25 Aralık 2018 Salı

TİFLİS

Serhat Öztürk, 1. basım: Haziran 2013, Can Yayınları, İstanbul

Tiflis'i anlatan yazılar.
Bir çok yönden.
Öğrendim.
Yararlandım.
*
Şiddetle alakalı bölüm ise, bence, ayrıca, önemli.
*
Yazarın, Halep ve Selanik, ile ilgili kitapları da varmış.
*
Kitaptan bazı notlar:
-"Cumhuriyet'in kurucuları da... Atay'ın deyişiyle "yeni bir muhit içinde yeni bir elit yetiştirme"nin mekanizmasını bulma telaşı içindeydiler ve bunun için dekorlara ihtiyaçları vardı. Belki de... tepeden inme bir ulusal kimlik oluşturma çabasının olmazsa olmazıydı, dekor?/ Tiflis'teyiz!/.../... şehirdeki ilk iki gün... Rustaveli'nin kuşatması altındaydı" 16
-"... "içi beni yakar, dışı seni" dairelerin akibeti de farklı olmuyordu. Varsa yoksa Rustaveli ve onun sonsuz gözüken güzellikleri.../... İki gündür ahlarla vahlarla gezdiğimiz Rustaveli Tiflis'i, bir "fasad"dan ibaretti./.../ "Fasad"a çalıştım. "Fasad", Fransızca façade'den, "bina cephesi". İtalyancası facciate olmuş, "yüz, çehre" manasına. Oradan bizim argodaki "faça"ya gelinmiş. Façanın Latincesi facies; suret, yüz, demek. Kişi söz konusu olduğunda "genel görünüm, kılık kıyafet"/.../ Kentin, Rustaveli'den başlayarak düzeltilmeye çalışılan façasının anlamını arıyoruz... yoksullara bir kez daha sabırla kenarda durmaları buyrularak, binaların tadilatına girişilmiş... Öncelik, ulusal kimliğe, yabancı sermayeye, Tiflis'te janti bir yüz yaratmaya verilmiş./ Dekor, yüz, faça... Kimiz biz?" 18-21
-"Kimlik kavramı ilk kez XX. yüzyılın başlarında kullanılmıştı" 22
-"Karadeniz sahil yolu.../... 1900'lerin başında... Sahil bütünüyle kumsaldır.../... sahil yolunun yapılmasından sonra kumsal diye bir şey, hak getire.../ Zaten Rumların, zamanında Pontus Euxinos (konuksever) dedikleri bir denize, Karadeniz demişsen ve ondan hep ilençle söz etmişsen daha konuşacak ne var, onu da bilemiyorum... Büyüklük takıntısı, Karadeniz sahil kesiminin neredeyse özeti" 26, 27
-"Hopalılar da Lazistan'ın oradan itibaren başladığını, Trabzon, hatta Rize'nin Lazlıklaa bir ilgisinin bulunmadığını... yineleyip duruyorlar" 28
-"Gürcüler sonsuz ve geberinceye kadar içme kapasiteleriyle nam salmışlardır... Batum... Hopa'ya, arabayla 15 dakika uzakta bir yer" 29
-"Sarp sınır kapısından geçtik ve sihirbazın parmak şıklatması gibi görünüm bir anda değişti, doğayla uyumlu bir mimari peydahlandı etrafta" 30
-"Argonotlar da, milattan bir hayli önce... adına Argo (Süratli) dedikleri gemileriyle... Altın Post'u arıyorlardı, ama önce Medea'yı buldular... Doğrusu onları bulan Medea'ydı: Mitolojinin kanlı büyücüsü!" 33, 34
-""Kura"... Batılılar, Avrupa ile Asya arasında sınır olarak görmüşler bu nehri. Adını, Pers... Büyük Kyros'tan (... MÖ 590-529) almış. Kyros, Persçe Kuraş'ın (güneşe benzeyen) Grekleşmiş haliymiş. Babil'i ele geçirdiğinde kendi marifetlerini anlatmanın yanı sıra, kölelerin serbest ve özgür olmaları gerektiğiyle ilgili bugün British Museum'da bulunan bir silindir tablet yayımlamış bir kraldan söz ediyoruz./ Tiflis'in tarihçesi, 1500 yıl öncesine kadar uzanıyor. V. yüzyılda Kral Vahtang Gorgasal'ın av alanıymış... bir sıcak su kaynağı... Kurulan kentin adı da suyun sıcaklığına izafeten, ılık anlamına gelen tbili'den, Tbilisi olmuş.../ Tiflis Kalesi'nin yapılışı, kentin tarihindeki önemli anlardan biri. Kapadokya'dan gelip Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayan rahibe de öyle... Gürcülerin "şehirlerin anası" dediği Tiflis... şehirdeki asıl büyük dönüşümün XIX. yüzyılda, Rusya'nın egemenliğindeyken gerçekleştiğini söylemek yanlış olmaz... Kentin bugününe damga vuran tarihi binaların çoğu bu dönemde yapılmış" 37, 38
-"Vorontsov Sokağı... Çar tarafından 1844 yılında atanan Kafkasya genel valisiydi. Çocukluk ve gençlik yıllarını Londra'da geçirmiş... Vorotsov, karargahını Tiflis'te kurmuştu. Ama gölgesi... bütün Kafkasya'da hissediliyordu... Sokağın yapımına 1850 yılında başlanmış ve bir yıl sonra tamamlanmıştı. 1854 yılında Genel Vali Vorontsov, ünlü deklarasyonu burada açıklamıştı. Buna göre 50 yıl önce Gürcü kralının ve soylularının hizmetinde olan Ermeniler, artık Rus patronajı altında tam teşekküllü kentlilere dönüşüyorlardı. Deklarasyona göre soylular, askerlikten muaf olacak, kelle vergisi ödemeyecek ve bedensel cezalarla cezalandırılamayacaklardı. Bu, kentin ve Ermeni burjuvaların tarihinde önemli bir noktaydı" 40, 41
-"Erivan meydanı... adını şehirde ve bu bölgede yaşayan yoğun Ermeni nüfustan değil, 1828'de Erivan'ın Rus birlikleri tarafından ele geçirilmesinden sonra almıştı" 42
-"1860'ların ikinci yarısında kentte, ihtişamları Batı Avrupa'dakileri aratmayacak beş büyük otel vardı. Grand Hotel ve London Hotel... en klası Kafkasya Oteli'ydi... başlıca rol, kentin dünyaca ünlü sülfat kaplıcalarıydı./ XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa'da bir kaplıca çılgınlığı yaşanıyordu... Prensler, kontlar, generaller merkezdeydi.../ Avrupa'da merkezler Carlsbad, Marienbad, BadenBaden'di" 43
-"O yılların Tiflis'i kozmopolit bir yerdi... İki Amerikalı.../... bellerinde hançerler, kılıçlarla, atlarının üzerinde dağ gibi yükselen ürkütücü dağlılar da oracıkta./ Sonra Çar'ın değerli piyonları, Almanlar vardı. XII. yüzyıl... Barbarossa biricik oğlunu Gürcülerin efsanevi Kraliçesi Tamar ile evlendirmeye niyetlenmişti. Gürcü-Alman ilişkilerinin başlangıcı buydu. İlk Alman gezginler, XIV. ve XV. yüzyılda Kafkasya'ya ayak basmıştı. 1762 yılında Çar, bir genelge yayımlayarak çeşitli ülkelerden yabancıları Rusya'ya davet etmişti. İki yıl sonra güney Volga kıyılarında, ilk Alman yerleşimciler görülmüştü. 1800'lerin başında bunları Bavyera'dan gelen ayrılıkçılık akımının mensupları izledi... ayrılıkçı topluluklar kıyametin yaklaştığını ve kurtuluşun Kafkasya ve Ağrı Dağı civarında olduğunu düşünüyorlardı... koloni kurmak için uygun yer baktılar... en önemlisi Çar, Kafkasya topraklarında kendine ait bir ada yaratmış olacaktı./ Gürcistan'daki ilk Alman kolonisi, 31 aileden oluşuyordu ve 181 kişiydiler. 21 Eylül 1817'de Tiflis'e geldiler... bir yıl sonra çok büyük bir dalga takip etti ve 500 aileden oluşan bir koloni Tiflis yakınına yerleşti. Bunların yerleşmesi için Ruslar 65.000 ruble altın harcamış... Ruslar, Kafkasya'ya gelen her Alman aileye 2.800 ruble vermişlerdi. Buna karşın İran'dan gelen Ermenilere sadece 25, Türkiye'den gelen Rumlara ise 10'ar ruble veriliyordu./.../ Bira yapımı da Alman kolonileri tarafından yürütülüyordu.../... Alman kolonilerinde özellikle tekerlek ve araba aksamı yapımı çok gelişmişti.../... Kırsal kesimde dağ gibi bir Gürcü nüfus vardı. Erkekler... ekmek parası peşinde Tiflis'e gelmeye başladılar.../ İşçilerin hali perişandı!... Sefalet... Halk arasında burası Nahalovka diye biliniyordu. Nahal sözcüğü Rusça'da "yüzsüz, arsız" anlamına geliyordu.../... ana caddenin adı Puşkin'di, biraz ileride Lermontov Caddesi... İlk klasik okul, Glovin Meydanı'nda açılmış... 1801'de 20.000 olan nüfus 1897'de 159.000'e çıkmıştı... 1865-1897 yılları arasında kentteki Rus sayısı... çıkmıştı. Ama 55553 kişilik nüfusuyla burası hala bir Ermeni kentiydi. Gürcüler, çoğunluğu ele geçirmek için 1970'leri bekleyeceklerdi.../... Bütün bu hercümerç içinde... Çar'ın temsilcilerine karşı bir öfke... kaçınılmazdı./ Beklenen patlama, 1905 yılında geldi... şehrin valisi... halkın Belediye Meclisi'ndeki görüşmelere katılmasını yasakladı. 25 Ağustos... kalabalık... kendi toplantısını yaptı... Ayın 29'unda Tiflis'in "kanlı pazar"ı gerçekleşti ve Kazaklar binayı basıp toplananların üzerine ateş açtı. En az 60 kişi öldü... genel ayaklanma başladı.../ 1905'in son aylarında, yıla başlarken görülen birlikten eser kalmamıştı... bağlar kopmuştu. Gerçi, Çar II. Nikolay'ın Ekim Manifestosu, tebasına yeni haklar bahşediyordu ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Manifesto, farklı kesimlerde farklı algılara yol açtı... Sağ kesimde... memnuniyet yaratmıştı... yirmi bin kişilik bir yürüyüş organize ettiler. Askerlerin koruduğu kortej, "Tanrı Çar'ı korusun!" sloganlarıyla şehre yaklaştığında bombalar patladı ve ateş açıldı. Askerler ateşe karşılık verdiler. 41 kişi öldü... Akabinde Çar'ın yeni anayasal düzenini uygulayacak ılımlı gruplar sahneye çıktılar" 44-50
-"Her şey olağanüstü bir imecenin ürünü. Şarap da kimsenin mülkünde değil işte, köyün ortak sarnıcında duruyor... erkekler... Tamada önderliğinde yiyip içmeye, şarkılar söylemeye başlayacaklar.../... Gürcü kimliğinin yapıtaşıdır şarap" 51, 52
-"Dukhan'ların geleneksel tabelalarından bir örnek./.../ Bütün tarihlerde ve mitlerde şarabın doğuş yeri olarak Doğu Anadolu gösteriliyor. Bilebildiğimiz kadarıyla bugün adına Gürcüler denen halkın bir kısmı Kimmerlerin peşinden güneye giden İskitlerden oluşuyordu; diğer kısmı da Fırat nehri civarında yaşarken Asurilerin sıkıştırmasıyla kuzeye göçenlerdi. Şarap kültürünü bu ikincilerin yöreye taşımış olmaları kuvvetle muhtemeldi. Belki Dionysos hikayesini de" 53
-"İnsan kendi kendine Hıristiyanlıkta şarabın İsa'nın kanı olarak sembolik bir değer kazanmasının arkasında, Dionysos'un yenilmez gücüyle uzlaşma arayışının rol oynayıp oynamadığını sormadan edemez. Yoksa bu uzlaşma, şarabın gücünün ehlileştirilmesi için midir? Kim bilir, belki de Gürcülerin içki sofralarındaki yerleşik tamada geleneği de bunun uzantılarından biridir. Belki de tamada geleneğindeki asıl amaç, içip dağıtma sürecini bir kurala bağlayarak ortaya çıkması muhtemel, insanın doğasına içkin şiddeti kontrol altında tutmaktır./... Gürcüler sofra kurmuşsa orada mutlaka bir tamada da vardır. Tamada sofrayı yöneten kişidir... tamada her sofranın en yaşlı, yaşam deneyimi en çok, en görmüş geçirmiş kişisidir... Kadehlerin her kalkışında erkekler, atlarını dörtnala süren savaşçılar gibi bardağın dibini görmek zorundadırlar. Tamada, bu konuda sık sık uyarıda bulunur. Kadınlar ise genellikle bir yudum almakla ya da dudaklarını ıslatmakla yetinirler... "düşmanı olmayan adam, adamdan sayılmaz" türünden veciz sözler de havada uçuşmaktadır. Derken kadeh kaldırma sırası Kraliçe Tamara'ya gelir, o aakla geldiği zaman, kraliçenin kuyruğu gibi, Gürcistan'ın büyük epik şairi Şota Rustaveli'de oracıkta şereflendirilmeyi bekliyordur.../ Bir Gürcü'nün dediği gibi bu sofralar Gürcüler için psikoterapi yerine geçer... Ne kadar... Eski Yunanlılar körkütük sarhoş olmayı, "İskit gibi içmek" deyişiyle tanımlarlarmış... Dumas.../... kişi başına beş-altı, bazen on-on iki şişe içtikleri olur... masadan ayık kalkmak da aşağılanacak bir şey olarak görülür" 54-56
-"... dukhan denilen geleneksel tavernalar..." 58
-"Derler ki, Tanrı dünyayı yaratmaya başladığında... Gürcü... demleniyormuş. Neden sonra huzura geldiğinde, "Çek geç kaldın!" demiş Tanrı ona... cevabı, "Arkadaşlarla sofradaydık," olmuş, "ama seni de unutmadık..." Tanrı... "Her yer doldu dolmasına ama şuracıkta kendime sakin bir köşe ayırmıştım, onu da sana vereyim bari," demiş./.../... kasım ayı... nar ve mandalina ağaçları.../.../... Gürcistan'ın ortası ve güneyi, kuzeydeki dağlardan inen yer altı sularının bet bereket kattığı bir vaha. Tabii Çar'ın sonsuz inayetini de unutmadan; çünkü turunçgillerin yetiştirilmeye başlanması, onun iradesiyle. Yoksa, Karadeniz'deki güzide üniversitelerimizden herhangi bir prof'un yarın öbür gün ispatlayıvereceği gibi, Yörüklerin bilinmeyen bir kolu, fi tarihinde buralara el atmış filan değil... Ufak bir ülke için büyük bir iklimsel çeşitlilik.../ Yoksulun yemeği hamur işidir, temel kuralı Kafkasya için de geçerli. Gürcistan'da... başköşe daima haçapuri'ye ayrılıyor. Bu, çok sayıda çeşidi olan bir tür peynirli pide aslında... hepsinden lezzetliydi" 63, 64
-"Gürcüler ile mısırı birbirinden ayrı düşünmek hemen hemen imkansız... sanki mısır, Latin Amerika'nın İlkçağ uygarlıklarından Kristof Kolomb tarafından alınıp getirilmemiş de hep buraya aitmiş gibi davranıyorlar. Mısırı Batı Akdeniz'den doğuya taşıyan Osmanlılardı oysa; yani Kafkasya'ya en erken XVII. yüzyılda gelmiş olmalı./... bir diğer hamur işi hinkali. Bir tür mantı... Hinkali, XIII. yüzyılda Orta Asya'dan gelen Moğollardan yadigar... soğuk birayla şahane gidiyor./.../ Kökeni büyük ihtimalle Küçük Asya olan ceviz ağacı buradan Çin'e kadar yayılmış... bereket ve doğurganlık simgesi olarak görülüyor. Gürcülerin cevizle yaşadıkları... tutkulu bir aşk ilişkisi.../... Abhazya kökenli acika sosu.../.../ Kafkasya denince insanın aklına öncelikle et ve et yemekleri gelir hep" 65-68
-"Gürcistan'ın Anası (Kartlis Deda) heykeli.../ Gürcülerin iki büyük kadın kahramanı var: Biri XII. yüzyılda yaşamış ve dönemi Altın Çağ olarak anılan Kraliçe Tamara... diğeri ise V. yüzyılda Kapadokya'dan buralara gelip Hıristiyanlığın yayılmasında başat rol oynamış olan Azize Nino... heykelin elindeki kılıcın Kraliçe Tamara'yı, kasenin ise Azize Nino'yu simgelediğini düşünüyorlar./... ikincisi... bir şair, onun aşkıyla yanıp kül olmuştu. Şairin adı Şota Rustaveli'ydi... Kaplan Postlu Şövalye'nin yazarı./... Gürcülerin İncil'den sonraki ikinci kutsal kitabı.../ Pertev Naili Boratav destanı, aristokratik zümrenin değerlerinin yansıtıldığı bir tür olarak görür.../ Rustaveli... Kraliçe Tamara'ya takdim etmişti... İlk matbu basımı 1712 yılında... 1587 dörtlükten oluşuyor./... Bir adamın hafızasında duruyor... okuyor. Son büyük gösterinin Sagınbay Orozzbakoğlu tarafından 1930'larda gerçekleştirildiği söylenir. Manas Destanı'nın tamamının okunması 60 gece sürmüş" 73-75
-"Aşk destanlarında, ötekine duyulan aşk, bir süre sonra kendini aramaya ve ilahi aşka dönüşür" 76
-"Mehmet Ali Kılıçbay.../... Bu iskambil kartları, evliliği korumak için serbest bırakılan ve soyut bir boyuta indirilen ama kesinlikle evlilik dışı tutulan aşkı simgeleştirmektedirler... feodal toplumda aşk ve evlilik aristokratik bir sorundur, halkın bunun ikisiyle de ilgisi yoktur./.../... destanın başlıca izleği "ağlamak"tır... "... ağlayan bir garip oğlan"... dünyanın sırrına vakıftır: "Siz neşeyle dolaşırken, gözyaşında yüzüyordum ben.".../.../... ağlamanın bir oynamak boyutu vardır, bir de yükselmek... Eski kadınlar... ağlamanın bu oyun boyutunu çok iyi bilir ve kullanırlardı... yaptırmak istedikleri bir şey söz konusu olduğunda, destan hikayecisi gibi bir noktadan sonra ağlamaya ve ayılıp bayılmaya doğru giden bir rol yapma kapasitesine sahipti.../ Ağlamak ile iktidar arasında hiç yabana atılmaması gereken bir ilişki vardır gerçekten de... ideal karışımını Gülen'in ağlamalarında izleyebilir./ Murat Belge, 70'li yılların... "mavi gözlü ağlayan çocuk" posterinden.../... Türkiye'de öksüze karşı acıma duyulur.../... erkek çocuğun yanağında... o bir damla gözyaşı..." 78-81
-"Kabakov için müzenin "hem bir mabet hem de bir kültürel çöp alanı" olması müzenin, burjuva tarihsel kökeninden bağımsız düşünülebilir mi?/ Çoğunlukla müzelerin konuşlandığı görkemli tarihsel binalar.../... Tiflis Güzel Sanatlar Müzesi.../... "Gürcü ile Aziz George Aşkı".../... Müzenin nasıl fuzuli bir yer olduğunu bilen bir ruh, gerçekten de azize olmaya özenmiş ve kıyısından dönmüş bir başka ruh, Sovyetler'e maruz kalmış bir diğeri. Tuhaf harman!.../... Aziz George'unki çok bildik bir hikayeydi. Roma ordusunda subaylığa yükselmiş bir Yunanlı. Babası Kapadokya, annesi bugünkü İsrail dolaylarındanmış. Hıristiyanlığı ilk kabul edenlerden ve... öldürülenlerden. İnançlı biri... generalken kendini feda etmiş bir adam. Ölümü 303. Bir efsane kahramanına dönüştürülmesi sonradan, hep olduğu gibi. Ejderhayı öldürme hikayesine konu olması XI. yüzyılda Gürcistan'da gerçekleşmiş... Eski bir Mezopotamya hikayesi bu, orada ejderha Labbu'dur... Hititlerde ejderhanın adı İlluyanka, Babil'de Tiamet" 84-87
-"... tablo... Ayvazovski.../.../ 1844'te -27 yaşındayken- Rus donanmasının resmi ressamlığı görevine  atanmış Ayvazoski" 88
-"Üçüncü kat ise müzenin kalanından bambaşka bir atmosferdeydi... Sovyet ve Stalin döneminde katledilen Gürcülerle, milli kimlikle, bağımsızlık tarihiyle ilgili... 1927 yılında öldürülen ve öldürülmeden önce, "Ruhum Tanrı'ya, kalbim Gürcistan'a ait. Bedenimle ne isterseniz yapabilirsiniz," diyen Gürcü Katolik Kilisesi patriği Ambrosi... 1937'deki Büyük Temizlik sırasında katledilenlerin resmi geçidiydi.../ Yazılanlara göre Sovyet döneminde 80 bin kişi mahkum edilmiş, 400 bin kişi sürgüne gönderilmiş" 93, 94
-"1937-38 akıntısı, hapishanelerimizin karanlık, çirkef dolu borularını şişirerek zorlayan üç akıntıdan biridir./ Ondan önce... 1929-30... Bu akıntıya, on beş milyon veya daha fazla köylü kapıldı... Stalin'in... en korkunç cinayetidir./ Ondan sonra, Yenisey Nehri ortasında, 1944-46 yıllarının seli görüldü. Tam kadro ile milletler... sayıları milyonları bulanlar lağımdan geçirildiler! Fakat bu sele kapılanların çoğu basit kimselerdi, hatıra yazmadılar!/ Fakat 1937 yılındaki sel, içtimai mevki sahibi, partide rol oynamış olanları, okumuşları Gulag Takım Adaları'na alıp götürdü... eli kalem tutan insanlar! Bugün hepsi yazmaya hatırlamaya çalışıyorlar; 1937, milletçe yaşanan acının Volga'sıdır!/ Soljenitsin, Gulag Takım Adaları kitabında anlatıyordu bunları" 95
-"Kafkasya... şiddetin hiç eksik olmadığı topraklar.../ Bizanslılar, Moğollar, Selçuklular, Araplar, İranlılar, Osmanlılar, Ruslar... Gürcüler, Çeçenler, Abhazlar, Osetler... Ama bunların hiçbiri, Stalin kadar sistemli bir şiddet örgütleyicisi olamamışlardı. İlkel adamlar tabii, uygar dünyanın fişleme yöntemlerinden, psikolojik savaş mekanizmalarından bihaberler. Bürokrasi hak getire. Zaten öldürme biçimleri de incelikten yoksundu. Gossman'ın tespiti.../ Totaliter devletin zorbalığı o kadar büyüktür ki, bir araç olmaktan çıkar; mistik, dinsel bir hayranlık konusu haline dönüşür./ Sovyet devriminin özgürleştirici gücüyle donanmış ve İttihatçıların cüretkar uygulamalarından en az Almanlar kadar feyz almış Stalin'in bu konuda hatırı sayılır katkı sunduğunu biliyoruz... Adalet... ukaz'larla, yani kanun kuvvetindeki kararnamelerle yürütülüyordu ve suçlarına ilişkin ipuçları, bizzat tutuklananların kendilerinden bekleniyordu... Gürcülerin 1924... genel isyan da unutulmuş değildi. Gürsü komünistler, kendisi de bir Gürcü olan Stalin'e Kinto (sinsi) lakabını takmışlardı. Katil değil, sinsi./ Soljenitsin'in anlattığına göre, Stalin'in kusursuz sistemi şöyle.../ Nişan alınan ada tavşanlarına birer çağrı kağıdı çıkarmak yeter ve artardı elbette. Hepsi... kendiliğinden gelir... bekleşirlerdi./... Grossman da... benzer bir tespitte bulunuyordu: Nazi toplama kamplarında kalan Yahudilerin neredeyse bir avuç Alman askeri tarafından kontrol edildiklerini... 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, daha düne kadar devrim yapmayı hedefleyenlerin, Selimiye Kışlası kapısında işkencecilerine teslim olmak için kuyruğa girdikleri, mesai saati bitiminde evlerine gidip, ertesi sabah erkenden kapının önündeki yerlerini aldıkları..." 96, 97
-"Soru şu: Dünyanın dört bir köşesinde aklı başında insanlar şiddete karşı çıkarken aynı insanların bir devrim söz konusu olduğunda sevinç çığlıkları atmaları nasıl açıklanabilir? Devrimin insanları heyecanlandırmasında, kronikleşmiş haksızlığı ortadan kaldırmaya yönelik girişim yabana atılır gibi değil. Ama öte yandan, her devrim, yoğunlaştırılmış bir kan banyosu anlamına geliyor ve neredeyse bir kural gibi haksızlık ortadan kalkmaktan ziyade, el değiştiriyor. Canetti'nin de iliklerine kadar gösterdiği gibi kitlesel hareket ile şiddet arasındaki ilişki birebirdir: "Devrimler, dönüşüm zamanlarıdır; onca zaman savunmasız olanlar aniden dişlerini göstermeye başlarlar. Kötücül deneyim konusundaki eksikliklerini sayılarıyla telafi etmek zorundadırlar." Zorbalığın bir başka zorbalıkla yer değiştirmesinde bizi bu kadar heyecanlandıran şey ne öyleyse?/.../ Svetlana Boym, 1789'den sonra devrim kavramının modern zihinlerde tuttuğu yeri şöyle anlatıyordu:/... toplumsal düzenin baştan aşağı dönüşümü yeni bir hadiseydi. Napoleon'un biyografisi yeni bireyciler kuşağının tamamına, kendi yaşamlarını yeniden icat etmeyi ve devrimcileştirmeyi hayal eden küçük Napoleon'lara örnek oluşturmuştu... "Devrim"... sözcüğü... Adeta özlenen bir geleceği, zincirlerinden kurtarıyordu./ Geleceği zincirlerinden kurtarmak. Devrimci şiddeti mazur gösteren bu muydu? Çeşitli sebepler... Rene Girard'ın iki kitabı... Şidddet ve Kutsal ile Günah Keçisi. Elias Canetti'nin Kitle ve İktidar'ı ise bunlardan da eski./ Girard... şiddeti kendilerinden uzak tutmak için insan topluluklarının tarih boyunca geliştirdikleri kurban kültünü, şiddet ritüellerinin din içinde nasıl konumlandığını ve mitolojide nasıl üstünün örtüldüğünü araştırıyordu./... Girarda, Yunan tragedyalarında kurban kültünü deşifre etmenin daha kolay olduğunu, oysa mitolojide büyük çarpıtmalar yapıldığını söyler. Hatta ona göre "mitoloji, en büyük suskunluk okuludur"./ Bu dünyada her şey yer değiştirir: Kurban canavar haline gelir... bir canavarken tanrıya dönüşür./ Aynı anda yıkan ve kuran canavar tanrı... Girard... devam.../... mitolojik canavarı... katışıksız bir icat olarak görme eğilimi vardır: Hayal gücü, doğada var olmayan cisimler tasarlamanın mutlak bir yetisi olarak yorumlanır. Oysa mitolojik canavarlar incelendiğinde asla böyle bir şey ortaya çıkmaz. Canavaar, mevcut birçok biçimden ödünç alınıp bir araya getirilen öğelerden oluşur hep. Ancak bu karışımdan sonra bağımsız bir varlık olarak ortaya çıkar canavar figürü./ Belki de şöyle özetlenebilir: İnsanlık tarihinde ilk ortaya çıktığı haliyle canavar, kitlenin belli bir topluluğa dönüşmesi için gereksinim duyduğu "öteki"dir (günah keçisi). Önce bir şiddet birikimi olacak, bu şiddet bir canavara (kurbana) yöneltilecek ve onun ortak bir konsensusla yok edilmesiyle, topluluk istim salarak huzur bulacak. Elbette bir sonraki canavar gereksinimine kadar./ Şiddetin üstünü örtmek, en eski arzulardan biridir. Mezarı örtmek söz konusu olduğunda, mitoloji kadar din de sahne alır. "... Koruyucu önlemler... dinsel alandır. Dinsel koruyucu önlemler şiddete dayalı olabilir. Şiddet ile kutsal birbirinden ayrılamaz," diye yazar Rene Girard. Çabasında restore edilmiş bir kutsal savaş arayışı var mıdır? Olabilir ama dinin şiddetin sağaltılmasında oynadığı role Canetti'de de rastlarız: "Kiliseye gitmenin düzenliliği ve belirli ayinlerin birebir ve bildik tekrarı, kitleyi uygar bir deneyim gibi korur." "Neden korur?"... Şiddetten ve tabii sadece bir ölçüde./ Modern insandan söz ederken şunu söyler Girard:/ Biz kendimizi mistik yanılsamalardan korunmuş sayıyoruz... Aslında her şeyi yanılsama olarak kabul etmek, rahatsız edici sorunlardan sıyırtmanın, her şeyi doğal kabul etmekten daha kurnazca bir biçimidir. En iyi, en kesin aldatmaca, mitin varsaydığı şiddetin tüm gerçekliğini reddeden bir soyut inançsızlıktır./ "Kurnazca aldatmaca" işin bir kısmını oluşturur... aynı aileye ya da aynı topluma mensup kişileri boğaz boğaza getiren şey, farklılıkların yitirilmesidir. Benzer bir farksızlaşma hali devrim zamanı ortaya çıkan şiddet için de geçerli değil midir? "Modern düşünce, farksızlığı şiddet olarak, şiddeti de farksızlık olarak düşünmeyi başaramıyor," der Girard ve ikizlik kavramını oyuna sürer:/ Her yerde aynı arzu, aynı nefret, aynı strateji, gitgide daha tam olan bir tektiplik içinde aynı büyük farklılık yanılsaması. Bunalım derinleştikçe tüm topluluk mensupları şiddet ikizine dönüşüyor.../ Birbirinin tam karşıtında yer alanların (Müslümanlar-laikler, devrimciler-tutucular) kopya/ikize dönüşmesi hikayesi Svetlana Boym'un da üzerinde durduğu.../ Gelenekle devrim arasındaki modern karşıtlık aldatıcıdır. Gelenek (tradition) hem aktarım... hem de teslim olmak ya da ihanet anlamına gelir: Traduttore, traditore, translator (çevirmen), traitor (hain). "Devrim" sözcüğü dde aynı şekilde hem döngüsel tekrar hem de radikal kopuş anlamına gelir. Dolayısıyla gelenek ile devrim hem birbirini kapsar hem de birbirine karşıtlık içinde var olur. (...) Bruno Latour, "modern ilerleme zamanı ile anti-modern 'gelenek' zamanı birbirini tanımayan ikizlerdir" der./ Karşıt uçların, aynı madalyonun iki yüzü olması saptaması önemlidir.../... tarihe niye ihtiyaç duyduğumuza dair bir soru.../... şiddet sadece öldürülenlerde... bulmaz ifadesini. Hayatınızın her zerresine nüfuz eder... ses çıkarmamış, bir yalanla yaşamayı gündelik hayatlarının gerçeği haline getirmiş kalabalıklar vardır" 98-103
-"Sovyet sistemi özellikle 1930'dan sonra... kendi mimari anlayışını dayatmış kente... merkezin dışındaki yeni Tiflis, tipik bir Sovyet şehri olarak şekillenmiş./ Metrodan, son durak olan Ahmeteli Tiyatrosu'nda indik... kendimizi kusursuz bir mimari şiddetle karşı karşıya bulduk. Sovyet zamanında yapılmış toplu işçi konutları. En az Akdeniz'in ufak bir koyunda, yeşilliğin ortasında boy gösteren TOKİ konutları kadar şiddet doluydular./ Boym'den.../... modern politik düşünceler, sadece tek bir güç kategorisini eleştiriler -ya da sadece yığındır eleştirilen ya da yerleşik otorite. Ona karşı da ötekine sistematik destek vermeyi gerekli görürler. Onları... sınıflandıran şey bu tercihtir. Toplumsal sözleşmenin hala insanları büyülemeye devam etmesinin nedeni, içerebileceği hakikatler değil, iki güç kategorisi arasında sürdürdüğü baş döndürücü salınımdır./ Sahi, Stalin de, zaman içinde bir günah keçisine dönüşmedi mi?" 104, 105
-"Tiflis, bir köprüler kenti. Kura Nehri.../ Bizce Tiflis'teki köprülerin en güzeli... Mişrali Khidi (Kuru Köprü) idi. 1849-1851 yılları... tasarlanmış... O yıllarda Kura Nehri'nin bir kolu geçiyormuş bu köprünün altından ve üzerinde küçük bir adacık varmış. 1930'larda bu kol kurumuş" 106, 107
-"Koleksiyonculuk... Boym'un deyişiyle: "Müşterileri, kaybetmedikleri şeyleri özlediklerine inandıran bir pazarlama stratejisi olarak ürünlere 'nostalji enjeksiyonu' yapılıyor."..." 110
-"Sololaki... bölgeye verilen ad. Vakti zamanında Araplar... bir su kanalı yapmışlar ve Sololaki (sulak) adı buradan gelmiş. XIX. yüzyılda şehirde palazlanmaya başlayan burjuvaların yaptırdığı malikanelerle dolu bir alan burası" 116
-"Tabidze... Burada... Kafkasya Evi, 20 numarada. 1860 yılında Alman mimar Otto Simonson tarafından, zengin Ermeni tüccar Tamamşev'in siparişi üzerine, tamamen Avrupai tarzda inşa edilmiş... kızı Yelizateva, Mişel Smirnov'la evlenmiş ve babası bu evi kızına çeyiz olarak vermiş... Mişel, 1870'lerin sonunda Petersburg'a gidip annesinin tarihi mobilyalarını Kafkasya Evi'ne getirmiş... bir merkeze dönüşmüş. Başlangıçta içinde Büyük Petro'nun şahsen yaptığı bir sehpa, II. Yekaterina'nın kullandığı tütün kutusu gibi parçaların yer aldığı eşye koleksiyonu da giderek genişlemiş. Yazar, gazeteci, avukat ve Gürcü ulusal kimliğinin kurucu babası olarak anılan İlya Çavçavadze... salonundan geçmişler... 1985 yılında koleksiyon, Gürcistan'a hediye edilmiş" 119, 120
-"XIX. yüzyılın başında "Ermeni Pazarı" adıyla anılır olmuş... 2007'den beri ise bir başka general, Gürcü ulusal kurtuluş mücadelesinin önemli isimlerinden Kote Abhazi isim babalığına yükselmiş... elden geçirilmiş bir sokak" 121
-"Bambis Rigi... orta yerde, elindeki boynuz kadehten şarap içen bronz uzaylı heykeli var: Tamada heykeli, Batı Gürcistan'daki Vani Harabeleri'nde yapılan kazılarda bulunan ve mazisi MÖ VII. yüzyıla uzanan bir arkeolojik buluntunun, büyütülmüş kopyası.../... Tsikis... Bir dönem Tatar Pazarı ve Şeytan Pazarı adlarıyla da anılmış" 122, 123
-"Katedral... dünyanın parasını harcayıp...yeni bir kilise... Ama gördüğüm kadarıyla yoksulların bundan bir şikayeti yok, tersine katedralleriyle gurur duyuyorlar" 124
-"... dukhan..." 133, 135
-"Pirosmani bu karikatüre çok kırıldı, cemiyetle ilişkisini kesti ve dukhan'ların bildik alaycılığına geri döndü... iki ile dört bin arası resim yaptığı savlanan... / Şehrin kıtlık ve soğukla boğuştuğu 1918 kışında, evsizdi... beslenme ve karaciğer yetmezliğinden öldü.../ Gürcistan'daki ilk sergisi, öldüğü yıl 1918'de açıldı... esas ilgi, 1950'den sonra arttı... 2002'de... Anerika'da... Geceleyin Arsenali Dağı adlı tablosu, 1.600.000 dolara alıcı buldu./... Siyah ve beyaz, Kafkas peyzajının da temel renkleriydi./ Ya büyük aşkı Margarita?... Birkaç yıl önce Murat Bardakçı'nın bir makalesi... 1900'lerin ikinci yarısından sonra ortaya çıkan ve Margareth Fehim Paşa adıyla anılan... bir kadından söz ediyordu. Kadın, İstanbul'da birden ortaya çıkmış ve Abdülhamid'in çocukluk arkadaşı ve süt kardeşi olan, sonra da başhafiyeliğine terfi eden Fehim Paşa'nın metresi olarak nam salmıştı. Fehim Paşa'nın Çerkes ve Arnavutlardan oluşan çetesiyle, şehri hallaç pamuğu gibi atıp herkesin yüreğine korku saldığı yıllardı. Giderek fütursuzluğunu yabancı elçiliklere bulaşmaya kadar vardırınca Bursa'ya sürgün edilmiş ve Bilecik civarında kimliği açığa çıkınca kalabalık tarafından linç edilmişti (1909)/ Paşa'nın ölümünden birkaç gün sonra, İstanbul'un eğlence mekanlarında, "Hatırla Margareth o meşum geceyi" sözleriyle başlayan bir şarkı meşhur olmuştu... 1960 darbesinden sonra, "Hatırla sevgilim o mesut geceyi" şekline dönüşmüştü./ Acaba... bu Margareth, o Margarita olamaz mı?" 136-138
-"Çokseslilik, müzik tarihinde kilise müziğiyle başlar.../... Gürcü ve Ortaçağ kültürü en üst noktasına ulaştığında (XII. ve XIII. yüzyıllar) üç sesli şarkılar... gelişim göstermiş" 140
-"Paul Khutchua.../... Şarkılarda birtakım nidalar, haykırmalar şarkılarda ağırlığı olan şeylerdir ve bunların çoğunun belli bir anlamı yoktur. Ama şarkılarda çok önemli bir yer tutarlar: ari, aralo, aralalo, dela, deli, dilo, dali, abadela, abadelia, herio, nana, odelya, osarado, varado, livri, orero, rero, naninavda, raşevroro, tarnanani vb. gibi. Bunların ana amacı, ritmik keskinliği vurgulamak ve melodiyi genişletmektir" 141
-"Tiflisli bir arkadaşım, kentin 1970'lerden sonra çok değiştiğini, kent kültürüne sahip varlıklı insanların çoğunun göç ettiklerini, kalanlarınsa azınlık konumuna düştüklerini anlatmıştı. Kentte ilk kez Gürcü nüfusun baskın hale geldiği dönemlerdi ve yaşayanların çoğu, kırsal kesimden gelerek şehrin varoşlarına yerleşenlerden oluşuyordu. Kent şarkıları varlığını sürdürüyordu sürdürmesine ama artık isyanın bayrağını rock grupları taşıyordu... İngilizce... şarkılar, özgürlük sembolüne dönüşmüşlerdi. Hala elit bir tını vardı./ 1980'lerin ortalarından itibaren işse rap sahne aldı. Hip hop 70'lerde Amerikan getto kültüründen doğmuştu. Onun alt dallarından biri olarak gelişen rap, Tiflis2te de alt kesimin isyan müziğine dönüşmüştü... uyarlıyorlardı" 144, 145
*
25.12.2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder