Mahmut Makal, Literatür Yayınları'ndan Altıncı Basım (21. Basım), Eylül 2017, Literatür Yayınları, İstanbul
Anadolu'da bir köyü anlatan yazılar.
İlk baskısı 1950'de yapılmış.
*
Olağanüstü.
İbretlik.
*
Ben de bir Anadolu köyünde büyüdüm.
Ancak, benim büyüdüğüm köy, kitapta anlatılan köyden biraz daha iyi şartlara sahip, suyu bol, hayvanı ve dolayısıyla eti ve diğer ürünleri bol, bir köydü.
Ve, ayrıca, kitapta anlatılan tarihten biraz daha sonraki bir tarihte yaşayıp büyüdüm.
Dolayısıyla, benim köyüm, birçok açıdan, kitapta anlatılan köyden çok daha iyi yaşam şartlarına sahipti.
Ama, yine de, kitapta anlatılan kadar değilse de, benzer birçok duruma, köyümde, bizzat yaşayıp şahit oldum.
*
Anlatılanlar, kısaca, 20. yüzyılda, Anadolu'daki bir köy yaşamından kesitler.
O köydeki;
-Yoksulluk,
-Pislik,
-Çağdışı anlayış,
gibi hususlar.
*
Mesela;
-Yiyecek ve giyecek yokluğu, ve,
-Açlıktan ölüm,
şu tür ifadelerle anlatılıyor:
-"Soğuğu fırsat bilen amansız çocuk hastalıkları, silip süpürdü yavrucukları. Ama bir de köylüye sorun; soğuk mu aldı, yoksa Allah'ın emriyle mi gittiler, diye!/.../ "Akıl dail eğlence. Sanki toktor Allah'ın hikmetine karşı gelecek..."/ "Veren Allah, alan Allah. Çok şükür bugünkü günümüze. Biz kaldık da neye yaradı. Ağşamlaradan işimiz gücümüz sövüp sayıp günaha girmek. Hiç olmazsa bunlar sabi sabi gidiyorlar, huri analarının yanına..."/... Yalnız bu ay içinde, hiçbirisi yaşını doldurmamış olmak koşuluyla, otuz dört çocuk yazdık listeye... Bunların dört tanesi aynı gün ve aynı saatte ölüp, birden gömüldüler" 13, 14
-"Anam/.../ Ayaklarının tabanı paramparça. Ayağına iyi kötü bir pabuç aldık. "Onu kim sürükleyecek" diyor" 36
-"Öküzler usludur, ama inek ne yapıp yapıp ipini koparıyor.../.../ "... Moskof malı, gavur ineği..."/.../... Akşam bulgur pilavı, sabah bulgur çorbası..." 39
-""Yavu!" dedi Nuri Ağa. "Geçen yıl, bu yıl ölenlerde ne var!... Bundan sekiz-on yıl önce bizim eve bir kıran girdi, tam on tane ölü çıktı. Allah seni inandırsın..."/ Memo:/ "O vakitler hep öyle oldu oğlum! Anam ağnatırdı irahmetlik de; 303'ün kıtlığında tek bi şinik arpa geçmiş ellerine; tam iki ay yağsız tuzsuz un bulamacı pişirmişler, avuç avuç. O yıl elli kişi kırılmış açlıktan bu köyde!"..." 48, 49
-"9 Ekim cumartesi. Birinci dersten sonra, çocuklara sıra ile sordum. Bu sabah yirmi bir kişi hiçbir şey yemeden aç gelmiş, on kişi yavan ekmek dürünüp gelmiş" 124
-"Kadınlar, kızlar bahar boyunca... otları toplarlar... yenir.../ Bit.../.../ Elbisemin içine akrep girmiş gibi kıvrandım ve hemen soyundum. Meret, bir çekirge yavrusu gibi nasıl da büyümüş!.." 125, 126
*
Mesela;
-Pislik,
şu tür ifadelerle anlatılıyor:
-"Kir desen, elin kendi kalınlığı kadar var. El, suya değmeyince, yüzlerin hali ne olacak?.../ Üst başa gelince... Neresini anlatayım bilmem ki. İçlikte koltukların altındaki o kömür karasını mı? Omuz başlarından dışa vuran kirini mi?.../ Bir de uygarlığın isterlerine uygun kılık yasası çıkarmamış mıyız!/ Havalar ısındı mı, işi iş kadınların... Çıkarlar duvarın dibine, serili seriliverirler. Ama buralar aynı zamanda aptes bozma yeri olduğundan, bir de kokar mı pis pis!/ Fes bir yana, yemeni bir yana. Yatarlar birbirinin dizine. Hiç usanmazlar akşamlara kadar, bit ayıklarlar.../ Başlar kokar mı, karmakarışık saçları kıpkızıl kesilir mi kanla.... Ayaklar, eller sanki kapkara birer taç parçası. Yüzlerindeki kirin donu güneşte çözülür de, kara kara terler akar şakaklardan" 62
-"Topluluktan uzak yaşamak, insanı yabancılaştırıyor sanırım. Bizim okulun orada, üç komşumuz var. Her birinde üçer beşer çocuk... Ne zaman o yana baksam kapılarının hemen önünde, çocuklar çömelmiş pislemektedirler. Bir içlikle, gömlekten başka bir şey yoktur üzerlerinde.../ Evin büyükleri de tıpkı çocuklar gibi, duvar dibine çömelirler "gereksinim" durumunda. Sonra kadınlar, ocağın külünü getirip bu tümseklerin üstüne dökerler. Kapı ile pisliklerin arası iki adım ya var ya yok. Kümesin kapısını da açtılar mı, hemen üşüşüyor tavuklar ganimetin başına... Pisliğin bir kısmı da bu sırada evin içine yayılıyor. Süpürgeyle, kürekle bunları topladıklarını hiç görmedim. Tınaz gibi yığılıyor kapının önüne, bahara kadar. Baharın, sebze için kullanıyorlar. Bunların üç çocuğu var. İyice yabancılaşmışlar. Uğraşa uğraşa yanıma sokulmaya alıştırdım bunları. Ama dillerini çözemedim bir türlü.../ Şeker vereceğimi işaretle bildirdim mi, hemen yanıma koşarlar. Her yanları kir ve yağ içinde.../ Bir gün babaları çekine çekine yanıma geldi:/ "Sana bir ricam var, efendi" dedi. "Bu çocukları buraya alıştırma. Kovala, öte gitsinler. Şeker meker verip şımartma. Ahlakları bozulur; gözleri açılır, kötü olur."/ Pislik işini söyledim:/ "... ayakları tüm yalın evdekilerin, ayazda öte gidemiyorlar."..." 74, 75
*
Mesela;
-Çağdışı anlayış,
şu tür ifadelerle anlatılıyor:
-"... okulun önü... çocuğun birisi yere uzandı ve yarı çamurlu suyu içmeye başladı.../.../ Köyde muhtar olabilmek için ilk koşul, varlıklı olmaktır. Ondan sonra da, hısım akraban çokça olacak... çok kere muhtarlar, cahiller arasından seçilir. Muhtar oldun mu, ağalık biraz daha büyür" 67
-"Oysa en küçük bir ağız kavgasının bile sonunda bıçak, tabanca çekilmesi, kafa göz patlatılması olağan hallerdendir... Yan tutmalar, hısımlar arasında sık sık cinayetler çıkması sürüp gitmektedir./.../... Ağza alınmayacak küfürlerin bini bir para.../.../... Neymiş? "Kundalı, köpekleri ayırırken neden ilkin kendi köpeğine vurmuyor?"..." 69, 70
-"Evlenen kızın yaşı çok kere on beşten aşağıdır.../.../ Evlenmek, oğlan evi için bir yıkımdır" 76
-"... resmi nikah diye bir şey bilmezler.../... ölen erkek olursa ve kadın da henüz gençse... kız babası, buna neredeyse sevinir ve hemen dul kızını yedeğine alarak -sözgelimi- pazara çıkar" 77
-"Orucu bozdun mu, yan yan bakarlar adama" 90
-"Bizim çevrede tam anlamıyla bir şeyh salgını var. Ama bu şeyhler de bilmiyorlar, hangi tarikattan olduklarını. 1947 yılında... gezdiğim on... bildiğim yirmiye yakın köy içerisinde, en az şeyh, Hıcıp köyündedir. Elliden fazladır. Köy, yüz elli evlik" 92
-"Tarikat ehli çoğalınca, Mehmet Efendi, bu insan sürüsünü sağmaya tek başına yetişemeyeceği için, yardımcı çobanlar aldı yanına. Her bölgeye bir baş atadı. Tarikata girecek olanlara öğüt vermek hakkını bunlara verdi. Bizim köye... Hacı Hüseyin verildi.../ Hacı Efendi... Allem eder kallem eder, herkesi tarikata girmeye kandırır.../.../... sormuştum. Hacı Efendi neler söyleyip kandırıyor diye.../ "Şık Efendi'nin dediğini tutanın, gittiği yoldan gidenin bir milyon günahı olsa, yine cennete gider. Eski günahları silinir, sonrakiler de gayıta geçmez."/ Ama bunlar temizliğe önem vermedikleri gibi, işlerinde de hileden, hırsızlıktan sakınmazlar. Biraz temiz ve çekingen olanlar tarikata girdikten sonra, bu erdemlerini de yitiriyorlar... Hele pislikten hiç sorma... Başşeyh söylemiş ya: "Sakalı uzattıktan sonra, ne yapsan doğaldır, sakıncasızdır, doğru cennete gidersin.".../ Hacı Efendi.../.../... benden için:/ "Kuran'ı da, ayeti de, Allah'ı da; her şeyi inkar ediyor."..." 93-95
-"Şubatın yirmi biri... yaman bir tipi.../... efendi kılıklı bir genç girdi içeri.../.../ "Bendeniz Kırşehirliyim. Kayseri'de Hafız Mektebi'nde okuyorum... Memleketime gidiyorum... harçlığım tükendi... topladık. Dün Mehmet Efendi iki kişi kattı yanıma... hepinize selamı var... bir öğretmen... 'Virmeyin!' dedi... Zaten bu eşşekoğlu eşşeklerden ne hayır gelir. Sizin köyde yoktur inşallah öğretmen?..."/... Cahillik sarmış yöremi. Uçar kuş olsan kurtulamazsın, bir kaşık suda boğarlar adamı.../.../ Yaşının yirmi olduğunu söyleyen bu gence, bazı sorular sordum. Biraz da üzerine vardım. Somurttu... Köylü hemen ondan yana çıktı:/ "Bırak efendi, bırak Allah aşkına. Daha sen onun eline su dökemezsin. Sen oku dur, adam dediğin böyle olur."/.../... Onlar camiye, ben okula doğru yürürken, arkamdan söylendiklerini işitiyordum:/ "Öğretmen mi, eğitmen mi ne karın ağrısı ise, atın şunları gitsinler be, karışmasınlar hacının hocanın işine bi daha... Şunu temizleyin gitsin diyor kör şeytan!"/.../ Şimdi büyük kentlerde radyolar çalıyordu. Lokantalar, kahveler doluydu. Karınlar toktu, keyifler yerindeydi... Ve kara kuvvet koşar adımlarla yolunda yürüyordu... kimsenin umurunda değildi bu.../.../ Çocuk anlatıyordu:/ "Sabaha kadar höykürerek zikrettiler, öğretmenim. Sabahnan camiden çıkınca buğday topladılar. Köyün dışına kadar cümbür cemaat uğurladık hafızı."..." 99-103
-"Hatip ayak diredi, ben camiyi gavur okuluna açmam diye.../.../ Ama okulun açılmasıyla her iş bitti mi? Bir de çocuk babalarını, çocuklarını okula göndermeye kandırmak gerek.../ "... okutacan da ne olacak ki? Allah deldiği boğazı aç komaz. Babası nasıl ettiyse, o da öyle eder. Düşsün iki öküzün ardına da sürsün çifti, işine baksın."/.../ Allah'tan, askerlikte yazı bilmemek gözlerini korkutmuş.../.../ Eskiden mahalle mektebi... diye... piyesler oynarız. Sanki şimdi yok mu?/.../... Kızları buraya yolluyorlar da, bize göndermiyorlar.../.../... hocanın yiyeceği de o çocuğun üstündedir" 107-109
-"Din konusunda bir manzumeyi ince karton üstüne basmışlar, pazarda on kuruşa satıyorlar.../... gittiğim her yerde bu kartonlardan bir tanesini asılmış gördüm.../.../... Alanların çoğu, okuması olmayan takımından. Yine de asmışlar bir köşeye. "İçinde Allah'ın, peygamberin adı var. Evin bereketi kaçmaz" diyorlar" 87
-"Din işleriyle ilgili olmayan yazı olsun, söz olsun, kitap olsun, köylünün gözünde hiçtir.../.../ Yani, "herkes inancında, ibadetinde özgürdür" düşüncesine akılları yatmıyor bir türlü" 120
*
Bu anlatılanlara karşın, çevremizde, her zaman;
-Avrupa hamamı bizden aldı,
-Fransızlar çok pis, pislikleri sokağa atarlardı, deodorantı o yüzden buldular,
-Bizim mutfağımız müthiş, yemeklerimizin dünyada eşi yok,
türü sözler duyarız, ya, o da ayrı bir konu!
*
Kitabın sonunda aktarılanlara göre, kitapta anlatılanları, bazı yabancılar, gayet iyi anlayıp, şöyle nitelemiş:
-"Canlı bir izlenim. Türkiye'de büyük heyecan yarattı ve Demokrat Parti'nin zaferine yararlı oldu/ Manchester Guardian" 154
-"Çağdaşlaşma ve kalkınma hareketlerinin öncüsü Kemalist devrimin sonuçları böyle mi olacaktı? Onurlu, bağımsız, kahraman bir halkın başarıları nerede?.../ Mondadori (İtalya)" 156
-"Makal daha sonra başka kitaplar da yayımladı. Birincisi gibi, bunlar da köylülerin sefil, pis, bilisizliğe ve boş inanışlara batmış yaşayışını gösteren... kitaplardı./.../ Bulletin Critique du Livre Français, Ocak 1964" 159
-"1950 yılında... Makal'ın ilk kitabı yayımlandığı zaman... tanıklığı gerçek bir tepki uyandırdı. Yazar tutuklandı... anlattığı köyün adı değiştirildi. Ama bu tanıklığın değeri kısa zamanda kabul edildi.../... insanı allak bullak eden belgelerini düşündürüyor./ D'Orient, 4 Ocak 1964" 159
-"Daha ilk sayfalarda bir gübre, sefalet ve pislik kokusu yapışıyor gırtlağınıza. Kitabın sonuna kadar da bırakmıyor... iki bin yıl öncesinde miyiz? Kitapta öyle köy tabloları var ki, unutulur gibi değil./ Bulletin des Lettres, 15 Ocak 1964" 160
-"Yazar, Menderes'in yıldırımlarını üzerine çekmiş olan bu yazılarında... köylü sınıfının içinde tutulduğu ortaçağ öncesi karanlığı gözler önüne seriyor./ Nouvelles Litteeraires, 30 Ocak 1964" 160
-"Tanıklığından dolayı hapse atılmış yazarın satırları arasında, işlenmemiş halde bir toplumbilim, insanı altüst eden bir belge özelliği seziliyor.../ Libre Belgique (Brüksel), 24 Ocak 1964" 160
*
Buradaki vurgulamalardan da görüldüğü üzere, gerçekleri anlatmak, Türkiye'de kabahat olmuş.
Yazar tutuklanmış.
Ve, daha neler!
*
Bir de, öğretmenlerin, köydeyken gördükleri zulümler var!
Hem de, güya, kendileri için uğraştıkları, onların karanlığını aydınlatmak için çaba gösterdikleri, belirtilen, köylülerden!
Kitaptaki şu ifadeler, bu zulümlerin örneklerinden:
-"Muttalip.../ Çimli köyüne öğretmen olarak gittiği zaman, köyün büyükleri ve şıkları, oğlanın kapalı yerlerde başı açık oturmasına içerlemişler. Sonra da, okulun balkonuna ara sıra çıkıp oturduğu için ve çeşme de o yanda olduğundan "Irahat vermeyecek karıya, kıza" diye tutturmuşlar./ Kış geldi. O da yalnız başına, okulun bir odasında eğleşiyor. İki kere baskına uğradı. Bilmiyor nedenini. Bunları sağ selamet atlattı. Kendisi yokken camları kırıp... eşyalarını topladılar.../... uğradım... Çalınan eşyaları için tutanak ve dilekçeleri varmış. Al ilçeye götür diye bana verdi. Götürdüm, ilgili görevliye verdim. Açıp okudu. "Amma da yapmışlar ha" diye güldü. "Elin karısına, kızına göz dikmenin sonu budur!..." siye söylendi./... 20 Mayıs.../ Sözde... Gancıl'a (bir kadının takma adı) sataşmış, laf atmış... Derken yapışıyorlar yakasına. Sopa, taş ne geçerse ellerine; indiriyorlar kafasına çocuğun... Her yeri mosmor.../ Bu halinde ite kaka muhtarın odasına sürüklemişler. Orada ellerini bağlayarak üç-beş cahilin önüne katıyorlar, götürüyorlar doğruca karakola./ Şimdi, Çimli köyünde bayram havası esiyor. Tarikatçılar bir halka çevirip zikre başlamışlar.../... karıyı... ilçeye: "Zorla evimi bastı" diye ifade verdiriyorlar. Bir sopa da karakolda öğretmene./.../ Gerçi şimdi iş anlaşıldı. Kadın, "Beni sıkıştırdılar, cebri bastı evimi diye ifade vermezsen, seni bu köyde yaşatmazık, dediler. Onun için mecbur oldum..." diyerek, ilk ifadesinin yalan olduğunu açıkladı./ Ama, iş işten geçti bir kere. Bir öğretmenin hakkını aramak için kimse yardım etmiyor. "Hak etmiş" deyip.../.../ Öğretmenlere hoş gözle bakmayan köylüler... Kentte de, bakkalı çakkalı, "Zaten birader, bunlardan hayır gelmez" diye kestirip atıyorlar./ Mayısın yedisi. Göstük köyünden... "Acele yetişin, hocanın başına bir iş geldi".../... gittim... iki kişi, öğretmeni tutup suya atmışlar... boğacaklarmış, ama boğamamışlar... kafasını gözünü yarmışlar.../ Kolu kırık, başı yarılmış, her yanı kan içinde. Hıçkıra hıçkıra yürümüş, ilçeye gitmiş./ "Peki, nedeni?"/... yeğeni Halime'de gözü varmış bizim "hoca"nın da, onun için..." 131-133
*
İbretlik değil mi?
Köylü efendimiz!
Köy kalkındırılacak!
Köylü aydınlatılacak!
*
Köy Enstitüleri deniyor!
Köylü istememiş, açan da zaten pişman olmuş!
Daha ne?
*
Hala, benzer şeyler söylenmiyor mu?
Böyle düşünmek doğru mu?
Köyü aydınlatmak, ve saire, derken, gelinen yer, tüm ülkenin köyleşmesi değil mi?
Eskiden, yani kitabın yazıldığı o tarihlerde, yani 1940-1950'li yıllarda, şehirlerde, herhalde, biraz şehirli anlayışı varmış!
Özellikle de, İstanbul'da, İstanbul efendisi, denen anlayışı temsil edenler bulunurmuş, herhalde!
Bugün ülkenin tamamında o günün köyündeki çağdışı anlayış egemen değil mi?
*
İbret alınmamalı mı?
*
Bugün gelinen yer şaşırtıcı mı?
Eşyanın tabiatına uygun değil mi?
Başka ne olabilirdi ki?
O malzemeyle, bu yönetimlerle, başka nereye varılabilirdi ki?
Doğal sonuç, Fetö, ya da benzerleri, değil midir?
Ya da, daha kötüsü...
Bu sonuç yüzde 99'un elbirliğiyle yaratılmadı mı?
Ve, sonuçtan memnun değiller mi?
*
Ama, köylerimizdeki bu duruma karşın;
-Avrupa hamamı bizden aldı,
-Yemeklerimiz dünyada eşsiz,
türü konuşmalar yapıyor olmamız, ilginç!
*
Osmanlı'da hiç olmazsa bir ölçüde kibarlık-nezaket varmış,
Cumhuriyet'te ise köylülük-kabalık, ve hatta, günümüzde magandalık.
*
Doğru söyleyene, köylü de, yönetenler de, düşman olmamış mı?
Sonra da, sanki, bambaşka şeyler yaşanmış gibi, nitelik olarak yaşananların tam aksini ifade eden konuşmalar!
Yok, eskiden şöyleymiş, yok, tek parti döneminde dinsel yasaklar varmış!
Yok dindarlar zulüm görmüş!
*
Bugün;
-Vatandaş durumundan gayet memnun değil mi?
-Köylü "aydınlanmak" istiyor mu?
*
Bırakmalı köylüyü!
Bırakmalı vatandaşı!
Mutlu mesut yaşasın!
Değil mi?
*
Kitaptan başka bazı notlar:
-(Önsöz-Adnan Binyazar), "... şu yargılar... "... Öykünün ve romanın varolma nedenlerinin başında da korku yatar... Çünkü insanoğlu... Kendi gerçeğini... olanca acılığıyla söylemekten korkmuş. Daha doğrusu, dolaylı, geveleyerek söyleme hakkını bile zor tanımışlar, korkutmuşlar onu. Bunun için, 'öykü' çıkmış ortaya, 'roman' çıkmış. Çünkü 'olanı değil de olabileceği anlatır' diyerek savunma kapısı açılmış oluyor."/.../ Şiir, roman ya da öykü, deneme, sanatsal yanı olan her yapıt bir başkaldırının ürünüdür" 6, 7
-"Baharın güzel günleri, kış boyunca çektiklerimizi unutturdu bize.../.../... Güneş, nimetlerin en büyüğü şüphesiz.../.../... bu on sekiz yaşındaki kıza, İsa, yalınayak diken çiğnetmiş, ceza olsun diye..." 26, 27
-"Sanırım en kurak ve acılı topraklar bizim buraları. Bazı yerlerin yeşillikleri, meyveleri, bol otu, çayırları bana düş gibi geliyor burada" 28
-"Tandır/ Bu tek odanın ortasında... bir çukur... Kışın... yakılır.../.../ Tandırlarda yanan, yalnız tezektir.../.../... duman..." 57, 58
-"Bazı ahırların kapısı evden ayrı ise de, pek çoğu, evin içindedir.../ Fethi'nin oğlu... kırk beş lira kazanmış... her zamanki emin yere saklamış: Ahırın duvarındaki deliğe./... Ama buzağı nasıl etmiş etmiş, delikten çekmiş çıkarmış paraları. Gevelerken görüp ağzından almışlar, ama çok geç" 60
-"Halk hocaya uyduktan sonra sorun kalmaz. Namaz vakitleri dışında ise, zaman kavramı kimseyi ilgilendirmez./.../ Pisliğin her türlüsüne katlanıyorum ya, bir gün canıma tak dedi de, sofraya oturmadım. Babam kalkmış, yemek yediğimiz sahanla eşeği sulamış" 61
-"Ama hela deyince... Bir çukur kazılmış, çevresine iki sıra yalınkat taş dizilmiş... İşte o kadar! İçeri girenin dizkapağından yukarısı açıkta kalır. Eline ibriği alarak helaya giren kadın ve kızların seyrine doyamıyor delikanlılar.../.../ Bizim köyde ayakkabı giyen kadınların sayısı, yüzde beşi geçmez. Gerisi hep yalınayak. Kışın bile.../ Kızlar hep yalınayaktır, ama başlarında taşıyamayacakları kadar ağır fesler, yazmalar, püsküller, pullar, incik boncuklar doludur./ Bu ayaklar, yazın da ekin tarlasına, çift sürmeye giden, çatlayıp taş kesilen ayaklardır. Kirden gözükmezler" 64
-"Köyde bir hayır sahibi çıktı: Emin Usta/ Köyün ortasında... bir yeri kazdı, iyi bir su çıkardı.../ Emin Usta tek başına çalışırken yanına uğramayanlar, bir borudan gürül gürül su akmaya başlayınca kova, güğüm, başına üşüştüler./ Ama aradan çok geçmedi, bir dedikodudur başladı. Ünü çevre köylere yayılmış olan bizim Niyazi Hoca, bir düş görmüş: Melekler bu işe kızıyorlarmış. Köyün başına kudretten büyük bir bela gelecekmiş; o su, hayırlı su değilmiş./ Bu önbili önünde, akan sular durur doğrusu. Ama durmadı işte. Ne de olsa çıkar dünyası!/ Aklı eren biri, bu düşü kendine göre yordu: "Bre efendi" dedi, "hoca su başına eloğlu seyrek varsın da, kendi evindekilere sıra gelsin diye uydurmuştur o sözü."..." 65
-"Asıl adıyla anılan, on kişiyi geçmez köyde. Daha çok takma adlarıyla anılır insanlar" 66
-"Geçenlerde yurdumuzu gezen İngiliz tarihçisi Toynbee'nin, köylerimizle kentlerimiz arasında uçurum bulunduğunu söylemesi.../.../... "Arkadaşın anası, "Hükümet" sözünü duyunca dikkat kesildi ve "Hükümet daha ölmedi mi?" dedi" 68
-"Küçükler, büyüklere karşı çok saygılı köyde. Kadının erkeğine karşı saygısı ise, ondan da çok.../... kadın erkeğine kul köle olur. Bir dediğinden dışarı çıkmaz.../ Kadının gizli yeri ağzıdır... Açsa açsa yemek yerken açabilir. Onu da erkekle yemez.../.../... Kadın, hangi yaşta olursa olsun, yedi yaşından yukarı bütün erkeklerin sakalını gözetir. Yolda giderken iki yüz adım geride de olsan, sen geçinceye kadar bekler..." 72, 73
-"Dört yıllık bu dönem içinde, doğan çocuklarda ölüm oranı, Demirci köyünde %36, Nurgöz köyünde %41'dir./.../... ölümlerin asıl nedeni, yoksulluktan" 78, 79
-"Köy Enstitüsü.../... Yeni şeyler öğrendikçe, öğrenmeye karşı duyduğum susuzluk artıyordu.../.../ Sonunda, son sınıfta ders dışı herhangi bir şeyi okumak yasak edildi" 114, 115
-"Tarancı... "Bilmek yanmakmış büsbütün!""..." 116
-"İsa Çavuş, bu yıl Boyalı köyüne hoca durdu, yüz elli kile zahireye... radyoya inanmazmış.../.../ Bizim köylü, dine hizmet için yaratılmış. Ama dinin... doğruluğa... götürücü yanlarına ilgi göstermezler.../ "Yahu, aptesten amaç temizlik" demeyegör, "Gavur oldun işte" diye yapıştırıverirler./.../ "... Bizlere asıl öte dünya lazım..."..." 117, 118
-"Köylü alim değildir, ama ariftir.../.../ Sonradan öğrendim ki, bu hükümet değişikliği ocakta olmuş. Koca bir köy halkı... o da rastlantıyla martın sonunda öğrenebiliyor" 119
-"İlkokullara din dersi konulduğunu... benden önce duydular.../.../ Din dersi 1948'de konuldu" 121
-""İmanım Demirkıratlar! Her dediklerini yaptırıyorlar. Bu sene din dersini koydurdular mı, gelecek sene de kendileri çıkar başa... Atarlar şu dinini s... min şapkası falan..." diye söyleniyorlar" 122
-"Bir köy öğretmeni. Güzden... çekilmiş köye. Bir torba bulgurla bir çuval un atmış kenara.../ Bir
kitap... "Sen bu köyü kalkındıracak tek adamsın..." O da demiş ki, kitaba: "Ben kendimi kalkındıramadım..."/.../ Gelmiş efendim müfettiş, aramış iş" 139, 140
-"Bizim Köy... Türk köyünün kalkınması, Türk köylüsünün insanlık haklarına kavuşması uğrunda yazılmış bir rapor.../ Yunus Nabi Nayır" 143
-"Makal'a 27 Mayıs'tan sonra da korku ile bakılıyor. Poliste ve Emniyet Müdürlüğü'nde koskoca bir dosyası var. Sözün kısası, Makal baştakiler için sakıncalı bir kişi olmuştur.../ Burhan Arpad" 144, 145
-"Makal gibiler... kahrolup duruyorlar? Yazık... CHP iktidarında böyle, DP iktidarında böyle, yine de böyle oluyor.../ Aziz Nesin" 145
-"Makal siyasi iktidarlar için bir hasım olmuş çıkmıştır. Yirmi üç yıldır iktidara kim gelmişse, onun sillesini yemiştir. Suçu da köyü yazmaktır.../ Sadun Tanju" 151
-"Kamuoyu yüzyıllardır ilk kez "efendimiz" köylünün ne olduğunu bir köy çocuğunun ağzından dinliyordu. Makal'ın gayet sağlam ve iyi bir anlatımı var./ (Akis dergisi)" 151
*
21.12.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder