… korkak bir insan olduğunu dahi söyleyebilirim./ Insanlar arasında anlatan bir hikayeye göre kendisi ırkçıydı ve Hristiyanlardan nefret ediyordu. Ama Türk bile değildi, Bağdat'tan gelen bir Arap`tı. Kendi kökeniyle gurur duyuyordu ve zevkle Arapça konuşuyordu. Hayaller kurmuyordu, her şeyi olduğu gibi görüp kabullenebiliyordu… boş lafların düşmanıydı" 159
-"Abdülhamid 70 yaşında olmasına rağmen Selanik'teyken tekrar baba olma mutluluğunu yaşadı./.../... Abdülhamid için güvenli bir yer bulamıyorduk. En sonunda Beylerbeyi Sarayı`na yerleştirilmesine karar verdik./ Bir sürü farklı görüşe sebebiyet veren bir olayda Kürtler tarafından zorla kaçırılan Ermeni kızlardı" 162, 163
-"Hastalıklar fakir toplumu öldürüyordu, özellikle mültecileri. Ama bu durum bizi fazla endişelendirmiyordu. Ölen öldüğüyle kalıyordu./.../... Araplar… Türkçeye yukarıdan ve aşağılayıcı şekilde bakıyorlardı.../.../ Ermeni meselesi… 1878 yılında Berlin'de imzalanan antlaşmada… uluslararası bir hal aldı… Doğu Anadolu için… reformlar bulunuyordu. Bu reformlar hiçbir zaman Sultan ve Türkler tarafından uygulanmadı./.../... Rusya… Ermenilerin akıttığı kan üzerinden anlaşmalar yaptı.../ Rusya`nın sınırı yakın olduğu için Ermeni toplumunun yöneticileri ve komutanlarından bazıları buraya kaçtı. Türkiye ve Rusya arasında gizli bir anlaşma yapıldı. Bu süre zarfında anlaşma gizli tutuldu. Rusya bu insanları serbest bırakmayacağına ve gitmelerine izin vermeyeceğine dair söz vermişti. Abdülhamid ise Rus Hükümeti`nden onay almadan Anadolu bölgesinde Rus sınırına yakın hiçbir yerde tren yolu inşa etmeyeceğine söz vermişti./ Aynı zamanda II. Meşruiyet`in ilanı da Ermenilerin umutlarını yerle bir etti… Adana'da… çatışmalar yaşandı. Çok sayıda Ermeni hayatını kaybetti. Jön Türklerin yönettiği hükümetin bu saldırı olayında hiç bir suçu yoktu./... Türkler sadece… Büyük Devletler… baskı yaptıklarında Hristiyanları hatırlıyordu… Tehlike geçtiği gibi reformlar da unutuluyordu… Jön Türkler II. Abdülhamid`in rejimini devam ettiren sadık insanlardı./.../... Abdülhamid Kürtleri Ermenilerin zalimi ve Rusların düşmanı olarak görüyordu, o yüzden yaptıkları tüm yasadışı işlere göz yumuyordu… Kürtler için Hamidiye alayları kurdu… Kürtlere silahlar ve kıyafetler veriyordu… Onların görevi ülkeyi Ruslardan korumaktı. Savaş başlayana kadar Kürtlerin yaptığı tek şey Ermenileri soymaktı./ "Resmi çeteye" karşı Ermeniler binlerce şikayette bulunuyordu… en doğru karar bu alayın görevini sonlandırıp, Kürtlerin herkes gibi askerlik görevini yerine getirmeleriydi. Kabine toplantısında… sundum… Kürtlerin ayaklanmasına sebep olabileceğimize ve ayaklanmayı durduracak güce sahip olmadığımıza dair cevaplar aldım. O zaman… kendilerini korumak için Ermenilere de silah vermemiz gerektiğini söyledim. Bu çözüm toplantı salonunda kafa karışıklığına sebep oldu… Bir bu eksikti… Dahiliye Nazırı farklı çözümler sundu ve durum hiçbir zaman düzelmedi. Ermenilerin meşruiyet hükümetine olan güveni gitgide azaldı ve bakışlarını sınıra çevirdiler, yani Rusya`ya" 166-170
-"Şeyhülislam muzun nasıl yenildiğini bilmiyordu… olduğu gibi ısırmaya çalışıyordu.../... Edirne… Bulgarların eline düştü.../ Sadrazam`ın gözleri dolmuştu… Dahiliye Nazırı sinsi Hacı Adil Bey.../.../ Durumun farkında olan bir kişi vardı: O da Sadrazam Mahmud Şevket Paşa`ydı. Kendi isteği olmadan başa getirilmişti… Gerçekleri gören bir insan olarak… Kamil Paşa`nın barış antlaşması yapmasına izin verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Fakat sabırsız ve savaşçı Jön Türkler farklı karar almıştı./ Edirne'nin düşüşünden sonra Mahmud Şevket Paşa tüm bakanları topladı… "Bu günden sonra sadece barışın yapılması için çalışacağız, savaş bizim için kaybedilmiştir."/.../... Büyük Devletler`in ve özellikle Rusya`nın, Bulgarların Istanbul'a girmelerine izin vermeyeceğini biliyorduk… Bulgarlar Petrograd`dan Istanbul'a girmek için izin istemişlerdi. Istanbul'u ele geçirdikten sonra Rusya`ya vereceklerdi… Rusya bu isteği reddetti. Bu sebepten… Bulgarlar da bizimle savaşmaya devam etmek istemiyorlardı./ Ikinci olarak Balkanlarda bulunan Hristiyanlar bir darbe hazırlıyorlardı.../ Barışın şartları ise belliydi.../.../... Mahmud Şevket Paşa şöyle demişti:/ "… Barış antlaşması bir ceset ve gömülmesi gerekiyor."/ Sonunda heyet üyesi olarak Berlin'de bulunan Büyükelçi Osman Nizami Paşa, bu satırların yazarı ve Reşid Bey görevlendirilmişti./ Osman Nizami Paşa sakin ama çok korkak bir insandı. En ufak kararı bile almaya cesaret edemiyordu. Aynı zamanda toplumda çok sevilen bir insandı. Eğitim ve mentalite olarak Türkler arasında en az Türk olandı. Babası Çerkez, annesi Viyana'lıydı ve Viyana'da doğmuştu… Avrupa başkentlerinde yetişmişti. Almanca… Fransızca, Italyanca ve Ingilizce biliyordu./... Londra'ya gitmeden… Sultan`ın yanına uğradık… Sultan, veliaht şehzadeye de gitmemizi söyledi./.../... Veliaht Şehzade Yusuf Izzettin Efendi`ydi. Dünya savaşı zamanında intihar etti. Jön Türkler tarafından öldürüldüğü söyleniyordu. Boş bir suçlama olduğunu düşünüyorum…/.../... yanına gittiğimizde çok dağınık ve kirli bir ev ile karşılaştık" 172-177
-"Balkanlar`daki heyet üyeleri enteresan figürlerdi… kazandıkları zaferden dolayı kafaları dimdik yürüyorlardı. Biz ise, Türkiye`nin temsilcileri… kaybetmiş bir ülkeyi temsil ediyorduk. Başımız eğik, üzüntülü bir şekilde bir köşede oturuyorduk… Ama… ünlü, kibirli Bulgar heyet üyesi Danef dışında hiç kimse bizi rahatsız edici… hareketlerde bulunmuyordu… Birkaç gün sonra Danef, başbakanlık görevine başlamak için Bulgaristan'a çağrılmıştı… bu karar Bulgaristan'ın tarihinde kara bir leke olarak yer aldı. Çünkü kendi anlaşmalı olduğu ülkelere saldırarak Ikinci Balkan Savaşı`nı başlattılar" 178, 179
-"Bir aydan fazla bir süre… Barış antlaşmasına bir virgül dahi eklenmedi ve Büyük Devletler tarafından hazırlanan antlaşmayı olduğu gibi imzalamak zorunda kaldık" 182
-"Ingiltere`nin Kralı Balkan heyet üyeleri adına bir ziyafet düzenledi… Nafia Nazırı olduğumu bildiği için… Mezopotomya`da ne tür kamu çalışmaları yapmak istediğimizi sordu./... O zamanlar Ingiltere`nin Mezopotamya`yı yöneteceğini kim bilebilirdi ki?" 186
-"Westminster… Londra'nın bu taraftaki belediye başkanı… Türkçe biliyordu" 187
-"Hindistan Bürosu.../... bir grup… Bakanlar ve temsilciler, güzellikleriyle kendilerine hayran bırakan Ingiliz hanımları bu grupla enteresan bir konuşma yapıyordu./ "… Burada gördüğün herkes
ülkelerinde sözü geçen önemli insanlar. Bizim hükümetimiz onları Londra'da misafir ediyor, lüks evlerde, lüks bir hayat yaşatıyor. Onlara verdiğimiz önemden dolayı işimize yarayan bilgilere sahibiz. Eğer Hindistan`ın bir bölgesinde… ayaklanma… haberini alırsak hemen bu prenseslerden birkaç tanesini oraya gönderiyoruz. Çoğu zaman milletin sakinleşmesi için onların konuşması ve orada bulunması yetiyor."..." 189, 190
-"Cavid Bey.../... Selanik'te bir köyde ilkokul öğretmenliği yapıyordu… liberaldi. Dini fanatizmin ilerleme konusunda bir engel olduğunu düşünüyordu. Bütün bu kalitelerine rağmen Jön Türkler için Talat, Enver veya Cemal kadar önemli olamamıştı. Bunun en büyük sebebi… dönme olmasıydı… Selanik'te bulunan dönmelerin dini Islam, anadillerinin Türkçe olduğu doğrudur. Ama Türkler bu kişileri kardeş olarak görmüyorlardı.../... Cavid Bey… Korkak bir kişiliği olduğu için… sorunlardan kaçmaya çalışıyordu.../ Paris'te… bir mektup getirdi. Sadrazam Mahmud Şevket Paşa gündüz vakti Jön Türklere karşı birkaç kişi tarafından öldürülmüştü. Türkiye için en büyük kayıplardan biriydi. Bu habere çok şaşırmamıştık. Asıl şaşırdığımız… Prens Said Halim Paşa`nın sadrazamlık makamına getirilmesi… idi…. bu kadar yükümlülüğü sırtlayabilecek bir insan değildi… Silik bir kişilikti.../ Jön Türklerin gerçek liderleri olan Talat, Enver ve diğerlerinin kullanabilecekleri bir Sadrazama ihtiyaçları vardı. Bu yüzden… seçtiler. Zaten… iradesiz bir sultana sahiptik. Şimdi de aynı şekilde olan bir sadrazama sahip olduk. Türkiye`nin kaderi iyi ellerdeydi!/... Türkiye`nin Dünya Savaşı`na girme konusu… bazı olayları anlatacağım. Anlatacaklarım direkt olarak benim bildiğim olaylar değil çünkü ben artık hükümette değildim. Her şeyi Türkiye`nin Dünya Savaşı`na girişine kadar bakanlık yapan bir arkadaşımdan öğrendim./ Türkiye`nin çoğu bölgesi Alman hayranıydı… Almanya`nın savaşı kazanmasında, Türkler Rusya`nın kaybedişini görüyordu. Türkler Rusya`dan nefret ediyordu. Türkler savaşa girerlerse onların katkılarıyla Rus Imparatorluğu`nu devireceklerine inanıyordu. Savaşa girmelerinin en önemli sebebi de buydu… savaş başladıktan sonra ordularının durumu iyiyken Türkler büyüme hayalleri kuruyordu. Bu kadar büyüme hayalini en büyük sultanları bile kurmamıştı. Savaştan sonra, iki kıtada sadece iki tane devletin bulunacağını düşünüyorlardı. Avrupa Almanya'ya, Asya kıtası ise Türkiye`ye kalacaktı./.../ "Bize ait olanlara sahip çıkalım ve fazlasını almaya çalışmayalım. Nasıl olsa gereğinden daha fazla yerlere sahibiz." derdi Mahmud Şevket Paşa."/ Ama kendisi ölmüştü.../.../ Komik olay ise Türkiye`nin Dünya Savaşı`na girme şekliydi… Said Halim Paşa… sadece bir kuklaydı" 192-195
(Ittihatçılar gibi büyüme hayali kurmayan ve Ittihatçıların istedikleri gibi kullanamayacakları anlaşılan Mahmud Şevket Paşa öldürülüyor, tam Ittihatçıların istediği gibi, kullanabilecekleri nitelikte biri sadrazam yapılıyor, kısa bir süre sonrasında ise "komik" bir şekilde savaşa giriliyor. Bütün bunlar, Mahmud Şevket Paşa`nın öldürülmesi dahil,  tamamen, Ittihatçıların cinliği değilse, ilahi güçler ya da gerçek cinler Ittihatçılardan yana olmuş olmalı! 
Yoksa bu kadar tesadüf çok fazla sayılmaz mı?
Bir taşla iki, hatta üç kuş vurma...
Her tür muhalefetin şiddetle bastırılıp susturulması için bulunmaz bir gerekçe, yani bir tür nimet, değil mi? 
Ve, öyle olmamış mıdır?)
-""Goeben"ve "Breslau" savaş gemileri Karadeniz`e girip… Rus savaş gemilerine ateş açtılar… Odesa ve Sivastopol limanlarına saldırıp, Rusya`ya ve diğer devletlere ait birkaç savaş gemisini batırdılar. Bunların hepsi barış döneminde yapıldı. Savaş ilan etmeden düşmanlıklar başladı./... söz hakkını arkadaşıma veriyorum:/ "Bakanlar Kurulu`nda toplandık… Sadrazam çok kızdı.../... savaş gemilerinin, böyle bir emri ancak… Enver… veya Bahriye Nazırı Cemal Paşa`dan aldığı düşünülüyordu. Enver Paşa olaylardan haberi olmadığını… Bahriye Nazırı da olaylardan haberi olmadığını… açıkladı.../ Tüm sorumluluk gemilerin Alman komutanı Souchon`un üstünde kalıyordu… herkes… savaşa karşı olduklarını açıkladılar./... saldırıya bir sınır olayı görüntüsü verilmesine karar verilmişti.../ Ertesi gün Dahiliye Nazırı Talat Bey tarafından çağrıldım.../  `Dün sen gittikten sonra, odada kalan bakanlar bir karara vardık. Savaşa karşı olan bakanların hükümetten çekilmelerine karar verdik.`/ `Bu durumda, Sadrazam dahil olmak üzere, hepimizin hükümetten çekilmesi lazım.`/ `Sadrazam`ı yerinde kalması için ve savaşa girme taraftarı olması için ikna ettik.`/ `Ama sen savaşa karşıydın, yani öyle olması gerekli.`/ `Savaşa şimdi girmemiz için beni de ikna ettiler.`/ Konuşmaya devam edip kimin ikna ettiğini sormak isterdim… Ama ortada bir oyun olduğunu anladım ve Talat Bey`in beni çağırmasının tek amacı hükümetten çıkmam için beni ikna etmesiydi. Zaten ben de hiç uzatmadan seve seve görevimden çekildim."/ Eski arkadaşımın hikayesi burada bitiyor./ Onunla birlikte bakanlık görevi yapan üç kişi daha hükümetten ayrıldılar. Iki tanesi Hristiyan (biri Ermeni, biri Katolik Arap`tı) ve iki tanesi Müslüman: Maliye Nazırı Cavid Bey ve Nafia Nazırı Mahmud Paşa. Türkiye bu koşullarda savaşa girdi… olay… Rus ordularının hazırladığı saldırıya karşı başarılı bir savunma yapıldı diye anlatıldı Sultan Mehmed Reşad`a.../... Mehmed Reşad, Rusya`nın suçlu olduğundan emin olarak öldü" 196-198
-"Jön Türklerin partisi sürekli savaşmak isteyen askerler ve sivillerden oluştuğu için, bu insanlar normal durumlarda kendilerini iyi hissetmiyordu. Ekonominin düzelmesi, devletin ve toplumun kültürel ve tarımsal açıdan gelişmeleri onları ilgilendiren konular değildi" 202
-"Jön Türkler… anayasa özgürlüğünden sadece Türklerin faydalanacağını anladılar… diğer toplumların haklarına saygı duymadılar… resmi dil Türkçeydi. Üst düzey yöneticiler ve memurlar… Türk gibi davranan kişiler arasından seçiliyordu./ Maalesef Jön Türkler bu kadarıyla memnun olmadılar… Imparatorlukta 12 milyon Arap ve 9 milyon Türk bulunuyordu./... Araplar… kültürleriyle… Türklere göre çok daha üstünlerdi. Öğrenme hızı olarak Araplardan üstünü yoktur.../.../ Jön Türkler gerçekleri görmek istemediler… Türkler imparatorluktaki en geri kalmış toplumlardı… Onlar ya memurdu ya asker ya da köylü. Ve nasıl köylüler? Alkolün ne olduğunu bilmeyen, misafirperver, dürüst, verdikleri sözleri tutan ve takdire değer askerler. Bu parlak gerçekler arkasında acı gerçekler de var.../... hastalığı Allah`ın cezası olarak görüyorlardı ve hiç kimsenin tedavi edebileceğini düşünmüyorlardı. Allah`ın isteğine karşı çıkılamayacağını düşünüyorlardı.../... Bir yaz Bursa… kolera salgını dolaşıyordu… doktor… sağlık işlemlerini yapmak istediğinde… hastayı… saklıyorlardı./.../ Bir gün… bir Türk`e sordum./ "Neden doktordan… saklanıyorsunuz?"/ "Çünkü yetkili makamlar ve doktorlar salaklar… anlamıyorlar… işlediğimiz günahları cezalandırmak için Allah tarafından gönderildi. Allah`ın kararına karşı insanlar ne yapabilirler ki?"/ Ve emin olun ki toplumun yüzde 99`u aynı şekilde düşünüyordu… hala Hristiyanlarda eskiden bulunan mantalite vardı. Azizler hakkında bilgili olan kişilerin kültürlü olduğu düşünülüyordu… Türklere göre bilgili insanlar, dini çok iyi tanıyan ve dini kitapları okuyabilen insanlardı…/.../... Türk devletinde tüm yetkili makamlarda görev yapan üst düzey askerler, siyasetçiler, yazarlar ve becerikli yöneticiler farklı toplumlardan gelmişlerdi" 204-207
-"Jön Türklerin… Çoğu zaman mumla kavga aradıklarını düşünebilirdin. Devletin içinde bulunan diğer tüm toplumlarla aralarını bozmuşlardı. Dış devletlerle de ilişkileri farklı sayılmazdı" 208
-"Jön Türkler fanatizmin zincirlerini koparmaya… cesaret edemediler. Tam tersine bazı konularda Abdülhamid`den daha fanatik olduklarını ispatladılar. Bilginlerin ve hocaların ordusundan korkuyorlardı./.../... Jön Türklerin mantalitesi diğer Türklerin mantalitesine göre farklı değildi./.../... Tüm yaşayan Müslüman toplumların bir gün ay yıldızlı bayrağın altında birleşeceklerini düşünüyorlardı. Boş ama zararsız düşünceler. Bu düşüncelerden dolayı kendileri zarar gördüler.../.../ Türkler hala Ortaçağ`da yaşıyorlar" 209-211
*
8.4.2020

***
Bu kitap bana şunları da düşündürttü:
*
Tarih, sadece, günün egemenlerinin bugünkü yalanları için geçmişten gerekçe uydurma faaliyeti midir?
*
Uzmanlığım yok, elbette, ama, kanımca, Cumhuriyet döneminde Ittihatçılar-Ittihatçılık yeterince konuşulmamıştır.
*
Acaba, neden?
*
Bolca yalan, hadi öyle değil de şöyle söyleyelim, yanlış yok mu?
*
Hele de, "ilericiler"!
Jön Türkleri aydınlanmacı sayıp, yüceltirler!
Kavramlar iç içe!
Jön Türkler, Ittihatçılar…
Kim, kim ki!
*
Mesela, iki-üç gün önce, Tele1 televizyonunda, Emre Kongar, birçoklarının sık sık yaptığı gibi, Enver Paşa'nın yurtseverliğinden bahsediyordu!
Ölümüne yakın, Türkistan'daki günlerinde ifade ettiği anlayış bugünkü Işid'den hiç farklı olmayan Enver Paşa'nın...
*
1908'de özgürlük getirmişlermiş!
Peki, ya sonra?
*
Koca imparatorluk birkaç zorbaya teslim olmamış mıdır?
Aklı ve vicdanı rafa kaldırmış,
Hırsları yeteneklerini çok çok aşmış,
Zamanın ruhu, yani konjonktür, yüzünden,
Devlet gücünü ele geçirip,
Etrafa ölüm saçan,
birkaç silahlı zorbaya...
*
Aslında, ittihatçılar denen, esasta,
merkezinde az sayıda kişiden oluşan silahlı zorba bir grup ya da başka bir ifadeyle "çete" bulunan,
ancak kendisinin ne olduğu hiçbir zaman tam olarak tanımlanmamış-belirginleşmemiş,
bir fırsatçı güruhu, ya da, bir fenomen,
değil midir?
Yani, bir tür, bir "çete"!
*
Bir de anti-emperyalizm söylemi var!
Herkes yedi düvele karşı!
Bunun kadar gerçeği gizlemeye elverişli bir başka kavram var mı, acaba?
*
Ittihatçıların bir özelliği, bir tür, reel politika, ya da, "cinlik" yapma, değil mi?
Herkes aptal, bir tek onlar akıllı!
Ve, ne içinse, herkesi kandıracaklar!
*
Bu anlayışın bir ürünü de, muhtemelen bir tek kişinin inisiyatifiyle, "Türk Kafkas Islam Ordusu"nun oluşturulup, Lenin'in sovyetleri yüzünden Rusların boşalttığı sahaya sürülmesi ve bu ordunun sonraki eylemleri değil midir?
*
Tam o sıralarda, Kafkas kökenli Osmanlı subayları Kuzey Kafkasya'ya gönderiliyor, ve, güya, orada bağımsız bir Cumhuriyet oluşuyor!
Hadi biraz esneterek söyleyelim, oradaki halkların bağımsızlıklarına katkıda bulunuluyor!

Bunu biz de ciddi ciddi bir devlet sayageldik!
*
Sanki, bütün sineklerden yağ çıkarma mecburiyeti varmışçasına bir çaba!
Ama, bu arada, bolca kan!
*
Tam bir "cinlik" sayılmaz mı?
*
Ilhan Selçuk da, bu anlayışı, mesela, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı, ile, yüceltmemiş midir?
Keşke, Selçuk, Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'nın devamını yazsaydı da, devamında neler olduğunu da öğrenebilseydik! 
Ama nedense yazmadı!
*
Peki, bütün bunlardan, başka bir deyişle, o kadar kandan, sonra, 1920'lerde, Moskova'da Lenin'le görüşmelerde ve Baku'de Sovyet toplantısında, Ittihatçılar ne arıyorlardı?
*
Ya, onlarla konuşan Sovyet sosyalistleri?
Lenin ve arkadaşları Enver Paşa ile ne konuşuyorlardı?
Onlar neyin peşindeydi?
*
Lenin de, reel politika, yani "cinlik", mi yapıyordu?
*
Ittihatçıların bir diğer özgün icraatı, Teşkilat-ı Mahsusa!
Ve, bu icraata yol açan anlayış, günümüzdeki anlayışla tıpa tıp aynı değil mi?
*
Esasen, sonraki Cumhuriyet'i biçimlendiren de, Ittihatçı anlayışı değil midir?
Bu anlayış bu topraklarda bugüne kadar hep etkili olmamış mıdır?
*  
25.4.2020
***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder