21 Ocak 2018 Pazar

Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya

Şeyh Şamil'den Şamil Basayev'e Çeçenistan-Dağıstan Direniş Hareketleri

Alev Erkilet, (1. Baskı, 2002), 2. Baskı, Mayıs 2015, Büyüyenay Yayınları, İstanbul


Kitapta, bir ölçüde bilgi sahibi olduğum bir konu ele alındığından, hem kitap ve hem de, bu vesileyle, konu hakkındaki bazı düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
*
Kitap, bence, tamamen, bilimsel görünümlü bir propaganda metni; radikal dinci bir anlayışın bir tür övgüsü!
Yanıltıcı!
Kitapta;
-Yanlış bilgiler,
-Abartılı ve çelişkili yorumlar,
-Çağdışı görüşler, var!
-Tutarlılık kaygısı bulunmuyor!
-Farklı yerlere ve değişik zamanlara ait bazı "bilimsel" bilgiler aktarılarak, bilimsellik görüntüsü veriliyor!
*
1. Her şeyden önce kitabın adı yanıltıcı.
a. Adında, ele geçirilemeyen toprak denmiş, kasıt da Rusya tarafından ele geçirilemeyen olmalı, ama, belirtilen ifadenin gerçekle ilgisi yok! Sovyetlerin dağılması aşamasında net bir şekilde görüldü ki, Kuzey Kafkasya'da, Çeçenistan dışında, Rusya bünyesinde kalmak istemeyen başka bir ülke yok!
Durumun böyle olmasına karşın, kitabın içeriğinde de, İslam/Kafkas birliği, gibi ifadelerle, şu tür şeyler söylenmiş:
-"İslami barış gücü ordusu... İslami bir Kafkas Birliği ideali" 131
-"M.R..../ "Biz Şura ile yeni fikirler ortaya koymuş değiliz... Şamil'in devleti ile birlikte devlet şeklini alan imamet fikri kamil bir organizasyon olarak karşımızda duruyordu. İmamet hükümetimizi, Türkiye dahil bir çok ülke tanımıştı..."/.../ "... tüm Kafkas halklarını kapsayacak tek devlet..."..." 131, 132
-"Ancak ulus-üstü bir varlığa seslenen düşünce ve ideolojiler, farklı ulusal temellerden gelen insanları ortak bir "dava" etrafında bütünleştirebilirler... İslam da... "dava".../.../... Kafkas savaşında bir tür kıta ya da bölge stratejisinin uygulanmış olması..." 159
-"1989'da salt etnik ve tarihsel ortaklık temelinde tanımlanan bu birlik 1990'a gelindiğinde dinsel bir vurguyla "Kuzey Kafkasya müslüman halklarının ortak İslami hükümetini yaratmak" amacını açıkladı (Grigoriantz 1999: 25)" 161
(Acaba?)
-"Ruslara karşı imamlar önderliğinde yürütülen aralıksız direniş... zaman içinde Kuzey Kafkasya'nın bütün halklarını içine almış.../ Yine bu dönemde, Kuzey Kafkasya'da İslami devletler (genelde federal nitelikte) kurulmuş ve şeri hükümler uygulanmıştır" 170
(Acaba?)
-"Kafkas Birliği İdeali.../... 1924'de İstanbul'da yayınlanmış olan ve anonim bir mahiyet taşıyan "Mansur'un Yaşamı" başlıklı Nart.../... "bu dönemde Çeçenler birbirleriyle daima bir çatışma halinde yaşıyor..."..." 173
Birlik ya da ideali: Nerede?
Gerçek hayatta Kuzey Kafkas ya da islam birliği ya da ideali diye bir şey, marjinal olarak nitelenebilecek bazı kişi veya gruplar dışında, söz konusu bile değildir; geçmişte olduğu da kuşkuludur!
Ham hayaller değil midir?
*
Diğer taraftan, ikinci olarak, adındaki Kuzey Kafkasya ifadesine karşın, içerikte, asıl konu, Kuzey Kafkasya değil, radikal dinci bir anlayışın övülmesidir!
*
b. Kitabın adında, Çeçenistan-Dağıstan direniş hareketleri denmiş, ama, geçmişte olduysa da, 1990'larda Dağıstan'da direniş diye bir şey söz konusu bile olmamış, çok açık bir şekilde, Dağıstan, hiç itirazsız, Rusya bünyesinde yer almıştır!
*
 Durumun böyle olmasına karşın, kitapta şöyle ifadeler kullanılmış:
-"Elinizdeki çalışmanın... mütevazi bir amacı vardır: Kuzey Kafkasya özgürlük mücadelesinin her zaman önünde ve önderliğinde bulunmuş iki halkın, Çeçen ve Dağıstan halklarının sosyo-politik mücadelelerinin dinsel temelinin savaş ve toplumsal hareketler sosyolojisi aracılığıyla çözümlenmesi" 22, 23
-"Çeçenistan-Dağıstan direnişinin çağdaş karakteri, 1990'larda biçimlenmiş ve örgütlenmiştir... Ulusal bağımsızlıkçı temaların egemen olduğu ve 1996'ya kadar süren birinci evrede... 1990'lı yılların ikinci evresine, 1996 sonrasında gündeme gelen İslam devleti tartışmaları damgasını vurmuştur. Bu dönem, Dağıstan-Çeçenistan İslam Şurası ve gerilla savaşının askeri önderliği çerçevesinde ele alınmıştır" 23
-"Şeyh Şamil... İslam devletinin yöneticisi olarak özgün bir kişiliktir.../... 1994 sonrası I. ve II. Çeçen Savaşlarında Çeçen ve Dağıstan halklarını biraraya getiren İslam'ın cihat öğretisi olmuştur" 171
*
Bu ifadelere bakıldığında, 1990'lı yıllarda, Çeçenistan ve Dağıstan halklarının birlikte bir direniş sergilediği sanılabilir, oysa böyle bir şey yoktur, söz konusu olan, sadece, Çeçenistan'daki direniştir.
Dağıstanlıların bir bütün olarak direnişe katılması diye bir şey söz konusu bile değildir. Ancak, bir kısım radikal dinci Dağıstanlının dinci Hattab grubu içinde yer aldıkları açıktır, ki, bu da, belirtilen gerçeği değiştirmiyor!
1994 sonrası I. savaşta "biraraya getiren İslam'ın cihat öğretisi olmuştur" demek de, tamamen gerçek dışıdır, ve, ayrıca, kitaptaki diğer bazı ifadelerle de açıkça çelişmektedir!
*
Kitapta, bunlarla da yetinilmemiş, daha da ileri gidilerek, Çeçenistan ve Dağıstan'ın kader birliği anlamına gelebilecek şu ifadeye de yer verilmiş:
-"... konuştuğumuz her yaştan Çeçen ve Dağıstanlı'nın istisnasız olarak ilk anlattıkları olay 44-57 sürgünü oldu" 74
Oysa, Dağıstanlılar 44-57'de, yani 1944'te, sürgün edilmedi ki!
Nasıl oluyor?
"Çeçenistan-Dağıstan Siyasal Kültürünün Oluşturucu Öğelerinden Biri Olarak Sürgün", s. 75,  başlığı ve devamındaki açıklamalarda yer alan Dağıstan'a ilişkin kısımlar da aynı nedenle tamamıyla temelsiz değil mi?
*
2. Adı gibi, kitabın içeriği de yanıltıcı.
İçeriğinde söylenen kısaca şu: 1990'lı yıllardaki birinci savaşta ulusalcı bir anlayışa sahip olan Çeçenler, ikinci savaşta islami bir anlayışa evrildiler; ve, bu, doğal, haklı ve yerinde bir evrilme!
*
Bu durum, şöyle ifadelerle anlatılıyor: 
-"Kafkas... Geleneksel dinsel anlayışlar sorgulanmakta, Kur'an ve Sünnete dönüşten söz edilmektedir" 21
-"Kafkas... ilk kez, 1990 sonrasında sufi önderlik direniş hareketinin kontrolünü elinden kaçırmış, daha doğrusu bırakmıştır.../ 1859/1864... Kafkasya örneğinde asliyetçi (fundamentalist) hareketlerle sufizmin içiçe geçmiş... olduğu doğrudur... Robin Hood... Zelim Han... Zelimhan'ı (Selim Han)..." 53
 (Selim Han yapmakta kararlı gibi!)
-"90'larda... Kafkasya, belki de ilk kez dünya İslami hareketlerinin merkezinde kendine bir yer bulmuş oldu" 79, 80
-"Çok-uluslu şirketler, batı-dışı ülkelerden ucuz ve işlenmemiş hammadde almakta ve yine o bölgelerde kurulan işletmelerde ucuz işgücü kullanarak üretim yapmaktadırlar... Bu durum, fiziksel işgale dayalı klasik sömürgecilikten farklı bir yayılma sürecine işaret etmektedir... sermayenin yayılımıdır... Kapitalizm dünya ölçeğinde tam bir yayılmayı gerçekleştirdiğinde... karlar giderek azalacaktır. Bu, kapitalist dünya-sistemin çöküşünü sağlayacak olan ekonomik determinizmdir... başka bir dinamik... toplumsal hareketler.../... yeni toplumsal hareketler ağırlıklı olarak dinsel biçimler almışlardır... bu hareketler batılılaşmaya ve kapitalist-dünya sisteme karşıttırlar... yeni uygarlık projeleri ortaya koymakta... direnişin odağında İslam... yer almaktadır... 1990 sonrası gelişmeler, Kafkasya'daki merkezkaç güçlerin baştaki milliyetçi, ulusçu, modernleşmeci yaklaşımlarının yerini giderek İslamcı hilafetçi yaklaşımların aldığını göstermektedir" 96, 97
(Kapitalizm karşıtlığı! O da mı varmış?)
-"Ulusal Bağımsızlıkçı Mücadeleden İslami Cihada/ I. Çeçen Savaşı... sırasında Çeçenistan'a akın eden Müslüman ülkelerin gençleri ve onların taşıdığı bilgiler... yankı bulmuştu... doğal... bir dönüşüm süreciydi./.../... İslam'la bağlarını dolaylı ve sözel yollarla kurmuş ve ısrarlı bir biçimde korumuş olan Çeçen halkını, dinlerinin kitabıyla, kitabiyatıyla tanıştırdı... dünyanın hemen her yerinden bölgeye akan "yabancı mücahitler" Çeçenistan'a savaşçı güçleriyle birlikte inançlarını ve onların yaşanma biçimlerini de getirmişlerdi.../.../... çoğunluk bölgeye bir din savaşı vermek için gelmiştir... gelenler ağırlıklı olarak daha kentlidir... İslamcılık onlar için... bilinen bir sistemdir. Çeçen tarafı açısından... ise İslam... işlenmemiş bir cevher gibidir./ İşte, dış kültürlerle temas, Çeçenler açısından bu hammaddenin nasıl işlenebileceğine ilişkin temel bilgileri, temel metinleri sağlayan bir kaynak oluşturmuştur. Çeçen toplumunda, tarikat törensellerine ve gizli kılınan namazla gizli tutulan oruca indirgenmiş olan İslam, yabancı mücahitlerle temas sonucu, fıkhına, teolojisine, Kur'an ve Sünnete ilişkin bilgilerine, hatta şekil şartlarına varıncaya kadar yeniden keşfedilmiş, yeniden insan hayatına ve etkileşimlerine taşınmış; onları biçimlendirmeye başlamıştır... Çeçenlerin, özellikle halk tabanında İslam'ın henüz tam anlamıyla bilinmediğini göstermektedir. Özellikle dini kurallara ve İslam'ın dış formlarına ilişkin bir bilgi ve pratik eksikliği söz konusudur.../.../ Özetle söylendikte, 1997 Ocak ayında başkanlarını seçmeye gittiklerinde Çeçenler İslami bir toplum ve devlet oluşturmak istiyorlardı; fakat bunun nasıl bir toplum olması gerektiğini ya da nasıl bir toplum olacağını tam olarak bilmiyorlardı... İlginç olan nokta, İslam devletinin bu İslamileşme sürecinin sonunda değil, başında gündeme gelmiş olmasıdır. Bunun nedenlerini Yandarbiyev şöyle açıklamıştı./ "Siyasi tarihe baktığımız zaman, iktidarı ele almak anidir. Biz de bu şekilde iktidarı ele aldık. Önceden yasalar üzerinde tartışılıp konuşulmadan önce, geldik, şeriatı koyduk ve halkımız zamanla bunun bilincine varmaya başladı. Sahabe döneminde inen ayetler hemen yaşanmaya başlanırdı. Biz de onun gibi, hemen uygulamaya koyduk..."..." 114-118
(Bu ifadelerdeki birçok şey ve 1997 Ocak ayıyla ilgili söylenenler tamamıyla uydurma değil mi?)
-"... bir menkıbe... Gazi Muhammed... dışarı çıktığında Yaraği bayılıyor, çünkü Gazi'nin o sırada Muhammed Peygamber tarafından ziyaret edilmekte olduğunu anlıyor" 180
(O kadar yani?)
-"İslam... hemen şimdi.../.../... Yandarbiyev'in dediği gibi "iktidarı ani olarak almak zorunluluğu" 191
(Nerede? Ne zaman?)
-"Çeçen ve Dağıstan halkları açısında "Allah'tan başka kimseye boyun eğmemek"... taviz verilmez bir dinsel ilke olarak önemini daima korumuştur.../ Dağlılar açısından özgürlük ancak İslam'la olanaklı olan bir şeydir.../ 1990 sonrasında Çeçenistan'da yaşananların ilham kaynağı, İslam'ın temel değer ve hükümleri ile bunların İmamlar döneminde ve Şeyh Şamil'in deneyiminde almış olduğu spesifik biçimlerdir" 193, 194
(Uydurma-saptırma değil mi?)
-"1990 sonrasında bölgeye akan farklı... çevrelere mensup müslümanlarla etkileşime girmiştir. Bu etkileşim yeni değerlerin, yeni araçların ve yeni insanların taşınmasına yol açmıştır" 195
-"Kafkasya'da ulemanın temsil ettiği İslam'ın baştan beri Ruslarla uzlaşmacı bir ilişki içinde bulunduğu..." 196
(Nasıl olmalıydı?)
-"Gorbaçov'la... Kur'an ve Sünnet'e ilişkin bilgilerle ve genel anlamda İslami yayınlarla tanışma olanağı bulan Çeçen aydınları, müridizmin öğretilerinin yerini alacak daha "tahkiki" bir din anlayışının inşası çabasına girdiler" 196, 197
(Tam olarak uydurma!)
-"... tanrısal bir emirle gerekçelendirilen savaşların meşru bir temele oturtulmak..." 202
-"... sürmekte olan bir savaşın İslamiliğini garanti altına almak için uyulması gereken ilkeler.../ Bir savaşı, dinsel ve meşru kılan temel ölçüt, Kur'an ve Sünnet hükümlerine uygunluğudur.../... Azzam'ın metinleriyle birlikte okunduğunda... ölümün beden dili Çeçen savaşlarının İslami'liğinin en önemli delillerinden biri haline gelmektedir" 206-208
-"İslam dünyasının dört bir yanından yabancı mücahitlerin Çeçenistan'a akması..." 215
(Akma? Kaç kişi?)
-"Bir savaşı, ulusal kurtuluş mücadelesinden İslami bir cihada dönüştüren temel öğelerden birinin, yabancı mücahitlerin varlığı olduğu söylenebilir. Çünkü onların üzerinde
savaştıkları toprakla kökensel bir bağları yoktur" 218
-""... cihadın mücahide ihtiyacı olmasa bile, mücahidin cihada ihtiyacı var" (... Türkiyeli mücahitler...)/... mücahitlerin sürekli dillerinde olan şehitlik ve cennet beklentisi..." 219
(Ne dendiğinin farkında mı? Bir yönüyle, tam bir itiraf değil mi?)
-"... birinci savaş döneminde de Çeçenistan'da yabancı mücahitler vardı... savaş sonrasında Çeçenistan'da kaldılar, Çeçen kadınlarla evlendiler... unutturulan İslam'ı yeniden canlandırma arzusu da yabancı mücahitleri savaş sonrasında Çeçenistan'a bağlayan etmenlerden biriydi... yabancı mücahitlerle Çeçen toplumu arasındaki ilişkiler Çeçen direnişinin tarihsel ve dinsel içeriğine bir form, bir kalıp sağlamıştır denilebilir... Ruslaştırma... nedeniyle, Çeçen halkının dinsel pratikleri aktive etme yolları kesilmişti... ülkeye gelen mücahitlerin şahsında, İslam dünyasındaki diğer fikir ve yaklaşımlarla tanışma olanağı buldu. Arap ve İslam dünyasının dinsel birikimi Çeçenistan'a taşındı.../ "... Kunta Hacı'nın en büyük şeyh olduğuna inanılıyormuş... İslam budur diyen, sufizm dışı bir şeyler söylemek isteyen herkese Vahhabist deniyor. Vahhabist eşittir yabancı. Kadirov sufi-Vahhabist çatışmasını yaymaya çalıştı. Rusya'nın desteği ile bir savaş çıkardı ve o savaşta mücahitler şehit oldu. Ancak, dışarısı ile temas edince inançlar yavaş yavaş değişiyor" (Emirhan... görüşmeden)/ Başta Kadirov... Rus yanlısı Çeçen din adamlarının beslemeye ve tırmandırmaya çalıştığı dinsel çatışmalar yumuşuyor; toplum... "yeni fikirlere" ilgi duyuyordu. Sufizmin artık Şeyh Şamil'in anladığı müridizm olmaktan çıktığı farkedilmeye başlanıyor.../... tahkiki bir din anlayışına geçiş sürecinin yaşandığı.../... bağımsızlık elde edilecektiyse, bunun ideolojik/düşünsel bir arka planı olmak durumundaydı./... Kendi kaderlerini tayin hakkı... onlara tanınmadı. İşte, gazavat düşüncesini yeni ve tahkiki bir İslam anlayışı üzerinde yeniden inşa etmek fikri bu noktada doğdu... Bu süreç kendiliğinden yaşanmıştır... yabancı mücahitlerle paylaşılan deneyimlerin önemli bir rolü olduğu açıktır./.../... bir özellik de, özgürlüğün İslam ile özdeşleştirilmiş olmasıdır" 226-230
(Çoğunluğu tam anlamıyla uydurma ve saptırma!)
-"SSCB, 1945'de Yalta'da dünyayı ABD ile arasında kardeş payı usulüyle paylaşmasının bir sonucu olarak tek alternatif olma özelliğini yitirmeye başladı.../... 1950'lerden itibaren sosyalist ve ulusal kurtuluşçu ideolojiler giderek kapitalist dünya-sisteme bir alternatif olma özelliklerini yitirdiler. Geriye tek alternatif olarak, bir inanç veya sistemin bütünüyle hayata aktarılmasını savunan "entegrist hareketler"... kaldı ki, İslami hareketler ailesi... en önemlisidir. 21. yüzyıl... kapitalist... karşı çıkan yegane gücün İslami hareketler olduğu rahatlıkla söylenebilir... daha adil bir dünya talebinde bulunmaktadırlar... Rusya... batıyla işbirliği içindedir" 232, 233
(Bilimsellik, değil mi?)
-"Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti ya da sonrasında kazandığı isimle Kafkasya Emirliği..." 235
(Başka bir ifadeyle Çeçen bağımsızlığını yok etmenin ilanı!)
-"Rusya'ya bağlı kalarak yaşamaya devam etmek isteyenlerle, İslam'ın ancak tam bağımsızlık koşulunda yaşanabileceğini savunanlar karşı karşıya.../... şansı yakalarsa Çeçenler... bir uğraşla karşı karşıya kalacaklardır: Toplumlarını dini temelde yeniden inşa etme uğraşıyla" 236
(Ama çok beğenilen Şeyh Şamil de Ruslara teslim olup yıllarca onlarla birlikte yaşamıştı! Bu kadar tutarsızlık, bu kadar iki yüzlülük, nasıl olabiliyor?)
-"Emirhan/.../... "Bu kampı, birinci savaştan sonra biz kurduk"... Çeçenlerde devlet geleneği yok, organize yok, bunu sağlayan genelde Araplar oldu... Vahhabilik kesinlikle yok... Suuddan cihada katılıp dönenlere Suudiler işkence yapıyor.../.../... Mücahitlerin cihada gitme... ilk savaşta gidenlerin toplamının 40-50 kişi kadar olduğunu.../.../... Çeçenlerde herkes reis, abi yok isim var... Bu durum Dağıstanlılarda daha fazla oturmuş ve dengelenmiştir... Çeçenlerde mafya olmak önemli görülmüş bir dönem... Dağıstanlılar daha kentli, daha kitabi ve daha bilgili insanlardır.../.../... İslama ait her şeyi benimsiyor ama onun ne olduğunu bilmiyorlardı" 265-271
(Hep Çeçenleri küçümseme, hatta hakaret, öyle değil mi?)
-"Y.K.-Emirhan-Cemal/.../.../... Çeçenler "gelmeyin", "bize dışarıdan para ve propaganda ile yardım edin" diyorlarmış.../.../... Azzam 1980'lerde şehit edilmiş; arabası Amerikan istihbaratı tarafından havaya uçurulmuş... Afganistan'da.../.../... Alim yok Çeçenistan'da... İlim merkezi Dağıstan'dır fakat onlar da cihat edemiyorlar.../.../... Çeçenlerden bir kısmı "Vahhabistler bizim dinimizi bozacaklar" diye endişe etmeye başladı.../.../... Çok mucize gördüm... Bu ayeti aynen yaşadık" 275-283
-"M.R./.../... Çeçenlerle Avarlar iç içedir, aralarında sadece lehçe farkları var.../.../... Şu ana kadar yaklaşık 1000 Rus'un Müslüman olduğunu, bunlardan 150'sinin de mücahitlere katıldığını belirtiyor.../.../... 1918'de Vladikafkas'ta kurulan devlet... 19 devlet tarafından tanınmıştı.../.../... Kendilerine fundamentalist ya da Vahhabist denilenler, İslam'ı, doğrudan Hz. Peygamberin hayatına bakarak yaşamaya çalışmaktadır.../.../... 26 Nisan 1998... kongreye 200 kadar Çeçen ve 350 kadar Dağıstanlı katıldı... Bu dönemde İslami bir iktidar talebi olan herkese Vahhabi adı verildi FSB tarafından. Orucunu tut, namazını kıl ama daha fazlasını isteme diyorlar insanlara.../.../... Şura... Alimlere sormadan hareket etmiyoruz. Kuran ve Sünnette yazılanlara göre hareket ediyoruz... 1000 senelik şerefli tarihini yerli yerine koymuştu Çeçenler... bu (savaş)... Müslümanları... uyandırma... operasyonudur... 21. yüzyıl müslümanların yüzyılıdır.../ Şura... İmamet hareketinin devam ettiricileriyiz. İmamet hükümetimizi Türkiye dahil birçok devlet kabul etmişti.../.../... Bugün tarikat İslam'a karşı çıkartılmaktadır. Şeyhler ve müftüler Ruslar'a kardeş demektedirler... 1864'de de... 27 Avar'ı Ruslar general yapmışlardı.../.../... 1918 devleti. Bu Kafkas devleti resmen tanındı. İslam esaslarına dayanan bir devletti.../.../... Kongrenin başbakanı Ramazanov sürgünde bir devlet kurmuştur (Dağıstan İslam devletini kastediyor). Uzun vadede Rus yanlılarını Dağıstan'dan sürüp atmak amacındaydı. Ama savaş başlayınca, bu devlet kendini sürdüremedi.../.../... M.R... değerlendirmeleri, tekil bir Çeçen İslam devletinin ablukaya alınarak ortadan kaldırılmasının engellenmesini öngören bir "kıta stratejisi" (bu örnekte bölge stratejisi demek daha doğru olacaktır) izlenmekte olduğu yolundaki savlarımızı destekler mahiyetteydi... Kafkasya İslam Birliği.../.../... Çeçenistan'a genellikle Dağıstanlı alimler dini öğretmişlerdir. Önümüzdeki zamanlarda ise tersine Çeçenistan öncülük edebilir... Yandarbiyev... alim olma yolunda.../.../... Yandarbiyev'in... ulusalcı... olduğunu... hilafetçi bir söyleme yöneldiğini.../.../... ulusçuluğun gerekli olduğu zamanlar olmuştur... Ama ulusçuluk ulusu öldürür... Çeçen ulusçuluğu da yaygınlaştırılıyor... sonuçları kötü olabilir. Çeçen olmak önemlidir ama eğer insan isen önemlidir. Aksi takdirde o ulusçuluk insan için bir zehir olacaktır" 285-305
(Alimler! Acaba kimler onlar?)
-"Mairbek Taramov/.../... Rusların bize bir zararı yok diyen Aslan Hana mollanın cevabı şöyle olmuş: "Sen nasıl hem tarikatımızın yolunda hem de Rus egemenliği altında yaşayabiliyorsun? Köle olarak nasıl yaşayabiliyorsun?" Bu anekdot... direniş tarihinin özü.../... Çeçenya'da bugün iki dini akım var: Sağcılar ve solcular.../.../... Müslümanlar şunu anladılar ki, çevrendeki ülkeler Müslüman değilse sen İslam devletini kuramazsın... Mashadov'dan sonra İslamic Nation (İslam Milleti Cemaati) kuruldu. O dönemde, Basayev'in Barış Cemaati de vardı. İslam devletinin kurulması için Dağıstan'ın özgür olması gerektiği anlaşıldı... Kongre, "gavur" adlandırması olmaması yönündeki hassasiyetler nedeniyle Meclis-i Şura adını aldı.../.../... Dağıstan İslam Şurası/Devleti mücahitlerin kurduğu bir devlettir./ Bu döneme ilişkin FSB... raporlarında, Çeçen halkını mücahitlerin karşısına çıkartmanın tek yolunun Vahhabilik suçlaması olduğu... gazetecileri kaçırıp bunun suçunu Çeçenlerin üzerine atmak gerektiği yolunda ifadeler bulunmaktadır... Dağıstan'a giriş... Çeçenistan devletinin topyekun izole edilmesini önleme stratejisinin sonucu olan bir eylemdir" 311-316
(???)
-"Çeçen Öğrenciler.../.../... "Müminlerin ölüleri farklıdır, bir şekilde" diyorlar... Ruslara ait cesetler "soğukmuş ve hemen sertleşiyormuş"... Mücahitlerin ölüsü ise temizmiş; şehit olmanın verdiği bir temizlik. Sıcak kalırmış cesetler, esnek olurlarmış... /...iki gün boyunca aralıksız kan sızdığı.../ "...  ikinci savaş ise İslam devleti amacı ile yapılıyor"... Kamp birinci savaş biter bitmez kurulmuş. Hem İslami hem de bilimsel/askeri eğitim verilen bir kamp. Bu kampta eğitim gören 3000 Dağıstanlıdan söz ediliyor. Birleşik Kafkas Devleti idealinden söz ediliyor" 317-319
*
Bu söylenenlerin özünün özeti şöyle değil mi?
Kafkasya genelindeki geleneksel dinsel anlayış yetersiz, dünyada islam yeni uygarlık projeleri ortaya koymakta ve sömürgeciliğe karşı direnişin odağında yer almakta, Çeçenistan'da ise islam pek bilinmiyor, dinlerinin kitabı tanınmıyor, ilk savaşta dışarıdan "akan" yabancı mücahitlerin taşıdığı bilgilerle islamın doğrusunu öğrenen Çeçenler doğal bir dönüşüm süreci geçirdiler, 1997'de islami bir devlet oluşturmak istediler!
Yani, söylenenlere bakılırsa:
a. I. Savaşta Çeçenistan'a akın eden müslüman gençler varmış! Kaç kişilermiş? Cevap kitapta: "Emirhan/...Mücahitlerin cihada gitme... ilk savaşta gidenlerin toplamının 40-50 kişi kadar olduğunu..." 265-271
b. Çeçenlerin atalarından devralıp yüzyıllardır yaşadıkları din doğru değilmiş! Şeyh Şamil dönemindeki tarikatlar da doğrusunu bilmiyormuş!
c. Doğru islam yabancı mücahitlerin söylediği Kur'an ve Sünnete dayalı islammış!
d. Sanki,  dünyada, Kur'an ve Sünnete dayalı tek bir islam anlayışı varmış  ve halihazırda mevcut olan diğer onlarca islam anlayışı ve Çeçenlerin yaşadığı islam Kur'an ve Sünnete dayalı değil de bir tek bu yabancı mücahitlerin söylediği islam anlayışı Kur'an ve Sünnete dayalı imiş!
e. Dışarıdan "akın eden" bu (40-50 mi?) "yabancı mücahit"ler Çeçenleri dinlerinin kitabıyla tanıştırmış, Çeçenlere islamı öğretmişmiş!
f. Ve de, bu, doğal bir dönüşüm süreciymiş!
*
Bu söylenenler makul sayılabilir mi?
Doğal dönüşüm ifadesi, diğer söylenenlerle çelişmiyor mu? Söylenen şeylerden birçoğu apaçık bir dayatmayı ifade etmiyor mu?
Öyle ya, okullar açılıyor, askeri kamplar kuruluyor, "alimler" geliyor, hediyeler veriliyor, cennet vaat ediliyor!
Buna rağmen, "... "kökü dışardalık"... Çeçen savaşı bağlamında da kullanılıyor olması bir rastlantı değil", s. 156, 157, ve, "Çeçenistan'da İslamileşmenin, yabancı mücahitler ve İslamcı sponsorlar desteğinde gelişmiş "ithal bir süreç" olduğunu ileri süren açıklama biçimleri... fazla doğru görünmüyor", s. 192, denilebiliyor!
İnandırıcı mı?
Aslında, ifade edilen anlayışa göre, tek yol var, o da, herkes Müslüman olacak, Kudüs'e kadar cihat, ve şöyle:
-"Abdullah-Muhammed/... "1993'de... Suudiler de okullar açtılar... Rusya'ya okumaya gidenler Ruslaşıyordu"... Bu Ruslaşma konusuna tercümanımız da katkıda bulunmak istiyor. "Rusya içinde kalanların torunları müftü gibiler" diyor. Müftü gibiler derken Ahmed Kadirov'u kastediyor. Şura üyesi M.R., ona halk arasında Kafirov dendiğini söylemişti... / Abdullah devam ediyor anlatmaya.
"... Bir tane yol var... Kurani yolu bulmak gerekiyor"..." 261
(Genel anlayış bu değil mi?)
-"Abdullah-Mustafa/.../... I. Savaş başladıktan sonra alimler İslam'ı anlatmaya başladılar... Çeçen... Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır'dan gelen alimler varmış.../.../... İşgal altında olmasa idik yine cihat olacaktı... bütün dünyadaki insanlar Müslüman olana kadar da sürecek. Cihat başlarsa Kudüs'e kadar gidecek.../.../... Allah cihadı bize verdi. Cihadı bırakıp, Çeçenlikle dinsiz kalmak istemiyoruz. Artık Çeçenlikle yetinemeyiz" 263-265
(Alimler! Acaba kimler?)
Komutan da var:
-"1990 sonrasında Çeçen-Dağıstan İslami Hareketini en fazla etkileyen yabancı mücahitin Emir Hattab olduğu kuşku götürmez bir gerçek. Hattab bir Ortadoğulu; sarışın esmerlerin en esmeri. Ürdün kökenli hali vakti yerinde bir ailenin oğlu. Ebeveynlerinin ısrarı nedeniyle ABD'deki bir üniversiteye kaydolmuş fakat her fırsatta Pakistan'a gitmekten geri durmamış" 221
-"Hattab'ın ailesinin Çeçen diyasporasının üyelerinden olduğu bilinmektedir" 51
(Acaba, öyle mi? Uydurma!)
Yöntem ise şöyle:
-"Hattab, İslam dünyasının sorunlarına ancak askeri yöntemlerle çözüm bulunabileceği konusunda Azzam'la aynı düşünceleri paylaşıyordu" 222
(Yani, hep savaş mı?)
Kadro da oluşmuş:
-"Mücahitler, Basayev'in... "kahramanlıklarını" anlata anlata bitiremiyorlar.../.../... Basayev'in mücadelesinde ulusal sorunun yerini "ümmet bilincinin" alması ile vasıflanan bu süreçte Hattab'la olan ilişkilerinin önemli rolü olmuş" 225
(Basayev, çözümlenmeye muhtaç bir kişilik değil mi?)
*
Bu durumda, mesele, "bütün dünyadaki insanlar Müslüman" olsun, "Cihat başlarsa Kudüs'e kadar" gitsin, değil midir?
Çeçenlerin bir önemi kalır mı?
Zaten Çeçenler hakaret edilircesine küçümsenmiyor mu?
Böyle olunca, dayatma zorunluluk olmaz mı?
Uygulamaya ilişkin olan şu ifadeler dayatmayı kanıtlamıyor mu?
*
-"Şura örgütlenmesine vücut veren Dağıstan ve İçkeriya Halk Kongresi, 26 Nisan 1998'de Grozni'de toplanmıştı... 67 parti ve hareketin temsilcileri... oluşturduğu Kongre'den, Dağıstan-Çeçenistan İslam Şurası doğdu.../ Kongre'nin ve Şura'nın temel amaçlarından biri, Dağıstan ile Çeçenistan'ın birleştirilmesiydi... Dağıstan'da şeriat ilan eden ve buna ilişkin toplumsal düzenlemeleri gerçekleştirmeye çalışan köylerin koruma altına alındığını bildirmişti... Basayev, Rus bombardımanı nedeniyle kendisinden ve Şura'dan yardım isteyen bu köylere yardım etmek üzere Dağıstan'a girmiş... Aynı tarihlerde... Dağıstan'da İslami Şura Meclisi kuruldu ve bu meclis Çeçen Kongresi'ne katıldı... bu meclis, Rus yanlısı Dağıstan hükümetinin feshedilmesi kararını aldı ve yerine Dağıstan İslam devletini kurduğunu açıkladı" 127, 129
*
Dayatma apaçık ifade edilmiyor mu?
Çeçenlere söyleneni yapmak dışında bir seçenek bırakılıyor mu?
Ve, şaka gibi:
Köyler şeriat ilan ediyor!
Devletleri birleştiriyorlar!
Devlet feshedip, devlet kuruyorlar?
Çeçenlere yaşam biçimi dayatmanın lafı mı olur!
*
Şu da söyleniyor:
"1997 Ocak ayında başkanlarını seçmeye gittiklerinde Çeçenler İslami bir toplum ve devlet oluşturmak istiyorlardı".
Oysa o tarihteki seçimi Mashadov kazanmıştı; üstelik, sonrasında İslamcı olarak öne çıkacak olan Basayev, Yandarbiyev, Udugov gibi adayların da yarıştığı seçimi çok büyük bir farkla, açık ara önde tamamlamıştı.
Halk Mashadov'u seçmiş, İslamcılara net bir şekilde "hayır" demiş, ancak, sonrasında, "İslam Şurası" denen bir organizasyon ortaya çıkıp gerçek iktidar olduğunu söylüyor; ve, şunlar oluyor:
*
-"Mashadov ile... Basayev arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştı... Basayev "Rusya'ya karşı savaş açarak bütün Kafkasya'da İslam devleti kurulmasını savunuyordu. Mashadov ile anlaşamadı. Başbakanlıktan ayrıldı" ve "Çeçenistan'da gerçek iktidar olduğunu söyleyen İslam Şurası'nın başkanı oldu" (Özfatura 1999: 19) İHH... Raporu'nda da benzer bir görüş ileri sürülmektedir. Rapora göre, seçimlerden Mashadov'un galip çıkmasından sonra, cumhurbaşkanlığında onun rakipleri olan Şamil Basayev, Zelimhan Yandarbiyev ve Mevladi Udugov bütün güçlerini ortaya koyarak ülkenin kalkındırılmasında ona yardımcı olmaya çalışmışlardır. Ancak, bu zor işin üstesinden gelme gayreti içindeki Çeçen önderlik arasına fitne sokulmuş; Vahhabilik suçlamasının gündeme getirilmesi ve müridizmle vahhabiliğin birer seçenek olarak sunulması söz konusu olmuştur. Bu ortamda, Mashadov ile Basayev-Yandarbiyev-Udugov tarafından temsil edilen Şura kanadının (İslami muhalefetin) arası açılmıştır. Taraflar arasındaki anlaşmazlık konularından biri de, Şeriat'a geçilmesidir (İHH tarihsiz: 6-7)
(Tam olarak uydurma! Mashadov'a yardımcı mı oldular, yoksa köstek mi? Fitne sokan gerçekte kim?)
-"1998 sonrasında... seçilmiş Cumhurbaşkanı... Mashadov... Dağıstan-Çeçenistan İslam Şurası Başkanı Basayev... Savaşın başlamasından sonra Rusya'nın Çeçenistan'a atadığı Rus yanlısı yönetici, eski Çeçenistan müftüsü A. Kadirov'u da sayarsak, üç siyasal odak söz konusu" 123
(Acaba, o üç odak niye ve nasıl oluştu?)
*
Çok açık bir şekilde;
-Çeçen halkının seçiminin ne önemi var,
-Kur'an ve Sünnete dayalı anlayış tek yol ve onu da bir tek biz biliriz,
denmiyor mu?
*
Mashadov'un temsilcisi makul-doğru şeyleri şöyle ifade etmiş: "Çeçen... Temsilciliğinin 15.04.1999 tarihli açıklamasında.../ "Muhalefet... İçkerya ve Dağıstan Halkları Kongresi... örgütü kurmuşlar: ŞURA. Muhalefet tarafından yapılan açıklamaya göre, Şura, Çeçenistan'daki herşeyin üstünde bir idare olacağını ileri sürmüştü. Fakat... Çeçenistan'daki en üst idare, halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ve Parlamento'dur, yeni kurulan ŞURA ise sivil bir örgüttür ve devlete karşı silahlı mücadelede bulunmadığı takdirde varolabilecektir. Muhalefet ile hükümet arasındaki mücadele ise, tamamen siyasi bir mücadeledir"..." 124, 125
(Şura devlet üstüymüş! Kim diyor? Muhalefet! Olabilir mi?)
*
Ancak, dinlenmiyor ve şu anlayışta ısrar ediliyor: "Şura'nın... Şeyh Şamil'in mücadelesinin bir devamı olduğu... Şeyh Şamil'in mücadelesinde tarikat örgütlenmesine ve  sufizmin öğretilerine dayanmasına karşılık, 1990 sonrasındaki mücadele -tarikatlerin genelde Rus yanlısı bir politika izlemelerinden dolayı- Kur'an ve Sünnet'e dayanan daha tahkiki bir iman anlayışı üzerine kurulmuş... Taramov... şöyle betimliyordu:/ "Çeçenya'da bugün iki dini akım var: Sağcılar ve solcular. Sağcılar, Vahhabilikle ya da radikallikle suçlananlardır. Solcular ise, kıblesi Rusya olanlardır..."..." 134
(Bölme başka nasıl olabilir?)
*
3. Kitapta anlatılmıyor, ama, gerçek yaşamda, Çeçenistan, 1997-1999 döneminde, çok sayıda "adam kaçırma" ve cinayet olayının yaşandığı, can güvenliğini olmayan istikrarsız bir bölgeye dönüşmüştür.
"Üç siyasal odak" olunca, doğal sonuç da, bu değil midir?
Bu durum, Çeçenlerin çağdaş trajedisi sayılmalıdır!
Hep yapılageldiği gibi, bunlar Rus işiydi, demek, bence, Çeçenleri bu konuda sorumluluktan kurtaramaz, asıl sorumluluk, elbette, ülkelerinde can güvenliğini sağlayacak istikrarlı bir düzen kuramayan Çeçenlerindir!
Ancak, bu sonuçta, savaş tehlikesinin hala sürmekte olduğu bir dönemde, ayrı bir güç odağı olmayı dayatıp ülkedeki istikrarsızlık yangınına adeta benzin taşıyan "şuracı" radikal dinci grubun çok büyük bir pay sahibi olduğu da apaçık bir gerçek değil midir?
Dayatmayı yapan, Hattab'ın anlayışını benimseyen gruptur; Dağıstan ve Çeçenistan'dan da, esas olarak görece küçük miktarlardaki parasal katkılar sayesinde, yandaş bulmuş olan ve Vahhabist olarak bilinen Basayev'in önde göründüğü bu dış kökenli-kaynaklı grup, kendi anlayışını başkalarına dayatmakta ve başkaları islam değilmiş gibi, sadece kendilerini islam olarak ifade edip kendi anlayışlarının adını anmaktan kaçınmakta, ve, her nedense, Vahhabist dendiğinde de suçlama saymaktadır!
Vahhabist olmasalar da, kendilerinden başkasını islam saymayan, kaide ya da işid türü bir anlayışta oldukları apaçıktır!
Bu grup, Çeçenlere, açıkça, sizin atalarınızdan devralıp yaşadığınız din doğru değil demiş, ancak Çeçenlerin büyük çoğunluğu bu anlayışı reddetmiştir. Bunun en açık ve reddedilemez kanıtı da 1997 cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucudur. Buna rağmen söz konusu grup dayatmasını sürdürmüş, bu da Çeçenler arasında bölünmeye yol açmıştır.
Rusların arayıp da bulamadığı bir durum değil midir?
Acaba, bu bölünmenin yaratılmasında, Şuracılar lehine bir Rus katkısı söz konusu olmuş mudur?
Mashadov'un çıkmazı da tam olarak bu noktada oluşmuştur: Dış Rus tehdidinin kapıda beklediği bir sırada iç savaş dayatmasıyla karşı karşıya kalmak!
Mashadov, anlaşılan, işi "idare etme" yolunu seçmiş, ancak iş idare edilememiştir!
Öyle olunca da, müftü Ahmet Kadirov doğal bir biçimde ayrı bir odak olarak ortaya çıkmış olmalıdır!
*
4. Kitapta, bir yerde de, olmayan bir gerekçe aranıyor, şunlar söyleniyor:
-"Afganistan dışında Çeçen devletini tanıyan ülke olmadı... nedenlerden biri... Çeçenlerin İslam devleti konusundaki ısrarlılığıydı. Mashadov barış antlaşmasının onaylandığı gün... amaçlarının bağımsız bir İslam devleti kurmak olduğunu açıklamıştı... hızlı ve kararlı adımlar atıldı... Ekim ayına gelindiğinde hukukta şeriata geçilmiş ve kısas uygulamalarına başlanmıştı... 1998... "adam kaçırmaları"... en fazla rahatsız eden... Çeçenistan'ın bağımsızlık mücadelesinin diğer cumhuriyetler açısından bir model oluşturması tehlikesiydi... İslam devleti denemesi, Orta Asya... İslami hareketler tarafından benimsenebilirdi... Tacik... Özbek muhalefetinin doğduğu bir sırada Rusya açısından katlanılamaz bir durumdu bu" 113
*
-Acaba gerçekten öyle miydi?  
-O tarihte model olma tehlikesi kalmış mıydı ki?
- Bir de, söz konusu tarihte, yani Mayıs 1997'de, Mashadov, bir görüşme sırasında, ısrarla vurgulayarak, tamamıyla kendi toplumlarının dinsel anlayışına uygun davranacaklarını, yani yabancı mücahitlerin anlayışlarını esas almayacaklarını, belirtmişti.
*
-"... 31 Ağustos 1999... "... patlamaları" (İHH tarihsiz: 7) bahane eden Rusya, önce Dağıstan'a sonra da Çeçenistan'a saldırdı" 119
*
-Dağıstan'a saldırı olarak nitelenen faaliyet zaten Dağıstan yönetimiyle birlikte icra edilmiyor muydu? Bu durumda Dağıstan'a saldırı nasıl oluyor? 
-Ve, Çeçenistan'dan Dağıstan'a silahlı gruplar gidince Rusya'nın bunlara seyirci kalması mı bekleniyordu?
*
5. Kitaptaki dincilere övgü satırlarından bazıları da şöyle:
-"Ahmed... Boris Kagarlitsky'ye dayanarak... Basayev'in, 1999 Temmuz'unda güney Fransa'da, Rus ordu özel servisinin ve başkanlık idaresinin yöneticileriyle bir toplantıya katıldığını ileri sürüyor.../.../... bir ikilemle karşı karşıyayız: Çeçen örneği, bazılarının iddia ettiği gibi, eskiden beri mafyatik örgütlenmelerle içiçe geçmiş savaşçı bir toplumun anti-Rus saiklerle harekete geçmiş ve zamanla yozlaşmış bulunan ulusal bir kurtuluş mücadelesinden mi ibaret; yoksa, dinsel ve ulusal değerleri her zaman içiçe geçmiş müslüman bir halkın ulus devletleşme sürecinde geçirdiği dinsel bir aydınlanmanın sonucunda karşımıza çıkan 20. yüzyılın en istisnai cihat deneyimlerinden biri mi?.../... yazılı geleneklerini oluşturamamış bir halkın... söz konusu olduğu böyle bir çalışmada gerçekleri nasıl bulacağız?... yollarından biri... içinde yer alanlarla konuşmaktı" 119-121
*
- Böyle bir ikilem formüle etmek, başlı başına, yazara ait bir hüner olsa gerek!
- Övgü, başka nasıl olabilir? Mafyatik-yozlaşmış bir yapı ve karşısında dinsel aydınlanma sonucu karşımıza çıkan en istisnai cihat!
- Çeçen halkının seçiminin hiç önemi var mı?
*
6. Kitapta, hiç tutarlı olma kaygısı bulunmuyor: Mesela, bir taraftan, Ruslarla bir arada yaşamayı kabul etmek en olumsuz davranış olarak sunulurken, diğer taraftan da, 1859'da Ruslara teslim olup 1871'e kadar Ruslardan para alarak Ruslarla bir arada yaşamış olan Şeyh Şamil'in bu durumu görmezden gelinerek, Şeyh Şamil için en olumlu simge deniliyor! Böylesi tutarsızlığa herhalde pek kolaylıkla rastlanamaz!
*
Şöyle oluyor:
-"Siyasal Kültürü Oluşturan Olumlu... Simgeler/.../ Bunlardan en önemlisi Şeyh Şamil ve onun 1832'den 1859'a değin sürdürdüğü destansı direniş" 76, 79
(1832'den mi? 1834'den değil mi?)
-"Şeyh Şamil.../ "Müritler, dinsizlerle yaşamaktansa, Ruslar'ın düşmanı olarak ölmek daha iyidir... kesinlikle emrediyorum: Rus himayesine girmeyi değil benimsemek, aklınızın ucundan dahi geçirmeyin!" (Ubilava 2001: 5)" 172
(Şeyh Şamil'in kendisi Ruslara teslim olup 1859'dan 1871'e kadar Ruslarla birlikte yaşamadı mı?)
-"90 sonrasının negatif siyasal simgelerinden biri olan Çeçen müftüsü Ahmed Kadirov.../ Çar'ın kendisine maaş bağladığı haberini alır almaz cemaatini Gazi Muhammed'e karşı silahlandıran Herekli Said ile Çeçen askeri liderliğini Vahhabilik suçlamasıyla zayıflatmaya çalışan, Putin'in emriyle seçilmiş devlet başkanının yerini almakta tereddüt etmeyen Kadirov arasında niteliksel bir fark bulunmuyor... Sosyolojik düzlemden bakıldığında ise, dinin değişimci, dönüştürücü işlevlerine karşı çıkartılan tutucu işlevlerinin somut göstergeleri" 178
(Çar, Şeyh Şamil'e de, 1859-1871 döneminde, maaş bağlamadı mı?)
-"Kadirov... "İşbirlikçi" ve "hain" olarak tanımlanıyor... kabilesi Beno'lar tarafından bile dışlandı" 126
*
Görüldüğü gibi, iki örnek var.
Biri Şeyh Şamil. Bu çok olumlu. "Şuracılar" Şeyh Şamil'in yolunda.
Diğeri ise müftü Ahmet Kadirov. Bu çok olumsuz ve düşman taraf.
Düşmanın en başta gelen özelliği de Ruslarla bir arada yaşamayı kabul etmesi oluyor; Ruslarla bir arada yaşamayı kabul etmek ve Ruslardan maaş almak neredeyse islama aykırı şeyler olarak takdim ediliyor.
Oysa, en olumlu olarak nitelenen Şeyh Şamil, 1859'da Ruslara teslim olup 1871'e kadar Çar'dan para alarak Ruslarla birlikte yaşamıştı; ancak, bu durum yok sayılıyor, görmezden geliniyor!
Tutarlılık? Var mı?
Çok açık bir çifte standart değil mi?
Bir de Kadirov'a hain dendiği belirtiliyor.
Acaba, gerçekten, öyle mi?
Hain diyen kim?
İlk savaş dönemi boyunca bağımsızlık yanlılarının safında yer almış olan babasından sonra, bugün, oğul Kadirov Çeçenistan'ı yönetiyor ve hiç de hain olarak görülmüyor. Tam tersine adına yapılan şarkılarda kendisine övgüler düzülüyor! Ayrıca, Çeçenistan'da yoğun bir islami yaşam da mevcut!
"Şuracılar" ise günümüzde Çeçenistan'da hiç yoklar!
*
Kitapta, bir yerde de, s. 119-121, olayların içinde yer alanlarla konuşulduğu belirtiliyor, oysa, gerçekte, yapılan,  söylendiği gibi, gerçeği anlamak için, içinde yer alanlarla konuşmak mı? Yoksa, taraflardan birinin en keskin söyleminin propagandası mı?
Yapılan açıkça bir tarafın propagandası değil mi?
Bir tarafa övgü, diğer tarafa  hainlik!
*
7. Özü itibariyle, "benim islam anlayışım senin islam anlayışından daha doğru" dayatmasından kaynaklanan söz konusu bölünmenin sonuçları ağır olmuştur.
a. Öncelikle, iki savaş arası olan 1997-1999 döneminde Çeçenistan can güvenliği olmayan bir bölge haline gelmiştir.
b. Çeçenler açıkça birbirlerini öldürmüşlerdir.
c. İç istikrarsızlıkla da yetinilmemiş, Dağıstan'a yapılan saldırı ile Rus saldırısına bir nevi davetiye çıkarılmıştır.
Ve, 1991 yılında bağımsızlık isterken tamamen haklı olan Çeçenler, Ağustos 1999'daki Basayev'in önderlik ettiği Dağıstan saldırısı sonucunda haksız duruma düşmüşlerdir!
d. Sonuçta, Çeçenistan bağımsızlığını kaybetmiştir!
*
8. Bölünme konusunda, Dudayev en başta uyarıda bulunmuştur; 1995 yılında bazı komutanlarına az miktarda para teslimatı yapan ziyaretçilerine, "Bizi Afganistan'a haline mi getirmek istiyorsunuz, yapmayın", yani, burada farklı kimselere para verirseniz, bizi parçalarsınız, bunu yapmayın, demiştir.
Ancak, özellikle Türkiye'den bir grup, tam da Dudayev'in yapmayın, bizi bölersiniz, dediği şeyi, ilk savaşın sonundan itibaren yapmayı ısrarla sürdürmüştür; ve bu da, kuşkusuz, Çeçenler arasındaki bölünmede çok önemli bir etken olmuştur!
Bu grubun, en başta Türkiye ve Almanya'da olmak üzere, akan Çeçen kanına dayalı olarak Çeçenler için diye topladıkları yardım paralarını, özellikle 1997 yılı başından itibaren meşru Çeçen yönetimine iletmedikleri, ne kadarını teslim ettikleri bizce tam olarak bilinmemekle birlikte, toplanan yardım paralarından teslim ettikleri kısmının önemli bir bölümünü Hattab grubuna teslim ettikleri çok yaygın olarak söylenegelen hususlardır.
Hattab da, anlaşılan, hediye vermeyi sevmektedir ve muhtemelen bu yardım paralarından hediye dağıtmaktadır; bu durum, kitapta şöyle ifade edilmiştir:
"Che... halktan karşılıksız hiç bir şey almamaya özen göstermişti... Hattab'ın... fedakarlıkta bulunan köylülerin ihtiyaç duydukları malzemeler kendilerine hediye edilerek ödüllendirildiği sık sık vurgulanmıştı... bir köylüye Hattab'ın cip hediye ettiği yolundaydı" 145
(Toplanan yardım paraları, tam da Dudayev'in dediği gibi,  bölünmeye hizmet için kullanılmamış mı?)
Bu da, bölme ve yandaş bulma konusunda, önemli bir mekanizma değil midir?
Diğer bir boyutu da dahil edildiğinde, Çeçenler için toplanan yardım paraları Çeçenler arasında bölünmeye, başka bir ifadeyle, açıkça en olumsuz işe, kaynaklık etmemiş midir?
Tam da Dudayev'in yapmayın dediği şey yapılmamış mıdır?
Dudayev yaşasaydı bunlar yapılabilir miydi?
Acaba, Dudayev'in ölümü en çok kimin işine yaramıştır?
*
9. Kitapta, şunlar da söyleniyor:
*
 a. İktidarı ani-bir anda almak:
"Yandarbiyev... ani... iktidarı aldık!" demişmiş! Böyle söyleniyor.
Peki, ne zaman? Zaman ve içerik farkı yok sayılarak tamamen yanıltma yapılmıyor mu? Olmayan bir durumdan bahsedilmiyor mu? Tam bir saptırma değil mi?
*
b. Politik-diplomatik tavır üzerine:
Yazarımız, açıkça taraf tutmayıp biraz esnek davrandıklarında Ebumüslimov ile Yandarbiyev'i bile beğenmiyor, anlaşılan, politik buluveriyor!
Küçümseme değil mi?
*
Şöyle söyleniyor:
-"Seyyit Hasan Ebumüslimov/.../... Kadirov "Vahhabilere karşı savaşmalıyız" demiş.../.../... "Fundemantalist olmak... istemiyorum". Bunun tamamiyle politik ve diplomatik bir tavır alış olduğu seziliyor" 283-285
-"Zelimhan Yandarbiyev/.../... VDP... İslam ilkeleri üzerine imiş. "Demokrasi ama bize has bir demokrasi (Vaynah)" diyor.../.../... "Sufizm ve Selefilik de aynı temel üzerindedir. Sadece uygulamalarda farklılık vardır. Selefiler dini kaynaklar üzerinde, Sufiler ise felsefi konular üzerinde yoğunlaşırlar"./ Yandarbiyev'in bu cevabı oldukça politik; Çeçenistan'daki taraflar arasındaki çelişkileri aşmak istiyorlar.../.../... "Siyasi tarihe baktığımız zaman, iktidarı ele almak anidir" diyor. "Biz de iktidarı bu şekilde ele aldık...".../.../... 1975'de VDP ile başlayan... politik seyir, VDP'nin 1997'de kendi kendini feshetmesi, 1998'de Dağıstan ve İçkeriya Halkları Kongresi'nin toplanması ve Şura'nın kurulması ile yeni bir evreye girdi... hedefler ise Kafkas ve giderek İslam birliği" 306-310
*
c. Bir gözlemin ifadesi, Çeçen duruşu, şöyle:
-"Çeçen üniversite öğrencileri... en dikkat çekici özelliği, hüzünle karışık bir dik başlılık ile sükunet ve dinginliğin onlara has ilginç bir karışımı. Bu bileşim yüzlerinde, bedenlerinde ve hatta bütün varoluşlarında sezilebiliyor. Ama takınılmış bir şey değil bu; bulundukları mekana hakim olan bir  ağırbaşlılık, bir olgunluk, bir erken olgunlaşmışlık hali. Çok erken. Çünkü yaşları çok genç.../... Ayaklarından birini kaybetmiş bir insanın bu denli dik ve kararlı durabileceğini de ilk kez Abdullah gösterdi bana. İnanılmaz derecede dik ve dengeli bir duruşu var. Aynı zamanda kararlı bir duruş bu. Abdullah iki bacağı olanlardan bile daha sabit basıyor yere" 256, 257
*
 d. Çeçenler de "herkes kadar kötü" olduğu için, bence, doğruluğu kuşkulu bir ifade:
-"Çeçenler... cumhuriyetteki Rus nüfusa karşı şiddet uygulanmasına izin vermediler" 109
(Acaba?)
*
e. ABD kötü:
-"Dudayev, uydu telefonunu dinleyen Amerikan gizli servisi NSA'nın yerini tesbit etmesi ve bulunduğu koordinatları Rus yetkililerine bildirmesi üzerine, 24.04.1996'da öldürüldü (Hürriyet 04.06.2001)" 110
(Tarih, 21.4.1996 değil mi?)
-"2002'nin ilk ayları içinde ABD'nin, Rusya'nın Çeçenlere karşı yürüttüğü soykırımı desteklemek amacıyla Gürcistan'a asker konuşlandırmaya başlamış olması..." 234
Nasıl bu kadar kesin söylenebiliyor? ABD'nin kötülüğünü göstermek için mi? Ve, acaba, gerçek, gerçekten, öyle mi?
*
f. Batı kötü:
-"Blair'in sözcülerinden birinin "... Rusya... Çeçenya (sorunu) nedeniyle yalıtılamayacak denli önemli bir ülkedir"..." 49
-"Çerkezler, 1861'de... Avrupa'daki önemli merkezlere temsilciler gönderdiler. Ancak... "... kabul edilmediler..."..." 49
-"Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti'ni... Birleşmiş Milletler... kendi vazettikleri ilkelerle ters düşme pahasına yok saymışlardır"" 103
-"1990'ların başında Kafkasya'nın gündemine Yeşil Bereliler damgasını vurmuştu. 90'lı yılların sonuna gelindiğinde ise yeşil berelilerin yerini cihat ordusu almıştı. Bu süreçte, Kafkas Birliği düşüncesi etnik temellerden arındırılmış; hem tarihsel tecrübeye eklemlenen hem de yeni öğeler içeren dinsel bir temele oturtulmuştu... "Mekke'ye kadar" sloganı, Kafkas hattında sık sık duyulmaya başlamıştır./... Bosna imamlarının başı olan Mustafa Çeriç'ten... alıntılar...  ulusalcı temalara, batının hümanizm, demokrasi gibi değerlerine duyulan güvenin nasıl yitirildiğini anlamamıza yardımcı oluyor... / "... Avrupa hükümetleri bize yardım edecekleri yerde kollarını kavuşturdular..."/... batı ülkelerinin... soykırım politikalarına verdiği açık desteği... Bosna ve Çeçenistan'ı İslam dünyasının desteğini almak zorunda bırakan batının kendisidir... Yandarbiyev'i 1994'deki demokrasi... söyleminden İslami cihat söylemine getiren de bu kayıtsızlıktır.../... batılı güçlerin ilgisizliğini... açıklayan etmen... İslam ülkelerinden silah ve gönüllü almış olması değildir; tam tersi doğrudur" 162-164
-"Bosna... Çeçenistan... geçen on yıl... BM'nin ve AT'nin kendilerinin başına gelenlerle hiç mi hiç ilgilenmediğini gösterdi.../... Bosna ve Çeçenistan'a dünya müslümanlarından gönüllülerin akmasına ve yardım ulaştırma çabalarının doğmasına neden olan süreç budur. Yandarbiyev'i... "BM, Dünya Hristiyan Hakimiyeti mafyasının karargahlarından biridir..." deme noktasına getiren süreç de budur" 166, 167
(1.Gönüllülerin akması, abartılı bir ifade değil mi? Akma denecek kadar gönüllü var mıymış?
2.Yardım ulaştırma! Abartılacak bir yardım olmuş mu?)
*
Yandarbiyev'in durumu tam olarak kişisel bir trajedi değil midir? Ulusalcılıktan islamcılığa geçen ve "Hristiyan Hakimiyeti mafyası"ndan söz eden Yandarbiyev sığındığı islam ülkesi Katar'da 2004'de Rus ajanlar tarafından arabasına bomba konularak öldürüldü, Rus katiller yakalandı, yargılanarak mahkum edildi, ancak çok geçmeden üç Rus katil Yandarbiyev'in İslamcı dostları tarafından Rusya'ya teslim edildi, Rusya'da da kahraman gibi karşılandılar!
İbretlik bir durum değil mi?
Benzer bir olay 2017 yılında Türkiye'de de yaşandı, İstanbul'da Çeçenlerin katledilmesinden sorumlu iki Rus ajanı Türkiye tarafından iki Kırımlı ile takas edildi, hapisten çıkarılıp Rusya'ya gönderildi!
Burada hatırlanması gereken başka bir olay da, 2013 yılı Mayıs ayında, Ankara'nın tam ortasında, Çeçen aktivist Medet Önlü'nün katledilmesi ve bu katliam karşısında Türk devletinin almış olduğu en azından vurdumduymaz olarak nitelenebilecek olan tutumdur!
Ama, yine de, sadece Batı kötü diyoruz!
Sanki, başta islam dünyası olmak üzere, Batı dışındaki dünya Çeçenlere destek olmak için kuyruğa girmiş!
ABD-Batı'yı görürüz, ama İslamcı kardeşlerimizi görmeyiz ya da mazur görürüz, değil mi?
*
g. Şeyh Şamil'in devleti:
-"Şeyh Şamil'le doruğuna ulaşan ve bütün kurumlarıyla bir İslam devletinin kurulmasına yol açan Çeçenistan-Dağıstan birleşik direnişinin 1859'da yenilgiye uğratılması..." 69
-"Şamil.../ "... Organize... bir sistem kurmak üzere... Ülkenin bütün kaynaklarını... bir merkeze bağladı..." (Barlas 1999a: 101)" 186
-"Şamil... deyim yerindeyse ulus-üstü bir ordu yaratmıştı... Urquhart da, -İngiliz gizli servisleri adına ve Kafkas halklarını modernleştirme düşüncesiyle- Çerkeslerden bir ulus yaratma çabasına girişmişti. Ancak bu Çerkes ağırlıklı bir örgütlenme olacaktı.../... Şamil ilim öğrenmek isteyen yetenekli gençlerden bir kısmını savaşın dışında tutuyor.../... yönetim sisteminin belkemiğini oluşturan naiplerini korumak için ayrı bir ordusu, bir de kendisine ait 200 askerden oluşan özel birliği vardı (Barlas 1998a: 112)... asker 60.000'e çıkacaktı" 187, 188
-"Çerkesler soyluluk güttükleri, Şamil'i bu bakımdan yeterli görmedikleri ve "asi ve gururlu" bir halk oldukları için naiplerin propagandalarına itibar etmemişlerdir" 189
-"Şamil'in İmamet devletinde... Resmi ve ortak dil Arapça idi ancak yerel dillerin kullanılmasına da izin veriliyordu" 190
Şeyh Şamil'in bütün kurumlarıyla İslam devleti kurması ve buna dair yukarıda yer alan diğer anlatılanlar, abartı bir yana,  temelde, doğru mu?
Şeyh Şamil dönemi, uydurulmuyorsa bile, en azından abartılarak, idealize edilmiyor mu?
*
h. Bunlar da, bilimsellik süsleri olmalı!
-"Çeçenlerin ve Dağıstanlıların en az 6000 yıldan bu yana şu andaki topraklarında ya da çok yakınında bulunageldikleri belirtilmektedir. Nichols'a göre, bu iki halkın içine dahil oldukları Nakh-Dağıstan dil ailesi -dilbilimsel bulguların da gösterdiği gibi- Kafkas dağlarının yerlisidir" 29, 30
(İki halk! Bu, doğru ifade midir? Dağıstanlı diye bir halk var mı? Dağıstan'da birden çok halk yok mu?)
-"Çeçenler kendilerini "nahçe", "nahçi" ya da "nohçi" (halk) olarak adlandırırlar.../ 1700'lü yılların başında kullanılmaya başlanmış görece yeni bir sözcük olan Çeçen sözcüğünün kaynağı... Argun nehri kıyısında bulunan Çaçan ya da Çaçani köyü olarak gösterilmektedir... İçkeriya, "Çeçen halkının beşiği" sayılan ve "halkın yeri" diye adlandırılan bir bölgedir" 31, 32
("nohçi" (halk)-Nasıl yani?)
-"İslam'ı ilk kez (7.yy.) kabul eden halk olma özelliğini gösteren Dağıstanlılarla, 16. yüzyılda İslam'ı benimseyen Çeçenler..." 33
-"... "bilimsel coğrafya söyleminin"... "savaş coğrafyası".../... "Kafkasya bizim için hala terra incognita (bilinmeyen ülke) özelliğini korumaktadır" diye yazan Adolf Berje.../ Berje, 1858 yılında Tiflis'te yayınlanan Kafkasyalı Dağlı Kavimlerin Kısa Tasviri... temel amacı "ekselanslarının ordularına" gerekli olan bilgileri sunmaktı" 37
-"Berje'nin Kafkas dağ halklarının "ilkel karakterlerini muhafaza ettikleri"..." 39
-"19. yüzyıl pozitivitizminin en önemli kavramsal kazanımlarından birinin evrim yasası olduğuna inanan Barthold... Rus ve İngiliz sömürgeciliği hakkında yazarken, "tarihi misyonun gerçekleştirilmesi, bazı kavimlerin diğerleri tarafından fetholunması... olmaksızın imkan dahilinde değildi" demekteydi" 39,40
-"İşgal kuvvetlerine danışmanlık etme işlevi, Rusya örneğinde "Kafkasologlar", "Türkiyatçılar" vb. tarafından yerine getirilmiştir. Bu gönüllü hizmetin arka planında... Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ile özdeşleştirilmesine alıştığımız uygarlaştırma misyonunun Orta Asya ve Kafkasya söz konusu olduğunda Rusya tarafından yerine getirileceğine ilişkin Slavik üstünlük inancı yatmaktadır" 40, 41
-"Klaproth, 1807-1808 yıllarında Kafkasya'ya bir sefer yaptı. Bu seferin ürünü olan bilgiler... pek çok araştırmacı tarafından kullanılmıştır... bir isim de, 1858'de hükümdar tarafından Kafkasya'nın tarihini yazmakla görevlendirilmiş olan Baron Uslar'dır" 41, 42
-"Lacoste'un çarpıcı cümleleriyle söylendikte, "coğrafya" gerçekten de "savaşmak içindi"... Kafkas... araştırılmasına girişildi. Bu araştırmaların, Grigoriantz'ın "Gürcistan ve Kafkasya'da tutunabilmenin tek çaresinin hem Şahın hem de Sultanın bu bölgedeki etkinliğini zayıflatmak olduğunu ilk anlayan kişi"... olarak tanımladığı Petro döneminden sonra başladığını.../... Rus subayları... biri... Tornau (1999)'nun 1834-38 tarihleri arasında gerçekleştirdiği gezilere ilişkin notlar 1864'de Moskova'da yayınlanmıştır.../... Berje 1855'de yazarken... çoğunluğunun itaat ettirilememiş olduğundan yakınıyordu; onları, özellikle Çeçenleri "medeniyete bütün diğer dağlı kavimlerden daha uzak ve barbarlığa daha yakın"... diye niteliyordu. Müridizm hareketini ise "Şamil ve fanatik müridlerinin tahrikleri" olarak tanımlıyordu... 150 yıl geçti" 42, 43
-"Gürcistan "kendisine adalet ve yasa getireceğini vadeden" Rusya tarafından 1801'de ilhak edildi... Osmanlı... Pers.../... Kafkas sıradağlarını ve bu dağlarda yaşayan halkların savaşçı gücünü Rusya'nın ilerlemesine engel ve dolayısıyla kendi global çıkarlarına uygun gören İngiltere de, bu devletler oyunu içinde yerini almakta gecikmemiştir... rolü... Kafkas dağlı halkları ile... Osmanlı... arasını açmaktır. Arabistanlı Lawrence'in Kafkas muadili olan David Urquart -namı diğer Davut Paşa- nın 1834'de... Kafkasya yolculuğu da bu amaca yönelik girişimlerden biridir./.../... "... Rus politikasının amansız karşıtı olan Urquart, yaklaşık otuz yıl boyunca Kafkasya olaylarını izledi"... bir Çerkez ulusu yaratma... çabaları da bulunuyordu... Osmanlı'nın Kafkas halklarını yalnız bıraktığı teması, Urquart tarafından sıklıkla gündeme getirilmiştir./... onlar için bayrak tasarlaması..." 46-48
-"Edirne anlaşması ile Kafkasya'daki haklarının önemli bir kısmından vazgeçmiş olan Osmanlı... desteği ile büyük bir göç hareketi başladı.../ Çeçenlerin göçüne, daha sonra kendilerinden biri gözüyle bakacakları general Kundukov önderlik ettiği için bu süreç görece daha az hasarla atlatılabildi... 1860-65 arasında... 60.000'i Çeçen... göç etti" 50
-"Ocak 1905'te saraya yürüyen ve mektuplarını iletecek birini bekleyen işçilerin üzerine ateş açıldı. Çar... sarayı terketmişti./.../... otorite, özünde simgesel olan tehdidi, gösteriye saldırmakla tarihsel bir olay haline getirmişti... Lenin, emperyalist savaşın bir iç savaşa dönüştürülmesi gerektiği konusunda ısrarlıydı.../.../... bir başka husus... "ulusal sorun"du:/... "Ayrılmaya kadar varan kendi kaderini tayin hakkı.".../.../... gözden kaçırılan bir nokta vardı: Dördüncü tezin açıkça olmasa da ima yoluyla ifade ettiği istisnalar ya da sınırlamalar. Lenin... (... Parti'nin) kendi kaderini tayin hakkını kullanarak bir devlet kurma kararı alan milletlerle ilgili olarak "kendi yargısını" kullanabileceğinden söz ediyordu... Bu küçük istisna... 1917'den itibaren... aşılmaz bir duvara dönüştü" 58-60
-"Kafkas halkları, 11 Mayıs 1918'de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni kurdular.../.../... Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti ise "askeri açıdan ancak 1921 yılının Şubat ayında mağlup edilebilmişti"..." 62, 63
-"... 'medeniyet götürme' misyonunun Lenin'in düşüncesine de hakim olduğudur" 64
-"... sömürgecilik.../.../ Taylor'a göre, Marx-Engels'in bu konuda iki çelişkili tezi vardır... Gann.../ "... Marx'ın inanışına göre, devrimci gelecek Batı kentlerindeki endüstri işçilerinde yatıyordu"..." 64, 65
-"Amin, Sovyet tarzı sosyalizmin... "büyüme"yi temel hedef edindiğini ve bu eğilimin kapitalist dünya sistemine eklemlenme olgusunun tohumlarını içinde taşıdığının altını çizmektedir" 94
-"Selim Han.../ "... 20 yüzyılın başlarında bile ünlü vatansever eşkıya Selim Han... İnguş dağlarında ortaya çıkan... muhtemelen Bektaşilerden türemiş iki yeni mezhep, Selim Han'ı bir aziz olarak görüyorlardı" (Hobsbawm 1997: 127)" 144
-"Guevara... Jose Martini'nin bir cümlesine atıfta bulunarak desteklerdi: "Bir ülkede, önlenebilecek bir savaşı başlatan insan canidir ve yine bir ülkede, kaçınılmaz olan bir savaşa girişmeyen de canidir" (Rojo 1968: 180)/... Çeçenistan... açık bir "yabancı devlet işgali" söz konusu olmuştur... gerillanın ek bir meşruiyet arayışına gereksinimi olmamıştır" 148
-"Gürcü Kraliçesi Tamara'dan bu yana bölgede geniş çaplı, egemen bir devlet oluşturma çabası mevcuttur. Kraliçe Tamara döneminde (1184-1213), Gürcistan imparatorluğu... Kafkasya'daki Hristiyanlarla Müslümanları bir "Kafkas Devletleri Birliği" içinde biraraya getirmiştir... yeniden bir siyasi birlik altında toplanması 1844'ü buldu. Bu tarihte tüm Kafkas devletleri idari olarak birleştirilmiş ve bir Kafkas vilayeti kurulmuştu (Dumezil 2000: 19-26)" 160
-"Grigoriantz... Mansur'un Nakşibendi... eğitimini... büyük olasılıkla Buhara'da aldığını belirtmektedir" 174
-"Bir Rus generali tarafından ele geçirilmiş olan söylevlerinden birinde Molla Muhammed şunları söylüyordu./ "Bu inancın ilk buyruğu en geniş özgürlüktür... inançsızlara karşı savaş..."..." 176
-"Gazi Molla... kabileler arası birliği sağladıktan sonra..." 181 ve 182, 183
-"Afgan... Azzam... 1989... cihat hizipleri arasında sağladığı karşılıklı uzlaşının ifadesi olan bir anlaşmayı ilan edeceği cuma namazına giderken arabasının havaya uçurulması sonucu iki oğluyla birlikte öldürüldü" 198
-"Azzam... Ömer Abdurrahman'ın görüşlerine yaklaşmaktadır... Abdurrahman İbni Teymiyye'nin bir fetvasına dayanarak... "itaate de layık bulunmadığı" gerekçesiyle Enver Sedat suikastine fetva vermişti" 201
-"Azzam'a göre, İslam dünyası müslüman olmayan dünya ile -özellikle de batıyla- arasındaki sorunları siyasal düzlemde çözme sevdasından vazgeçmelidir çünkü bu umarsız bir çabadır... askeri yöntemlerle çözümlenebilir:/ "... tek çözümün silahların namlularında olduğunu..."..." 203
*
10. Daha fazla söze gerek var mı?
Belirtilen hususlar durumu açıklıkla göstermeye yetmiyor mu?
Yazarımızın Kuzey Kafkas ya da Çeçen direnişini anlatmak gibi bir tasası-derdi var mı?
Aslında 1990'lı yıllarda Kuzey Kafkas ya da Dağıstan direnişi diye bir şey de var mı?
Olan, sadece Çeçen direnişi değil midir?
Ve, bir de, bu direnişi rayından çıkaran radikal dinciler!
Durum böyle olduğu halde, "Doç." ünvanlı birinin bilimsel unsurlarla süslü böyle bir metni niçin yazdığını hiç mi hiç anlayamadım!
Bir yandaş propaganda için yazsa, elbette, anlaşılabilir!
Ama, bilim insanı böyle yapar mı?
Şaşırtıcı!
Acaba bilgisizlikten mi? Yoksa yazarımız bir propagandist mi?
*
Her şeye karşın, kitaptaki bilgilerin epeyce emek verilerek bir araya getirilmiş olması da olumlu bir iş olarak görülebilir!
*
21.1.2018
*

Laik cumhuriyete karşı Fethullahçılık ile Vahhabilik kol kola

İlahiyatçı Cemil Kılıç yazdı

 

 
Karakter boyutu :

Özellikle İslam’a girişten sonraki Türk tarihinde din devlet ilişkileri son derece sorunlu bir alan olarak tarihsel belleğimize nakşolmuştur. Sultanla din ulemasının otorite mücadelesi kimi zaman alenen kimi zaman da alttan alta devam etmiş ve bu mücadele zaman zaman kanlı hadiselerin yaşanmasına da sebep olmuştur. Bazen sultanın istediği fetvayı vermeyen ulemadan bazılarının kellesi gitmiştir. Tersi de olmuştur. Ulema fetvasıyla kellesi giden yahut tahtından devrilen ve öldürülen sultanlar da söz konusudur. Bazen de sultan ve ulema işbirliği içinde muhalif halk hareketlerini bastırmaya ve ezmeye çalışmışlar ve bunda da çoğu kez muvaffak olmuşlardır.
Söz gelimi, Selçukluların Batınî hareketlerle mücadelesi ve bu bağlamda kurulan Nizamiye Medreseleri, Sufî – Batınî direnişi şeriatın ve Eş’arî itikadının ağır balyozuyla ezme amacının bir sonucudur. Ne var ki bu mücadele bazı muharebeler kaybedilse de iki tarafın da nihaî zaferiyle sonuçlanmış değildir. Mücadelenin Osmanlı’ya oradan da Cumhuriyet’in kuruluşuna değin devam ettiği malumdur.
Sufî – Batınî dervişlerin öncülük ettiği, ağır vergilerden neşet eden ekonomik temelli halk ayaklanmaları Emevî şeriatının temel ilkelerinden biri olan ve Kur’anî çerçevesinden koparılan “Ululemre İtaat” söylemiyle çok kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bu arada yanlış anlaşılmalara mahal bırakmamak için belirtelim: “Ululemre İtaat” Kur’anî mana itibariyle her konuda işi uzmanına havale etmek anlamına gelir. Yoksa sırf Müslümandır diye zalim sultanlara itaat etmek manasını içermez.
İNSANLIK DIŞI FETVALAR...
Büyük sufî lider Hasan Sabbah hazretlerinin Emevi şeriatının hüküm sürdüğü Selçuklu zulmüne karşı direnişi, Şeyh Bedrettin hazretlerinin Osmanlı zulmüne başkaldırısı, Pir Sultan’ların duruşu, Bozoklu Celal’lerin kıyamı, Bektaşi Baba Erenlerin tarik-i nazenin yürüyüşü, adına şeriat denilen ve yoksul kitleleri ezip ehlileştirme aracına dönüşen dinci zulüm mekanizmasına karşı Muhammedî müminlerin efsanevi direniş öykülerinin sadece birkaçıdır.
Mazlum, mağdur fakat mağrur halk kitlelerinin devletin şeriat sopasına boyun eğmemeleri, sultanın emrindeki sözde din ulemasını çileden çıkarmış, bu nedenle de onlara karşı insanlık dışı fetvalar verilmiş, katledilmeleri dinen farz sayılmıştır.

Evet, genel durum itibariyle, yüzyıllara dayanan işte bu mücadelede camiler, çoğunlukla resmî İslam’ın/şeriatın/sultanın emrindeki dinsel görüşün merkezleri olmuş muhalif İslamî düşünce de dergahlar ve sufî ocaklarında hayat bulmuştur. Lakin elbette bu her zaman böyle olmamıştır. Genel durumun dışına çıkan bazı örnek hadiseler de vuku bulmuştur. Bu noktada özellikle Osmanlı’dan “Oğlan Şeyh” vakasını nakletmek isterim.
Gerçek adı İsmail Maşukî olan oğlan şeyh, genç yaşta dinsel bir önder mertebesine yükseldiği için kendisine bu lakap verilmiştir. Malumunuz o devirde genç erkeğe, delikanlı veya oğlan denilmektedir.
HZ. ALİ VE EVLATLARINA 80 YIL KÜFREDİLMİŞTİR
Kanunî Sultan Süleyman devrinde yaşayan Oğlan Şeyh, genç yaşına rağmen İstanbul’un camilerinde verdiği vaazlarla kitleleri peşinden sürüklemiş ve şeriata karşı direnişi cami kürsülerine taşımıştır. Emevi şeriatının kabul etmediği dinî hakikatleri haykıran Şeyh İsmail Maşukî (Oğlan Şeyh) bir yığın iftira ile susuturulmak istenmiş ve sonunda dönemin şeriat uleması tarafından yargılanıp idama mahkum edilerek katledilmiştir. İdam edildiğinde 29 yaşında olduğu rivayet ediliyor.
Emevi şeriatına karşı mücadelenin cami kürsülerine taşındığı başka örnekler de var. Lakin camilerin şeriatı propaganda merkezleri olarak siyasi mücadelenin aslî unsurlarından biri haline getirilmesi aslında Muaviye’ye dayanmaktadır. Muaviye’nin emriyle Emeviler dönemi süresince camilerde yaklaşık 80 yıl Hz. Ali ve evlatlarına cami kürsülerinden küfredilmiştir. Daha sonraki yıllarda ve asırlarda da camiler büyük ölçüde siyasi iktidarın yani sultanın ve şeriat ulemasının propaganda merkezi olmayı sürdürmüştür.
Gerçekte İslam mabdenin adı mescittir. Cami ise kelime manası itibariyle; toplayan, bir araya getiren, birleştiren demektir. “Cami mescitler” yani toplayıcı mescitler ifadesiyle cami sözcüğünün mescitleri niteleyen bir sözcük olarak kullanılması bir süre sonra cami sözünün müstakil bir isim olarak teleffuzuna yol açmış ve İslam mabetleri için mescit yerine doğrudan doğruya yalnızca cami denilmeye başlanmıştır.
Camiler kimi dönemlerde gerçekten kelime anlamının hakkını veren işlevler de görmüştür. Halkı toplayan, bir amaca yönelten kutsal mekanlar olarak camilerin özellikle milli kurtuluş mücadelemizde önemli görevler ifa ettiklerini biliyoruz.
HUTBELERİN ANA KONUSU HALKI EĞİTMEK OLMUŞTUR
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in Anadolu’da cami cami dolaşıp vaazlarla halkı kurtuluş savaşına destek vermeye çağırması, Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi’nin mücadeleleri ve bu mücadelelerdeki cami faktörü, Maraş'ta Ulu Cami imamı Rıdvan hocanın; esaret altında Cuma namazı kılınmaz, deyip halkı Fransızlara karşı savaşmaya yönlendirmesi gibi örnek olaylar camiler denildiğinde hatırımıza gelen müspet hadiselerdir.
Öte yandan Çorum, Maraş, Malatya ve Sivas’ta çıkan olaylar ve çok sayıda can kaybının yaşandığı katliamlarda da bazı cami görevlilerinin kışkırtıcı vaazlar verdiği özellikle mağdurların yakınları tarafından sıkça dile getirilmektedir.
Camiler, Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan büyük devrimlerin halkça benimsenmesinde de çoğunlukla olumlu rol oynamışlardır. Pek çok yeni uygulama Cuma namazlarında, vaazlarda ve hutbelerde halka tanıtılıp anlatılmıştır. Böylece camiler yeni rejimin en etkili araçları olarak değerlendirilmiştir. Bunda dönemin Diyanet İşleri Başkanı merhum Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi’nin son derece büyük ve eşsiz payı vardır. O dönemdeki hutbelerde çevre duyarlılığı, tarımsal gelişmeler, eğitim öğretimin önemi, insani münasebetler gibi pek çok konu halkı eğitmek için hutbelerin ana konusu olmuştur. Binaenaleyh hutbeler o dönemde gerçekten tam bir eğitim aracı vasfını taşımaktaydı. Yine o dönemde camiler kelimenin tam anlamıyla “toplayıcı, birleştirici” mekanlardı.
Ne var ki o dönemde de camilerin aslî işlevine yeniden kavuşmasından rahatsız olan gerici gruplar vardı. Bu gruplar birkaç kez camiler üzerinden ayaklanma/kalkışma gerçekleştirdiler. Bu konuda Menemen olayını ve Bursa’da Türkçe ezana karşı yapılan ayaklanmayı örnek vermemiz yeterli olacaktır. İlaveten Doğu’da Şeyh Said ayaklanmasının medreseler ve tekkeler üzerinden kotarıldığını da belirtelim. Nitekim 1925’te bu nedenle Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunu çıkarıldı.
Camiler özellikle 1980 sonrası devletçe bir asimilasyon aracı olarak da kullanıldı. Darbeci kadro camisi olmayan binlerce Alevi köyüne cami yaptırıp imam atayarak Alevileri Sünnileştirme çalışması başlattı. Bunda da kısmen başarılı oldu. Kendileri hayatlarında cenaze namazı dışında camiye hiç uğramayan dönemin paşaları, Alevi yerleşim birimlerine cami yaptırmak için büyük gayret gösterdi. Zira onlar lafta ne denli laik olsalar da içten içe mezhepçi bir damara sahipti. Onlara göre millî birlik için Türk ve Sünnî olmak lazımdı. Bu nedenle Türk/Türkmen bile olsalar Aleviler millî birliğe tehdit unsuru olarak görüldüler. Oysa gerçek bambaşkaydı. Sünnileri Arap Vahhabiliğine evriltme çalışması Suudî Rabıta örgütünce altan alta sürdürüldü. Anadolu Sünniliği Arap Sünniliğine dönüştürüldü. Bunda da camiler önemli rol oynadı.
Anadolu Sünniliği Hanefi çizgide idi lakin artık büyük ölçüde Vahhabîliğin tesirine girmiş durumda. Bu konudaki en büyük vebal 1980 darbesinin darbecilerine aittir. Malumunuz o dönemde bir ara yurt dışındaki Türk cami imamlarının maaşlarını Suudî Rabıta örgütü ödemekteydi. Zira darbeciler Suudilerle böyle bir anlaşma yapmışlardı.
LAİK CUMHURİYETE KARŞI FETHULLAHÇILIK İLE VAHHABİLİK KOL KOLA...
1980 darbecileri Sünnileri Vahhabileştirme, Alevileri de Sünnileştirme amacını gerçekleştirmek için çok uğraştı. Çünkü ABD’nin direktifiyle kotarılan sözde “Yeşil Kuşak Projesi” bunu gerektiriyordu.
Aradan on yıllar geçti. AKP iktidarıyla birlikte Anadolu Sünnilerini Vahhabileştirme, Alevileri de Sünnileştirme hareketi daha da ivme kazandı. Vahhabî anlayışın egemen olduğu İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinden mezun olan on binlerce imam Anadolu’ya ve büyük şehirlerdeki camilere akın akın gönderildi. Cami kürsüleri Vahhabi propaganda merkezleri olarak kullanıldı. Vahhabileşme sadece bir inançsal değişim manasını taşımıyordu. Bu değişim aynı zamanda etnik asimilasyon anlamına da gelmekteydi. Zira Vahhabilik, Arap Sünniliğidir. Anadolu Sünnileri Vahhabileşerek aynı zamanda Araplaşıyordu. Araplaşmanın günümüzde ne denli güçlü bir noktaya ulaştığını ancak kendini ondan koruyabilenler teşhis edebilir.
Öte yandan Türkiye’nin son 20- 30 yılında ve özellikle AKP iktidarı döneminde Fethullahçılığın ne denli etkili olduğu gerçeği ile birlikte Vahhabiliğin ivme kazanması bazılarınca tezat görülebilir. Evet, Fethullahçılık ve Vahhabilik arasında bir hayli uyuşmazlık noktaları vardır. Lakin uyuştukları noktalar çok daha fazladır. En büyük uyuşma noktası ise laik cumhuriyete karşıt olmaktır. Bu bağlamda Fethullahçılık ve Vahhabilik birbirlerine karşı mücadele içerisinde olsalar da bu aslında yalnızca bir iç mücadeledir. Laik cumhuriyete karşı omuzdaşlıkları ise aşikar olup aslî ortak kimlikleridir.
Malumunuz; camiler, Diyanet İşleri Başkanlığının denetim ve yönetimindedir. Başkanlığın belirlediği ve yazdığı hutbeler her hafta yaklaşık 100 bin camide okutulmaktadır. AKP iktidarıyla birlikte bu hutbelerin içeriğini çoğunlukla siyasi iktidarı destekleyen konular oluşturdu. Çoğu cami imamı ve diyanet görevlisi seçimlerde iktidarı alenen yahut imaen destekleyen vaazlar verdi, hutbeler okudu. Bu sapkınlık halen devam etmektedir. Manası “toplayıcı” demek olan camiler böylece ayrıştırıcı politik merkezler haline geldi.
CAMİ KÜRSÜLERİ NELER GÖRDÜ, NELER...
İş öyle bir noktaya geldi ki; her yıl Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nın bu yılki (2018) toplantısında devletin Cumhurbaşkanı alenen siyasi bir konuşma yaparak muhalefet partisi lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na; “Sen ne anlarsın ezandan, Kur’an’dan!” bile diyebildi. Bu ne demekti?
CHP’lilere ve Kılçdaroğlu’nu oy veren muhalif seçmene “camiye gelmeyin, camiler bizim yani iktidarındır!” demek miydi yoksa?
Camilerin siyaset malzemesi ve ayrışma unsuru yapılması gerçekten feci bir hadisedir. Bunun İslam tarihindeki ilk örneği Berae Suresi 107, 108, 109 ve 110. Ayetlerinde/Uyarı Bölümü 107, 108, 109 ve 110. Sözlerinde anlatılan Mescid-i Dırar olayıdır. Münafıklar sevgili peygamberimize ve müminlere karşı bir mescit yani bugünün diliyle bir cami inşa ederek orayı karargah olarak kullanmak istediler. O mescide meşruiyet kazandırmak için peygamberimizi de orada namaza çağırdılar. Fakat peygamberimiz hadisenin iç yüzünü öğrenince ve bilincinde o yerle ilgili yukarıda verdiğimiz ayetler açığa çıkınca söz konusu camiyi yaktırıp yıktırdı. Böylece münafıkların oyunu bozuldu.
1400 yıllık İslam tarihi boyunca cami kürsüleri neler gördü, neler…
Muaviye’yi gördü, Haccac’ı gördü, Horasan’da on binlerce Türk’ün katili Kuteybe’yi gördü. Ama zalim Emevileri deviren Horasanlı Ebu Müslim’i de gördü. Büyük Sufî önder Şeyh Bedrettin’i de gördü.
Osmanlı’da Alevilerin katline fetva veren Ebussuud’ları, İbn-i Kemal’leri, Şeyh İdris-i Bitlisî’leri gördü. Ama şeriata başkaldıran Şeyh İsmail Maşukî’leri de gördü.
Cami kürsüleri Cumhuriyet yıllarında da kimleri gördü, kimleri…
Söz gelimi; ilk laik Şeytan’dır, bütün p.zevenkler laiktir, diye sözde vaazlar veren diyanet imamı Timurtaş Uçar’ı gördü.
Salya sümük ağlayarak yine sözde vaazlar veren diyanet vaizi ve şimdilerde FETÖ lideri olarak nitelediğimiz Fethullah Gülen’i gördü.
Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp, Anadolu Federe İslam Devleti kuracağız diyen Kara Ses lakaplı diyanet müftüsü Cemalettin Kaplan’ı gördü.
Rüyada güya peygamberi gösteren terlikler satan ve reklamını cami kürsülerinde yapan cüppelileri gördü ve hala görüyor.
7 yaşına gelen kızını babalar öpmesin; tahrik olur, diyen Ahmet’leri gördü, görüyor.
Kocaların eşlerini dövmeleri Allah’ın bir lütfudur, Allah dövün diyorsa vardır bir hikmeti, diyen ilahiyatçıları gördü, görüyor.
Kız çocukları pantolon giymesin, üniversite okumasın diyen sözde hocaları gördü, görüyor.
Ama soruşturma açılacağını, belki görevden alınacağını bile bile cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’e dua eden yiğit din görevlisi imamları, vaizleri, müftüleri de gördü, görüyor.
Bu konuda verilecek elbette çok örnek var. Lakin bu kadarı, maksadın hasıl olmasına kâfidir.
Gelinen aşamada camiler ya gerçekten cami olacak yani toplayıcı, birleştirici olacak ya da yüzyıllardır kanayan yara kanamaya devam edecek.
Camilere siyaset sokmak dine ve Müslüman milletimize vurulan en büyük darbedir. Bu darbeye karşı direnmek de dini bir vecibe addedilmelidir.
Gerçek şu ki, camilerin dırar mescitlerine dönüşmesine engel olmak ve Muhammedî mescitleri yeniden ikame etmek bütün içtenlikli müminlerin üzerine yüklenen mukaddes bir görevdir.Görevinin bilincinde olan samimi yüreklere selam olsun!
Cemil Kılıç
Odatv.com
https://odatv.com/laik-cumhuriyete-karsi-fethullahcilik-ile-vahhabilik-kol-kola-11101813.html
*


http://haber.sol.org.tr/dunya/kasikci-olayi-bu-jeopolitik-dramda-acinacak-kimse-yok-249151
 

Kaşıkçı olayı: Bu jeopolitik dramda acınacak kimse yok

Suudi 'gazeteci' Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi, Orta Doğu'yu kıskacına alan, birbirinden kirli aktörleri karşı karşıya getirdi. Müslüman Kardeşler, Suudiler, Beyaz Saray, AKP, İsrail... şimdi bir cinayetin nasıl örtbas edileceği hakkında pazarlık yapıyorlar.
Çeviri: Doğa Can Oruçoğlu
Salı, 16 Ekim 2018 09:06
Suudi "gazeteci" Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi, Ortadoğu'yu kıskacına alan, birbirinden kirli aktörleri karşı karşıya getirdi. Müslüman Kardeşler, Suudiler, Beyaz Saray, AKP, İsrail... Şimdi bir cinayetin nasıl örtbas edileceği hakkında pazarlık yapıyorlar.
Polisiyeyle jeopolitiğin kesiştiği Cemal Kaşıkçı olayının arkasında yatan kirli hesaplar, emperyalizm içi çelişkiler sebebiyle beklenmedik bir anda çıplak kalabilir. 
Kaşıkçı olayıyla ilgili İngilizce'den çevirdiğimiz aşağıdaki blog yazısı Suudi Arabistan ve Türkiye arasındaki pazarlıklara, Washington'daki lobi faaliyetlerine kadar uzanarak ABD ile bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin nasıl bir çerçevede geliştiğine dair fikir veriyor.  
Bu derleme, Moon of Alabama adlı bir blog sitesinde "b." mahlasıyla ve "Kaşıkçı olayını çözmek zor mesele" başlığıyla yayınlandı. Arkasında kimin bulunduğu bilinmeyen ve 2004'ten bu yana yayında olan Moon of Alabama, Wall Street şirketlerinden birinde çalıştığı ve bu yüzden adını gizlediği bilgisini veren finans yazarı "Blogger Billmon"un yazılarını yayınlıyor.
İşte yukarıda bahsettiğimiz blog yazısı:
Kaşıkçı olayıyla ilgili müzakereler son derece zor geçecek. Olayın baş kahramanları inatçı ve tehlikeli kişiler. Yani sorun kolayca büyüyebilir.
Osmanlı İmparatorluğu, Arap dünyasının büyük bir kısmına hükmediyordu. Yeni-Osmanlıcı, Sultan olma heveslisi Recep Tayyip Erdoğan bu tarihsel konumu Türkiye için geri kazanmak istiyor. Bu yolda en büyük rakibi ise el-Suud ailesi. El-Suudların çok daha fazla parası var ve stratejik olarak İsrail ve ABD ile aynı hizada duruyorlar, öte yandan Erdoğan'ın yönetimindeki Türkiye adeta yalnızlaştırılmış durumda. Rekabetin dinsel-siyasal boyutuysa bir tarafta Müslüman Kardeşler - Erdoğan'ın da parçası olduğu "demokratik" İslamcılar- ve diğer tarafta Vahhabi mutlakiyetçilerce temsil ediliyor.
Bu tarihsel çatışmanın başkaca taktiksel boyutları da var. Suudiler, Katar ile ilişkilerini kestiklerinde, bu küçük ama aşırı derecede zengin ülkenin Suudi Arabistan tarafından işgal edilmesini önlemek üzere askerini yollayan Türkiye olmuştu. Böylece, Erdoğan, acil olarak ihtiyaç duyduğu finansal desteği de sağlamıştı. Suudiler ise, karşılık olarak, ABD'nin Kuzey-Batı Suriye'yi işgal altında tutmak için kullandığı vekil gücü YPG/PKK'ya 100 milyonlarca dolarlık yardımda bulundu. Türkiye'nin içerisinde bir gerilla savaşı veren ve ülkenin birliğini tehdit eden bu Kürt gruplarına...
Suudi Arabistan'ın fiili lideri, palyaço prens* Muhammed bin Salman, İstanbul'da bulunan Suudi gazeteci Kaşıkçı'nın kaçırılmasını (ya da öldürülmesini) emrederek büyük bir hata yaptı. Acemice düzenlenmiş operasyon, Erdoğan'a Suudilere haddini bildirmek için malzeme vermiş oldu.
Ancak bunu yapmak için, Erdoğan'ın ABD desteğine ihtiyacı var. ABD'li pastör (ve CIA yatırımı) Andrew Brunson'un yakın zamanda serbest bırakılmasının, ona, ABD Başkanı Donald Trump'ın iyi niyetini kazandırması gerekiyordu. Ama Trump Orta Doğu politikasını Suudi ilişkileri üzerine bina etti ve şu an gidip onlara öfke kusabilecek durumda değil. Öyleyse başka bir çözüm bulunmak zorunda.
Kaşıkçı, oldukça karanlık bir adamdı. Aynı zamanda Suudi ve ABD istihbarat servislerinin operatörü olarak çalışan bir "gazeteci" ve Müslüman Kardeşler'in erken dönem üyelerinden biriydi:
"Kaşıkçı'nın entelektüel birikimi, ABD'de öğrenim gördüğü ve aynı zamanda Müslüman Kardeşler'in tutkulu bir savunucusu olduğu 20'li yaşlarının başında biçimlendi. İhvan, Batı sömürgeciliğinin mirası olarak gördüğü yozlaşma ve otokratik yönetimleri Arap dünyasından söküp atmak isteyen gizli bir illegal kardeşlikti." (Ignatus, David, Washington Post, 12.10.2018)
Kaşıkçı, Afganistan'ın istikrarsızlaştırılmasına dönük ABD/Suudi/Pakistan projesine yardımcı oldu. Usame bin Ladin ile Afganistan ve Sudan'da buluştu ve röportajlar yaptı. Sol üstteki fotoğrafta RPG taşıyan kişi Cemal Kaşıkçı'nın ta kendisi.

Kaşıkçı, daha sonra, Suudi istihbaratının uzun süredir başkanlığını yürütmekte olan Turki Faysal El-Suud'un himayesine girdi. Afganistan, Sudan ve Cezayir'deki pek çok "projeye" dahil oldu. Kaşıkçı, Londra ve ardından Washington DC elçisi olduğu sırada, Turki'yi "medya danışmanı" sıfatıyla takip etti.
Cemal Kaşıkçı, "Arap Baharı" zamanında Müslüman Kardeşleri destekledi. Bu pozisyon, Hillary Clinton/Barack Obama tarafından arkalanan Orta Doğu'da rejim değişikliği programıyla da uyumluydu. Mısır'da Başkan Mübarek'in devrilmesinin ve seçimleri İhvan'ın kazanmasının ardından, Suudi yöneticiler, sıradakinin kendileri olacağından korktular. Ve Mısır ve başka yerlerde karşı devrimleri finanse etmeye başladılar. Kral Salman'ın ve oğlunun hükümranlığı altında, İhvan nüfuzunun bütün alanlarda baskılanması yoğunlaştı. Böylece koruma kalkanını yitiren Kaşıkçı, Suudi Arabistan'ı terk etmeye karar verdi:
"Arkadaşları Kaşıkçı'ya, ABD'de kalıcı oturma izni alması için yardımcı oldu." (Ignatus, David, Washington Post, 12.10.2018)
The Washington Post'un neo-con (yeni muhafazakar) editörü Fred Hiatt, Kaşıkçı'yı işe aldı ve The Post (Washington Post'un kısaltması - ÇN) onun Suudi yöneticileri karşısına alan İngilizce ve Arapça köşe yazılarını yayınladı.
Son zamanlarda Kaşıkçı, Suudi Arabistan'da CIA yönlendirmesi bir renkli-devrime hazırlığın pis kokularını yayan bir dizi proje başlatmıştı:
"Üretken bir yazar ve yorumcu oan Cemal Kaşıkçı, entelektüeller, reformcular ve İslamcılarla birlikte Arap Dünyası İçin Şimdi Demokrasi (Democracy for the Arab World Now) adında bir grubun yola çıkışı için sessizce çalışıyordu. Basın özgürlüğünü kayıt altına almak için bir medya gözlem örgütü kurmak istiyordu.
Ayrıca, propagandaya değil ama gerçek haberlere aç bir nüfusa çarpıcı gerçekleri sunmak için, uluslararası haberleri Arapça'ya çevirecek ekonomi odaklı bir web sitesi açmayı planlıyordu.
Kaşıkçı'nın görüşü, demokrasinin inşası olarak tanımladığı sürece siyasal İslamcıları da dahil etmekti.
...
Başka bir arkadaşı, Halit Saffuri'nin söylediğine göre, Kaşıkçı, DAWN adındaki demokrasi savunucusu grubunu, Ocak ayında Delaware'de tüzel kişiliğe kavuşturmuştu... Bir başka arkadaşı, Filistinli-İngiliz aktivist ve TV sunucusu Azzam Tamimi'nin aktardığına göre ise, İslamcıları ve liberalleri temsil eden projenin, gazetecilere ulaşması ve değişim için lobi faaliyeti yürütmesi bekleniyordu.
...
Tamimi, kendisinin ve Kaşıkçı'nın, 1992'de ilk defa tanıştıklarında benzeri bir demokrasi yanlısı proje başlattıklarını söylüyor. Tamimi'nin aktardığına göre, projenin adı Cezayir'de Demokrasi'nin Dostları'ydı ve Cezayir'de acemice düzenlenen ve hükümet tarafından kesin bir İslamcı zaferini engellemek için iptal edilen seçimler takip ediliyordu."
(El Deeb, Sarah, AP News, 12.10.2018)
Kaşıkçı'nın Washington DC'de çok geniş sayıda dostu var. Ana akım gazeteciler onu kendilerinden biri olarak görüyorlar ve tıpkı kendileri gibi, onun da böylesi korkunç bir sonu hak etmediğini düşünüyorlar. Neo-liberaller kadar neo-conlar da onun "rejim değişikliği" için Arap Baharı'na verdiği desteği ve Suudi Arabistan karşıtı çalışmalarını beğeniyordu. Kongre'den pek çok kişi onu kişisel olarak tanıyordu. Ve bu çevreler, öne çıkan Suudi isimlere yaptırım getirecek Küresel Magnitsky İnsan Hakları Sorumluluk Yasası prosedürlerini işletmeye başladılar. Medya, bankalar ve tanınmış şahsiyetler, "Çöldeki Davos" olarak anılan Riyad'daki üç günlük finans konferansından çekildiler.
Trump da "bir şey yapması", Suudileri ve özellikle Muhammed bin Salman'ı cezalandırması için baskı altında.
Ancak Trump'ın Orta Doğu politikası Suudi Arabistan'a ve kişisel olarak Muhammed bin Salman'a (MbS) dayanıyor. MbS, Suriye'deki ABD işgalini finanse ediyor. Trump'ın damadı Jared Kushner, Netanyahoo'ya** sunduğu barış planını Suudi desteği üzerine bina ediyor. İran'a yönelik yaptırımlar ise, yalnızca, Suudi petrolü İran'dan kalan boşluğu doldurduğu müddetçe sürdürülebilir. Trump'ın "Amerika'yı yeniden büyük yap" programı da Suudilerin ABD'den silah almaya devam etmesine gereksinim duyuyor. Ayrıca, Trump'ın, Suudilerin Afganistan'da kesin bir yenilgi almamasına da ihtiyacı var. Son olarak önemli bir nokta da, Trump'ın, Kaşıkçı meselesini anti-Trump kampanyasının bir parçası olarak algılayacağıdır.
Eski CIA direktörü Brennan, hırslı bir Trump karşıtı olarak, bu mesele üzerinden Muhammed bin Salman'ı tahttan indirmek için lobi çalışması yürütüyor:
"Suudilerle uzun yıllar boyunca yakın çalışma yürütmüş ve bir ABD yetkilisi olarak beş yıl boyunca Suudi Arabistan'da yaşamış ve çalışmış biri olarak eminim ki, eğer Suudi diplomatik misyonu içerisinde, bir ABD gazetesine çalışan yüksek profilli bir gazeteciye dönük böyle bir operasyon gerçekleştirilmişse, buna Suudi Arabistan'ın en tepedeki liderliği -veliaht prens- tarafından doğrudan yeşil ışık yakılmış olması gerekir.
...
İnanıyorum ki, ABD istihbarat servisleri, yüksek bir kesinlik derecesinde, Kaşıkçı'ya ne olduğunu saptayabilecek kapasiteye sahiptir. Eğer, Kaşıkçı'nın, Suudi hükümetinin ellerinde öldüğü ortaya çıkarsa, -Trump, Kongre ya da dünya kamuoyu tarafından - ölümü yanıtsız bırakılamaz. İdeal olan, Kral Salman'ın sorumlulara karşı derhal harekete geçmesidir ancak bunu yapacak iradesi ya da kabiliyeti yoksa, Birleşik Devletler adım atmak zorunda kalacaktır. Bu adımın, olaya karışmış Suudilere karşı derhal yaptırım getirilmesi, ABD'den Suudi Arabistan'a askeri malzeme satışının durdurulması, Suudi güvenlik servisleriyle bütün rutin istihbarat işbirliğinin askıya alınması ve ABD'nin girişimiyle BM Güvenlik Konseyi tarafından cinayeti mahkum eden bir bildirinin yayınlanmasını içermesi gerekir." (Brennan, John, Washington Post, 12.10.2018)
Suudiler olayın nereye doğru gittiğini fark ediyor ve savunmasız olmadıklarını biliyorlar. Bu nedenle, yaptırım tehditlerine karşı bir "s*** gidin" açıklaması yayınladılar ve açıkça, herhangi bir yaptırımın, 30 sert karşı önlemle yanıtlanacağı tehdidini savurdular:
"Riyad petrolün başkenti ve buna dokunmak başka bir yaşamsal metadan önce petrol üretimini etkiler. Bu, Suudi Arabistan'ın 7,5 milyon varil üretim hedefinin gerçekleşmemesine yol açabilir. Eğer petrol fiyatının 80 dolar olması Başkan Trump'ı öfkelendirdiyse, kimse fiyatın 100 ya da 200 dolara sıçraması, hatta bunun da iki katına çıkması ihtimalini yok saymamalıdır.
Bir petrol varili, dolar yerine farklı bir para birimiyle, belki, Çin yuanıyla fiyatlandırılabilir. Gelgelelim petrol, bugün dolarla ticareti yapılan en önemli meta.
Bütün bunlar Orta Doğu'yu, bütün İslam dünyasını, Riyad'a Washington'dan daha yakın hale gelecek İran'ın kucağına atacaktır.
...
ABD, aynı zamanda, dünyanın ilk 20 ekonomisinden biri olarak değerlendirilen Suudi pazarından da atılacaktır.

Karar sürecinde etkili olan isimlere yakın Suudi kaynaklara göre, bunlar, yaptırım getirildiği takdirde Riyad'ın gözünü kırpmadan yürürlüğe sokacağı 30 önlemin yalnızca bazı basit parçaları.
Gerçek şu ki, eğer Washington Riyad'a yaptırım getirirse, sadece Riyad'ı vurduğunu düşünse bile, kendi ekonomisini öldürmüş olacaktır."
(Aldakhil, Turki, Al Arabiya, 14.10.2018)
Getirilecek önlemler, aynı zamanda Suudi Arabistan'a da büyük bir darbe vurulması anlamına gelir. Bunlar yayınlandıktan sonra Suudi menkul kıymetler borsası keskin bir düşüş yaşadı.
ABD doları, Suudi petro-dolarlarının ABD Hazinesi'nden yeniden çevrime sokulmasını öngören, 1974'deki gizli anlaşmaya yaslanıyor. Eğer, el-Suudlar, iki ülke arasındaki ilişkilerin bu köşe taşına dokunmaya başlayacak olurlarsa, ABD işgale ve onların boktan ülkelerini küçük parçacıklara dönüşecek şekilde tarumar etmeye mecbur kalacak. Mekke ve Medine, bugün Ürdün'ü yöneten Haşimilere geri verilebilir; çoğunlukla Şii nüfusun yaşadığı ve petrol ve petrol sanayisinin yoğunlaştığı Körfez kıyı şeridi, kendi başına bir ülkeye dönüşebilir; Yemen ise iki kuzey bölgesini geri kazanabilir. Bunu gerçekleştirmek için planlar çoktandır çizilmiş durumda.
Bir çözüm bulunmak zorunda. En kolayı, Kral Salman'ın oğlunu görevden alması ve Muhammed bin Salman'ın devirdiği, Muhammed bin Nayef'e veliaht prens sıfatını yeniden tanıması olabilir. Nayef, CIA'in adamı. Ancak eğer, Salman bunu yapmak için isteksiz ya da eli kolu bağlı ise, Kaşıkçı'nın başına gelenler için bir bahane bulunmak zorunda.
Suudiler Erdoğan'a, Kaşıkçı olayı için "ortak soruşturma" önerdiler. Bu, mesele hakkında bir çözüme varmak için yapılmış bir talepti. Kabul edilmesi karşılığında açılış teklifi olarak 5 milyar dolar önerildiği söylentileri dolaşıyor. Suudi Kralı, saygın Mekke Valisi, Prens Halid bin Faysal El Suud'u Ankara ile bir anlaşma ayarlaması için görevlendirdi. AB3, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya, iki tarafa da bu mekanizmayı kullanma doğrultusunda çağrıda bulunuyor.
Eğer iki taraf da isterse, davayı kapatmak için izlenmesi gereken süreç oldukça açık:
"Açıklamalarında [..] Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Suudileri suçlamak konusuna gelince aniden duruverdi. Türk yetkililer, başkanlarının ateşi kestiğini çünkü Suudi Arabistan'a Kaşıkçı'nın başına gelenleri kabul etmesi için baskı uygulamak konusunda Washington'un yardım edeceğini umduğunu söylediler.
...
Suudi Arabistan'ın Washington'daki bazı müttefikleri şunu kabul ediyor: Birleşik Devletler'den gelecek basınç, krallığı - Veliaht Prens Muhammed'i herhangi bir sorumluluktan koruyacak bir şekilde de olsa - Kaşıkçı'nın akıbeti konusunda bir noktaya kadar sorumluluğunu kabul etmeye itebilir."
(Kirkpatrick, David D., New York Times, 12.10.2018)
Suudi devletinin bazı "muzip unsurları" Kaşıkçı'yı öldürdüklerini itiraf edebilirler. Muhammed bin Salman bilgisi dahilinde olduğunu reddeder. Ancak en güvenilir adamlarından İstanbul'da görülen 15 tanesi, cezalandırılmak zorunda kalır. (Peki bodyguardlarının geri kalanı buna nasıl tepki gösterir?)
Ancak esas sorun, iki tarafın da - Erdoğan ve Muhammed bin Salman - aşırı derecede inatçı olması. İki adam için de mesele Kaşıkçı olayından çok daha büyük. Çatışmanın tarihsel, stratejik ve son derece kişisel boyutları var. Bu da bir anlaşmaya varılmasını güçleştiriyor.
Erdoğan, Muhammed bin Salman bu aptalca eylemi gizli servisinin burnunun dibinde gerçekleştirdiği için son derece şanslı olduğunu biliyor. Bu durum ona Suudileri budamak için ihtiyaç duyduğu malzemeyi veriyor. Bu yüzden, Suudi Arabistan üzerindeki baskıyı ve ortaya çıkan rezaleti ağırlaştırmak için, parça parça gün ışığına yeni deliller çıkaracak.
Diğer tarafta, Muhammed bin Salman, pozisyonunu korumak için elinden geleni yapacak. Hatta, eğer Kral Salman kendisini görevden almaya karar verecek olursa, babasının ani bir şekilde ölmesine dahi izin verebilir. Kaşıkçı, açıkça taht için bir tehlikeydi. Muhammed bin Salman muhtemelen doğru şeyi yaptığını ve bu konu üzerinden herhangi bir eleştiriyi hak etmediğini düşünüyor. Ne de olsa, yabancı ülkelerde yaşayan muhalifleri kaçırma ve gerekirse öldürme, daha önce hiç bu kadar ciddi bir şamataya yol açmamış, kökleri eskilere dayanan bir Suudi politikası.
Ayrıca, Muhammed bin Salman, Kongre'den yükselen sesleri ve Trump'a yönelen "bir şeyler yap" basıncını kesecek kudretli bir müttefike de sahip.
Siyonistler çoktan MbS'ye yardım etmenin kendi çıkarlarına olduğunu kavradılar:
"Kudüs Stratejik Çalışmalar Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve eski Ulusal Güvenlik Konseyi Üyesi Eran Lerman, 'Washington'da Suudi hükümetinin konumunun zarar görmesi kesinlikle bizim çıkarımıza değil' yorumunu yaptı.
...
Lerman, - bir zamanlar İsrail'deki ofisinin şefi olarak çalıştığı Amerikalı Yahudi Komitesi vb- Washington'daki Yahudi siyasal örgütlerinin, geçmişte olduğu gibi gerçekten Capitol Hill'e (ABD Kongresi - ÇN) gidip, iki ülkeyi paradoksal şekilde birbirine daha da yakınlaştıracak bir adım olarak, gizlice Suudiler için lobi yaptığı bir senaryo öngörüyor."
(Keinon, Herb, Jerusalem Post, 12.10.2018)
Bu jeopolitik dramın baş kahramanlarından hiçbiri acınmayı hak etmiyor. Erdoğan, Trump, Muhammed bin Salman birer zorba. Kaşıkçı ise pek çok yaşamın yıkımında kendi iradesiyle araç olmuş biriydi. Bu insanları birbirlerinin boğazına çökmüş görmek çok eğlenceli.
Ancak bu çatışma tehlikeli de. Bir anda pek çok insan için acı verici sonuçları olacak çok daha büyük bir şeye dönüşebilir. Ne yazık ki, bu insanlara sağduyulu davranmayı öğretip, davayı kapatmalarını sağlayabilecek kimse yok gibi gözüküyor.
Daha önce bu meselenin kısa süre içerisinde sönümleneceğini düşünmüştüm, şimdi çatışmanın haftalar hatta aylar boyunca sürmesini ve etrafında kalıcı bir zararın birikerek büyümesini bekliyorum.

* Yazar kelime oyunu yaparak "veliaht prens" anlamına gelen "crown prince" tamlamasını, palyaço prens anlamına gelen "clown prince" olarak değiştirmiş - ÇN
** Yazar İsrail Başbakanı Netanyahu'yu alaya almak için adının sonunda ufak bir değişiklik yapıyor - ÇN

*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder