13 Ekim 2018 Cumartesi

Kemal Tahir’e Mahushaneden Mektuplar

Nazım Hikmet, 1. Baskı, Nisan 2016, İthaki Yayınları, İstanbul

Nazım Hikmet'in 1940-1950 döneminde hapishaneden başka hapishanedeki Kemal Tahir'e gönderdiği mektuplar.
O günün güncel durumuna ve sanata ilişkin ilginç bazı bilgi ve değerlendirmeler var.
*
Nazım, Kemal Tahir'i çok yakın ve değerli görüyor.
Bir de eşi Piraye Hanım'ı.
Bunun dışında, epeyce yalnız kalmış, denebilir!
*
Ali Fuat Paşa'dan zaman zaman hapisten çıkabileceği yönünde haberler gelmiş; ancak, uzunca bir süre, bu, gerçekleşmemiş.
Hatta, Mareşal Çakmak bile umut veren sözler etmişmiş!
Nazım, kuvvetle inanmış, samimi bir komünist! Ve, bunu, denetimden geçen mektuplarında açıklıkla dile getiriyor.
Bu durumda, o gün için, hapiste tutulmasına da, şaşılabilir mi?
Anlaşılan, "dayı" Ali Fuat Paşa'nın da pek fazla itibarı yok!
Ya, İnönü yönetiminin yaklaşımı?
*
Bir yerde, "Bazı insanlar vardır ki gittikleri yerde mutlaka iyilik olur. Stalin'de bunlardan biridir", s. 320, diyor; bu, trajikomik değil mi?
Aynı şekilde, sık sık, namuslu ve çalışkan halkımıza güzel eserler vermeye mecburuz, türü şeyler yazması da, dramatik değil mi?
*
Çok fedakar bir kadın olarak düşündüğüm ve on yıllık bir süre boyunca hapishanelere taşınıp durmuş olan Piraye Hanım'dan hapishaneden çıkışına yakın bir zamanda ayrılıp dayısının kızı Münevver Hanım'la evlenmesi konusunda samimi şeyler yazmış mıdır, nasıl açıklıyormuş, Nazım, diye, merak ediyordum, ama, o konuda, çok yüzeysel ifadeler dışında, fazlaca bir şey yazmamış.
*
İçten, samimi bir insan!
Yardımsever de...
Elbette, çok yetenekli bir şair!
Ama, bazı değerlendirmeleri-yaklaşımları da, çok safça-çocukça, değil mi?
*
Kitaptan bazı notlar:
-(1940-3) “Ziya Meriç Bey geldi... Nafıa Vekaleti hukuk müşaviri. Dayı Paşa4 göndermiş. Elinde bir istida müsveddesinin notları. Dayı Paşa Başvekille ve fırka grubu erkanıyla görüşüp prensip itibariyle mutabık kalmışlar. Af meselesi hallonulmuş. İstida başvekile hitaben... nasıl kusursuz ve taksiratsız mahkum edildiğim kaydolunuyor... hususi af talebi. Ziya Bey, artık bu mesele bitmiştir, diyor. Çok yakında bir aya varmaz çıkacaksınız, tebşir ederim, dedi... Şimdiye kadarki tecrübelerde aldığım dersle bu hususta ne kadar bedbin olduğumu bilirsiniz/ 4 Nazım Hikmet’in dayısı general Ali Fuat Cebesoy” 10, 11
-“Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Ferid Beyden Toska operasının tercüme parasından kalan bakiyeyi hala alamadık. Piraye... meteliksiz. Ferid’e yazacağım, parayı bir an önce göndersin” 13
-(1941-5) “... hürriyetimize kavuşacağız demektir... ümit varım” 16
-(1941-7) “Halide Edip’in eserleri.../.../ Birinci devrede hakim muhteva, mazi hasreti, lirik ve mistik felsefi idealizmdir./ İkinci devrede de hakim unsur cinsiyet kavgasıdır.../ Üçüncü devrede kendi bakımından sosyal meseleler ön plana gelir./.../ İkinci devrede... Turancı Halide Edip’te, milliyetçi ve mazisever Halide Edip’te vardır. Üçüncü devrede... Turancı, şoven, milliyetçi değil fakat
maziseverliği baki, ıslahatçı, demokrat, Gandi’ci Halide Edip sosyal meseleyi bu bakımdan birinci plana almıştır... romanın bir sosyal tezi olması, sosyal bir davayı gütmesi ise bugün birinci planda
hakim unsur halindedir ki, bu unsur ilk devreden itibaren bazı değişikliklere uğrayarak mütemadiyen inkişaf etmiştir./... teknik romancılığına gelince romancı... yeni verimlerinden... bir hayli istifade  edebiliriz kanaatindeyim./... sırf roman kuruluşu tekniği cihetinden... faydalanmak kabildir kanaatindeyim... Mesela hapishaneye ait bir roman yazmak için sadece hapiste yatmak kafi değildir... roman nasıl yazılır bilmek icap eder... Dalga geçmek, hayal kurmak iyi şey demişler, eğer realitenin akışına uyuyorsa bizi daha faal yapar, uymuyorsa zararı sadece bizedir” 19-22
-(1941-8) “Realiteyi daha yüksek, daha doğru, ona daha layık bir şekille ifadeyi araştırıyorum... Ve “konuşmak” diyalektik bir seyirdir” 23
-“Bizim Hikmet’in Evliya Çelebi üslubuyla modern espriler yapayım derken... evet bizim doktor bazen meramını anlatamıyor yahut ben anlamıyorum” 24
-(1941-9) “Semiha’dan... iki mektup aldım... aynen naklediyorum:/ “7.1.1941-... Pek yakında hürriyetinize kavuşabileceğinizi dayınız bana katiyetle söyledi ve size böyle yazmamı rica etti...”/ “12.1.1941-... Dayınız dediler ki: Bu defa ümit pek çok...”...” 25
-“Sigarandan filan kesmeye kalkma... Sigara içmezsen çalışamazsın” 26
-(1941-11) “... orta çağ münasebetlerinin ifadesi olan belki de yeni çağlarda yeni muhteva ile ortaya çıkacak arkadaş denen nesneyi inatla aradım. Bilirsin ki bir tane buldum. Karım Piraye’mdir. Kırmızı saçlı bacımız, ablamızdır. Bir tanesi de galiba sensin Kemal” 35
-“Hususi münasebetlerde, hususi şahsi menfaatler için yalan söylememek, sözünde durmak, yardım isteyen arkadaşa yardım etmek yani kıskanmamak, doğru ve hak bildiği şeyi söylemekten çekinmemek, namuslu ve prensip sahibi olmak./ Bizde biraz daha, biraz daha öyle olmaya çalışalım kardeşim. Ben kendimde de sende de bu kabiliyeti görüyorum” 36
-(1941-13) “Musolini şairane bir heriftir, nutukları en bayağı cinsten şairanedir... “Vesikalı yârim” de şairanedir. Behçet Kemal de şairane... bende de bir hayli varmış... Pasternak’ta da, Mayakofski’de de şairanelik bol bol mevcut... Zola natüralistti, fakat şairaneliği boldur. Balzak’ta hele Şolohof’ta şairaneliğin daniskası vardır. Yani bu şairanelik... her mektepte kendini gösterebilir bir hastalıktır” 44
-(1941-14) “Eğer çıkma, hürriyete kavuşma işi daha uzayacaksa seni buraya aldırmak için bütün imkanları seferber edeceğim. Yol parasını buluruz. Üzülme.../... realist edebiyat... bir ajitasyon
vasıtası değildir. Fakat hayatta ajitasyon da terbiyeci, müessir bir rol oynar.../... hikaye ile roman   arasındaki fark kemiyette değil keyfiyettedir. Hatta... bunlarla şiir arasındaki esas fark da böyle... böyle görmeye başladığım için her şeyden evvel bence bir kemiyet meselesi olan lisan meselesindeki ayrılığı kaldırmaya çalışıyorum” 46, 47
-(1941-15) “... aynı mevzuu romanda birçok kalın hatların kuvvetle inkişafı ve mimarisi demektir.    Halbuki hikayede bir tek kalın hat etrafında ince çizgilerin sarmaş dolaş olmaları var... Çalıkuşu...
hikayedir... Sakin Don... roman.../... Edebiyatta modern realizm... diyalektik materyalizmin tatbikidir... Samimi olan şeyin şairane olması kabil değildir... Sanatta en büyük ustalık ustalığı belli etmemektir... Balzak... büyük realistti. Ama... materyalist değildi... Balzak’ı realist yapan şey  realiteye sadakatinden dolayı istemeyerek, farkında olmayarak diyalektik metodu kullanmasındadır. Çünkü onun romanlarında bir devrin Fransa’sı, mazisi, hali, istikbal unsurları ile inikas eder. Halbuki natüralist Zola’da bu yoktur... modern realizm... kralcı Balzak’ın realizminden ileri olacaktır.../... Sen bana "fikri imtidadın" zevkini verdin.../ Raşit Kemali... senin peşinden onu salacağım dünya üzerine”  50-51
-(1941-17) “Çehov, Tolstoy, Gorki, Şolohov gibi köy edebiyatına büyük eserler vermiş insanların en mühim hususiyetlerinden biri de, köylüde de... ruhi buhranların, psikolojik derinliklerin hatta çok kere münevver küçük burjuvaya nazaran daha mürekkep olarak mevcudiyetini anlamaları ve bunu  bize anlatmalarıdır.. Bence köylü, muhtelif tabakalarıyla, ruhi haletleri hiç de basit olmayan bilakis çok mürekkep ve derin ruh haletleri geçiren bir insandır./ Bizim edebiyatımızda köylü bir satıh olarak verilmiştir. Derinliğe inilmemiştir. Fransız edebiyatında ise köylü yalnız küçük mülkçülüğü üzerinde durulan bir adamdır. Halbuki Tolstoy Rus köylüsünü toprakla olan bağının bütün ruh tezahürleri ile vermeye çalışmıştır. Tevekkeli değil onun için “köylüyü en iyi tanıyan kont” dememişler.. Sende de köylünün cinsi münasebetlerindeki ruhiyatı gitgide inkişaf ediyor” 63
-(1941-18) “Refik Halit’in Sürgün “romanını” okudum. Evvela roman değil büyük hikaye.. Saniyen kötü bir eser.. En iptidai hikaye yazmak müktesebatından mahrum. Hala Fransız romancıları gibi yazıyor... kötü./... Sabahattin Ali hatta Said Faik mi ne, o oğlan bile, Refik Halit’ten çok iyi” 65, 66
-(1941-19) “Yeniden felsefeye merak sardım... okuyorum.../ Refik Halit... bana gönderdiği Sürgün’e “Büyük Şairimiz sevgili Nazım Hikmet’e” diye bir ithaf yazmış... şiirlerimi sevmesini gönlüm isteme değil, fakat öyle ayrı iki dünya insanıyız ki “şairimiz” deki “miz”i bir tuhaf buldum./.../ Üslup... bir inkişaf merhalesinde zıddını dönüyor ve kötü manasıyla üslupkarlık, üslupçunuz oluyor.  Dostoyevski’nin “mühmel” üslubu hakkında iki noktai nazar vardır: Birincisi bunu bilhassa yaptığı, ikincisi başka türlü yapamadığından, yani samimi olarak böyle yazdığıdır... Tolstoy’un, Gorki’nin üslupları temiz işlenmiş üsluplar.../.../ Benim en ağırıma giden noksanlarımdan birisi de tabii  ilimleri... kepazelik derecesinde az bilmekliğimdir. Zaten bizim safımızdakilerde bu noksan” 67, 68
-(1941-23) “Malatya’ya nakledileceğin telgrafını aldım.../.../ Dayı Paşa’dan haber alıyorum. Yakında  hürriyetinize kavuşacaksınız diyor” 83, 84
-(1941-25) “Yahu şu bizim deli Hikmet, haline bir de acıyorum ki sorma, neden dolayı bana öyle birdenbire darıldı ve mektubu kesti? Şunu yazıver” 90
-(1941-27) “Ertuğrul Muhsin iki senaryo sipariş etti. Birisini iki günde şişirdim.../.../... Safiye, Müdafaayı Milliye Vekili Saffet Arıkan’la... görüşmüş, senin Bursa’ya naklin için söz almış. Bunu duyan Sabiha hanım Safiye’ye... teşekkür etmiş.../.../... objektif realite... İdealist felsefe böyle bir realiteyi kabul etmez. Ona göre mesela, Şopenhaver’e göre “dünya iradedir”, Rehmke’ye göre dünya, zihne tasavvur ve tahayyüldür! Hegel’e göre dünya mutlak fikirdir. Schuppe’ye göre varlık şuurdur. Materyalizme göre objektif realite sonra ihsas, sonra idrak-şuur gelir. İdealizm, temelde şuuru görür” 90-92
-(1941-28) “Ahmet Haşim, “Kendi kendini tekrarlamaktan... kork”, demişti... iddiamız... öyle derin ve mürekkep ki biz “kendimizi” tekrar etmekten değil bilakis edememekten korkmalıyız. Çünkü ancak bu tekrarla... işlenmesi kabil olur.../.../ Milli Destanı İsmet İnönü’den alıp neşretmek hususundaki teklifini Kemal’i ciddiyetle mütalaa etmekteyim” 93, 95
-(1941-29) "... hikaye hikaye, roman roman filan olabilmek için her şeyden evvel okunması lazım... Halide Edip'in Tatarcık'ı rafta durup durur. Elim... varmıyor. Abidin Dinonun sözlerinde hakikat yok degil. Aksiyon, hareket en mühim sanat esaslarından biridir. Ve bütün büyük romancılar Balzak, Tolstoy, Gogol, Servantes falan yapılarını hareket üzerine kurmuşlardır./... amele muhitini vermekte rekor bence hala yazıları henüz intişar etmeyen Raşit Kemali'nindir.../... mihenk olarak kullanmaya başladığım bu "bize ne_" sualine maruz kalanlar... okunmaya değmez muharrirlerdir.& Ben 940 Senesinde Türkiyeden Insan Manzaraları gibi bir isim koymayı düşündüğüm esere başladım... Müstakilen mücerret olarak şekil araştırmalarına artık elveda. Muhteva, muhteva, muhteva. Muhtevaya en uygun, en basit, en berrak bir tarzda kalıplayan bir şekil.../... Yirminci asırda ve bizim safta dünyaya gelmek saadettir" 95-98
-(1941-30) "Sait Faik... şöyle bir mesele koymuş: Bir insanın hayatını kurtaracağını bilseniz Süleymaniye Camiinin yıkılmasına razı olur musunuz?... Sait Faik insanı mücerret olarak aldığı için işin içinden... çıkamıyor.../... Bizim taraftakilerden birinin kılına halel gelmemesi için feda edilemeyecek ne vardır: Diğer tarafta bizim taraftakilerden yüz binlercesinin kavganın bir stratejik anında bir anda ölmesi icap ederse ölmelidirler" 99, 100
-(1941-32) "Evvela hapiste olduğumu... ilk defa anladım. Sonra yeryüzünün bütün cephelerinde kafam ve yüreğim maalesef, yalnız onlar kavga ediyorlar... Bir kavga ki beni hiçbir tehlike ile, reel hiçbir ölüm tehlikesi ile şimdilik karşı karşıya bulundurmuyor. Dünyayı... insanlarımı düşünüyorum. Onlar için hayatımı olsun tehlikeye atmamak imkansızlığı, bu çocukça fakat yegane reel işi becerememek kızgınlığı beni kudurtuyor" 109
-(1941-36) "Sait Faik... Bu oğlanda zıpırlıkla, hassasiyet... birbirine karışıyor... adam olursa iyi bir muharrir olacak. Ama herşeyden evvel, heveskarlıktan... kurtulması lazım... Babiali'de it kadar herif var, birisi de... aklını başına getirmiyorlar, bilakis medhu sena edip çocuğu büsbütün zıvanadan çıkarıyorlar. Küll'ü, küll'ün ahengini, mimarisini yapamadıktan sonra insan sanatkar olur muymuş?" 116
-(1941-37) "... benim Milli Kurtuluş hareketine dair bir büyük ve yazılmakta olan destanım vardı, hani bizim dayı Ali Fuat Paşa ile ismet Paşa çok beğenmişlerdi, işte onu devam ettiriyorum" 116
-(1941-39) "Piraye, sen ve o adını unuttuğum Kafkasyalı arkadaş.../ Raşit Kemali'den her gün biraz daha memnunun. Münasebetsizlik etmiyor değil, ediyor" 121
-(1941-42) "Bilirsin... -... sanat meselesinde- yalnız bir kere aldandım. Bizim biçare Nail V. de. Oğlan bir türlü yetişemedi.../.../... Cevat Şakir'le Naci'nin yazacakları romanın ismi hoşuma gitmedi... Isim deyip geçme... eserden bir parçadır... Çok şairane, Şakir büyük şairdir. Hiç birimiz onun ayarında klasik manasıyla, lirik anlayışla şair olamadık" 128
-(1941-43) "Ahmet Haşim'e, Bodler'e, ne bileyim Yahya Kemal'e filan da hased etmedim. Çünkü onların estetiği düşman ve ayrı cins ve neviden bir estetiktir. Sonra Mevlana, Fuzuli filan gibiler de var, onlar bugün çok uzak.../... seksüel, cinsi kıskançlığın haricinde bende ya sevgi ya nefret ve düşmanlık var. Fakat haset yok. Felsefede materyalist, hayatta idealist olmanın... bir hususiyeti de bu olsa gerek" 129, 130
-(1942-44) "Namık Kemal'in mübeşşirliği dahiyane degildir, ne de... bu mübeşşirliğinde öyle keskin bir inkılapçılık vardır. Namık Kemal umumiyetle mübeşşirliğini yaptığı rejimin, sınıfın en sağ cenahının mübeşşirliğini yapabilmiştir. Onun... Fransa'daki kütle hareketlerinden nasıl ürktüğü... üçüncü Napoleon polis ceberutluğunu göklere çıkardığı bizzat hazretin kitaplarında kendi eliyle yazılıdır... bugün ona Irkçı-Turancı-Hitlerist-Çınaraltıcılar, Arnavut'tu... diye hücum ederken Namık Kemal'i müsbet tarafından tutmak lazımdır.../ Hazret-i Ömer'e gelince... Aşiret münasebetleri içinde... idealist bir patriyarkın ef'ali... sonradan... menkıbeleştirmis oldukları fıkralar.../... allame bellediğini tekrar eder, alim bellediğini tatbik ederek, metod olarak kullanarak genişletir, yani yaratıcıdır. Allame de lazım, alim de.../.../... Her köylü gibi bilhassa bizim Türk köylüsü de dehşetli mütefekkirdir" 133, 134
-(1942-45) "Şimdilik en iyi hikayecimiz olacaksın ve... yarın en iyi romancımız olmaya mecbursun" 136
-(1942-45) "Öztürkçe cereyanında şoven ve kısır taraflar yok değil, var... milli yazı dili, millet denilen olayın ortaya çıkmasıyla şekilleşir... Avrupa milli yazı dillerinin en fazla iki üç yüz yıllık bir varlıkları, bizimkinin ise yarım yüz yıllık bir ömrü vardır... Millet yerine ulus... falan filan kelimeleri uydurmakta ve aramakta mana yoktur" 138
-(1942-50) "Tereddüt etme Kemal... romanına başla" 147
-(1942-53) "... serbest nazım... o zamana kadar Türk şiirine girmemiş bir muhtevayı işlemek zorunda kalınca, yeni şekil aramak zorunda kaldım... serbest nazım, ne bir reformdur, ne de bir anarşi, bir revolusyondur./ Yani ne eskinin ıslahı ne de bütün kıymetlerin top yekun inkarı... nasıl... Marksizmin nazari kaynaklarını sayarken nasıl klasik Alman felsefesi, Fransız sosyolojisi ve klasik Ingiliz ekonomi politiği diyorsak... eski kıymetlerin ıslahıyla değil diyalektikan yeni bir keyfiyete sıçramasıyla.../.../... Romanı mutlak olarak ne fıkra etrafında, ne de tipler etrafında kuralım" 156-158
-(1942-54) "Cevat Şakir... kültürlü adamdır. Iyi şeyleri derhal anlar./... Gorki harikulade yazıcı ve insan... bir köy hikayesi yazmış... köylüler insan olarak birinci planda.../... bir teyzem vardır: Adliye vekilinin kaynanası, şair Oktay Rıfat'ın anası... Ana soyumda en sevdiğim kadındı./... beş kişi dokuma tezgahı kurduk. Beş ortaktan biri de sensin.../.../ Zaman zaman aklıma şu deli oğlan, doktor Hikmet geliyor. Yahu ne acaip insan bu, bir tarafı nasıl doğru, sıhhatli de, diğer tarafı Dostoyevski tipi gibi. Gitti, gömüldü, ses seda çıkarmaz. Kılıç balığı gibi küser. Bir taraftan da acıyorum oğlana" 160, 161
-(1942-55) "... bizim edebiyatta ilk reel Türk köylüsünü elbette sen yazdın" 163
-(1942-59) "Şu kapitalist içtimai nizamında insan karakterleri... uçsuz bucaksız çeşitli değil... on, on beş grup halinde tasnif etmek mümkün... Mesela, bizde kulaklaşan kapitalist-köy ağalığı menşeinden gelen münevverler var... Küstahtırlar, dehşetli irade sahibi görünürler, atılgandırlar... yalan söylerler, lüks hayata hayrandırlar, fütuhat taraftarı milliyetçidirler, din ile dinsizlik... arasında bocalarlar./ Buna karşılık, aşağıya doğru giden... tabakalardan gelen münevverler: Iradesizdirler, süratle ruh haleti değiştirirler... zora gelemezler, yalan söylerler... Birinci... nefis murakabasi denilen şey yoktur... ikincilerde bu pek gelişmiştir. Birinciler... mühendislik, doktorluk... seçmekte, ikinciler edebiyat, felsefe, muallimlik" 170, 171
-(1942-60) "Her gün daha güzel... şeyler yapmaya mecburuz: Türk halkı, dünya halkı bizden bunu istiyor... Kendimi cephede dövüşen bir nefer gibi silah başında sayıyorum" 172
-(1942-62) "Ben Faust'u biraz da keçiboynuzuna benzetirim. Bir araba odun yemek, çiğnemek lazımdır... sonra elde edilen lezzet birçok bakımlardan harikalıdır. Faust'un felsefesi idealisttir fakat kullandığı metod diyalektiktir. Faust'ta bütün bir tarihi devrin ihtirası ve arzuları vardır... bizim divan şairlerine benzer. Bir yığın kötü... beyit okursun, ama... içinde sahici mücevherlere rastlarsın... Burjuvazi... Faust'u da Göte'yi de bir hayli şişirmişlerdir./... Bugün Gorki... Ana'yı okumak insanı saadetten ve umuttan ağlamaklı ediyor... her sayfasında ağladım. Yazılmaya deger olan yalnız onun kahramanlarıdır... Aptal, Dostoyevski, bütün hünerine rağmen anlatılmaya değmez insanları anlattığı için nasıl boş bir emek, tek taraflı, kısır ve ölü bir doğum./.../... 942 senesinin Temmuz on üçünde yazıyorum... gelecek sene bu vakitler ağzımız kulaklarımıza kadar sevinçten açılmış olacağına eminim" 175, 176
-(1942-64) "Falih Rıfkı'dan tercüme için kitap isteyeceğim. Bu gerçekleşirse sana topluca bir para yollarım" 177
-(1942-69) "... padişahı alem-i tahtı bahtı Osmani-ye çıkarmak için... isyana teşvik eden... iki mürteci, yobaz, softa, divane Harbiye talebesini... Büyük Millet Meclisi hususi afla kodesten çıkardı" 185
-(1942-70) "Maarif Vekaleti benimle Zeki Baştimar'a... Harp ve Sulh romanını tercüme ettiriyor.../.../ Raşit Kemali artık benim üzerinde işleyip teşekkülüne yardım ettiğim son fert-insan verimim olacak. Şimdiye kadarki bu çeşit emegimde biricik büyük eserim sensin.../.../ Hikmet'ten yine bir haber yok. Işi düştü mektup yazdı. Cevap verdik. Cevap yok. Ona dehşetli acıyorum. Kafasıyla yüreği birbirine nasıl zıt. Kafası kütle ve kalabalık adamı olmasını söylüyor. Yüreği yalnız. Bir başına adam, yalnız adam" 186, 188
-(1942-71) "... para göndermeye mecbur olduğum... iki insanım var: Sen ve Piraye.../... Harp ve Sulh.../.... bu kitabı ben 22 yaşındayken okumuştum. Fakat ancak şimdi 40 yaşında tekrar okuduğum zaman azametini anlıyorum" 189
-(1942-73) "... bir hayli zaman önce cümle kuruluşundaki, fiil ve fail vesairenin yerlerini değiştirmek denemeleri yapıldı. Fakat bu Selanikli şivesine inkilap etti ve nihayet Karakurt'un elinde can verdi" 192
-(1942-74) "Böyle tek esas kahramanlı... romanları aynı işi kepazece sersemce rezilce yapan bir Esat Mahmut Karakurt'un... romanından ayıran taraf.../.../... uzunca bir sessizlikten sonra yine Hikmet'ten bir mektup aldım" 194, 195
-(1942-76) "Zola'nın Balzak'a nazaran zaafı, tabir caizse Küçük Burjuva subjektivizminde.../.../ Sabahattin Ali, büyük bir romana başlıyormuş. Bana mevzuunu ve ana fikrini yazdı.../ Raşit harıl harıl çalışıyor... istidadının, soluğunun azlığından değil, iradesinin yetmeyeceğinden ve sinirlerinin münasebetsizliğinden korkuyorum.../.../ Piraye... af dalgasına fena halde kapıldı... işlerimi hiç af olmayacakmış gibi tutuyorum" 199, 200
-(1942-78) "Benim korkum bu ikinci kitapta senin Yakup Kadri'nin -Yaban'ında onun düştüğü hatanın tamamen tersine düşmek ihtimalindir. Onda her yer karanlık, sende her yer aydınlık.../.../... Harp ve Sulh Romanı üstüne henüz tarihi roman yazılmadı" 203, 204
-(1942-79) "Sağırdere ufak bir himmetle bir başeser olabilir, bunu yapmazsan sütümü helal etmem./ Senden başeser istiyoruz.../.../... çok eski zamanlarda, Istanbul'da... edebiyatı, siiri boşlayıp... Ipekçilerin dolabına beygir olarak koşulmuştum da..." 206
-(1942-81) "... senin hakkında Piraye'nin... yazdıkları.../.../... Marks'ın kitabını okurken uyuduğunu unutmadım... Onun akşamdan uyuduğu vaki değildi. Meyhanelerde sabahlar. Ağır bir kitabı okumaya tahammülü yok./ Halbuki iddiası büyük... öğrenmesi lazım... romanını pek çok beğendiğim.../ Işte sana... kırmızı saçlı bacının yazdıkları" 211, 212
-(1942-82) "Roman dediğin nesne muayyen bir inkişaftan sonra ortaya çıkıyor... roman yeni ve daha yüksek bir şekle henüz inkilap edememiştir... yeni insan münasebetleri... daha yüksek bir edebiyat şeklini icabettiriyor, diye düşünüyorum.../.../ Froyd... tıp sahası... uzaklaşınca... kepaze bir hale gelir" 214
-(1943-91) "... mazeretler daima kötü avukatlar olduğu için.../.../... beşinci kol unsurları... ağız değiştirdiler... harbe "demokrasiler" safında girmemiz... propagandasını yapıyorlar.../ Bir tek istekleri var: Hitler'in beceremediği işi Avrupa'da berikilere yaptırmak... bir gün mesela Peyami yahut "Nadir Nadi'nin" Hüseyin Cahit'ten çok "demokrasiler" yardakçılığını yaptıklarını ve Hüseyin Cahit'le, Ahmet Emin'in bu baylarla el birliği ettiklerini görürsen şaşma.../... Abdülhamit devrinden itibaren... iyice anlamadan... anlamak kabil değil" 227, 228
-(1943-92) "Italya kayıtsız şartsız teslim olmuş haberini Raşit'e getirdim.../.../... Dehşetli seksüel bir iştiha krizi içindeyim.../ Yine radyoya indim. On buçuk. Stalino geri alındı" 229
-(1943-94) "Nurullah Ataç'ın Gorki için söylediklerini asla kabul etmiyorum... Gorki... yeryüzünün en büyük şairidir. Ama öküz Nurullah, Gorki'yi... roman ölçüsüne vurmuşsa kabahat kendinde./ Gorki'ye romancı demek Marks'a sadece iktisatçı demek kadar gülünçtür... şair, ressam ve musikişinas ve kavga adamı Gorki.../... Ingiliz romanı Dickens ve vesaire mümessilleriyle küçük burjuva lirizmini... realizm potasında eritmeye çalışarak büyük ve bazan göz yaşartacak eserler vermiştir... Kipling gibi mümessilleriyle Ingiliz romanı ise -Ingiliz Imparatorluğu gibi mazbut- daha doğrusu dışından mazbut ve şahane şeydir. Ama ben Ingiliz romanında, hatta Amerikan romanlarında olduğu kadar, büyük insan meselelerini cesaretle işleyen bir örnek görmedim. Bak Ingiliz Tiyatro oyuncusu başka. Hatta Ingiliz şiiri de öyle" 233, 234
-(1943-96) "Doktor Hikmet'ten haber aldım. Kırşehir'de... Rahatı ve kazancı yerindeymiş. Koyunu, kuzusu, kavukları, daktilosu ve radyosu varmış. Emin ol ki çok sevindim.../... her şeye rağmen faydalı olabilecek bir insandır./... ben iyiyim... Yaşasın dünya" 237
-(1943-97) "Bana ordan, kara borsadan, iplik bulmak kabil midir?" 238
-(1943-98) "Ben burda Raşit gittikten sonra büsbütün münzevi bir hayat sürmekteyim. Yazı, resim, okumak ve günler yıldırım hızıyla geçiyor. Öyle zamanlarım oluyor ki tekmil hafta kendimden başka kimsenin yüzünü bile görmüyorum. Uzun süre tembellikten sonra dörtnala çalışmaya kavuştuğum için bahtiyarım" 240
-(1943-99) "Öyle bir neşem var ki Bursa'nın tepesindeki Uludağ birdenbire yere batsa, yeniden yaratacak kadar kuvvetli ve sevinçliyim" 242
-(1943-101) "Bak, benim kanarya, Memo... yine şakımaya başladı... iki aylık ve burda, benim odada yumurtadan çıktı./ Düşünüyorum da belki de seni ve beni böyle tembel yapan lüzumundan fazla keyifli neşeli olmamızdır.../... Kemal Tahir tembelliği bırakalım, ayıptır, dört elle kaleme sarılıp işimize, yazımıza devam edelim, sevgili Türk halkının bizden bugün bu şartlar içinde beklediği budur. Ona en güzel romanları, hikayeleri ve şiirleri yazmak zorundayız" 244
-(1943-103) "Dayı Paşa geçen gün valdeye gelmiş ve: "Çoğu gitti azı kaldı" demiş. Yani günün birinde hürriyete kavuşacağından emniyetli görünüyormuş.../... Gelelim Behçet Kemal'in hakkımda yazdıklarına, gülerek okudum. Ne tuhaf şey, Islamcılık kusur, Osmanlıcılık kusur... çünkü ikisi de zamanlarını yasamış ve memleketim için yeniden canlandırılmaları asırlarca gerilemek arzusuyla birdir. Fakat sosyalist şair olmak, yani memleketini ve halkını en çok seven... şair olmak neden kusur olsun ve bu neden Türklük şuuruyla uygun düşmezmiş?" 246, 247
-(1943-106) "Mektuplarımın eline geçmemesine ne demeli?... neyi öğrenmek istiyorlar. Namussuzca bir iddia ve iftira ile, kanunsuz ve yolsuz olarak altı seneden beri hapishanede çürütülmeme karşı neler düşündüğümü mü?... neler düşündüğümü... bizzat Reisicumhura yazmıştım" 251
-(1943-107) "Evvela şu senin teklifi konuşalım. Reisicumhura şahsen mektup yazmak.../ Isteyenin bir yüzü kara... bir gayret göster bakalım... Ben ilk önce... müracaat etmiyorsam sebebi şudur: Adnan Bey... benden hayırla bahsederek mareşalle konuşmuş ve "harp bitsin de..." cevabını almış" 252
-(1943-109) "Sen Raşit'e bilhassa iki suçundan ötürü çatıyorsun. Evliyken zamparalığı  ve ayyaşlığı. Senin de yazdığın gibi ben bu işte ilk taşı atamam, çünkü aynı haltı ben de yedim.../... Benim Raşit'te beğendiğim taraf... sana bu kusurlarını gelip söylemesidir. Buradayken de öyleydi, kabahatını örtmeye tenezzül etmezdi" 255, 256
-(1943-110) "Bugün 4.12.43... annemden... zarf aldım. Içinde Dayı Paşa'nın bir mektubuyla iki istida sureti vardı. Dayı Paşamız bu istidaları... imzalayıp, kendisine göndermemi söylüyor. Istidalar iade muhakeme talebi için Askeri Temyize müracaat. Gayet vakur... yazılmış. Pek beğendim... öbürgün... yolluyorum... neticesi... müsbet çıkarsa... sen ve... öteki mağdur arkadaşlar müracaat ederler.../... Ben yüzde elli ümitliyim" 257, 258
-(1943-113) "Ben burda bir ressam Yunus Emre keşfettim. Köylü... on sene cezası var... Ikinci portre bir şaheserdi... Bütün boyalarımı ona verdim./ Yaptığı resimleri, Burhan Toprak'a yolladım... Sahici milletimle bir kere daha sahiden övündüm./.../... Hayranım köylüme" 262
-(1944-115) "Memed'in hastalığını henüz teşhis edememişler. Istanbul'da röntgen filmi yok... belki burda karaborsadan filan buldurup göndereceğim de oğlanın filmini çekecekler" 265
-(1944-116) "Biz burda harıl harıl sergiye hazırlanıyoruz. Istanbul'da açılacak olan Yerli Mallar Sergisi'ne bizim tezgahlar da mal gönderecek... bir ipekli icat ettim... Şu prensip daima doğrudur. Yapılanı iyice bildikten sonra, ona yeni bir şey katmalı, bunun için de bilgi, zevk ve kafa el ele çalışmalı... Ibrahim Balaban da -köylü ressam-... sergiye iştirak ediyor.../... Sivas'taki Bastoncu Fevzi'ye yardım ediyorum. Para ve ilaç, çorap filan gönderdim" 265, 266
-(1944-118) "Gelelim bizim istidalara... Ziya Bey bizim Müdür Bey'e Cemil Cahit paşanın -askeri temyiz reisi idi, hala öyle mi bilmem...- dayıma hitaben yazdığı bir mektubu göndermiş... gereken yerlere emir verdim, merak etmeyin diyormuş.../.../ Türedi Ailesi... basit bir şantaj kitabı... Türkçe yazmasını bile bilmiyor./ Tolstoy'a gelelim. Halis muhlis bir dev. Fakat bu devin bir çocuk yüreği var. Dehşetli bir şey, bir bakıma realizmin şaheseri onda. Sana Tolstoy'un tekniği -ne harikulade, ne basit, bundan dolayı da nasıl güç- hakkında uzun uzadıya yazacağım./.../... Zveig'in Merhamet isimli bir kitabını okudum -Zola ve Dostoyefski karışığı, Zola'dan aldığı şey; mevzu unsurları. Ama tıpkısı Dostoyefski'den aldığı; atmosfer, haleti ruhiye ve teknik. Tıpkı Dostoyefski gibi -teknik bakımdan- tam iş tatlıya bağlanacakken bir ruh haleti tepkisiyle aksilikle sona erer. Bermutat baş psikoloji unsuru: Iradesizlik. Dostoyefski'ler filan falan Tolstoy'un yanında -yüksek müsaadenizle- çok hilebaz herifler. Ben Tolstoy kadar hileye tenezzül etmeyen sanatkar az gördüm. Kurnazlık yapsa bile bir devin çocuk kurnazlığı. Zaten başka türlü de olamaz, kuvvetine güvenen insan kurnaz değildir" 269-271
-(1944-119) "Ben tercümeden şunu anlıyorum: Tercüme edilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi değil... Tolstoy'un şekliyle Gorki'nin şekli arasında müthiş bir fark var... Ben... Nurullah Ataç'ın, Reşat Nuri'nin filanın Türkçesini değil, Türkçede Tolstoy'un Rusçasını, Anatol Frans'ın Fransızcasını tekrar ediyorum. Türk dilinde, onların dillerini okumak istiyorum./.../... Eskiden roman bir insanın, on insanın, bir ailenin hikayesiydi... beş altı kitapta... cemiyet hayatını dolayısıyla verirdim. "Zaten, roman, milletle beraber başlıyor." Yeni imkanlar... bir tek kitap içinde bir milletin... hikayesini verebilir " 272-274
-(1944-121) "Sabahattin Ali... diyor ki: "Gelelim sana. Asıl bu mektubu bana yazdıran amil, senin 'Insan Manzaraları'... senin dostun olmakla değil, sadece seninle aynı devirde yasamış olmakla övünüyorum...'.../... Ben babamı çok severdim. Kuvvetsiz, zavallı, fakat iyi bir adamdı. Hayatı dehşetli severdi. Çabucak ölüverdi" 281
-(1944-122) "Benim istidaya red cevabı geldi. Bu cevap beni pek de şaşırtmadı" 282
-(1944-123) "Bu sınıflı dünyada insanlar insanın canını sıkacak kadar birbirlerine benziyorlar.../... Türk köylüsü... bir Avusturyalı... köylüsüyle arasında çok az fark bulacaksın... Ben Gorki'nin Rus köylülerini, Rus lümpenlerini okurken onları bizimkilerden çok az farklı buluyorum... Tabii bütün söylediklerim sınıflı cemiyetlere ait. Yoksa sınıfsız bir cemiyette ne kadar insan varsa o kadar karakter olacaktır. Sınıflı kapitalist cemiyeti bilhassa, insanları standartlaştırıyor, ferdi öldürüyor.../ Tahteşşuur sahası... senin Dostoyefski'de yaptığın bugünkü şartlar altında ne o kadar derin psikoloji buhranları geçirmeye, ne de tahteşşuurlarını dinlemeye vakit bulabiliyorlar.../.../ 1. Tip, yani insan, diyorsun. Hayır Kemal, insan demek mutlaka tip demek değildir. Tip emmuzeç demektir. Bundan dolayı da bir bakıma sentetik mücerrettir. Don Kişot tiptir. Fakat tip olduğu kadar kuvvetle insan değildir... tipin edebiyatta tekamülü... tip o tekamül neticesinde romandan çıkıyor... gitgide insan olmaya doğru geliyor. Ve gün gelecek ki, tip... kaybolacak ve onun yerini tip olmayan insan alacak. Siment romanının muharriri Sovyet edebiyatı için başlıca noksan olarak tipik çehreler yaratamamış olmasını buluyorsa, Sovyet edebiyatı bakımından ve ancak bu merhalede haklıdır... kapitalist cemiyetleri bu tipik tipleri romanlarında vermişlerdir. Şekspir bu işi yapmıştır, klasik Fransız edebiyatı...bu işi yapmıştır, Rus romanlarının birçoğu bu işi yapmıştır. Belki, kapitalist cemiyetinde tipik amele tipleri iyice verilmemiştir... köylülük için aynı şeyi söyleyemeyiz; o, hatta kapitalizmden önceki devirler içinde durumuyla, tipik tiplerini, dünya ölçüsünde romana ve hikayeye geçmiştir./... bugün senin yazacağın romanların... tipe dayanmasını anlamam... ama insana dayanmasını... zaruri görürüm.../... kapitalist memleketler bakımından, komünist tipi müstesna, tip yaratmak artık romanda ve hikayede kabil değildir. Tip yaratmak değil, insanları yazmak lazım.../.../... Aleksiy Tolstoy'un Deli Petro'su o kadar da realist... bir roman değildir... değerini inkar etmiyorum.../.../... roman... inkişaf halindedir.../.../... her nazariyenin mihenk taşı en geniş manasıyla pratiktir, senayidir, demişler" 284-289
-(1944-126) "Sinop'taki arkadaşların uğradığı gadre sebep olanlar... Türkiye... kanunlarında en iyi ne varsa... çiğnemiş ve vatan ve millet hainliğinin bir örneğini daha vermiş oluyorlar.../ Benim portrenin ne suretle senden müsadere edildiğini yaz... Hangi kuvvet, bir Türk vatandaşını başka bir Türk vatandaşına kendi resmini göndermekten alıkoyabilir... Şaştım. Icabederse şahsen vekile bir mektup yazayım... Ismet Paşa'nın nutkuyla turancıların, faşistlerin, Türkiye... başdüşmanlarının Maarifle çocuklarımızı nasıl zehirlediklerini resmen öğrendik... her birimiz... bizzat o kundakçıların... tuzağına düşerek kanunsuz olarak hapislere atıldık... Onları en büyük yurt haini olarak Cumhurreisi resmen ilan etti... demek oluyor ki... daha birçok hempaları... demokrasi düşmanlıklarını devam ettirmektedir./... yaşasın namuslu Türk milleti, büyük Türkiyeli halk./ Raşit'in senin üzerinde bıraktığı intibaa üzüldüm... dehşetli utangaçtır, bu utangaçlığını örtbas etmek için edalar takınır, çırpınır, herhalde yine böyle bir şaşkın haldeydi" 291, 292
-(1944-127) "... bu canım Türk halkına en güzel, en gerçek sanat eserlerini vermek bizim, bilhassa bizim boynumuzun borcudur.../.../... her şeye rağmen hayat güzel, dünya ve memleketimiz sevilmeye ve hapishanede de olsa, üzerinde yaşamaya değer bir dünya ve memlekettir" 293
-(1944-130) "Ben şimdilik, yazdıkça, memleketime ve memleketimin insanlarına karşı duyduğum dayanılmaz sevdanın tesiri altında, sersem bir halde doludizgin gidiyorum" 295
-(1944-133) "Hapiste daha yatmamız uzayacaksa... seni buraya getirtmek için elimden geleni yapacağım.../.../... Piraye'yle ben boyuna gençleşen ve tazeleşen aşkımızla birbirimize her mektupta ilanı aşk etmekle meşgulüz" 301, 302
-(1944-134) "Bizim tezgahlar üç adetti... iflas ettiler./... Bizi karaborsa mahvetti" 303
-(1944-137) "Ben burda kazandan bir kap yemek almanın yolunu buldum. Emin Bey alıyor beraber yiyoruz. O çıktıktan sonra da yine bir çaresine bakarım. Kazan deyip geçme, gayet doyurucu ve gıdalı. Yalnız soğanı yok, biz içine soğan d koyuyoruz, gayet nefis oluyor... Manisa hapishanesinden bir mektup aldım. Tanımadığım bir zat... aç olduğunu yazıyordu... yardımda bulunun, diyordu... darda olduğum için, Samiyeden o ay gelen 10 lirayı kendisine hemen yolladım. Vay sen misin 10 lirayı yollayan, dün gece bir mektup aldım, hani bir sinsileme sövmediği kalıyor" 307, 308
-(1944-138) "Benim anam Istanbul'a geldi Ankara'dan. Gözlük arıyor, yokmuş. Mısır'a ısmarlamışlar.../... şu iki aydır fena halde meteliksiz kaldım... kazandan bir öğün yemek alıp yiyoruz Emin Beyle beraber... Bir öğünü de marulla filan idare ediyoruz. Fakat sıhhatim iyi" 309
-(1944-144) "Manzaralar'dan bir parçayı birisi görmüş ve "beğenilmemek mümkün değil ama bazan çok garazkar ve kindar" demiş. Düşündüm ve anladım ki kusurum vardır fakat tamamen bunun aksidir. Eğer Dante, Şekspir ve hatta, inan bana, Tolstoy ve Gorki kadar garaz ve kin duyabilseydim ve... şahıslar üzerinde... toplanabilseydi... onlar ayarında büyük eserler verebilirdim. Fakat ilmim beni objektif gözlü yaptı... kinim ve garazım... insanlara değil düzene çevriliyor. Bu işten sanatım kaybediyor" 312
-(1944-141) "Sinop'taki... ben onlara yıllardan beri hep "Merhaba Çocuklar" diye mektup yazarım... son yazdığım mektupta -Sinop'un herhalde değişen müdürü- bu hitabımı beğenmemiş "Merhaba" ne demek, bundan manalar çıkar filan diye mektubumu bana iade etti ve bundan böyle bu suretle hitap etmemi istedi. Ben de hitapsız mektup yazdım" 313
-(1944-143) "Fransız şiirleri... en enterasanı bizim kırk yıllık Aragon. Ama o da bir çeşit şekilperest olmuş... Şu garp şairleri bizim şark edebiyatını... bilseler, bizde bu işin nasıl cicili bicililerinin yapıldığını, bizzat ben dahil son zaman şairlerinin bile bu şekil işleriyle nasıl uğraştıklarını ve en sonunda şeklin deri gibi sade ve vücuda uygun olması gerektiğinde karar kıldıklarını ve oyuncaktan kurtulmak için ne zahmetler çektiklerini anlarlardı... Aragon... süslü, püslü... olmasına rağmen hiç de fena değil" 316
-(1944-144) "Falih Rıfkı... bugünlerde Yunan milletinde iyi ne varsa tekmelemek... le meşgul" 317
-(1944-145) "... avukattan mektup geldi. Şimdilik Bursa'ya naklin kabil değilmiş... Seni Bursa'ya getirmek için elimizden geleni yapacağız. Buraya harıl harıl Alaman casuslarını naklediyorlar da -şimdi burada üçleştiler...-... bir tek namuslu insanı neden nakletmezler? Elbette edecekler" 318
-(1944-146) "Balıkesir'e taşınmaktan memnun kalışına sevindim.../ Gunlerim sabah sekiz buçuktan gece on ikiye kadar fasılasız bir çalışmayla geçiyor ve memnunum. Manzaralar dolu dizgin ilerliyor" 319
-(1944-147) "Kırım Konferansı'nın demecine her namuslu insan, her yurt ve halksever Türk gibi ben de sevindim... Bazı insanlar vardır ki gittikleri yerde mutlaka iyilik olur. Stalin'de bunlardan biridir.../ Fakat... Rozvelt'le pek değil ama, Çörçil cenaplarıyla başım pek hoş değil" 320
-(1944-149) "Dayı Paşa'dan mektup aldım. Özeti şu: Biraz daha sabret oğlum, adalet tecelli edecek, hürriyetine kavuşacaksın. Ben elimden geldiği kadar... uğraşıyorum./ Bu mektup tabii durup dururken gelmedi. Bir gün... acı bir mektup yazdım. Onun karşılığı" 323
-(1945-153) "Avrupa'da faşizmin "resmen" yıkılışı bayramını kutlarım" 327
-(1945-154) "Revire... bir mahkum verdiler. Almanya hesabına casusluğa teşebbüsten ceza yemiş bir teğmen... bir başka mahkumu dövmek istedi... Ayırmak için aralarına girdim. Bay bu sefer bana kızdı, birkaç yumruk aşketti. Küfretti. Bu sefer... beni kurtardılar... Hazret... yere düştü. Dudağı filan kanadı... ona üç gün bana üç gün, araya girenlere yedişer gün münferit cezası geldi" 328
-(1945-155) "... öylesine bir realistlik çöktü üstüme... olacağı önceden görüyorum. Ve bu yüzden ancak gerektiği kadar seviniyor.../... Kanaatime göre daha bir müddet hapisteyiz" 329
-(1945-156) "Sedat Simavi ve Halit'den aldığın siparişlere pek sevindim" 330
-(1945-157) "... elektrik ampulüm de bozuldu. Yenisini tedarik imkansız. Bu yüzden geceleri işleyemiyorum" 332
-(1945-160) "Manzaralar'a çalışıyorum... ilk defa yaptıgım bir iş bana kafa tutuyor ve ben ona değil o bana hakim oluyor... şüphelere düşüyorum" 336
-(1945-164) "Öfkem yine bastırmaya başladı. Her şeye rağmen Türk halkı, memleketim güzel günlere kavuşacaktır. Ve bu memlekette bütün tarih boyunca hiç kimse bizler kadar memleketini ve onun namuslu, çalışkan insanlarını sevmedi./.../... bugün çenemdeki sakalların bembeyaz olduklarını fark ettim... hiç üzülmedim, kaşlarım bile ağarsa geberene kadar genç kalmaya ahdim var" 345
-(1946-172) "... ben her sanat eseri için... şu suali soruyorum: "Ne demiş? Nasıl demiş?... Orta Veli de dahil... Son zamanlarda şekle kaçıyorlar... fena dememiş... kurnazca demiş, amma gel gelelim ne demiş, hiç" 355, 356
-(1946-173) "... bugün B.M.M'ne bir dilekçe ile başvurarak... cezamın kaldırılmasını istedim" 357
-(1946-174) "Maarif Vekaleti'ne yaptığımız tercümenin üçüncü ve bana ait cildini bitirdim" 358
-(1946-175) "Çalış kardeşim, namuslu-çalışkan Türk halkı senden kendine layık eserler beklemekte haklıdır... Mesele, doğru samimi, ustaca anlatmaktadır" 360
-(1946-177) "... hapishane sana memleketinin insanlarını hiç bir yerde tanıyamayacağın gibi yakından tanıttı... felaketlerden de fayda çıkarmak" 361
-(1946-179) "... benim müthiş bir projem var, dışarı çıkar çıkmaz beş on para bulup bir tip otomobili ele geçireceğim ve sevgili memleketimi, Anadolu'yu, Rumeli'yi, baştan başa dolaşacağım ve yüz ciltlik bir eser yazacağım" 364
-(1946-180) "Işin biraz komik-acı tarafı, hapishanede bile on altı saatlik iş günümün on saatinden fazlasını asgari bir ekmek parasını çıkarmaya ayırmak zorunda kalışımdır" 365
-(1946-182) "... en saydığım mesleklerden biri de mimarlıktır. Ben gerçek mimarlığı güzel sanatların en önemli kollarından biri sayarım... mimarlığın ana prensibi bütün güzel sanatların ana prensiplerinin temelidir. Mimarisi olmayan musiki... vıcık vıcık bir külçeden, yahut sersemce bir anarşiden başka bir şey değildir... hareket halindeki maddenin mimarisini kastediyorum" 371
-(1946-184) "Hep aklımda fikrimde sana, "edepsiz komünist" diyen sertabib bey" 373
-(1946-185) "... annem bir tablo yapıp satmış, onun parasının bir parçasını bana verdi, bir parçasını da sana gönderiyor... Maarif Vekaleti'ne yaptığımız tercüme işi devam edecek" 374
-(1946-186) "Şu Nurullah zaman zaman adam olur. Zıvıtmaları adam olmalarından daha sürekli olmasa bayağı faydalı münekkittir diyesim gelir.../.../... Oğlum sıhhatçe epey düzeldi, şiir yazıyor, neşrediyor, bir de yeğeniyle, yani Ismail Hakkı Baltacıoğlu'nun küçük oğluyla birlikte bir hikaye kitabı çıkarıyor" 375
-(1946-187) "Benim oğlan, teyzezadesi Tuna Baltacıoğlu'yla birlikte bir kitap çıkarmış, sana da bir adet yolluyorum. Oğlum diye söylemiyorum. Memet'in hikayelerini, Tuna'nınkilerden çok beğendiğim "376
-(1947-189) "Türk halkı, sevgili memleket ve bütün namuslu insanlar için onlara layık büyük, namuslu eserler vermek lazım" 378
-(1947-190) "Şu dokuz sene birçok hatıraları ve insanları kafamda tasfiye etti ve şimdi ben çok sevdiğim iki insanla baş başayım ve temizliğin bahtiyarlığını duyuyorum" 379
-(1947-191) "... roman, yeni keşiftir, icattır ve müthiş bir icat... Romanı doğuran, geliştiren teknik, sosyal şartlar değişmektedir. Öyle sanıyorum ki yeni teknik ve sosyal şartlar, şimdiye kadar bilinmeyen... yeni bir kitaba geçmiş söz sanatını gerektirecek" 379
-(1947-192) "... bütün edebiyat şekilleri... hepsi ana hatlarında anlatmak, hikaye etmek sanatıdır... kısacası, sanat yapmak; anlatmak, hikaye etmek demektir. Çeşitleri birbirinden ayıran şey ana hattında, hangi vasıtalarla, hangi teknikle hikaye edişlerindedir... Eski medeniyetlerde matbu kitap yok. Anlatılacak hikayeyi, şairler ezberliyor ve... okuyorlar... Dickens, romanlarını kendi okumak, yani toplantılarda halka okumak merakına yahut zaruretine düştükten sonra, üslubu değişmiştir. Yani matbu kitap halindeki roman... bir kişi tarafından okunması gözönünde tutularak yazılır ve ezberlenmez. Halbuki bak Kur'anı Kerim... kolayca ezberlenir... okunan... TEZ olarak kabul edersek, bunun antitezi... bir tek insanın... matbu kitaptan okuduğu romandır. Şimdi, yeni teknik imkanlar mesela, radyo, senaryo filan... bu tezle antitezin bir sentezini icabettirmektedir. Diyalektiğin... Ve bu sentez başka bir keyfiyet olacaktır... bir iddia vardır, şiir dili, nesir diline göre daha sun'idir diye. Ben bu kanaatta değilim" 381, 382
-(1947-194) "Benim valide, Adana'da bir resim sergisi açmış... bol bol çıplak, hamamda yıkanan kadın... beğenilmiş" 385
-(1947-195) "Cahilliğimin azameti karşısında afallayıp kaldım... tabiat hakkında... hiç mesabesinde bilgiliyim... insanlar hakkında da öyle.../... okumaya, adam olmaya çalışacağım.../... Bütün derinliği, genişliğiyle tabiatı ve insanları tanımadan nasıl d cesaretle şiirler yazmışım? Ve tevekkeli değil, artık ne kendi yazdığım... şiirleri, ne de pek azı müstesna, başkalarının yazmış olduklarını seviyorum, onlardan belki hoşlanıyorum, ama onlara hayran değilim" 386, 387
-(1947-196) "... şair olarak belki bende hala romantik-dalgacı taraf mevcuttur ama, insan olarak tanıdığım insanların çok azında rastladığım kadar realist-diyalektikçiyim... tek başıma bir hücrede hapsedilmiş bile olsam yalnızlık denen nesneyi... pek muvakkat bir zaman için hissederim, sonra hemen kendimi bu psikolojik halden kurtarıp dünyada, aklı başında ve sinirleri sağlam hiçbir insanın kendini yalnız hissedemeyeceğini bilfiil ispat ederim... cahilim... fakat hiç de ümitsiz, bedbin, yılgın ve kendini yalnız hissetmeyen bir cahil" 387, 388
-(1947-198) "... geçenlerde tanık olarak benim ifademi aldılar, şaştım kaldım.../... Hikmet'ten mektup aldım, malum ya bizim oğlanın bir tarafı ne kadar lirikse, bir tarafı da o kadar hesabidir... Meclis'e müracaat etmiş, dilekçenin takibinde kendisine yardımım dokunmayacağını soruyor... annem benimkini takip ederken oğlanınkini de takip eder" 391, 392
-(1947-200) "Gönderdiğin elli lirayı aldım... mecmualardaki yazıları okudum, demek Mithat Cemal çıkarıyor bu dergiyi... yazıyı yazan Rıza Çavdarlı adında bir zatmış, dolandırıcılık suçundan mı ne hapse girip çıkmış. Alman casusluğuyla da girip çıkmış, diyorlar, kendisini tanımam... bugün yeryüzünde öyle... yalanlar yayılıyor ki, bir dergide bir zavallı aşağılık herifin bir vatanperver Türk şairi için uydurduğu şeyler devede kulak kabilinden bile olmuyor" 393
-(1947-202) "Şu dergi meselesindeki yazılar için gerekli teşebbüslere geçtim. Fakat, o Millet mecmuası denilen nesnenin sahibi de bir Cemal Kutay ama bunun Mithat Cemal olduğuna emin misin?.../... Fransız... Roman bahsi... Dava şöyle konuyor: Insan ki yalnızdır, ölümle karşı karşıyadır, saadete nasıl kavuşmalı?... doğru dürüst halledemiyorlar. Bizim Şark bu işi birçok bakımlardan halletmiş, "ölüm Allahın emri ayrılık olmasaydı" demiş" 394
-(1947-206) "Donkişot kendi devrinin insanları için yazılmış, ama o kadar çok tarafıyla gerçek ve güzel ki, o, bugünkü, yarınki insanların da kitabıdır. Harp ve Sulh de öyle" 400
-(1948-210) "Millet mecmuasındaki neşriyatın içyüzünü anlatayım.../ Hakkında bir aralık adalet müfettişince tahkikat yapılan hapishane doktoru... bir avukata dehalet ediyor, diğer taraftan bir aralık hapishane müdür vekilliği eden bir adamcağız hapishane müdürü olmak istiyor. Doktor hakkında tahkikat yapılırken ifadesi alınan mahkumlar arasında ben de varım. Mesele tamam: Doktorun temize çıkması, katibin müdür olması için Nazım Hikmet'e saldırmak yeter. Ve saldırıyorlar. Behçet Kemal'in Mareşal Fevzi Çakmak'ı, Kenan Öner'in Hasa Ali Yücel'i alt etmesi için tatbik edilen taktik... tatbik ediliyor. Biraz hain, çokça rezil bir oyun./ "Esliha saklamaya mahsus" zula yeri bulunan sandık, benim çamaşır sandığımdır.../... Savcılığa yazdığım maruzatı vermeyip gazeteye gönderen katip beydir... Öteki yazılanlar... yalan.../.../... Af ihtimali kuvvetleniyormuş" 404-406
-(1948-211) "Şu benim anjin de poitrin krizini... anneme yazmıştım, Piraye'ye yazmıştım, ikisi de pür-telaş geldiler. Bu kadıncıklarımızın, anamızın, karımızın, kız kardeşimizin elimizden çekmediği kalmadı. Hikmet de, doktor Hikmet, hastalığıma ilgi gösterdi, birçok tavsiyede bulunan bir mektubunu aldım" 407
-(1948-213) "Gazap Üzümleri... ibretle okunacak bir roman... muharririn, Amerikan halkını yeni bir kıta keşfeder gibi keşfedip afallamış halde bulunduğu..." 409
-(1948-217) "Başınıza gelen işe, uğradığınız iftiraya üzüldüm, mamafi bir başka çeşidi de burda benim başımdan geçtiği için şaşmadım, fakat benim meseleyi tahkike gelen Adalet Müfettişleri kanun sayar insanlardı... müfteriler ettikleriyle kaldılar... Ben artık... öfkelenmeyi lüzumsuz bir lüks sayıyorum. Anlayan bilen, gören adam öfkelenmez sanıyorum" 413, 414
-(1948-218) "... piyes için söz ve aksiyon aynı kudrette olmalıdır kanaatindeyim. Bence hala en büyük tiyatro müellifi Şekspir'dir... diyeceksin ki Gorki'nin meşhur piyesinde söz hakimdir. Bir bakıma evet, bir bakıma zayıf tarafı budur bence" 415
-(1948-219) "... beş altı aydır Vala'dan mektup almıyordum. Dün karısı bir mektup yollamış. Necmeddin Sadak Bey "af muhakkak" diyormuş. Mamafi aklım pek ermedi.../... müdürümüz değişti, yeni müdürümüz ilk iş olarak saçlarımızı sıfır numara makinayla tıraş ettirdi. Ben döndüm bir pehlivana. Mamafi bundan altı ay önce de hep beraber müfettişin emriyle kırkılmıştık" 417
-(1948-221) "Sonbahar şiirini okuyunca biraz şaşıracaksın sanıyorum. Ben galiba şahsi hayatımda... bir dönüm noktasındayım... şaşabilir, fakat bunu yine herkesten çok sen anlayabilirsin... fazla bir şey de öğrenmek isteme, yalnız şaşmaya alış.../... Vala'dan mektup aldım, ona kalırsa af muhakkak ve istifade edeceğiz. Sonra dayımın kızı ziyaretime geldi, kendisiyle son zamanlarda ben hastalandıktan sonra mektuplaşmaya başlamıştık. On üç senedir de yüzünü gördüğüm yoktu. O da iyi haberler getirdi. Bütün bunlara rağmen ben dalgaya düşmüyorum... geçenlerde buraya Adalet Bakanı geldi. Benim odaya da uğradı. Kendisiyle şöyle yirmi dakka kadar konuştum. Uğradığım kanunsuzluğu... şikayet ettim. Sabırla dinledi" 421
-(1948-224) "Piraye'yle aramızdaki münasebetlerden bir tanesini... zaten bilfiil mevcut olmayan bir tanesini, kesmem lazım geldi. Yani... karı koca münasebetimizi... karar veren benim. Piraye'ye ve kendime... o kadar saygım var ki, Piraye benim için öyle mükemmel, öyle yiğit, öyle iyi ve kendisine en güzel senelerimi, en iyi eserlerimi borçlu olduğum insan ve kadındır ki, ona yalan söyleyemezdim. Ona manen de olsa -maddeten imkansız- bu münasebetimizde bile aldatamazdım... ona yalan söylemekten, onu aldatmaktansa, onu üzmeyi, hem de belki dehşetli üzmeyi, kahretmeyi tercih ettim. Ben de bir hayli üzüldüm, kahroldum ve olmaktayım. Fakat ikimiz de haysiyetli ve şerefli insanlarız, üzüntüyü, kahrolmayı, haysiyetsizliğe, şerefsizliğe, yalan dolana tercih ederiz... Piraye hayatımın en yakın insanıdır ve... öyle... kalacaktır. Gayet tabii olan ilk üzüntüler, kırgınlıklar, hiddetlenmeler ki kızmakta, hiddetlenmekte, beni yerin dibine geçirmekte bir bakıma haklıdır elbet -geçtikten sonra- bütün temennim bunların mümkün mertebe çabuk ve sarsıntısız geçmesidir; dostluğumuzun, arkadaşlığımızın, kardeşliğimizin yine de pırıl pırıl devam edeceğine ben şahsen inanıyorum" 424
-(1948-225) "Benim hatun... çoluk çocuğa toplayıp geldi, sonra bir de gayet güzel mektup yazdı, sonra... yine yazmaz oldu... Türk halkına ve namuslu insanlığa birbirinden güzel romanlar yazman... lazım" 427
-(1949-226) "... bir senedir yüzümde... kızartılar, kaşıntılı lekeler... ne olduğunu... ne ben anladım ne de doktorlar... Piraye yengenle münasebetimiz yine eskisi gibi, yani, bir aralık ayrılmaya filan kalkışmıştım ya, kendimi toparladım o kötü işi yapmadım, fakat tabii kız bana dehşetli kırıldı, mektup filan yazmıyor, hem haklı, hem haksız. Her ne hal ise, bu iş de zamanla yoluna girer" 428
-(1949-227) "... yazdığın romanların yalnız isimlerini okumak bile yüreğime ferahlık verdi... güzelim Türkiyemizle yeryüzünün en namuslu halklarından biri olan Türk halkına dair ne mükemmel romanlar yazılabileceğinin anlaşılması.../... Dante'nin Cehennem'ini... beğendim" 428, 429
-(1949-228) "... memleketimizin en iyi romanlarını senin yazdığına... eminim.../... benim hatuna, şu olan işlerden sonra, o kadar yalvarıp yakardım, fakat cevap bile vermedi, benimle... en iyi dostum gibi alakadar, fakat bu alaka, bir dost alakasının sınırlarını geçmiyor. Zamanla eski halimizi elbet buluruz. Olan işlerde kabahat neyse, bunu yetmişi bendeyse, otuzu da onda" 429, 430
-(1949-229) "Telgraf çekeyim, dedim, fakat bütçe müsait değil... -... Yalman'ın yazısında olduğu gibi- kendisine söylemediğim... sözleri bana söyletmiş.../... Piraye'ye yine mektup yazdım, hala cevap yok. Bizim cezaevi adamakıllı islah oldu" 430, 431
-(1949-230) "Karımdan nihayet bir mektup aldım... "Nazım Bey" diye başlıyor, "hürmetler ederim efendim" diye bitiyor... onun senin tabirinle "bu denli gaddar" oluşu hoşuma da gitmiyor değil. O beni hiç bir hususta aldatmadı sanıyorum, bu sefer de aldatmamış oluyor, çünkü bana, şu eskinin eskisi C... Hanım meselesinde: "Bir daha böyle bir halt edersen, senin dostun, arkadaşın, ahbabın olarak -uzaktan- kalırım, fakat karın olamam artık, bunu aklına koy?" demişti. Dediğini de... yapıyor işte. Ben ne kadar yalvarsam yakarsam, biliyorum, nafile... beş altı sene sonra... çıkabilirsem... iyice ihtiyarlamış olacağımızdan, bu davayı her halde rahatça hallederiz" 432, 433
-(1949-232) "Piraye, oğlum, kızım ve yeğenim dün beni görmeye geldiler... dünyalar benim oldu" 434
-(1949-233) "Tevrat ve sonraki kitaplar, menkıbe bahsinde, Ibrahim ailesinin asırlarca süren çok meraklı, korkunç derecede realist (bir bakımdan tabii) macerasını hikaye eder. Ibrahim ailesinden, gerçekten de çok şayanı dikkat insanlar gelmiş dünyaya. Bu kadar ihtiraslı, bu kadar akıllı, bu kadar korkak, bu kadar asi, bu kadar kurnaz, bu kadar gaddar, böylesine eziyet çekmiş ikinci bir aileye daha rastlamak zordur sanıyorum... Hazreti Süleyman ayarında lirik, sevda şairi ne gelmiş, ne gelecek... öylesine şair adamcağız ki taşın toprağın dilinden dahi anlardı demek yalan olmaz... Piraye... kaç kere yazmış olmama rağmen mektup alamıyorum" 439, 440
-(1949-234) "Piraye'den mektup alıyorum. Şüphesiz ki, hayatımda rastladığım en iyi, en dost, en akıllı, en iradeli insanların başındadır... Hayatımda onun kadar çok az insanı beğenmiş ve saymışımdır./... Piraye... bilhassa selam yazmamı reca etti" 441
-(1949-235) "... bizim hapishane Türkiye'nin en muntazam, en temiz, en insanca hapishanesidir.../.../ Piraye'den bugünlerde yine mektup aldığım yok... Hapishanede bile insanın yiyeceğini düşünmesi hazin bir şey" 442
-(1949-236) "Fransa'da ekzistansiyalizm diye bir edebiyat mektebi türedi. Sözde realist olduklarını iddia ediyorlar, hakikatte ise realitenin ve insanların sadece en kötü taraflarını ele alıyor, ümitsizlik bataklığı içine yuvarlanıyorlar, ruhen hasta insanları ısrarla birinci plana getiriyorlar, yani bal gibi irticaa bayraktarlık ediyorlar. Sosyal şartlar Fransa'da da... berbattır, fakat... iyiye doğru gitmektedir... Realite, her şeye rağmen bizi iyimser, ümitli kılan bir realitedir" 445
-(1950-238) "Gazetelerde... yalan yanlış haberler çıkıyor. Inanayım üzüleyim demeyin kardeşim... Yakın zamanda hürriyetimize kavuşacağımıza eminim" 446
-(1950-239) "Af meselesinin muvakkaten suya düşmesi seni fazla üzmemiştir ümidindeyim... Çoğu gitti azı kaldı, bu sene yeni Meclis af meselesini tekrar ele alır herhalde" 446, 447
-(1950-240) "Şimdi Emine Alev geldi. Senin açlık grevi yapmaya karar verdiğini söyledi. Çok üzüldüm... öfkelendim sana... bu yersiz teşebbüsten vazgeç... menfi bir harekettir" 447
*
13.10.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder