KEMAL TAHİR, DERLEYEN: YEŞİM BİLGE, YAYINA HAZIRLAYAN: HANDAN DURGUT, 1. Baskı, Nisan 2017, İthaki Yayınları, İstanbul
Kemal Tahir'in mapushaneden Piraye'ye yazdığı 15,
Nazım'a yazdığı 2,
Arkadaşı Naci Sadullah'a yazdığı 1,
mektup.
Ve, bazı açıklamalar.
*
Nazım'ın Kemal Tahir'e yazdığı mektuplarda bir açıklama var mı diye baktığım bir konu vardı, o da: Nazım'ın yıllarca hapishane hapishane peşinde gezen fedakar karısı Piraye'yi bırakıp hapisten çıkışına yakın bir zamanda dayısının kızı Münevver'le birlikte olmak istemesi ve hapisten çıkınca da birlikte olması konusu idi.
Bu konuda Nazım'ın Kemal Tahir'e mektuplarında pek bir şey yoktu, ama, bu kitapta biraz bilgi var.
Şöyle:
"Kemal Tahir'e göre Nazım-Piraye ilişkisi örnek alınacak, hayran olunacak bir ilişkiydi. Ne ki 1948 sonbaharında Nazım Hikmet'ten gelen mektupla afallamış olmalı. 6 Ekim 1948 tarihli mektupta, Nazım şahsi hayatında dönüm noktasında olduğunu bildiriyordu:/.../ O sırada Bursa Hapishanesi'ndedir Nazım, dayı kızı Münevver Berk'e aşık olmuştur; Piraye'den ayrılmak istiyordur./ Kemal Tahir... anlam veremez... Semiha'ya.../ "Piraye'ye ait meseleye canım çok sıkıldı. Nazım birkaç mektuptan beri bir şeyler geveliyordu... Benim de aklıma evvela Piraye'nin nihayet usandığı gelmişti. Nazım hesabına pek üzülmüştüm. (...) Nazım hakikati bana yazmaya bir türlü cesaret edemedi. Böyle pis işleri sevmediğimi bilir. Ben de bu kadar sabırlı değilimdir. Lakin hastalığı belimi büküyor. Şimdi bile öfkemden yumruğumu yiyorum. (...) Mazerete de ayrıca bayıldım. Piraye kendisine alaka göstermiyormuş. Piraye, Nazım'ın apartmanından topladığı paraları Paris'te delikanlılarla mı yiyor? Bakalım Piraye'nin -Bursa'ya gidip gelecek değil-, mektuba yapıştıracak pul parası var mı? Hasılı Nazım gözümden düştü. Sonra yaptığı hesaba akıl erdirmek mümkün değil! Bu iş, ancak af ihtimaline şiddetle inanılınca yapılır ve o zaman alçaklık bir kaç misli artar. (...)"/ Kemal Tahir şaşkındı, öfkeliydi. Ya Piraye?/ Piraye de şaşırdı mı, öfkelendi mi Nazım'ın, "Mesele şu: aramızdaki münasebetlerden bir tanesi olan, fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasfiye etmemiz, kesmemiz gerekiyor" diye yazdığı ayrılık mektubunu okuduğunda?... Bir Eski Mektub... kenarına "1-11-948 de oldu bu iş." diye yazarken?/ Her ne kadar Kemal Tahir, Semiha'ya "Nazım dâhidir, ama Piraye de sahici kadındır. Anne-kadındır. Bu dünya ezelden beri dâhilerden ziyade anne-kadınların omuzlarında durur..." diye yazıp "Piraye seviyorsa bu iş gene düzelir. Düzelmelidir" dese de... Düzelmedi iş./ Kemal Tahir ile Piraye'nin mektuplaşmaları da bu ayrılıktan nasibini almış olmalı, ihtimal, bir daha görüşmemişlerdir de" 33, 34
*
Kemal Tahir, Nazım dâhidir, ama, yaptığı da alçaklıktır, diyor!
*
Gerçekten öyle midir?
*
Piraye'nin başına gelen, sonradan, Münevver'in başına da gelmedi mi?
*
Ekte de, Nazım'ın Münevver'den olan oğlunun ölüm ilanı var.
Kemal Tahir'in mapushaneden Piraye'ye yazdığı 15,
Nazım'a yazdığı 2,
Arkadaşı Naci Sadullah'a yazdığı 1,
mektup.
Ve, bazı açıklamalar.
*
Nazım'ın Kemal Tahir'e yazdığı mektuplarda bir açıklama var mı diye baktığım bir konu vardı, o da: Nazım'ın yıllarca hapishane hapishane peşinde gezen fedakar karısı Piraye'yi bırakıp hapisten çıkışına yakın bir zamanda dayısının kızı Münevver'le birlikte olmak istemesi ve hapisten çıkınca da birlikte olması konusu idi.
Bu konuda Nazım'ın Kemal Tahir'e mektuplarında pek bir şey yoktu, ama, bu kitapta biraz bilgi var.
Şöyle:
"Kemal Tahir'e göre Nazım-Piraye ilişkisi örnek alınacak, hayran olunacak bir ilişkiydi. Ne ki 1948 sonbaharında Nazım Hikmet'ten gelen mektupla afallamış olmalı. 6 Ekim 1948 tarihli mektupta, Nazım şahsi hayatında dönüm noktasında olduğunu bildiriyordu:/.../ O sırada Bursa Hapishanesi'ndedir Nazım, dayı kızı Münevver Berk'e aşık olmuştur; Piraye'den ayrılmak istiyordur./ Kemal Tahir... anlam veremez... Semiha'ya.../ "Piraye'ye ait meseleye canım çok sıkıldı. Nazım birkaç mektuptan beri bir şeyler geveliyordu... Benim de aklıma evvela Piraye'nin nihayet usandığı gelmişti. Nazım hesabına pek üzülmüştüm. (...) Nazım hakikati bana yazmaya bir türlü cesaret edemedi. Böyle pis işleri sevmediğimi bilir. Ben de bu kadar sabırlı değilimdir. Lakin hastalığı belimi büküyor. Şimdi bile öfkemden yumruğumu yiyorum. (...) Mazerete de ayrıca bayıldım. Piraye kendisine alaka göstermiyormuş. Piraye, Nazım'ın apartmanından topladığı paraları Paris'te delikanlılarla mı yiyor? Bakalım Piraye'nin -Bursa'ya gidip gelecek değil-, mektuba yapıştıracak pul parası var mı? Hasılı Nazım gözümden düştü. Sonra yaptığı hesaba akıl erdirmek mümkün değil! Bu iş, ancak af ihtimaline şiddetle inanılınca yapılır ve o zaman alçaklık bir kaç misli artar. (...)"/ Kemal Tahir şaşkındı, öfkeliydi. Ya Piraye?/ Piraye de şaşırdı mı, öfkelendi mi Nazım'ın, "Mesele şu: aramızdaki münasebetlerden bir tanesi olan, fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasfiye etmemiz, kesmemiz gerekiyor" diye yazdığı ayrılık mektubunu okuduğunda?... Bir Eski Mektub... kenarına "1-11-948 de oldu bu iş." diye yazarken?/ Her ne kadar Kemal Tahir, Semiha'ya "Nazım dâhidir, ama Piraye de sahici kadındır. Anne-kadındır. Bu dünya ezelden beri dâhilerden ziyade anne-kadınların omuzlarında durur..." diye yazıp "Piraye seviyorsa bu iş gene düzelir. Düzelmelidir" dese de... Düzelmedi iş./ Kemal Tahir ile Piraye'nin mektuplaşmaları da bu ayrılıktan nasibini almış olmalı, ihtimal, bir daha görüşmemişlerdir de" 33, 34
*
Kemal Tahir, Nazım dâhidir, ama, yaptığı da alçaklıktır, diyor!
*
Gerçekten öyle midir?
*
Piraye'nin başına gelen, sonradan, Münevver'in başına da gelmedi mi?
*
Ekte de, Nazım'ın Münevver'den olan oğlunun ölüm ilanı var.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Piraye, Nazım Hikmet'le birlikte oldukları yirmi yıl boyunca ve ondan ayrıldığı 1950 yılından sonra da sessizliğini hep korudu.../.../ Piraye'nin sessizliği, 15 Temmuz 1950'de Nazım Hikmet özgürlüğüne kavuştuğu gün mühürlendi... oğlu Memet Fuat'ı da... engelledi./.../ Memet Fuat Gölgede Kalan Yıllar'da Piraye'nin Nazım'ın kendisine teslim ettiği müsveddeleri hep ikişer kopya olarak sakladığını yazar.../... Nazım cezaevinden çıktıktan sonra, isteği üzerine, Piraye elindeki kopyaların en temiz görünenlerini ona göndermiş, ama şairin kendisine bile güvenmeyip hepsinin birer kopyasını elinde tutmuştu. Nazım... yurtdışına çıkmadan önce saklaması için evinin aranması düşünülmeyecek birine teslim etmiş. Fakat Nazım'ın kitaplarının basılabileceği günler geldiğinde bu müsveddeler bir türlü ortaya çıkmamıştır./ Memet Fuat... Piraye'nin sakladığı bu kopyalardan yararlanarak yayına hazırladı.../ Piraye'nin... yaşadığı sürece Nazım'dan gelen mektupların yayımlanmasını istememesine rağmen Memet Fuat'ın annesinden gizli hazırladığı ve 1975'te Nazım ile Piraye adıyla kitaplaştırdığı bazı mektuplar için Piraye pek bir şey dememiş... Memet Fuat, Piraye'nin ölümünden üç yıl sonra, 1998'in Mart ayında... tüm mektupları yayınladı" 7, 8
-"31 Ocak 1935'te evlendiler. Piraye'nin günleri... 1938'de tutuklanan Nazım'ın sevk edildiği Ankara (Ocak-Haziran 1938), İstanbul (Haziran 1938-Şubat 1940), Çankırı (Şubat-Aralık 1940) ve Bursa (Aralık 1940-Temmuz 1950) cezaevlerine ziyaretle geçti.../.../ Piraye... kendini son derece inatçı, gururlu, sade, aksi, erkek gibi bir kadın olarak tanımlar" 13, 14
-"Kemal de minderde oturmuş kitap okuyordu. Uyudu. Onun akşamdan uyuduğu vaki değildi. Meyhanede sabahlar. Ağır bir kitabı okumaya tahammülü yok... Ben sevdiğim zaman aksi olurum, bunu kimse bilmez. Arkadaşlığıma layık gördüğüm insanları iyi isterim, iyi olmadıkları zaman da çok kızarım. Şimdi bu kitabıyla Kemal ciddi bir adam oldu gözümde. Ve birden arkadaş buldum onu" 19
-"Kemal Tahir, Nazım'la... aynı suçtan "askeri isyana tahrik ve teşvik"ten Haziran 1938'de tutuklanır; 1938 Temmuz'unda birbirlerinden habersiz aynı gemidedirler, Erkin'de. Yüzer mahkemede yargılanıp biri 20, diğeri 15 yıl hüküm giyer. (Nazım'ın cezası... toplam 28 sene 4 aydır.) Karaya ayak basar basmaz İstanbul Tevkifhanesi'ne yollanırlar, oradan da 1940 Şubat'ında yanlarında Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yla birlikte Çankırı Cezaevi'ne.../... Piraye "... geleceğim."/ Nazım ... "...'Birbirimizi. Ve bir insan davasını sevebildik. Yaşadık diyebiliriz.'... Bence yazdığım en güzel satırlar bu."/.../ Nazım, müjdeyi almıştır bir kez. 12 Mart 1940'ta Piraye'ye yazar ki, "... Artık her gün yolunu bekliyorum. Sakal bırakmıştık, ben saadetimden, Kemal, yeryüzünde en saydığım kadın yengemdir karşısına sakalla çıkamam, diye sevincinden, Hikmet de bizi haklı bulduğu için derhal kestirdik..."..." 20-22
-"Piraye... 19 Mart 1940... "Bir köy romanı yazdığınızı evvelki mektubunda da yazmışsın. Ben müşterek yazılmış romanlardan hiç hoşlanmam bir. Hapse girdiniz gireli başlayıp yarıda bıraktığınız yazılar bir hayli oldu iki. Maymun iştahlısınız üç. Sizin bu tarafınızı hiç sevmiyorum dört. Hele Kemal bütün ömrünü gevezelikle geçiriyor. Yaşı birkaç eseri olacak kadar ileride, daha ortalarda bir şey yok, yalnız kendine iyi kötü bir isim yapabildi o kadar. Çalışıp okusa eminim ki iyi şeyler yazacak. Şimdi de mevzu kıtlığı varmış gibi iki kişi bir roman yazmaya kalktınız. Sana Ankara'dan beri yalvardığım roman ne oldu? Onun İstanbul'da başladığı roman nerede? Hala çocuksunuz. Oraya biraz da sizi çalıştırmak için geleceğim. İki senen bomboş geçti. Hem de en güzel senelerin. İnsan en güzel eserini ıstırap çekerken verir. Istırap çektin. Yapayalnız kaldın. Ölümle karşılaştın. Yaz ne duruyorsun? Hemen romandan vazgeçmeyiniz. Yazınız bakalım ne olacak"..." 24
-"Kemal Tahir'den... Piraye Koleksiyonu'nda bulunan on beş mektuba gelince.../ Neler vardır bu mektuplarda?/ Umut, mesela... Hem de bolca. Kemal Tahir, Piraye'ye "Yakında halas olursak sana Çankırı'dan ne getirelim?" diye sorar birinde. Başka... "Bu kışa bizi çıkarırlar sanıyorum. Şakacıktan başlayan bu iş kafi derecede uzadı."... 15 yıl ağır hapse mahkum edilmiştir ama "Şu anda pek iyi bildiğin avluda... oturuyorum. Hayatımdan son derece memnunum. Yakında kavuşacağımıza dair büyük ümitlerim ve... neşem var" diyebilmektedir.../.../ Sıkıntı da vardır bu mektuplarda: "Anlarsın ya be kadın gayri hakikaten canımız sıkılıyor. Kepaze bir işin bu kadar uzaması karşısında da hakkım yok mu sen söyle?".../.../... "Pek iyi tespit ettiğin (acelecilik) galiba bende bir mizaç meselesi... derhal bitsin istiyorum. Hele bir üst üste neşretmek imkanı olursa benden yalnız baştan savma şeyler sudur edecek. Aman sen frenlere daima mukayyed ol."..." 28, 29
-1. Mektup/ Mart 1940, "Sakallar aldı yürüdü. Birer parmağı geçti. Benim yüzüme bir heybet gelmiş yengeciğim bir heybet gelmiş, gören korkar. Korkulmayacak gibi de değil hani. Saç kırçıl, kaş simsiyah, bıyık kumral, sakal kırmızı. Ben bu hey'atımla suratına palet yapışmış acemi ressam çırağına dönmüşüm. Alimallah seyrime doyulmuyor... Doktora sorarsan beni gören gebe kadının maazallah çocuğu bile düşermiş. Hep haset, kıskançlık. Hakdan boyalı suratımı çekemiyorlar" 43
-2. Mektup/ 14.7.940, ".../ Ben bunu yakında sana ve İstanbul'a kavuşmanın hiss-i kable'l-vukuu sayıyorum./... Tahtakuruları biraz ziyadeleşti. Lakin gene de inat edip uyuyoruz. Adliye Vekili Bay Fethi Okyar -alay etmek için de olsa- odamızı pek fena bulmadı. Uzun boylu şikayet yaraşmaz./.../... "Yetiş ey gamze yetiş imdada" şarkısı... Ankara Radyosu... Belki oradan da Mareşal hazretlerinin (Fevzi Çakmak) yüreğine damlar, halas mümkün olur./.../ Yakında halas olursak sana Çankırı'dan ne getirelim?/.../ Bize gönderilen Sinop mamulatı hediyelerin bir kısmını da -hem de mühim bir kısmını- Dayı Paşa'ya (Ali Fuat Cebesoy) armağan ettik... Alsın, memnun olsun, bakalım bir iyi netice zuhur eder mi? Anla gayri, galiba biz de kanun yoluyla hakkımızı hak etmekten ümit kestik. İşimiz hediyeye, ricaya, iltimasa kaldı./ Sana Nazım yazmıştır. Fethi Okyar buraya geldiği zaman kanundan dem vurmuştuk. "Bize bir istida ile müracaat edin. Cezanın çektirilmesi bize ait olduğundan eğer kanundan istifade ediyorsanız muamelesini derhal yaptırırız " demişlerdi. Bu hususta Dayı Paşa'ya ayrıca yazdık. Henüz bir cevap gelmedi. Aklındadır ya, Askeri Ceza Kanunu'nun bize ait olan 148'inci maddesi tekrar değiştiği için bizim bir kere daha müracaata kanunen hakkımız var. Askeri Temyiz Mahkemesi reisi de "Kanundan istifade ederler" dediğine göre biz yalnız eşref saat gözlüyor vaziyetteyiz Eşref saat geldiyse bilsek de derhal istidalar donatıp yakamızı sıyırsak diyorum. Bilmem Mareşal Fevzi Çakmak ne der?/ Herhalde Dayı Paşa ağustos ibtidası (başı) kendisini İstanbul'a atar, mutlak gör, görüş, meseleyi izah et./ Anlarsın ya be kadın gayri hakikaten canımız sıkılıyor. Kepaze bir işin bu kadar uzaması karşısında da hakkım yok mu sen söyle?/.../... şimdi çıkarsak, doğruca senin yanına gelmeyeceğiz. Ilgaz yoluyla Karabük ve Zonguldak'tan vapurla döneceğiz.../... /... Naci... mektubu yollamadıysa acele etmesin, biz çıkmazsak, sen de eylülde gelirsen getirirsin.../.../ (Şu anda radyoda Kızılay'a dair bir bayancık konferans ita ediyor. "Kızılay felaketzedelere şefkat elini uzatır" diye haykırıyor. Ne dersin. Bugün Türkiye'de bizden beter felaketzede olamaz. Ne dersin, oraya mı bir istida versem...)/ Piraye bu mektup tam iki misli olacaktı. Doktorla Nazım üstüme yürüdüler. Ne oluyor? Kadına yazık değil mi? Piraye'ye acımıyorsan bari müdür beye acı! dediler. Lakin yazılacak şeylerim o kadar çok ki... Nihayet sansür etmeyi kararlaştırdılar. Fransız matbuatı gibi belim büküldü" 44-53
-3. Mektup/ 1940 yaz sonu, "Doktor bizim cigara paramıza mukabil, Nudiye ile kendisine ayda birer lira verilmesini ileri sürdü. Halbuki yalnız yemek için... Nazım'a gelen 20 lirayla Doktora gelen 5 liradan beş lira açık veriyorduk. Bulgur pilavına kalınca Doktorla Nudiye bilfiil ayrıldılar./ Bunu aynen İstanbul Tevkifhanesi'nde de yapmışlardı.../ Nudiye hastaneye gitmişti. Arkasından Doktor (Hikmet Kıvılcımlı) da gitti./ Orada epey numara yapmışlar. Çankırı'da ahlaksızlığı ve uygunsuzluğu ile meşhur ve yegane bir kadının evine beraberce misafir gitmişler... Nudiye aynı kadınla... bir köye, düğün seyretmeye... yola çıkmış. Ortalık birbirine girdi... o akşam bayanı hastaneden taburcu ettiler. Ertesi gün de Doktor geri döndü. Önce bizden olanı biteni saklamak istedi. Fakat... bahçeye çıkmak istediğimiz zaman mani oldular... Nazım Vali Bey'e müracaat etti. Vali bey "... jandarma kontrolü altında ve muayyen saatte ancak bir saat güneş ve hava alsınlar" diye haber yolladı./ Doktora ahvali hikaye ettik: "Ne yapalım bayan, romancıdır. Tetkik etmek sevdasına dayanamamış" demez mi?.../... bahçeden, güneşten, havadan mahrum olduk./... (... Sinop'a gideyim biraderle... daha az sıkıntı çekerim) diye düşünmüştüm. Halbuki Doktor Bey oraya da bir mektup içinde bir şiir yollamış. Bu şiirde ve bu mektupta acayip sözler ve laflar bulunduğu için... Adliye Vekaleti'ne yollanmış./ Benim müracaatıma da henüz cevap verilmedi" 56, 57
-4. Mektup/ 2 Ekim 1940, "Doktor Hikmet ve refika-i hayatı sayesinde artık bahçeye çıkmak da bütün bütün yasak edildi./.../ Sinop'a naklim işi artık muhakkak hale geldi... bir doktor raporuna ihtiyaç gösterdiler... işbu raporu istihsal ettik... Artık biraz da orada eğlenip, kış ortası dışarı çıkarız. Turşumuzu kurmayı dahi tasmim etmiş olsalar, gene bu kışa bizi çıkarırlar sanıyorum. Şakacıktan başlayan bu iş kafi derecede uzadı./ Bazen canım sıkılıyor. Bazen -laf aramızda- memnun oluyorum. Dışarıda olsaydım bu kadar ciddi ve devamlı çalışamazdım./ Nazım'la ayrılık ikimizi de sinirli yaptı. Burnumuz kızarmış dolaşıyoruz" 60
-6. Mektup/ 11.10.940, "Bayan Nudiye, yeni yeni oyunlar icat ediyor... mahpus kadınlar ile harp hali ilan etmiş.../... Şu Çankırı vilayetine destan olmadan ben Sinop'a, Nazım Bursa'ya gidebilsek de rezaletten kurtulsak./.../ Sinop'ta... Müddeiumumi... Sinop Tevkifhanesi binasını topyekun bizimkilere tahsis etmiş. Binadan, deniz, derya, şehir, kasaba ayak altında imiş... "sanatoryum" gibi diyorlar.../ Nazım'a Ankara'dan, Dayı Paşa'dan bir telgraf geldi... istida yazıp naklini istemesi "emrediliyor". İstidayı yazıp yolladı. Pek yakında hareket emri gelir sanırım. Kavuşursunuz" 66, 67
-7. Mektup/ 31.10.1940, "Burada fevkalade iyiyiz. Havalar düzgün gidiyor. Günde bir saate indirilen bahçeye çıkmak müsaademizi "Hiç lüzumu yok. Güneşi ve havayı ne yapacaklar." diye düşünerek büsbütün geri aldılar. İçerde yatıyoruz... Bayan Nudiye'yi Ankara'ya sevke karar verdilerdi. Lakin şimdilik gidemiyor.../.../ Benim Sinop'a gitme işimden şimdilik bir haber çıkmadı. "Burada geçinemiyorum. Aç kalıyorum. Biraderimin yanına gönderin" diye müracaat etmiştim.../ Aç, tok, neşeli, somurtkan çalışıyorum. Kendimden memnunum. Hikayeler yazıyorum.../.../ Bize kitap göndermesi için... Sedat Simavi'ye mektup yazmıştım. Cevap çıkmadı.../.../ Mektuplarında üst üste (kışın çıkarsınız) diye yazarsın. Kış geliyor. İnşallah bu bizim uğradığımız rezalet düzelir de kavuşuruz./ İstanbul gözümde tütüyor. Onu ne kadar seviyormuşum" 69-71
-8. Mektup/ 7.11.940, "Nazım, sevk için rapor lazımmış, hastaneye gitti./... Galiba buradan doğruca İstanbul'a geleceğiz... dün Fethi Bey'e (Okyar) sevkimin gecikmesinden şikayet eden bir mektup yolladım" 76
-9. Mektup/ 14.11.940, "Hayatımdan son derece memnunum. Yakında kavuşacağımıza dair büyük ümitlerim ve bu ümitlerden doğan neşem var.../.../... Kocanı buradan alıp götürecekler de bir başıma kalacağım diye ödüm kopuyor. Vallahi Nazım'sız mapushane tahammül edilmez şeydir" 77
-"10. Mektup/ 25.11.1940, "Sinop mapushanesine nakledilmem kaldı.../... Nazım'ın sevk emri geldi... Doktor da nakli için istida verdi./.../ Burada biz de ışıkları söndürmeye başladık.../.../ Bizim sabık karıyı bir oğlanla beraber görmüşsün. Elbette, ölünceye kadar bekar gezecek değildi ya!.../.../ Bugün tarhana çorbası pişiriyoruz... hiç sevmiyorum" 80, 81
-11. Mektup/ 1.4.1941, "Pek iyi tespit ettiğin (acelecilik) galiba bende bir mizaç meselesi... derhal bitsin istiyorum. Hele bir üst üste neşretmek imkanı olursa benden yalnız baştan savma şeyler sudur edecek. Aman sen frenlere daima mukayyed ol. Yalnız bir cankurtaran simidi var. Yazı biter bitmez artık onu sevmiyorum, beğenmiyorum... üst üste ve insafsızca tashih ediyorum.../.../... Bu hafta Tolstoy'un Harp ve Sulh adlı romanını okudum... Roman da Ruslara verilmiştir -Gene bu hafta Dostoyevski'nin "İçli Kız" isimli bir büyük hikayesini okudum. Mevzu Avrupa'nın birçok büyük muharrirlerinin eline geçseydi roman yapmaya, süslemeye, düzeltmeye kalkarlar, berbat ederlerdi.- Tolstoy'da hayata ve insanlara karşı saygı buldum. Dostoyevski tembel ve gaddardı. - Maksim Gorki'ye inanmamak mümkün değildir./... Gorki... Belki Üç Rus adlı kitabını hatırladım" 83, 84
-12. Mektup/ 24.4.1941, "Bu resimde... bana bir nöbet bekliyorsun gibi geliyor... Sende daima sert bir muharip seciyesi vardır" 85
-14. Mektup/ 26.2.1942, "Hem manen, hem madden huzur ve ümit içindeyim. İyi günlerin pek yakında geleceğine her zamandan ziyade inanıyorum...hasretimden bile memnunum. Dünyanın... gırtlağına kadar kana gömülerek arslan gibi boğuştuğu bu devirde buradaki rahatımdan utandığım bile oluyor./... sen... Hiç şikayet etmezsin... kahraman kardeşim!" 92
-15. Mektup/ 3.5.1945, "Nazım... mektubu Hitler'in artık resmen de öldüğünü haber veren gazeteyle beraber geldi./.../... Sen hepimizden daha çok ıstırap çeken, yorulan, öfkelenen ve gene de yılmadan dövüşen, dehşetli güzel bir kadınsın" 93
-Nazım'a Mektup/ 15.2.1942, "O ne biçim Mehmetçik pasajı idi. İnsanı gururdan ve edebi lezzetten öldürebilecek bir şey. Gözlerim bol bol yaşardı.../.../ Velhasıl seninle bir Nazzım Hikmet'i değil... bir edebiyat devrini hapse koydular.../.../... Aka Gündüz'den bir mektup aldım... Şu Aka iyi adamdır ne dersin, şairdir de. Mektubun zarfına şöyle yazmış: Kemal Tahir-Cezaevinde misafir. Buradaki arkadaşları pek güldürdü./.../ Canım hiç sıkılmıyor, mahpus arkadaşların sinirlerine dokunacak kadar neşeliyim. Sıhhatim yerindedir... İştiha mükemmel. Uyku muntazam. Keyif dersen hiç sorma" 99-101
-Nazım'a Mektup/ 4.3.1947, "Bu nasıl bir karaciğer iltihabı? Can başıma sıçradı... Kendime de öfkelendim. Lanet olsun, mahpusluğun namussuz iktidarsızlığına... Seni görmek istiyorum. Başucunda oturmak, küçücük hizmetlerini görmek, seni güldürmek, eğlendirmek... Ama işte böyle Çorum'da prangalanmış bulunuyorum. Bu da bana kendi alçaklığımmış gibi geliyor... Sensiz bu dünya ve bu bedbaht millet ne yapar? Biz ne yaparız aziz ağabeyim, ben ve Türk edebiyatı.../.../... Ben artık adinin bayağısı aşk martavalları düzmekten bıktım, usandım... mecburum. Bu namussuz mahpusluk devam ederse bana aşk ve alakanın pis çeşitlerine, uydurmalarına dair daha bir sürü kitap yazdıracaklar./.../... Sen en büyük dağlardan daha yücesin. Çünkü fazladan düşünmesini ve dövüşmesini de bilirsin./ Ellerinden öperim sevgili ağabeyim" 104, 105
-Naci Sadullah'a Mektup/ 5.6.1941, "Sivas'a gecenin ikisinde vasıl olduk... Doktor, tren değiştireceği için telaşta... İkimizi de... korkutan şey, sandıklarımızın küçük bir yanlışlıkla değişmesi idi. Benim hikaye notları... Amasya'ya gider de, Doktorun umumi tarih notları benimle beraber Malatya'yı tutarsa ahval gözünün önüne geliyor mu?... Kucaklaştık, öpüştük... ayrıldık. Artık maiyyetimde hususi hekim gezdirmek kibrine de veda ediyordum. Bu suretle iki misli somurttum. Seyahatin bundan sonrası nefis idi. Kompartımana gelince içerisini epey dolmuş bulduk... Jandarma Ali Efendi suratını asınca seyrek sakallı zat gülümsedi. "Hep sığarız asker ağa. Hep sığarız." dedi... Az vakitte küçük masa dolup taştı. Bizim Ali Efendi hala hiddetliydi. Arkadaşına "Çıksınlar efendim. Biz burada yalnız oturacağız" diyordu. Seyrek sakallı içeriye adeta zorla girdiklerini kısaca anlattı... Çantadan bir şişe çıkarmış... Bir nefes seyrek sakallı içti, bir nefes kendisi aldı. Sonra bana uzattılar. İtizar ettim. Nezaket gösterip genç efendiye sundular. Şişe 49'luktu. Ancak iki nefes içilmişti. Almasıyla başına dikmesi bir oldu. Lakır lakır, nihayetine kadar. Benim nefesim kesilmişti... Ali Efendi... seyrek sakallının haline gizlice gülmeye başlamıştı./... ikinci şişe... Birer yudum daha içtiler. Bu sefer seyrek sakallı şişeyi bayana uzattı... Kadın şişeyi cesaretle kavradı. Bir yudum içti... usta olduğu anlaşılıyordu... Genç efendiye arz etmenin tehlikesini bir türlü göze alamadığını sezdim. Lain hovardalık galebe çaldı. Seyrek sakallı elini uzattı. Genç efendi şişeyi kavrayınca asabi ihtiyar davrandı: "Bak yavrum... Ahmet Rasim... demiş ki: "Rakı kadehe konur, lakin kadehle içilmez, yudum yudum nuş edilir."/ Genç efendi tebessüm etti... Hatun davranıp almasaydı, şişe gene bitecekti... "Yeter Nevzat keyif olacaksın şekerim." dediğini işittim... sordum: "Başka şişe var mı ihtiyatta beyefendi?" Üşenmeden eğilip çantayı araladı. Üç dört tane daha kuzu kuzu oturuyordu... Üçüncü şişeden sonra meclis biraz neşelenmişti. Bayanın, genç efendiyle resmen nişanlı olduğunu, Elaziz'e gittiklerini öğrendik. Seyrek sakallı ile asabi zat da Bektaşi imişler... Bayan gittikçe açılıyordu.../.../ Çetinkaya İstasyonu'nun aktarmasında jandarma arkadaşlar tenha bir yer bulmak için epey çalıştılar. Lakin her aktarmada birinci mevki abdesthanesinin koridoru bize mukadder galiba... Lakin Ali Efendi... ileri atıldı. Birkaç kişi ile ciddi ciddi çekiştiğini uzaktan işittik... Nihayet... bize ikinci mevkide hakikaten pek rahat bir yer gösterildi./.../... Malatya belediyesi pek mükemmel işliyor... Paytona kurulduk... Şehir pek şirindi... Kalemde... Evrakımı eline alan memur... "Sen Türk değil misin?" Nasıl şaşırdığımı takdir edersin. Fazla şaşırınca hakikaten budala oluyoruz. Ahmak gibi "Evet Türk'üm" demişim. O büsbütün somurttu: "Bir Türk böyle şeyler yapar mı?" Öylesine budalalaşmışım ki az kalsın, hem öz be öz Türk olduğumu, hem de bir Türk'ün yapmaması lazım gelen bir cürmü işlemediğimi isbata kalkacaktım. Bunu hatta düşünmenin bile ne kadar müşkil olduğunu sana anlatamam... bir diğer memur... "Kanaat meselesi." diyerek bu acayip vaziyete nihayet verdi.../... Mapushaneye döndük... mapushanesi o anda bana babanın evi gibi samimi ve ahbap göründü" 111-117
*
19.10.2018
*
EK:
Kitaptan bazı notlar:
-"Piraye, Nazım Hikmet'le birlikte oldukları yirmi yıl boyunca ve ondan ayrıldığı 1950 yılından sonra da sessizliğini hep korudu.../.../ Piraye'nin sessizliği, 15 Temmuz 1950'de Nazım Hikmet özgürlüğüne kavuştuğu gün mühürlendi... oğlu Memet Fuat'ı da... engelledi./.../ Memet Fuat Gölgede Kalan Yıllar'da Piraye'nin Nazım'ın kendisine teslim ettiği müsveddeleri hep ikişer kopya olarak sakladığını yazar.../... Nazım cezaevinden çıktıktan sonra, isteği üzerine, Piraye elindeki kopyaların en temiz görünenlerini ona göndermiş, ama şairin kendisine bile güvenmeyip hepsinin birer kopyasını elinde tutmuştu. Nazım... yurtdışına çıkmadan önce saklaması için evinin aranması düşünülmeyecek birine teslim etmiş. Fakat Nazım'ın kitaplarının basılabileceği günler geldiğinde bu müsveddeler bir türlü ortaya çıkmamıştır./ Memet Fuat... Piraye'nin sakladığı bu kopyalardan yararlanarak yayına hazırladı.../ Piraye'nin... yaşadığı sürece Nazım'dan gelen mektupların yayımlanmasını istememesine rağmen Memet Fuat'ın annesinden gizli hazırladığı ve 1975'te Nazım ile Piraye adıyla kitaplaştırdığı bazı mektuplar için Piraye pek bir şey dememiş... Memet Fuat, Piraye'nin ölümünden üç yıl sonra, 1998'in Mart ayında... tüm mektupları yayınladı" 7, 8
-"31 Ocak 1935'te evlendiler. Piraye'nin günleri... 1938'de tutuklanan Nazım'ın sevk edildiği Ankara (Ocak-Haziran 1938), İstanbul (Haziran 1938-Şubat 1940), Çankırı (Şubat-Aralık 1940) ve Bursa (Aralık 1940-Temmuz 1950) cezaevlerine ziyaretle geçti.../.../ Piraye... kendini son derece inatçı, gururlu, sade, aksi, erkek gibi bir kadın olarak tanımlar" 13, 14
-"Kemal de minderde oturmuş kitap okuyordu. Uyudu. Onun akşamdan uyuduğu vaki değildi. Meyhanede sabahlar. Ağır bir kitabı okumaya tahammülü yok... Ben sevdiğim zaman aksi olurum, bunu kimse bilmez. Arkadaşlığıma layık gördüğüm insanları iyi isterim, iyi olmadıkları zaman da çok kızarım. Şimdi bu kitabıyla Kemal ciddi bir adam oldu gözümde. Ve birden arkadaş buldum onu" 19
-"Kemal Tahir, Nazım'la... aynı suçtan "askeri isyana tahrik ve teşvik"ten Haziran 1938'de tutuklanır; 1938 Temmuz'unda birbirlerinden habersiz aynı gemidedirler, Erkin'de. Yüzer mahkemede yargılanıp biri 20, diğeri 15 yıl hüküm giyer. (Nazım'ın cezası... toplam 28 sene 4 aydır.) Karaya ayak basar basmaz İstanbul Tevkifhanesi'ne yollanırlar, oradan da 1940 Şubat'ında yanlarında Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yla birlikte Çankırı Cezaevi'ne.../... Piraye "... geleceğim."/ Nazım ... "...'Birbirimizi. Ve bir insan davasını sevebildik. Yaşadık diyebiliriz.'... Bence yazdığım en güzel satırlar bu."/.../ Nazım, müjdeyi almıştır bir kez. 12 Mart 1940'ta Piraye'ye yazar ki, "... Artık her gün yolunu bekliyorum. Sakal bırakmıştık, ben saadetimden, Kemal, yeryüzünde en saydığım kadın yengemdir karşısına sakalla çıkamam, diye sevincinden, Hikmet de bizi haklı bulduğu için derhal kestirdik..."..." 20-22
-"Piraye... 19 Mart 1940... "Bir köy romanı yazdığınızı evvelki mektubunda da yazmışsın. Ben müşterek yazılmış romanlardan hiç hoşlanmam bir. Hapse girdiniz gireli başlayıp yarıda bıraktığınız yazılar bir hayli oldu iki. Maymun iştahlısınız üç. Sizin bu tarafınızı hiç sevmiyorum dört. Hele Kemal bütün ömrünü gevezelikle geçiriyor. Yaşı birkaç eseri olacak kadar ileride, daha ortalarda bir şey yok, yalnız kendine iyi kötü bir isim yapabildi o kadar. Çalışıp okusa eminim ki iyi şeyler yazacak. Şimdi de mevzu kıtlığı varmış gibi iki kişi bir roman yazmaya kalktınız. Sana Ankara'dan beri yalvardığım roman ne oldu? Onun İstanbul'da başladığı roman nerede? Hala çocuksunuz. Oraya biraz da sizi çalıştırmak için geleceğim. İki senen bomboş geçti. Hem de en güzel senelerin. İnsan en güzel eserini ıstırap çekerken verir. Istırap çektin. Yapayalnız kaldın. Ölümle karşılaştın. Yaz ne duruyorsun? Hemen romandan vazgeçmeyiniz. Yazınız bakalım ne olacak"..." 24
-"Kemal Tahir'den... Piraye Koleksiyonu'nda bulunan on beş mektuba gelince.../ Neler vardır bu mektuplarda?/ Umut, mesela... Hem de bolca. Kemal Tahir, Piraye'ye "Yakında halas olursak sana Çankırı'dan ne getirelim?" diye sorar birinde. Başka... "Bu kışa bizi çıkarırlar sanıyorum. Şakacıktan başlayan bu iş kafi derecede uzadı."... 15 yıl ağır hapse mahkum edilmiştir ama "Şu anda pek iyi bildiğin avluda... oturuyorum. Hayatımdan son derece memnunum. Yakında kavuşacağımıza dair büyük ümitlerim ve... neşem var" diyebilmektedir.../.../ Sıkıntı da vardır bu mektuplarda: "Anlarsın ya be kadın gayri hakikaten canımız sıkılıyor. Kepaze bir işin bu kadar uzaması karşısında da hakkım yok mu sen söyle?".../.../... "Pek iyi tespit ettiğin (acelecilik) galiba bende bir mizaç meselesi... derhal bitsin istiyorum. Hele bir üst üste neşretmek imkanı olursa benden yalnız baştan savma şeyler sudur edecek. Aman sen frenlere daima mukayyed ol."..." 28, 29
-1. Mektup/ Mart 1940, "Sakallar aldı yürüdü. Birer parmağı geçti. Benim yüzüme bir heybet gelmiş yengeciğim bir heybet gelmiş, gören korkar. Korkulmayacak gibi de değil hani. Saç kırçıl, kaş simsiyah, bıyık kumral, sakal kırmızı. Ben bu hey'atımla suratına palet yapışmış acemi ressam çırağına dönmüşüm. Alimallah seyrime doyulmuyor... Doktora sorarsan beni gören gebe kadının maazallah çocuğu bile düşermiş. Hep haset, kıskançlık. Hakdan boyalı suratımı çekemiyorlar" 43
-2. Mektup/ 14.7.940, ".../ Ben bunu yakında sana ve İstanbul'a kavuşmanın hiss-i kable'l-vukuu sayıyorum./... Tahtakuruları biraz ziyadeleşti. Lakin gene de inat edip uyuyoruz. Adliye Vekili Bay Fethi Okyar -alay etmek için de olsa- odamızı pek fena bulmadı. Uzun boylu şikayet yaraşmaz./.../... "Yetiş ey gamze yetiş imdada" şarkısı... Ankara Radyosu... Belki oradan da Mareşal hazretlerinin (Fevzi Çakmak) yüreğine damlar, halas mümkün olur./.../ Yakında halas olursak sana Çankırı'dan ne getirelim?/.../ Bize gönderilen Sinop mamulatı hediyelerin bir kısmını da -hem de mühim bir kısmını- Dayı Paşa'ya (Ali Fuat Cebesoy) armağan ettik... Alsın, memnun olsun, bakalım bir iyi netice zuhur eder mi? Anla gayri, galiba biz de kanun yoluyla hakkımızı hak etmekten ümit kestik. İşimiz hediyeye, ricaya, iltimasa kaldı./ Sana Nazım yazmıştır. Fethi Okyar buraya geldiği zaman kanundan dem vurmuştuk. "Bize bir istida ile müracaat edin. Cezanın çektirilmesi bize ait olduğundan eğer kanundan istifade ediyorsanız muamelesini derhal yaptırırız " demişlerdi. Bu hususta Dayı Paşa'ya ayrıca yazdık. Henüz bir cevap gelmedi. Aklındadır ya, Askeri Ceza Kanunu'nun bize ait olan 148'inci maddesi tekrar değiştiği için bizim bir kere daha müracaata kanunen hakkımız var. Askeri Temyiz Mahkemesi reisi de "Kanundan istifade ederler" dediğine göre biz yalnız eşref saat gözlüyor vaziyetteyiz Eşref saat geldiyse bilsek de derhal istidalar donatıp yakamızı sıyırsak diyorum. Bilmem Mareşal Fevzi Çakmak ne der?/ Herhalde Dayı Paşa ağustos ibtidası (başı) kendisini İstanbul'a atar, mutlak gör, görüş, meseleyi izah et./ Anlarsın ya be kadın gayri hakikaten canımız sıkılıyor. Kepaze bir işin bu kadar uzaması karşısında da hakkım yok mu sen söyle?/.../... şimdi çıkarsak, doğruca senin yanına gelmeyeceğiz. Ilgaz yoluyla Karabük ve Zonguldak'tan vapurla döneceğiz.../... /... Naci... mektubu yollamadıysa acele etmesin, biz çıkmazsak, sen de eylülde gelirsen getirirsin.../.../ (Şu anda radyoda Kızılay'a dair bir bayancık konferans ita ediyor. "Kızılay felaketzedelere şefkat elini uzatır" diye haykırıyor. Ne dersin. Bugün Türkiye'de bizden beter felaketzede olamaz. Ne dersin, oraya mı bir istida versem...)/ Piraye bu mektup tam iki misli olacaktı. Doktorla Nazım üstüme yürüdüler. Ne oluyor? Kadına yazık değil mi? Piraye'ye acımıyorsan bari müdür beye acı! dediler. Lakin yazılacak şeylerim o kadar çok ki... Nihayet sansür etmeyi kararlaştırdılar. Fransız matbuatı gibi belim büküldü" 44-53
-3. Mektup/ 1940 yaz sonu, "Doktor bizim cigara paramıza mukabil, Nudiye ile kendisine ayda birer lira verilmesini ileri sürdü. Halbuki yalnız yemek için... Nazım'a gelen 20 lirayla Doktora gelen 5 liradan beş lira açık veriyorduk. Bulgur pilavına kalınca Doktorla Nudiye bilfiil ayrıldılar./ Bunu aynen İstanbul Tevkifhanesi'nde de yapmışlardı.../ Nudiye hastaneye gitmişti. Arkasından Doktor (Hikmet Kıvılcımlı) da gitti./ Orada epey numara yapmışlar. Çankırı'da ahlaksızlığı ve uygunsuzluğu ile meşhur ve yegane bir kadının evine beraberce misafir gitmişler... Nudiye aynı kadınla... bir köye, düğün seyretmeye... yola çıkmış. Ortalık birbirine girdi... o akşam bayanı hastaneden taburcu ettiler. Ertesi gün de Doktor geri döndü. Önce bizden olanı biteni saklamak istedi. Fakat... bahçeye çıkmak istediğimiz zaman mani oldular... Nazım Vali Bey'e müracaat etti. Vali bey "... jandarma kontrolü altında ve muayyen saatte ancak bir saat güneş ve hava alsınlar" diye haber yolladı./ Doktora ahvali hikaye ettik: "Ne yapalım bayan, romancıdır. Tetkik etmek sevdasına dayanamamış" demez mi?.../... bahçeden, güneşten, havadan mahrum olduk./... (... Sinop'a gideyim biraderle... daha az sıkıntı çekerim) diye düşünmüştüm. Halbuki Doktor Bey oraya da bir mektup içinde bir şiir yollamış. Bu şiirde ve bu mektupta acayip sözler ve laflar bulunduğu için... Adliye Vekaleti'ne yollanmış./ Benim müracaatıma da henüz cevap verilmedi" 56, 57
-4. Mektup/ 2 Ekim 1940, "Doktor Hikmet ve refika-i hayatı sayesinde artık bahçeye çıkmak da bütün bütün yasak edildi./.../ Sinop'a naklim işi artık muhakkak hale geldi... bir doktor raporuna ihtiyaç gösterdiler... işbu raporu istihsal ettik... Artık biraz da orada eğlenip, kış ortası dışarı çıkarız. Turşumuzu kurmayı dahi tasmim etmiş olsalar, gene bu kışa bizi çıkarırlar sanıyorum. Şakacıktan başlayan bu iş kafi derecede uzadı./ Bazen canım sıkılıyor. Bazen -laf aramızda- memnun oluyorum. Dışarıda olsaydım bu kadar ciddi ve devamlı çalışamazdım./ Nazım'la ayrılık ikimizi de sinirli yaptı. Burnumuz kızarmış dolaşıyoruz" 60
-6. Mektup/ 11.10.940, "Bayan Nudiye, yeni yeni oyunlar icat ediyor... mahpus kadınlar ile harp hali ilan etmiş.../... Şu Çankırı vilayetine destan olmadan ben Sinop'a, Nazım Bursa'ya gidebilsek de rezaletten kurtulsak./.../ Sinop'ta... Müddeiumumi... Sinop Tevkifhanesi binasını topyekun bizimkilere tahsis etmiş. Binadan, deniz, derya, şehir, kasaba ayak altında imiş... "sanatoryum" gibi diyorlar.../ Nazım'a Ankara'dan, Dayı Paşa'dan bir telgraf geldi... istida yazıp naklini istemesi "emrediliyor". İstidayı yazıp yolladı. Pek yakında hareket emri gelir sanırım. Kavuşursunuz" 66, 67
-7. Mektup/ 31.10.1940, "Burada fevkalade iyiyiz. Havalar düzgün gidiyor. Günde bir saate indirilen bahçeye çıkmak müsaademizi "Hiç lüzumu yok. Güneşi ve havayı ne yapacaklar." diye düşünerek büsbütün geri aldılar. İçerde yatıyoruz... Bayan Nudiye'yi Ankara'ya sevke karar verdilerdi. Lakin şimdilik gidemiyor.../.../ Benim Sinop'a gitme işimden şimdilik bir haber çıkmadı. "Burada geçinemiyorum. Aç kalıyorum. Biraderimin yanına gönderin" diye müracaat etmiştim.../ Aç, tok, neşeli, somurtkan çalışıyorum. Kendimden memnunum. Hikayeler yazıyorum.../.../ Bize kitap göndermesi için... Sedat Simavi'ye mektup yazmıştım. Cevap çıkmadı.../.../ Mektuplarında üst üste (kışın çıkarsınız) diye yazarsın. Kış geliyor. İnşallah bu bizim uğradığımız rezalet düzelir de kavuşuruz./ İstanbul gözümde tütüyor. Onu ne kadar seviyormuşum" 69-71
-8. Mektup/ 7.11.940, "Nazım, sevk için rapor lazımmış, hastaneye gitti./... Galiba buradan doğruca İstanbul'a geleceğiz... dün Fethi Bey'e (Okyar) sevkimin gecikmesinden şikayet eden bir mektup yolladım" 76
-9. Mektup/ 14.11.940, "Hayatımdan son derece memnunum. Yakında kavuşacağımıza dair büyük ümitlerim ve bu ümitlerden doğan neşem var.../.../... Kocanı buradan alıp götürecekler de bir başıma kalacağım diye ödüm kopuyor. Vallahi Nazım'sız mapushane tahammül edilmez şeydir" 77
-"10. Mektup/ 25.11.1940, "Sinop mapushanesine nakledilmem kaldı.../... Nazım'ın sevk emri geldi... Doktor da nakli için istida verdi./.../ Burada biz de ışıkları söndürmeye başladık.../.../ Bizim sabık karıyı bir oğlanla beraber görmüşsün. Elbette, ölünceye kadar bekar gezecek değildi ya!.../.../ Bugün tarhana çorbası pişiriyoruz... hiç sevmiyorum" 80, 81
-11. Mektup/ 1.4.1941, "Pek iyi tespit ettiğin (acelecilik) galiba bende bir mizaç meselesi... derhal bitsin istiyorum. Hele bir üst üste neşretmek imkanı olursa benden yalnız baştan savma şeyler sudur edecek. Aman sen frenlere daima mukayyed ol. Yalnız bir cankurtaran simidi var. Yazı biter bitmez artık onu sevmiyorum, beğenmiyorum... üst üste ve insafsızca tashih ediyorum.../.../... Bu hafta Tolstoy'un Harp ve Sulh adlı romanını okudum... Roman da Ruslara verilmiştir -Gene bu hafta Dostoyevski'nin "İçli Kız" isimli bir büyük hikayesini okudum. Mevzu Avrupa'nın birçok büyük muharrirlerinin eline geçseydi roman yapmaya, süslemeye, düzeltmeye kalkarlar, berbat ederlerdi.- Tolstoy'da hayata ve insanlara karşı saygı buldum. Dostoyevski tembel ve gaddardı. - Maksim Gorki'ye inanmamak mümkün değildir./... Gorki... Belki Üç Rus adlı kitabını hatırladım" 83, 84
-12. Mektup/ 24.4.1941, "Bu resimde... bana bir nöbet bekliyorsun gibi geliyor... Sende daima sert bir muharip seciyesi vardır" 85
-14. Mektup/ 26.2.1942, "Hem manen, hem madden huzur ve ümit içindeyim. İyi günlerin pek yakında geleceğine her zamandan ziyade inanıyorum...hasretimden bile memnunum. Dünyanın... gırtlağına kadar kana gömülerek arslan gibi boğuştuğu bu devirde buradaki rahatımdan utandığım bile oluyor./... sen... Hiç şikayet etmezsin... kahraman kardeşim!" 92
-15. Mektup/ 3.5.1945, "Nazım... mektubu Hitler'in artık resmen de öldüğünü haber veren gazeteyle beraber geldi./.../... Sen hepimizden daha çok ıstırap çeken, yorulan, öfkelenen ve gene de yılmadan dövüşen, dehşetli güzel bir kadınsın" 93
-Nazım'a Mektup/ 15.2.1942, "O ne biçim Mehmetçik pasajı idi. İnsanı gururdan ve edebi lezzetten öldürebilecek bir şey. Gözlerim bol bol yaşardı.../.../ Velhasıl seninle bir Nazzım Hikmet'i değil... bir edebiyat devrini hapse koydular.../.../... Aka Gündüz'den bir mektup aldım... Şu Aka iyi adamdır ne dersin, şairdir de. Mektubun zarfına şöyle yazmış: Kemal Tahir-Cezaevinde misafir. Buradaki arkadaşları pek güldürdü./.../ Canım hiç sıkılmıyor, mahpus arkadaşların sinirlerine dokunacak kadar neşeliyim. Sıhhatim yerindedir... İştiha mükemmel. Uyku muntazam. Keyif dersen hiç sorma" 99-101
-Nazım'a Mektup/ 4.3.1947, "Bu nasıl bir karaciğer iltihabı? Can başıma sıçradı... Kendime de öfkelendim. Lanet olsun, mahpusluğun namussuz iktidarsızlığına... Seni görmek istiyorum. Başucunda oturmak, küçücük hizmetlerini görmek, seni güldürmek, eğlendirmek... Ama işte böyle Çorum'da prangalanmış bulunuyorum. Bu da bana kendi alçaklığımmış gibi geliyor... Sensiz bu dünya ve bu bedbaht millet ne yapar? Biz ne yaparız aziz ağabeyim, ben ve Türk edebiyatı.../.../... Ben artık adinin bayağısı aşk martavalları düzmekten bıktım, usandım... mecburum. Bu namussuz mahpusluk devam ederse bana aşk ve alakanın pis çeşitlerine, uydurmalarına dair daha bir sürü kitap yazdıracaklar./.../... Sen en büyük dağlardan daha yücesin. Çünkü fazladan düşünmesini ve dövüşmesini de bilirsin./ Ellerinden öperim sevgili ağabeyim" 104, 105
-Naci Sadullah'a Mektup/ 5.6.1941, "Sivas'a gecenin ikisinde vasıl olduk... Doktor, tren değiştireceği için telaşta... İkimizi de... korkutan şey, sandıklarımızın küçük bir yanlışlıkla değişmesi idi. Benim hikaye notları... Amasya'ya gider de, Doktorun umumi tarih notları benimle beraber Malatya'yı tutarsa ahval gözünün önüne geliyor mu?... Kucaklaştık, öpüştük... ayrıldık. Artık maiyyetimde hususi hekim gezdirmek kibrine de veda ediyordum. Bu suretle iki misli somurttum. Seyahatin bundan sonrası nefis idi. Kompartımana gelince içerisini epey dolmuş bulduk... Jandarma Ali Efendi suratını asınca seyrek sakallı zat gülümsedi. "Hep sığarız asker ağa. Hep sığarız." dedi... Az vakitte küçük masa dolup taştı. Bizim Ali Efendi hala hiddetliydi. Arkadaşına "Çıksınlar efendim. Biz burada yalnız oturacağız" diyordu. Seyrek sakallı içeriye adeta zorla girdiklerini kısaca anlattı... Çantadan bir şişe çıkarmış... Bir nefes seyrek sakallı içti, bir nefes kendisi aldı. Sonra bana uzattılar. İtizar ettim. Nezaket gösterip genç efendiye sundular. Şişe 49'luktu. Ancak iki nefes içilmişti. Almasıyla başına dikmesi bir oldu. Lakır lakır, nihayetine kadar. Benim nefesim kesilmişti... Ali Efendi... seyrek sakallının haline gizlice gülmeye başlamıştı./... ikinci şişe... Birer yudum daha içtiler. Bu sefer seyrek sakallı şişeyi bayana uzattı... Kadın şişeyi cesaretle kavradı. Bir yudum içti... usta olduğu anlaşılıyordu... Genç efendiye arz etmenin tehlikesini bir türlü göze alamadığını sezdim. Lain hovardalık galebe çaldı. Seyrek sakallı elini uzattı. Genç efendi şişeyi kavrayınca asabi ihtiyar davrandı: "Bak yavrum... Ahmet Rasim... demiş ki: "Rakı kadehe konur, lakin kadehle içilmez, yudum yudum nuş edilir."/ Genç efendi tebessüm etti... Hatun davranıp almasaydı, şişe gene bitecekti... "Yeter Nevzat keyif olacaksın şekerim." dediğini işittim... sordum: "Başka şişe var mı ihtiyatta beyefendi?" Üşenmeden eğilip çantayı araladı. Üç dört tane daha kuzu kuzu oturuyordu... Üçüncü şişeden sonra meclis biraz neşelenmişti. Bayanın, genç efendiyle resmen nişanlı olduğunu, Elaziz'e gittiklerini öğrendik. Seyrek sakallı ile asabi zat da Bektaşi imişler... Bayan gittikçe açılıyordu.../.../ Çetinkaya İstasyonu'nun aktarmasında jandarma arkadaşlar tenha bir yer bulmak için epey çalıştılar. Lakin her aktarmada birinci mevki abdesthanesinin koridoru bize mukadder galiba... Lakin Ali Efendi... ileri atıldı. Birkaç kişi ile ciddi ciddi çekiştiğini uzaktan işittik... Nihayet... bize ikinci mevkide hakikaten pek rahat bir yer gösterildi./.../... Malatya belediyesi pek mükemmel işliyor... Paytona kurulduk... Şehir pek şirindi... Kalemde... Evrakımı eline alan memur... "Sen Türk değil misin?" Nasıl şaşırdığımı takdir edersin. Fazla şaşırınca hakikaten budala oluyoruz. Ahmak gibi "Evet Türk'üm" demişim. O büsbütün somurttu: "Bir Türk böyle şeyler yapar mı?" Öylesine budalalaşmışım ki az kalsın, hem öz be öz Türk olduğumu, hem de bir Türk'ün yapmaması lazım gelen bir cürmü işlemediğimi isbata kalkacaktım. Bunu hatta düşünmenin bile ne kadar müşkil olduğunu sana anlatamam... bir diğer memur... "Kanaat meselesi." diyerek bu acayip vaziyete nihayet verdi.../... Mapushaneye döndük... mapushanesi o anda bana babanın evi gibi samimi ve ahbap göründü" 111-117
*
19.10.2018
*
EK:
İşte o fotoğrafın hikayesi
Büyük usta Nâzım Hikmet’in Fransa’da yaşayan oğlu ressam Mehmet Nâzım’ın vefatı üzerine dostları tarafından dün verilen ölüm ilanında Amerikalı aktör Gary Cooper fotoğrafının kullanılması şaşkınlık yaratmıştı. O fotoğrafın hikayesi ortaya çıktı.
Büyük usta Nâzım Hikmet’in Fransa’da yaşayan oğlu ressam Mehmet Nâzım’ın vefatı üzerine, dostları tarafından dün verilen ölüm ilanında Amerikalı aktör Gary Cooper fotoğrafının kullanılması şaşkınlık yaratmıştı.
Önce Mehmet Nâzım (Hikmet) yerine Garry Cooper fotoğrafının yanlışlık sonucu basıldığı düşünülse de, ilanı veren isimlerden Güllü Aybar yaptığı açıklamada bunun dostları arasında bilinen bir espri olduğunu söyledi.
KARARINA SAYGI GÖSTERDİLER
Dün Hürriyet’te yer alan ve Güllü Aybar, Ali ve Rabia Güreli, Gündüz Vassaf, Zeynep Irgat, Fulya Sade, Bike Gürsel ve Komet tarafından verilen ilanda “Canımız, kuzenimiz, arkadaşımız, dostumuz ressam Menmet Nâzım (Mehmet le beau) aramızdan ayrıldı. Acımız sonsuz...” ifadelerine yer verilmişti.
Gary Cooper fotoğrafının esprisi de ilanda yer alan "Mehmet le beau" (Güzel, yakışıklı Mehmet) ifedesinde yatıyordu.
Paris’ten yakın dostu ressam Komet de bu konuyla ilgili Hürriyet'ten İhsan Yılmaz'a şu açıklamayı yaptı.
“Bir dönem Paris’te yaşayan sanatçı ve entelektüeller arasında Mehmet isminde pek çok arkadaşımız vardı. Mehmet Güleryüz, Mehemet Ulusel, Mehmet Nâzım gibi. Biz de onları birbirinden ayırmak için ‘Kuş Mehmet’, ‘Kötü Mehmet’, ‘Koyun Mehmet’ gibi çeşitli lakaplar kullanıyorduk kendi aramızda. Mehmet Nâzım’ınki de ‘Mehmet le beau’ yani ’Güzel Mehmet, Janti Mehmet’ti. Onu bütün güzelliği, yakışıklılığı ile hatırlamak için Gary Cooper fotoğrafı kullanıldı.”
Mehmet Nâzım’in bir diğer özelliği de ısrarla medyadan uzak durmasıydı. Hayatı boyunca ne bir röportaj vermiş, ne de fotoğrafının çekilip kullanılmasına izin vermişti. Dostları da onun bu kararına saygı göstererek, ölüm ilanında gençliğinde benzetildiği ünlü aktör Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanmayı tercih etti.
Dün kullanılan ölüm ilanı şu şekildeydi:
Odatv.com
https://odatv.com/iste-o-fotografin-hikayesi-16101832.html
*
Önce Mehmet Nâzım (Hikmet) yerine Garry Cooper fotoğrafının yanlışlık sonucu basıldığı düşünülse de, ilanı veren isimlerden Güllü Aybar yaptığı açıklamada bunun dostları arasında bilinen bir espri olduğunu söyledi.
KARARINA SAYGI GÖSTERDİLER
Dün Hürriyet’te yer alan ve Güllü Aybar, Ali ve Rabia Güreli, Gündüz Vassaf, Zeynep Irgat, Fulya Sade, Bike Gürsel ve Komet tarafından verilen ilanda “Canımız, kuzenimiz, arkadaşımız, dostumuz ressam Menmet Nâzım (Mehmet le beau) aramızdan ayrıldı. Acımız sonsuz...” ifadelerine yer verilmişti.
Gary Cooper fotoğrafının esprisi de ilanda yer alan "Mehmet le beau" (Güzel, yakışıklı Mehmet) ifedesinde yatıyordu.
Paris’ten yakın dostu ressam Komet de bu konuyla ilgili Hürriyet'ten İhsan Yılmaz'a şu açıklamayı yaptı.
“Bir dönem Paris’te yaşayan sanatçı ve entelektüeller arasında Mehmet isminde pek çok arkadaşımız vardı. Mehmet Güleryüz, Mehemet Ulusel, Mehmet Nâzım gibi. Biz de onları birbirinden ayırmak için ‘Kuş Mehmet’, ‘Kötü Mehmet’, ‘Koyun Mehmet’ gibi çeşitli lakaplar kullanıyorduk kendi aramızda. Mehmet Nâzım’ınki de ‘Mehmet le beau’ yani ’Güzel Mehmet, Janti Mehmet’ti. Onu bütün güzelliği, yakışıklılığı ile hatırlamak için Gary Cooper fotoğrafı kullanıldı.”
Mehmet Nâzım’in bir diğer özelliği de ısrarla medyadan uzak durmasıydı. Hayatı boyunca ne bir röportaj vermiş, ne de fotoğrafının çekilip kullanılmasına izin vermişti. Dostları da onun bu kararına saygı göstererek, ölüm ilanında gençliğinde benzetildiği ünlü aktör Gary Cooper’ın fotoğrafını kullanmayı tercih etti.
Dün kullanılan ölüm ilanı şu şekildeydi:
Odatv.com
https://odatv.com/iste-o-fotografin-hikayesi-16101832.html
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder