28 Nisan 2020 Salı

Bu Sıralar En Sevdiğim Yazar


***
Bu sıralar yazılarını en zevkle okuduğum yazar Metin Münir (MM).

***
Bazı yazılarını okuduğumda, dile getirdiği bazı düşüncelerin, benim akıl kapımın eşiğine gelmiş, ancak henüz o kapıdan geçmemiş bazı düşüncelerin güzel bir şekilde ifadesi olduğu, gibi, bir hisse kapılıyorum, ve, benzetme uygun olursa, sanki, bir doğum sancısının bitimindekine benzer olabileceğini tahmin ettiğim bir şekilde, bir ferahlık hissediyorum!
16.5.2020 

***
MM'ün t24'teki 28.4.2020 tarihli yazısı ise, bana göre, çok büyük bir hayat dersi niteliğinde.
Benim zaman zaman bölük pörçük düşündüğüm, ancak derli toplu bir araya getirip ifade edemediğim, bazı düşünceleri o kadar az sözcükle o kadar güzel ifade etmiş ki!
Bir yaşamda uzun bir sürede oluşan bilgi ve tecrübe birikimini damıtarak sunuyor, sanki!
Bir bölümüne katılmadığım o yazının bir bölümü şöyle:
*
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/ardimizdan-gelecek-olanlar,26405


28 Nisan 2020

Ardımızdan gelecek olanlar


Elli sene gece gündüz Ankara ve İstanbul’da gazetecilik yapıp da kartal gözleriyle izlediğim Türkiye’de ne olup bittiği artık beni hiç ilgilendirmiyor.
Çünkü hiçbir şeyin daha iyi olacağına inanmıyorum.
Türkiye’nin Covid-19 salgınını bir Güney Kore, bir Avustralya veya bir Danimarka gibi az zararla atlatamayacağını da biliyorum. Medrese know-how’ıyla donanmış bir rejim, ne olduğu bile hâlâ iyi anlaşılamamış bir pandeminin altından kalkamaz.
Biz Osmanlıyız, bizde adam çoktur... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir...
Osmanlı yok olalı yüz yılı geçti ama imparatorluğu batıran bu kafa, Türkiye’de egemenliğini sürdürüyor.
...
En acı olan ne biliyor musunuz?
Hiçbir zaman ümit yoktu, Cumhuriyet'in ilk yıllarını ve kısa birkaç yılı saymayacak olursanız, ama biz gençliğin verdiği heyecan ve iyimserlikle geleceğe sarıldık. TC’de normal sayılanın anormal olduğunu kavrayamadık.
Askeri müdahalelerin, ara dönemlerin geçici olduğunu sandık. Onların Türkiye’nin normali olduğunu, bütün dönemlerin ara dönem olduğunu anlayamadık veya anlamak istemedik.
Bütün liderler ışığımızın ucundaki birer tünel idi.
Son zamanlarda, artık ömrümüzün tükenmekte olduğu bu günlerde bendeki bu havayı benimle yaşıt olan arkadaşlarımda da görüyorum.
Onların gözleri de benim gördüklerimi gördü ama ben uzaktan bakarken onlar, belki bir şey yapabilirim umuduyla, sarıldıkları inançları yüzünden işkence gördüler, hapis yattılar ve sürgünde yıllar geçirdiler.
Hepsi boşuna imiş.
Biz burada, KKTC’de sizden daha iyi değiliz. Dünya bir felaketle uğraşır, halk evlerinde kapalı iken politikacılar ara vermeden koltuk kavgasına devam ediyorlar. Oturmak istedikleri koltuklar koltuk olsa...
Türk olmak sürekli şampiyonluğa hazırlanmak, ama yarışta nal toplamaktır. 
Türk’ün her ümidi düş kırıklığına bir yolculuktur.
Ne kadar acı böyle olması ve böyle düşünmek.
...


***
MM'ün t24'teki başka yazılarından çok beğendiğim bazı ifadeler de şöyle:

*
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/seyir,26234

"Benim bu dünyayla işim bitti, ama hangi sebeptendir bilinmez, bu dünyanın benimle işi bitmedi, diye düşündüm."


MM 16.4.2020 tarihinde böyle yazmış.
Ve, bu ifade benim şimdiki anlayışıma da çok uygun!
Yani, neredeyse!

*


https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/yetmis-alti-mi-inanmiyorum,25800
10 Mart 2020
    Yetmiş altı mı? İnanmıyorum!
...



Geçenlerde bahçede dolaşırken kısa bir zaman önce 76 yaşına bastığım aklıma geldi.
Bu her aklıma geldiğinde onunla beraber bir başka şey daha geliyor: İnanmazlık.
...
Beni şaşırtan bir başka şey, kendimi iyi hissetmem. Neden kendimi bu kadar iyi ve huzurlu hissediyorum?
... kendimi iyi hissetmeme neden olan bazı şeyler..
Çocuklarımı iyi yetiştirmiş olmanın huzuru.
Mütevazı bir hayat sürecek bir gelire sahip olmak ve daha fazlasına tamah etmemek.
Hâlâ sevdiğim bir işi yapıyor olmak. 
Borçsuz ve alacaksız olmak.
Meraklı olmak.
Birkaç iyi dost.
Seksle bağımı koparmamış olmak.
Rahat bir eve ve güzel bir bahçeye sahip olmak.
Kitap ve film tutkusu.
Alıcı değil verici olmak.
Sızısızlık.
Ölümden korkmamak.
Düz ve açık sözlü olmak.
Özgür olmak.
Her an her şeyin altüst olabileceğini, trajedilerle karşılaşabileceğimi kabul etmek.
Öfkeli, nefret dolu ve kıskanç biri olmamak.
Kendimi ciddiye almamak.
Sahip olduğum her şeyi alın terimle elde etmiş olmak.
İstediğim zaman yatıp istediğim zaman kalkmak.
İçki yerine temiz hava ve doğanın güzellikleriyle sarhoş olmak.
Sosyal medyadan ve haberlerden uzak durmak.
Korkusuz, saf ve sevgi dolu olmaya, bencil olmamaya çalışmak.
Başkalarıyla beraber geçirdiğim zamandan fazlasını tek başıma geçirmek.
Bir hiç olduğumun şuuruna varmış olmak.

* * *

Dünyadan biraz elimi eteğimi çektiğim için böyle düşünüyor olabilir miyim? 
Olabilirim.
Çocuklukta ve gençlikte insanın önüne dengesini bozacak, onu mutsuz edecek, baş edemediği birçok şey çıkıyor.
Belki şunu söylemek daha doğru: İçinde yaşamak için kurduğu düzenin insanı mutlu etmesi mümkün değil. Kişiyi yanlış, çıkışı olmayan yollara yönlendiriyor. İnsan kendini o düzenin dışına atabildiği kadar mutlu olabilir.
Eşsiz Orhan Veli’nin (1914 – 1950) dediği ve benim de sık sık tekrarladığım gibi,
 "Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;

Zamanla anlıyor insan dünyayı."
*
Birçok yeri bana da çok uyuyor!
Özellikle ölümden korkmamak kısmı!

*

https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/bir-hizli-karar-verme-olayi,26335


...
Karar verme gereksinimi, bir düzlükte önünde beliren bir tepe gibidir. İnsan o tepenin ya yanından geçip ya üstüne tırmanıp yoluna devam edecek. Ya da yamaçta elleri başının altında yatıp gökyüzünü seyredecek.
Kaderimize, kısmen, verdiğimiz ve vermediğimiz kararlar şekil verir.
Benim hayatımda vermediğim veya verip de korkunç şeylere neden olan kararlar ağır basar. Çoğu zaman, yapsam mı yapmasam mı, gitsem mi kalsam mı, diye düşünürken fırsat kaçar, karar verme gereği ortadan kalkar. Ya da birisi benim için karar verir.
Ama her zaman değil. Bazen pıt diye karar veriveririm.
...
Bu da 23.4.2020 tarihli t24'ten.

***

https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/batik-tekneler,26605

14 Mayıs 2020
Batık tekneler

Dinin önündeki en büyük engel camiler, kiliseler, sinagoglar, din adamları ile onları ve dini dünyevi çıkarları için kullanan politikacılardır.


Bütün bunlar dinleri, batıp denizin dibine çökmüş ve üzeri su yaratıkları ile kaplanmış tekneler gibi, işlevini yerine getiremez hâle getirdi. 
Bir başında dikenlerden taç, üstü yırtık pırtık, kan revan içinde çarmıhta "su" diye inleyen İsa’yı düşünün, bir de ipekliler giyen, altın haç ve elmas yüzük takan göbekli piskoposları.
Dinler insanları terbiye edemedi ve dünyayı yaşanılmaz hâle getirmelerini önleyemedi. İnsanı iyi bir dünya yaratığı yapamadı.
Yapacağı da yok.
Gerçekten dindar olanlar veya olduğunu sananlar istisnadır ve onların birçoğunun da dini tamamen terk edenlerden daha iyi olduğu tartışmalıdır.
Dinler kurtuluşu, ahlakın en üst düzeyini temsil ettiklerini iddia etmeye devam ediyorlar ama inandırıcılıklarını kaybettiler.
İsa, Musa ve Muhammed yeryüzünde yürürken vardı getirdikleri dinlerinin özü ve saf uygulanması.
Bu cümleyi bile "belki" ile takviye etmek gerek.
İsa’nın Havarileri bile ihanet ve korku içinde değil miydi?
...
Tevrat ve İncil’in Tanrı’sı değil miydi insana "yürü ve çoğal," buyuran ve bütün canlılara "kâhya" atayan?
İşte yürüdüler ve çoğaldılar. Başka yaratıklara yaşam alanı bırakmadılar ve kâhyası oldukları canlıları yok ediyorlar.
Denizleri ve havayı zehirlediler.
Dünya İsa’nın "devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı'nın krallığına girmesinden daha kolay" dediği zenginlerle doldu.
Belki kabahat dinlerde değil insanlarda, terbiye olmalarının, zararsızlaşmalarının mümkün olmayışındadır.
Ama terbiye edilmesi mümkün olmayan insanı da Tanrı yaratmadı mı?

  *

İnsanı kendisinden başka kimse kurtaramaz.

***
https://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/dunyaya-geldikten-sonra,26628
16 Mayıs 2020
...

Dünyaya geldikten sonra artık hayatınız sizindir. Onunla istediğinizi yapabilirsiniz.
Ama Tanrı'nın verdiği hayatla istediğini yapan veya yapabilen kaç insan var? Belki hiç yok.
İnsan hür doğar, ama her yerde zincirler içindedir. 
Doğar doğmaz bağlanır bir ülkeye, dine, aileye, eve, mahalleye, arkadaşlarına, suçluluk duygularına, ondan beklenenlere ve onun kendinden beklediklerine. Hayallere, ümitlere, aşklara, yarının bugünden daha güzel olacağına ve daha birçok şeye.
İnsan sanki borçlu doğar. ...
İnsanda zincirden bol şey yoktur. 
Hayatın denizine atılan mutsuzluk çıpalarının çoğu bu zincirlere bağlıdır.
İnsan biraz düşünürse, aslında, kendi kendini bağladığını keşfeder. Bağlar dışarıda değil, aklının içindedir. Düğümler atıldığı gibi çözülebilir -bir düşüncenin gelişi ve gidişi kadar büyük bir süratle.
Antik çağlarda, Yunan ve Roma'da ölüm bir çıkış addediliyordu. 
...
Hayatımdan bezdiğimde normalleşmek için bir yöntem bulmuştum. "Dır dır etme. O kadar şikâyetçiysen çık" diyordum kendi kendime. Ve aklım başıma geliyordu. Beterin beterinin beterinden uzak olduğum, yaşamaya devam etmek için birçok nedenim olduğu aklıma geliyordu.
Geçen gün telefonda bir tanıdığımla konuşuyordum.
Altmışını geçen ve yalnız yaşayan bir arkadaşının kendine bakamayacak kadar uzun yaşamaktan korktuğunu anlattı.
"Her şeyini bir vakfa bağışladı. Yaşlılığında ona bakacaklar."  
...
En karanlık zindandaki en kalın zincir korku ve endişedir.
Yaşam düşüncelerle kontrol edilebilecek bir enerjidir. Bu öğrenilebilir.

Benim yaptığım gibi, her gün "Ben korkusuzum, safım, sevgi doluyum, bencil değilim" diyerek öğrenmeye başlanabilir.

***
Sevdiğim yazarlar zamanla değişti.
1980'lerin ortalarından itibaren bir süre YK'ün yazılarını beğenerek okudum.
Ama zamanla, bazı yazdıklarına katılamaz oldum.
Oysa, 1980'ler sonunda, onu eleştirmek için yazılmış olan bir kitabı alıp eleştiren neleri eleştiriyor diye anlamak için özellikle okumuş ve eleştirileri anlamaya çalışmış, ama eleştirilere hiç katılamamıştım.
Şimdiyse, kendiliğinden oluşan anlayışım sonucu, YK'e katılamıyorum.
Hatta yazdıklarının bazıları komik gelmeye başladı.
YK, Leninist, ve hatta, Stalinist anlayışta şeyler yazıyordu.
O zaman bunları, tam içselleştirmeden, okuyor, geçiyordum.
Şimdiyse, net bir şekilde katılamıyorum.
*
YK, ayrıca, Fransız devrimine ve özellikle Robespierre'e ve Cumhuriyet ile 1960'lar sol hareketlerine de sempatiyle bakan ve, yer yer, generallere umut bağlayıcı nitelikte yazılar da yazıyordu.
Sürekli olarak kendini de övüyordu.
Övünmesini, hiç bir zaman sevmemiştim, zaten, ama, şimdi, bazı ayrıntılar dışında, o yazdıklarına hiç katılamıyorum.
*   
Bu durum, tabii ki, sadece, YK ile de sınırlı değil, aynı şekilde baktığım bir çok başka yazıcı da var.
*
YK, bir de, zaman zaman, Amerika çok kötü, oradan kaçtım, Ingiltere de öyle, Paris de, türü şeyler de yazıyordu.
Özellikle bu anlayış, şimdi, bana çok komik geliyor.
Emperyalistler kötü!
Oralar kötü de, iyi olan neresi!
Bir tür ırkçılık, sanki!
*
Emperyalizm karşıtlığı lafı, birçok şeyi örtmek için çok elverişli bir alet değil midir?
*
Benzer bir anlayışı, babasıyla mektuplaşırken AN'in de savunduğunu görmüştüm, Amerikalılar aptal, diyordu, babası da sanki onaylar gibiydi, onu okuyunca, başka yerler, artık o yerler neresiyse, herhalde Türkiye bunlardan en azından biri olmalıydı, çok akıllı insanlarla dolu sanırdınız.
Bunları söyledikten sonra izinli olarak gelip vatani görevini yapmaya kalkıştığında, akıllı insanların en akıllılılarını bünyesinde bulunduran ülkenin ordusunun bazı görevlilerince, iddiasına göre kumpas kurularak, hapse atılmasının sağlanması ilginç bir durumdu.
*
Bu tür anlayışlar çok da yaygın.
Herkes kötü.
Bir biz iyiyiz.
Irkçılığın türlü türlüsü.
*
Etnik ırkçılık bir yanda!
Dinsel ırkçılık öbür yanda!
*
Fanatiklik diz boyu!
*
19.4.2020
***
Bir yazıyı ya da yazarı, beğenmek ya da beğenmemek, okuyanın kapasitesini de göstermez mi?
Okuyan bilmiyorsa, bilmediği yazılanı doğru sanabilir.
Kişi, zamanla, öğrendikçe, daha uygun değerlendirmeler yapabilir.
27.4.2020
***











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder