Amin Maalouf, Çeviren: Ali Berktay, 87. baskı, Kasım 2017, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
İran merkez olmak üzere Kabil'den Akdeniz'e kadar olan coğrafyayı ve 2. bin yılın ilk ve son yüzyılları civarlarını konu edinmiş.
Tarihsel roman!
Kurgu mu, gerçekler mi?
O sözde dendiği gibi, gerçekten daha gerçek değil mi?
İlginç!
Kurgu da öyle.
Dili hoş!
Kolay okunuyor.
İlgiyle okudum.
*
Gerçek tarihi daha anlaşılır kılmıyor mu?
*
Bir boyutuyla da, uluslararası ilişkiler...
Bir başka deyişle, dünyanın "düzen"i.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Biz Semerkant'ta hiçbir feylesof istemiyoruz artık!" 18
-"Façalı Suratlı Softa... Kuran'dan ayetler ve hadislerle Semerkant'ı tir tir titretecekti" 19
-"Şafii mezhebinden bir kadı efendinin İbn Sina'nın adını anması, pek iç rahatlatıcı bir şey değildi" 23, 24
-"Yüce Rabbim sana... en değerli şeyleri bahşetmiş: Zeka, belagat, sıhhat, güzellik... Umarım Yaratan seni bilgelikten, dilini tutma bilgeliğinden yoksun bırakmamıştır; yoksa sahip olduğun tüm diğer vasıflar ne bir işe yarar ne de takdir görür./.../... Şimdi sır ve korku devrindeyiz, iki yüzün olmalı, birini kalabalığa göstermeli, ötekini kendine ve Yaratıcı'na saklamalısın. Gözlerini, kulaklarını ve dilini korumak istiyorsan, gözlerin, kulakların ve bir dilin olduğunu unut" 25
-"Ama kuşaklar değiştikçe, Türk hanları Pers hükümdarlarının tatsız alışkanlıklarına kapılmışlardı. Kendilerini yarı-tanrı gibi görüyor" 35
-"Hayyam, bilinmeyen sayıyı göstermek için Arapçadaki şey terimini kullanmış; İspanyolların ilmi eserlerinde Xay olarak geçen bu kelime zamanla kısaltılıp sadece ilk harfine indirgenmiş, sonra da x tüm dünyada bilinmeyen sayının simgesi haline gelmişti" 43
-"Selçuklular böyledir işte, dedi Hayyam, kah dinsiz imansız çapulcular, kah aydınlık hükümdarlar olurlar, ellerinden hem her türlü alçaklık gelir hem de her türlü soylu davranış. Özellikle Tuğrul Bey tam bir imparatorluk kurucusu kumaşındandı... Halife'den "Doğu'nun ve Batı'nın kralı olan Sultan" unvanını almış, hatta yetmiş yaşındayken Emirilmümininin öz kızıyla evlenmişti./.../... kızı... istediği haberini alan Halife... patlamıştı:/-Şu Türk'e bak sen! Daha çadırından yeni çıktı!" 51
-"Alparslan... Düşmanları ona "karı kılıklı" lakabını takmışlardı.../... otuz sekiz yaşındaki Alparslan dünyanın en güçlü adamıydı. İmparatorluğu Kabil'den Akdeniz'e kadar uzanıyordu... Malazgirt köyü... Bizanslıların gönderdiği Rus keşif koluna nasıl bizzat baskın verdiğini, onların burunlarını nasıl kestirdiğini..." 57
-"Semerkant'ın efendisi, kayınpederinin Hıristiyanlara karşı kazandığı zaferi duyduğundan beri, kentinin başına çökecek felaketin korkusuyla yaşıyordu" 58
-"Alparslan... Tutsak onu azarlar gibi seslendi:/-Hey karı kılıklı, sana söylüyorum!" 60
-"Hayyam.../
Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye,
Altınları, gümüşleriyle övünmeye,
Tam işleri dilediği düzene girer,
Ecel çıkıverir pusudan: Banim ben, diye." 61
-"... elli beş yaşındaki veziri... imparatorluğun güçlü adamını Melikşah büyük bir hürmet ifadesi olarak "ata" diye çağırıyor, ötekiler ise unvanıyla anıyorlardı: Nizamülmülk" 63
-"Hz. Ömer... Şiiler Hz. Ali'nin bu inatçı rakibinden tiksinirlerdi... Tuhaf geleneklerin sürüp gittiği vaha kentleri, Kum ve Kaşan bunlardandı. Halife Ömer'in yıldönümü her yıl gülünç bir karnavalla kutlanırdı.../.../... Semerkant'ta... imam... "Lanet olası zındık Ali yandaşları"na... sövüp saymaya başlarsa, bu da Peygamber'in öğrettiklerine uymaz" 73, 74
-"Nizamülmülk.../... her gün ölüm ve hayat dağıtıyorum... Rabbim en yüce iktidarı Arap halifesine vermiş, o da bunu Türk sultanına bırakmış; Sultan da kulunuza, bir Acem vezirin ellerine emanet etti iktidarı.../.../... Yalnızım ben... iflah olmaz bir yalnızlık bu" 79-81
-"Sahib-haber... Hafiyelerin başı yani?" 82
-"Teklif edilen, cehenneme zincirlenmiş bir cennetti" 84
-"... bir efsane... üç İranlı arkadaş... Dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam, o dünyayı yöneten Nizamülmülk ve aynı dünyaya dehşet saçan Hasan Sabbah... Tabii ki bu doğru olamaz" 85
-"Ne zaman güvenilebilecek birini bulsam, hırsı yeterli olmuyor" 86
-"En iyi mesai arkadaşlarımdan bazıları Şii, en iyi askerlerim Ermeni, hazinedarlarım Yahudi... Sadece İsmaililerden kuşkulanırım.../.../... meşhur Acem palavracılığının kaçınılmaz laf cambazlığını kısa kesip.../... Sabbah... Sahte satıcılardan, sahte dervişlerden, sahte hacılardan oluşan bir hafiye ordusu... kurmayı başardı.../ İlk başlarda Nizam çok mutluydu, ürkütücü mekanizma kendi elindeydi. Melikşah... Babası Alparslan bu tarz siyasete karşı çıkmasını nasihat etmemiş miydi? "Her yere hafiye yerleştirirsen" diye uyarmıştı... "... gerçek dostlarının aleyhine, düşmanlarının ise lehine raporlar almaya başlarsın..."/... Sabbah... Sultan'ın yakın çevresine girdi... dostluğa bozulma sırası Nizam'a geldi" 87, 88
-"Hasan, Melikşah'ın dillere destan cimriliğini kışkırtmayı biliyordu... Nizam iktidarı ve şatafatı seviyordu, Hasan'ın gözü ise sadece iktidardaydı.../... olgunlaştırdığı kanısına varan Hasan hadiseyi çıkardı... Sultan... Vezir'in Ermeni muhafızlarına altmış bin dinar dağıttığını öğrenince iyice çileden çıkmıştı" 89
-"Senin gibi adamlar siyasetten yüz çevirdikleri için bu kadar kötü yönetiliyoruz.../ Yönetmek için gereken vasıflarla iktidara gelmek için gerekenlerin aynı olmadıklarını..." 93
-"Hasan'ın katibini satın almayı başaran Nizamülmülk..." 96
-"Ömer için yaşam çok farklıydı, ilmin zevkine ve zevkin ilmine varmaktı" 102
-"Suriyeli şairin, Ebülala'nın vecizesini benimsemişti: "Beni dünyaya getirenin günahını çekiyorum, ben bu acıyı kimseye çektirmeyeceğim."/... Soyunu sürdürmeyi reddetmesinin nedeni, varoluşun ona taşınamayacak kadar ağır bir yük olarak gözükmesiydi.../... görkemli sayılabilecek bir suçortaklığı..." 103
-"Hasan.../.../ Ben kendi sefil nefsimin öcünü almak peşinde değilim, amacım Türk devletini yok etmek" 105
-"Nizamülmülk'ün yanına gidecek ve zor durumdaki İsmaili kardeşlerimizi koruyabilmek için onun Divan'ına sızacaktım" 107
-"On yedi yaşıma kadar bilgileri biriktirdim, sonra inanmayı öğrendim. Kahire'de ise insanları kendi inançlarıma ikna etmeyi" 108
-"... bir dai olarak... Belh, Merv, Kaşgar, Semerkant'ı dolaştı... Sürekli bekleyip her şeye katlanmaktan usanmış Şiiler, Türk egemenliğinden gına gelmiş İranlı veya Arap Sünniler, yolunu bulamayan gençler, saf dini arayan müminler ona katılıyordu... Onlara "Batıniler" deniyor" 110
-"Cinayetler ve misillemeler birbirini izledi, hiçbir şehir, hiçbir eyalet, hiçbir yol bu dalgadan kendini kurtaramadı; "Seçuklu barışı" dağılmaya başlamıştı./ Unutulmaz Semerkant krizi böyle bir ortamda patlak verdi.../... İsfahan'a gelmişti" 111
-"Kadı.../... Façalı Suratlı Softa.../.../... üç yıldır İsmaili oldu ve dün Gerçek İman'ı nasıl bağnazca savunduysa, bugün de günahları aynı bağnazlıkla vaaz ediyor. Yüzlerce, binlerce şehirliyi taktı peşine... Semerkant.../.../... Sufi kılığına girmiş Sabbah... bana getirdiler... tutuklamayı Han'a gururla haber verdim... onu tutukluyla baş başa bırakmamızı emretti... Şafak sökerken ikisinin yan yana namaza durdukları... görüldü.../.../... Semerkant'ın hakimi... zındıklara katılmıştı... Han'ın danışmanlarının yerini İsmaililer aldı... Façalı Surat'ın adamları kondu... İslam'ın kılıcını elinde tutanlara, Nizamülmülk ve Melikşah'a durumu anlatmaya koştum ben de" 112, 113
-"1089'un ilkbaharında iki yüz bin kişilik bir filleri... yürüyordu" 115
-"... herkes inancına göre davrandı. İki hafta boyunca kan gövdeyi götürdü.../.../... Sabbah'a gelince... bozgundan değerli bir ders çıkardı. Hükümdarları kendi inancına çekmeye çalışacağına, ürkütücü bir savaş aygıtı oluşturacaktı... Haşşaşiyun... Tarikatı" 116
-"Alamut.../ Dağların arasında "çılgın nehir" Şahrud'un hükmü yürürdü; ilkbaharda Elburz'un karları eriyince kabaran ve hızlanan sular... götürürdü.../.../ Yerel ağızda Alamut, "kartal meseli" anlamına geliyordu" 117
-"6 Eylül 1090 tarihindeyiz... Sabbah, 166 yıl boyunca... tarikatına ev sahipliği yapacak kaleyi ele geçirmek üzere.../.../ Kaç para?/ Üç bin altın dinar!/ Hasan Sabbah bir kağıt alıp yazıyor üstüne: "... üç bin altın dinar ödeyin..."/ Dizdar endişeliydi... Ama Damgan şehrine varır varmaz altınlarını hiç beklemeden tahsil edebildi" 119
-"Nizam... "... Sultan'a söyleyin, ben tabii ki onun iktidar ortağıyım... külahının kaderi benim mürekkep hokkamın kaderine bağlıdır!"/.../ O gün, böyle bir kararlılığın gerçek sebebini bilen tek insan Hayyam'dı... bir ur teşhis etmiş, Nizam'ın günlerinin sayılı olduğunu anlamıştı" 121
-"Arkadaşın Hasan Sabbah, benim alçak bir Türk uşağı olduğumu etrafa yayarak dolaşıp duruyor memleketi... Arilarin yüz karası olarak mı anılacağım?.../.../ Yetmiş dört yıl.../.../... kalan tüm zamanını Siyasetname adındaki kitabına hasretmeye karar verdi. Dört yüz yıl sonra Macchiavelli'nin Prens'i Batı için ne anlama gelecekse, Müslüman Doğu için aşağı yukarı aynı şeyi ifade eden çarpıcı bir eserdi bu... fark... Prens... iktidardan yoksun kalmış birinin eseriydi. Siyasetname ise bir imparatorluk banisinin yeri doldurulamaz tecrübesinin ürünüydü./... Sultan'a sonuna dek meydan okumaya hazırdı. Hatta kendi çapına uygun, dillere destan olacak bir ölümü istediği bile söylenebilirdi" 122, 123
-"Başka birçok büyük adam gibi Nizam da ömrünün bu son demlerinde oklarını sağa sola fırlatmaktan... kendini alamamıştı. Bunlardan biri de Terken Hatun'du... ekliyordu: "Bir işin başarılı olması için, kadınların dediğinin aksini yapınız."..." 124
-"Selçuklu... bir kadın iktidarı kendi eline almaya cüret etmişti... emirler yağdırdığı.../ Sultan'ın hareminde lakabı "Çinli"ydi. Semerkant'ta doğmuştu, Kaşgarlı bir ailenin kızıydı" 127
-"Nizam'dan başka rakibi yoktu ve içinde bulundukları 1092 yılında bu rakibi de yere sermek üzereydi" 128
-"Sonra veliaht öldü. Ani... humma.../... yeni varis de çok geçmeden öldü... humma..." 129
-"Nizam tek başına adımlarını sürüklemeye çalışıyordu... gözden düşmüş biriyle kim birlikte gözükmek isterdi ki artık?.../.../ Şimşek gibi bir parıltı... bıçak... Nizam'ın... kaburgalarının arasına saplanması bir olmuştu.../.../... Ölmek, öldürmekten daha önemlidir. Kendimizi savunmak için öldürüyor, ama insanları ikna etmek, kazanmak için ölüyoruz.../ Bundan böyle cinayetler genellikle cuma günleri, öğle namazı vaktinde camilerde ve cemaatin gözleri önünde işlenecekti" 130, 131
-"Gerçek dışı gibi gelen bu sahneler yüzünden, sık sık Hasan Sabbah'ın adamlarının uyuşturucu kullandıkları ileri sürülmüştü. Ölüme gülümseyerek gitmeleri başka nasıl açıklanabilirdi? Afyonun etkisi... Bu fikri Batı'da yaygınlaştıran Marco Polo'ydu.../ Oysa gerçek farklıydı... Hasan müritlerine dinin "esasları"na bağlı kalanlar manasında, Esasiyun demekten hoşlanırdı" 132
-"Haşşaşinlerin başvurduğu tek uyuşturucu, son derece bağnaz bir imandı.../... Şeyh... dailer.../.../... Dai olabilecek çapta birini asla fedai yapmazdı" 133
-"Sabbah tarihin gördüğü en ürkütücü cinayet aygıtını kurmayı başarmıştı... Nizamiyeciler... daha sinsi yöntemlerle... en az onlar kadar yıkıcı sonuçlar veren yollarla ölüm saçacaklardı" 134
-"Melikşah.../... Bağdat'a gelir gelmez Halife'ye haber göndermişti: "Bu şehri kış payitahtım yapmaya niyetliyim... kendine başka bir yer bulup taşınsın."... Halife... mühlet istedi./ Terken... Sultan'ın gülüp eğlenmesine göz yumup kendi otoritesini kurmak için bu durumdan yararlandı.../ 18 Kasım 1092'de Melikşah Bağdat'ın kuzeyindeydi.../... zehri kimin karıştırdığı hiç öğrenilemeyecekti" 136, 137
-"... ceset... çürümesi varlığını ele verirdi. Terken cesetten kurtulma yolunu seçti... bir yol kenarına gömülüverdi.../.../... "Terken Hatun'un orduları" diyorlardı artık. Laf İsfahan'a geldi mi, Hatun'un payitahtı deniyordu.../ Yine de Nizamiye subayları hanım Sultan'ın karşısına dikiliverdiler... /... "Dul bir kadınım... Seninle evleneceğim..." Bu taktik tuttu, Azerbaycan'dan Suriye'ye kadar her yerden emirler askerleriyle birlikte çıkıp geldiler... Terken Hatun'a aylarca rahat nefes aldırdılar./.../... son hilesi... Böylece Terken ve oğlu öldürülecek, Berkyaruk da sağlam bir biçimde tahta yerleşebilecekti. Yıl 1094'tü... on üç yaşındaydı ve bu teklif ona çok cazip geldi.../... Berkyaruk'u kıskıvrak yakaladılar... Terken Hatun yatağında ölü bulunmuştu... cinayet aleti... yastık... hadımağa da sırra kadem basmıştı... Nizamülmülk'ün tavsiyesiyle alındığını hatırlıyordu" 138-140
-"Nizamülmülk'ün... yakın korumasıydım. Ermeni Vartan derler bana.../.../... Melikşah cinayetinde benim de parmağım var" 145, 147
-"Kargaşa devri gelip çatınca kimse onun seyrini durduramaz, kimse ondan kaçamaz, ama bazıları onu kullanmayı becerir... şiddetini Sabbah'dan daha iyi evcilleştirecek birisi çıkmadı" 148
-"Hasan bir akşam kendi öz oğlunu çakırkeyf halde yakalamış, anında idama mahkum etmişti.../... Rivayete göre bir gün kalede bir cinayet işlenmişti. Bir tanık Hasan'ın ikinci oğlunu suçladı. Hasan, iddialarına ispatına bile gerek duymadan geri kalan son erkek çocuğunun da başını vurdurdu.../... Bu ibretlik cezaların yardımıyla, Alamut cemaatinin bir fazilet ve ahlak limanı haline geldiğini yazarlar... Hasan'ın tek karısıyla kızlarının onun otoritesine başkaldırdıklarını.../.../... iflah olmaz bir yalnızlık çekiyordu. Sohbet edebileceği kimsesi yoktu.../... hala konuşabileceği bildiği tek bir kişi vardı: Hayyam... bir mektup yazdı" 151
-"Vartan'dan başka arkadaşı olmayan Hayyam, bir dam, bir koruyucu, aynı zamanda bir sanat ve ilim destekçisi arayışındaydı.../.../... Hayyam Merv şehrinde yeniden karşımıza çıktığında, yıl 1114'tü.../... 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupalı araştırmacılar onu... geometrinin dahi bir habercisi olarak kabul edeceklerdi" 153-155
-"Bir daha gözlerini açmadı. Tarih, 4 Aralık 1131'di. Ömer Hayyam seksen dört yaşındaydı, 18 Haziran 1048'de şafakla doğmuştu" 162
-"Hasan'ın yerine halife olarak bıraktığı adamın torunuydu.../.../ 1162'de baba ölünce, isyankar oğul... onun yerine geçti.../.../ Tarih, 8 Ağustos 1164'tü.../.../ Bugüne kadar yasak olan her şey serbest, şart olan her şey de yasaktır!/.../ Hasan Sabbah'ın şeriat adına yaptığı uygulamalar ne kadar aşırıysa, bunun tepkisi de o ölçüde aşırı boyutta olmuştu... Alamut bir daha asla Kurucu İmam'ın tasarladığı şehit ambarı haline geri dönemeyecekti... İsmaililer, hoşgörüleriyle örnek gösterilen bir cemaate dönüşeceklerdi" 164-166
-""... Hayyam" takvimi./.../... Moğol istilaları devri başlamıştı./ Cengiz Han... en yıkıcı afetti. Pekin, Buhara veya Semerkant gibi itibarlı şehirler yeryüzünden kazındı ve tüm nüfusları yok edildi. Semerkant ahalisine hayvan muamelesi reva görülürken..." 167
-"Semerkant... küllerinde doğup... Timur imparatorluğunun payitahtı olacaktı.../ Alamut'u silip süpüren ikinci dalgaydı.../... Haşşaşiyun kalesi de teslim olmayı tercih etti!... Hulagu Han... gelip gözleriyle gördü.../... taş üstünde taş bırakmamalarını emretti.../.../ Haşşaşiyun kütüphanesi de yedi gün yedi gece boyunca yanmış..." 168, 169
-"9 Temmuz 1870... New York'tan ayrılmış... 19'u akşamı Paris'e varmıştı" 173
-"... hem sağcı hem solcu, hem idealist hem demagog olan Rochefort, belki yüz çelişkili davanın sözcülüğünü üstlenmişti" 181
-"Osmanlı sultanı ondan korkar ve pohpohlar, ne zaman adı geçse İran şahı korkudan titrer. Muhammed soyundan gelmesine rağmen... İstanbul'dan kovuldu. Adı Cemaleddin.*/.../* Cemaleddin Afgani./ Mısır'ın İngilizlere karşı ayaklanmasının altında, bu adamın çağrısı vardı" 183, 184
-"Şah 1889 Evrensel Sergisi'ni ziyaret etmek üzere Avrupa'ya geldiğinde, Cemaleddin'e... İran'a dönmesini teklif etti" 185
-"İran... Yol inşaatlarının tekelini zaten ellerinde bulunduran Ruslar askeri eğitim görevini de üstlenmişlerdi. Kurdukları Kazak alayı İran ordusunun en modern teçhizata sahip birliğiydi ve... Çarlık subaylarının komutasındaydı... İngilizler... maden... banka sistemini... almışlar. Avusturyalılar ise postanelere el koymuşlardı. Cemaleddin... Şah'ın kendisini... reddedeceğinden emindi. Ama Şah... koşulları kabul etti ve ülkeyi modernleştirmek için çalışacağına söz verdi./ O zaman Cemaleddin İran'a dönüp yerleşti" 186
-"Cemaleddin'i yakalayıp... sınıra... götürdüler./.../... Tüm ömrünü bazı din adamlarının taassubuyla mücadele etmeye adamış; Mısır, Fransa ve Türkiye'deki mason localarına girip çıkmış Cemaleddin, Şah'aa boyun eğdirmek için elinde kalan son silaha başvurmayı seçti.../ İran mollalarının şefine uzun bir mektup yazarak Şah'ın Müslüman mallarını ve mülklerini kafirlere peşkeş çekmesini engellemek için otoritesini kullanmasını istedi.../... molla... fetvası... Bir günde hiçbir İranlı sigara tüttürmez oldu... yasağa kesinlikle uyuldu.../... Cemaleddin İngiltere'ye giden bir gemiye binmişti... Şah... Cemaleddin istemeye istemeye İstanbul'a gitmek zorunda kaldı./.../... Sultan ona güzel bir konak tahsis etmiş... göz hapsinde yaşıyormuş" 187, 188
-"Yıldız.../.../... Cemaleddin... Fransızca konuşmaya uğraşıyor.../ Paris'te karanlık bir odada yaşadım, ama pencereleri uçsuz bucaksız bir dünyaya açılıyordu. Bu evden yüz kat daha küçüktü, ama ben orada daha ferahtım.../.../ 1882'de Hindistan'dan sınır dışı edildiğimde ABD'ye uğramıştım... Darülislam'da zorbalıktan uzakta yaşayabileceğim hiçbir köşe yok.../.../ Türkiye'de durum daha da kötü. Ben Sultan... Abdülhamid'in resmi davetlisi değil miyim?... bu yarı delinin elinde tutsağım... bu yüzyılda yaşayan Müslümanlar, bizler yetimiz" 189, 191-193
-"Keyfi idareye bırakılmış bir ülkede insanın hayatını dürüstçe kazanamayacağını anladım" 194
-"Tahranlı zengin bir tüccarın oğlu ve henüz yirmi yaşında... Bazen onu hiç Doğulu olmamakla suçlarım. İran kıyafetlerine bürünmüş İngiliz soğukluğu, Fransız fikirleri, Clemenceau'yu bile geride bırakan bir din karşıtlığı göreceksiniz onda. Adı Fazıl.../.../... İran'da... "Ömer"i ağzınıza bile almayın./.../ 16. yüzyıldan, İran Şii olduğundan beri bu isim kara listeye alındı" 197, 198
-"Fransızcadaki pere, mere, frere, fille; İngilizcedeki father, mothet, brother, daughter, Farsçada peder, mader, birader, duhter oluyordu. Hint-Avrupa dil akrabalığını bundan daha iyi yansıtan örnek zor bulunurdu... "Hüda" da, Allah'tan çok İngilizcedeki "God" veya Almancadaki "Gott"a yakındı. Bu örneğe karşın Arapçanın etkisi çok daha egemendi" 199
-"Evet, insan yanında aşçısı, döşeği, kilimleri ve hizmetçileri olmadan İran'da adım atamaz./.../ Trabzon'a geldiğimde, kentin tek oteli olan İtalya Oteli'ne yerleştim... sinek bulutları..." 200
-"Marsilya-İstanbul-Trabzon-Batum... gemisinde... Rus limanına... oradan Transkafkasya trenine binip... Bakü'ya ulaştım. İran konsolosu beni öyle cana yakın bir şekilde karşıladı ki.../.../... Kafkasya-Merkür denizyollarına ait bir Rus gemisinde kamaramı tuttu... arabacısına... Kazvin'e kadar... yanımda kalmasını emretti./... Bıyıkları kibirle dikilen o gümrükçünün eline, nargilesinin marpucunu bir an olsun bırakmaya tenezzül edip benim kocaman Welseley sandığımı mühürlesin diye birkaç altın sıkıştırmayı ben katiyen beceremezdim. Yollar İdaresi'ndeki memur... ertesi gün gelmemizi söyler... yola getiren de o oldu./... On üç yıl önce İran'a ancak eski deve kervanlarının yolundan gidilebiliyordu. Trabzon'dan başlayıp Erzurum'dan geçerek Tebriz'e... sonu gelmez aşiret kavgaları yüzünden yaşanan tehlikeler de cabasıydı... Artık... Bakü'dan Enzeli limanına kadar gemiyle gidiliyor, oradan da... bir haftada Tahran'a varılıyordu./... Tahran... gördüğüm manzara... bir top... geniş namlunun içine elleri kolları sucuk gibi bağlanmış bir adam sokulmuştu... ölümü bekleyecekti... teşhir edilirmiş" 201, 202
-"Fazla yeni bir şehirdi Tahran, hiç tarihi yok gibiydi! Uzun süre saygıdeğer alimler şehri Rey'e bağlı... kalmış, sonra Rey, Moğollar tarafından yerle bir edilmişti. Ancak 18. yüzyıl sonuna doğru burası bir Türkmen aşiretinin, Kaçarların eline geçmişti... Bu şehrin sakinleri, dillerini bile bilmedikleri halde kendilerini yöneten bu "kuzeyli yontulmamış köylüler" hakkında söylemediklerini bırakmıyorlardı.../... Ben 1896'nın Nisan ayında Tahran'a geldiğimde... Avrupalıların kullandığı iki otel.../.../... Cemaleddin'in gözde müridine gittim. Fazıl..." 203
-"Mirza Rıza.../... Şeyh onun için yaşayan bir şehittir, demişti. Ben de cevap vermiştim: Valla bence ölse daha iyi olur!" 204
-"Davet süresince ortalıkta hiçbir kadın gözükmedi" 205
-"Gözlerinde tüm Doğu'nun çilesini okumak mümkündü" 206
-"1 Mayıs 1896 günü güneş batarken bir yaşam sona erip bir yenisi başlayacaktı" 207
-"Birden bir silah sesi... Şah tam kalbinden vurulmuş.../.../ Bu Mirza Rıza delisi Şah'ı öldürdü" 208
-"Askerler, kadınların barındığı bir yere gidip arama yapamazlar!" 210
-"... bilmece gibi bir suskunluğa.../... İnsan, yabancılığını bundan daha çok hissedeceği bir duruma çok zor düşer; hem yabancı bir ülkedeydim hem de bir erkek olarak asla giremeyeceğim Doğu'nun kadınlar alemindeydim.../... göğsündeki düğmeleri çözmeye başladı. Kızardım... beni memesini emmeye çağırıyordu... dudaklarımı önce bir meme ucuna sonra da ötekine koydum.../ Bu hareketle sen artık benim öz oğlum gibi oldun, dedi./.../ ben bu kadının kendi iman akidelerinin tükenmez cephaneliği içinden bulup çıkardığı çözümü, kendi Batılı zihniyetimle asla kotaramazdım./ Sanki sihirli bir el değmiş gibi her şey birdenbire basitleşti, saf ve dupduru bir hal aldı.../... Ağabey vasfımla, ensest sınırları içine girmediğim sürece her şeye iznim vardı" 211-213
-"Sizi kuş uçmaz kervan geçmez yollardan Osmanlı sınırlarına kadar ulaştırmaya söz verdi" 216
-"İki ay boyunca, yolla uzaktan yakından alakası olmayan yerlerden gittik" 217
-"Bahtiyari topraklarına girmiştik... bir şölen... bir afyon çubuğu... sonra Basra, Şattülarap üzerindeki Osmanlı kenti!/... Süveyş Kanalı... bir Türk gemisiyle İstanbul'a ulaşacaktım" 218
-"Osmanlı sultanı da... Müslüman ümmetini birleştirmek için Şah'tan kurtulmak gerek, demiş" 219
-"Zorbalık Doğu'nun halklarını ezmeye ve yobazlık onların özgürlük çığlığını boğmaya devam ediyor" 222
-"... bu dünyanın büyüklerini Cemaleddin gibi baş belaları karşısında birleştiren bir dayanışma varlığını koruyor.../... Doğu'nun bu büyük reformcusunun hangi koşullarda öldüğü bir sır olarak kaldı... 12 Mart 1897 tarihli... bir haber üç gün önce öldüğünü bildiriyordu" 223
-"Zerdüştlüğü, Maniciliği, Sünni ve Şii İslamı, Hasan Sabbah'ın İsmaililiğini... Babileri, Şeyhileri, Bahaileri... "Cennet"... paradis'in kökeninde "bahçe" manasına gelen eski bir Farsça sözcüğün, "paradeaza"nın bulunduğunu.../.../ Daha düne kadar bizim için yurtdışı diye bir şey yoktu, Doğu denen yer Cod Burnu'nda sona eriyordu.../ Bu konuşmanın 1899'da, askerlerimizi sadece Küba ve Porto Rico'ya değil, Filipinlere kadar sürükleyen İspanya-ABD savaşından kısa süre sonra yapıldığını belirtmekte yarar var" 226, 227
-"Şah 1900'de... Çar'dan 22,5 milyon rublelik bir borç almıştı./... İran gümrüklerinin kendi denetimlerine bırakılmasını... şart koşmuşlar... Avrupa devletlerinin alınacağından ürken Çar, gümrükleri... Kral II. Leopold'dan... üstlenmesini rica etti. Böylece Şah nezdinden otuz kadar Belçikalı memur görevlendirildi ve... hızla büyük bir nüfuz sahibi oldular... en tanınmışı, Mösyö Naus.../... Rus-Japon savaşı... utancın kışkırttığı Ruslar çileden çıktı: Potemkin zırhlısının denizcileri isyan etti... II. Nikola 1906'nın Nisan ayında... Duma'yı toplantıya çağırmak zorunda kalınca İran üzerinde çok yıkıcı bir etki yaptı./... maskeli baloya Bay Naus, molla kılığına girip gitmek gibi bir fikre kapıldı... fotoğraf... Tahran çarşısında dağıtılıyordu" 229-231
-"Naus'un... asıl hatası, Çar'ın Troya atı görevini üstlenmiş bir adam olarak bir süreliğine kendini unutturması gerektiğini idrak edememesiydi./ Her tarafa dağıtılan bu resim öfkeli kalabalıkların toplanmasına... neden oldu.../ Kazaklar şehir merkezindeki mahalleleri tuttular.../... 19 Temmuz 1906... İngiliz maslahatgüzarına... insanlar sığınırsa, korunacaklar mıydı? Cevap olumluydu.../ O akşam dostum Fazıl... sefarete gitti.../... 1 Ağustos'ta ise on iki bine çıkmıştı./ Bir İngiliz bahçesine kurulan bu İran çadır-kenti tuhaf bir manzaraydı.../... bast yapılmış, yani iltica edilmişti" 232, 233
-"Şah... 15 Ağustos'ta... danışma meclisi toplamak üzere seçimler düzenleyeceğini ilan etti./ İran tarihinin ilk parlamentosu 7 Ekim'de toplandı. Şah... açılış söylevi... muhalif... Ermeni olan Prens Malkom Han'ı görevlendirdi.../... unvanları... "Nizamülmülk"..." 235, 236
-"Çin Bokserlerinin 1900'de Pekin'de giriştikleri ayaklanma..." 237
-"Selanik ve İstanbul üzerinden Trabzon'a vardım. Sonra katır sırtında... Tebriz'in yolunu tuttum" 239
-"İranlılar geçmişte yaşıyor, çünkü geçmiş onların vatanı, çünkü şimdiki zaman hiçbir şeyin onlara ait olmadığı yabancı bir ülke... Karayolları, Rusya demek; demiryolu, telgraf, banka, İngiltere; posta dedin mi Avusturya-Macaristan..." 247
-"İran'ın tüm sefaleti, sonu gelmez yaslarla kuşatılmış o lime lime ruhlar... Frenk elçisi rolünü bana oynattılar" 248
-"... konferans verip veremeyeceğimi sordu... Darwin kuramı üstüne!" 249
-"Akşam Tebriz... adamlar kavşakları kahvehaneye çevirmiş.../... pasın kemirdiği bir kapı..." 250
-"... Seyyid Cemaleddin'in dostuydu!/ Bir anda önemli bir misafir olmaktan çıkıp bir tür tarihsel anıta veya kutsal emanete dönüştüm.../.../... meşruti hareket başkenti kaybetti.../... Saint-Petersburglu bir gazeteci... Panof.../.../ Rus sefareti... bazı tehlikeli belgeleri ele geçirmiş: Bir darbe planı.../.../ Çar, kendi sınırlarında bir demokrasi kurulmasını istemiyor.../... İngilizler.../... İranlılar kendi kendilerini yönetmeyi başarıp... Hintlilerin gözünü açabilir!" 252
-"1901'de bir İngiliz vatandaşı, Knox d'Arcy yirmi bin sterlin karşılığında tüm İran... petrolünü işletme imtiyazını aldı.../.../ O sırada İngilizler, Rus nüfuzunun çok arttığı, kendilerine... küçük bir pay düştüğü kanısındaydı... Naus'u ele veren fotoğrafı bile onların bastırıp çoğalttığı söyleniyor. Hareketimiz zaferi kazanınca Londra Çar'dan bir paylaşım anlaşması koparmayı başardı: İran'ın kuzeyi Rus nüfuz bölgesi, güneyi de İngiltere'nin arka bahçesi olacaktı.../.../... mebuslar... Panof'a saldırmaktan başka bir şey gelmedi ellerinden... amacının İran ile Rusya arasında savaş çıkartmak olduğunu ileri sürdüler... tutuklanıp Pus sefaretine teslim edilmesini istiyorlardı" 253
-"Panof da benimle beraber geldi, Tebriz'de bir yerlerde saklanıyor.../.../... Panof'un... bize anlattığı saatlerde, darbenin de başladığını.../... 23 Haziran 1908... bin kişilik bir Kazak birliği Tahran... kontrol altına alındı" 254
-"... çok şiddetli çatışma yaşandı.../... İran tarihinin ilk Parlamento binasına beyaz teslim bayrağı çekildi... Çar'ın emirleri son derece açıktı: Parlamento'nun faaliyetlerini durdurmak yetmiyordu, onu barındıran bina da yerle bir edilmeliydi ki Tahran sakinleri... unutamasınlar" 255
-"Tebriz.../... Azerice oldukları için anlayamadığım haykırışlar yükseliyordu. Baskerville tercüme etmeye uğraşıyordu: "Meşrutiyete ölüm... Şahımız çok yaşa!".../... "mahalleyi yakmak istiyorlar"dı" 256
-"... katlanılmaz bekleyiş sona erince eylem adamı nasıl sakinleşirse, o da öyle sakindi./... Albay Liakhov darbesini yaptı, kendini Tahran askeri valisi ilan etti.../.../... Rus konsolosu sabah Tebrizli mollaları haberdar etti... İlk önce arkadaşım olan bir gazetecinin... gırtlağını... kesip... gitmişler" 257
-"Asiler, bağırıp çağıran aklını kaçırmış bir güruh halinde geldiler.../... sloganları... "Ölüm!"..." 258
-"Güruhun tam ortasına düşen bir top mermisi tam bir kıyıma yol açtı; saldırganlar bozulup kaçışmaya başladılar.../... en temiz olan... hayatıyla ödedi" 259
-"Tüm İran sathında bu gerici... selin önüne hiçbir yerde geçilememişti./ Tebriz hariç... otuz mahalleden sadece biri hala direniyordu" 260
-"... harekete katılan Panof... Fazıl'ın yanında silaha sarılıp çatışmada yaralanan... Bay Moore..." 262
-"İran'da laubalilik hiç hoş görülmez, orada kibarlık çok titiz ve cafcaflıdır.../... 17 Eylül..." 263
-"Tahran ve Saint-Petersburg'da haykırılan, Londra'da ise fısıldanan parola aynıydı: Tebriz yok edilmeli.../... Tebriz örneği İran'ın çeşitli köşelerinde direniş ateşini canlandırırken kent çok ağır bir abluka altındaydı.../ Ocak ayında ilk büyük başarılarını kazandılar: Şirin'in dayıları olan Bahtiyari aşiret... eski başkent Isfahan'da ayaklandı... slogan.. "Tebriz-Isfahan, uyanıyor vatan!".../ Üç hafta sonra bu kez Reşt kenti isyan etti.../ 1909... isyana yeni katılımlar oldu... Paris'te Tebriz'i savunmak üzere bir komite oluştu... Londra'da da... benzer bir girişim görüldü.../... Şah... Tebriz yok edilmeliydi.../ Ekmek... iyice azalmıştı" 268
-"Gitmeyeceğim. Mademki yabancıları boşaltmak için konvoylar düzenlenebiliyor, o halde aç kalmış kentin iaşe ihtiyacını sağlamak için de benzer konvoylar düzenlenebilir./... aynı yanıtı verdiğini gördüm.../.../... Rus konsolosluğu personeline... varıncaya dek cevap aynı oldu" 269
-"Kentte yabancıların gösterdiği... bu dayanışma herkesin içini rahatlattı.../.../ yamyamlık hadiseleriyle bile karşılaşabiliriz./.../ Sürpriz bir yarma harekatı denemek.../.../ 20 Nisan'da... başladı.../ Sadece bir kişi geri dönmedi: Baskerville.../.../ İngiltere konsolosu.../ Tebriz konusunda büyük devletler arasında bir anlaşmaya varıldığı... bir ordu kuşatmayı yarıp iaşe temin etmek üzere kente yürüyor.../ Bir Rus ordusu mu?/ Haliyle... Bu civarda böyle bir orduya sahip tek devlet onlar" 270-272
-"14 Mart 1257.../.../ Yazma, 13. yüzyılda susuyor.../.../... Sonu gelmez bir Doğu siestası" 274
-"Yabancı müdahalesini, ablukanın kaldırılması ve iaşe konvoyları izledi.../.../... Şah'ın koruyucusu Çar Nikola'nın sultası altına girmek için mi savaştık.../ Ruslar yalnız hareket etmiyor, uluslararası topluluğun tamamı tarafından görevlendirilmişler" 275, 276
-"Tebrizliler kazanmak üzereydi, ama kazanmalarına izin verilmiyor, çünkü bu örnek herkesi fazlasıyla korkutuyor, aşağılamak istiyorlar onları... çarın askerleri önünde eğilmek zorunda kalacak" 277
-"9 Temmuz'da iki ordu... başkente girdi./... Liakhov direnmeye çabaladı... 16 Temmuz'da kanlı çatışmalar yaşandı./... Şah... Rus sefaretine sığındı.../.../ Yeni bir şah seçildi... vasisi Bay Smirnoff..." 278
-"Genç Şah... Ana babasından aniden koparıldığı için hiç durmadan ağlıyordu.../... iktidar Fazıl'ın ve dostlarının elindeydi. Eski rejimin altı yandaşı idam edildi... 31 Temmuz 1909... asıldı" 279
-"... seçimler düzenlendi. 15 Kasım'da genç Şah, İran tarihinin ikinci meclisini törenle açtı" 280
-"Boğaziçi'nden Çin denizine kadar keşfedilmeyi bekleyen tüm Doğu; İran'la aynı zamanda isyan edip Sultan halifesini tahttan indiren ve artık mebusları, ayan meclisi üyeleri, dernekleri ve muhalefet gazeteleriyle gurur duyan Türkiye; İngilizlerin sonunda boyun eğdirdiği ama büyük bedel ödemek zorunda kaldıkları gururlu Afganistan../... Buhara'yı ziyaret ettim./... Semerkant'a gittim" 283
-"Semerkant'ta zaman... bir yıkımdan diğerine yuvarlanarak akar" 285
-"Ruslar Tebriz'den bir daha çıkmadı.../.../... ilk öncelik maliyemizi sağlıklı bir hale sokmak.../.../... en iyi çözüm, namuslu ve uzman yabancılara çağrı yapmak... ABD'nin bize yardım edebileceğini düşünüyoruz./... Fransızlar Çar'la olan ilişkilerini bizim kaderimizle ilgilenmeyecek kadar fazla önemsiyorlar... tüm Avrupa bir ittifaklar ve karşı-ittifaklar oyununa sürüklenmiş durumda... Sadece Amerika... bizi istila etmeye çalışmadan sorunlarımızla ilgilenebilir" 290, 291
-"İran hükümeti 25 Aralık 1910... günü, Washington'daki sefaretine şöyle bir telgraf çekti: "... dürüst bir Amerikalı uzman..."/ Maclis 2 Şubat 1911'de Amerikalı uzmanların atanma... kabul etti./ Birkaç gün sonra tasarıyı mebuslara sunan Maliye vekili... iki Gürcü tarafından öldürüldü. Aynı akşam Rus sefaretinin tercümanı... Çar'ın tebaası olan katillerin hiç zaman yitirilmeden kendilerine teslim edilmelerini istedi... Katiller... sınıra götürüldü; sınırı aşar aşmaz serbest bırakıldılar./... Gürcülere karşı misilleme eylemleri düzenlendi" 292, 293
-"İran'ın yeni başhazinedarı Morgan Shuster'di.../ İlk kriz, gelişinden bir hafta sonra patlak verdi" 294
-"Parlamento'ya, Morgan Shuster'in de tüm yabancılar gibi bir yabancı, bir Frenk olduğunu göstermeye çalışıyorlar.../.../ Ben çok belirli bir görevle geldim: İran'ın maliyesini modernleştirmek... Ben Hıristiyan bir milletten geliyorum... İranlıların... Bu güne kadar karşılaştıkları Hıristiyanlar kimler? Düzenbazlar, kendini beğenmiş küstahlar, Tanrıtanımazlar, Kazaklar... sunacak bir seçeneğimiz yok mu... Bizimle ortak, eşit olamazlar mı?... Avrupa'yı iblisle özdeşleştiren binlerce sesi daha ne kadar süre dizginleyebilirler?/... sadece namuslu davranmak istiyorum.../.../ 13 Haziran'da İran meclisi... Shuster'i tam yetkiyle göreve getirdi.../.../... dedikodu... Shuster bir İran tarikatına üyeydi" 296, 297
-"O 1911... Shuster... en popüler.../... sadece hırsızlığı ve savurganlığı engelleyerek bütçeyi dengelemeyi başarmıştı.../... 17 Haziran... kırk iki bin tuman istenmişti./... "Emir-i Azam", yani Harbiye vekili./.../ Hazine'nin on gün önce ödediği miktarın tamamı vekilin kişisel hesabına yatırılmış.../.../... hazine yağmasından vazgeçmek zorunda kaldılar" 300, 301
-"Shuster mucizesine inanılmaya başlandı... tehlikeli bir emsaldi. İngiliz hükümeti krediyi durdurmak üzere harekete geçti./ Bu sırada çar daha kaba bir yönteme başvuruyordu... Temmuz... eski Şah'ın... bir ordunun başında... geri döndüğü duyuldu. Odessa'da göz hapsinde değil miydi?... Şah'ın... sahte bir pasaportla yolculuk ettiğini... açıkladılar.../... Asıl yapılması gereken... İran demokrasisinin devrilmesini engellemekti. Parlamento Shuster'den tahsisat istedi. Ve Amerikalı bu defa hiç tartışmadı... ordu... için ne gerekiyorsa yaptı; hatta komutanı da kendisi önerdi: Efraim Han. Bu parlak Ermeni subayı... başaracaktı" 302
-"Eski Şah'ı kanun kaçağı ilan edip... "Aranıyor" afişleri asılması.../ Çar'ın öfkesi dinmek bilmiyordu... görev... yeni Tahran başkonsolosu Pokhitanof'a verildi./... bir komplo söz konusuydu... el koyma... memurlar... Kazaklar... girmesi engellendi.../... şehzadenin annesi Çar'a... himaye talebinde bulunmuş, bu talep de kabul edilmişti./ Amerikalı kulaklarına inanamıyordu... katiller Çar'ın uyruğunda oldukları için yargılanamayabilirler... boyun eğmek istemedi, jandarmalara... kararlı davranmalarını emretti.../ Tepki gecikmedi. Saint-Petersburg... olup bitenin Rusya'ya karşı bir saldırı... bir hakaret anlamına geldiği belirtilerek Tahran hükümetinin resmen özür dilemesi istendi... İran başvekili İngilizlerden nasihat istedi; İngiliz... çarın... Bakü'ya asker yığdığını... ültimatomu kabul etmenin tedbirli bir davranış olacağını bildirdi./ 24 Kasım 1911'de İran hariciye vekili... Rus sefaretine gitti.../.../... 29 Kasım günü... Rus diplomat... yeni ültimatom metnini iletirken Londra'nın da onayı alındığını... ekledi./... Shuster ülkeden gönderilecekti./... Rus ve İngiliz sefaretlerinin onayı alınmadan hiçbir yabancı uzman çalıştırılmayacaktı" 3303, 304
-"Bazıları sarıklı, bazıları fesli veya takkeli yetmiş altı mebus meclis binasında bekliyordu... Direnmemek... Amerikalı'yı göndermek... onların vesayeti altına geri dönmek.../.../... Ama biz bunları kendi isteğimizle bırakamayız./... yetmiş iki kişi "hayır" dedi... Shuster'in gönderilmesine hayır. Hükümetin tavrına hayır... başvekil görevden düşmüş sayıldı" 306
-"İmam Hüseyin.../... kent savunmasını örgütlemeye çalıştılar... Ama hiçbir umut yoktu. Çarın orduları ülkenin kuzeyini işgal ettikten sonra şimdi de başkente doğru yürüyorlardı.../ 24 Aralık'ta devrik başvekil bir darbeyle iktidarı yeniden ele geçirmeye karar verdi... meclisi dağıttığını ilan etti.../ Yeni rejimin ilk icraatı çarın ültimatomunun koşullarını resmen kabul etmek oldu" 307
-"11 Ocak 1912'de Shuster törenle uğurlandı" 308
-"Zayıflar için, haklı olmak bir suçtur. İran, Rusların ve İngilizlerin karşısında zayıftır ve zayıf bir ülke gibi davranmalıydı./.../ Nasrettin Hoca... ben de ölebilirim./.../ Eğer zaman kazanmayı becerebilseydik... biraz kurnaz olmalı... yalan söylemeli... Doğu bilgeliği denen şey budur ezelden beri; Shuster bizi Batı ritmiyle ilerletmeye çalıştı, ama gemiyi de batırdı" 309
-"Cherbourg, 10 Nisan 1912./... Yanımda Şirin. Valizimizde Semerkant Yazması.../ Titanic... kimin için inşa edildiği unutuldu: Hiçbir toprak parçasının beslemek için kabul etmediği ve Amerika'yı düşleyen milyonlarca kadın, erkek göçmen. Transatlantik tam bir insan hasadı yapacaktı: Southampton'dan İngilizler ve İskandinavyalılar... İrlandalılar... daha uzaktan gelenler, yani Yunanlılar, Süryaniler, Anadolu Ermenileri, Selanik veya Besarabya Yahudileri, Hırvatlar, Sırplar, İranlılar. Rıhtımda gördüklerim bir iki parça yükleri etrafına birikmiş, başka bir yere gitmek için sabırsızlanan bu Doğululardı işte.../... Üç hafta önce Paris'te evlenmiştik" 311
-"Titanic... İnsanı en az İstanbul veya Kahire'dekiler kadar tatlı bir miskinliğe gömen bir Türk hamamı" 312
-"Kaptan, birinci sınıf yolcuların hepsinin transatlantiğin en yukarısındaki Güneş güvertesinde toplanmalarını istiyor, diyordu./.../ Gitmek söz konusu değil, diye araya girdi kamarot, yolcuları bir veya iki saatliğine gemiden uzaklaştırıyoruz" 315
-"Titanic'in burnu giderek suya gömülüyor.../ 15 Nisan günü doğan güneş bizi bitkinlikten yere uzanmış ve halimize acıyan yüzlerle çevrilmiş bir halde buldu" 316
-"18 Nisan akşamı... New York limanına yanaştığımızda.../.../ Gazeteci... gidince... Şirin yoktu" 317
*
28.1.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder